Cilde iyi geldiğini bildiğimiz doğal malzemeleri sıralayacak olursak, oldukça uzun bir liste yapmamız gerekir. Limon, yeşil çay, gül suyu, papatya, bal, kakao yağı, deniz yosunları, balık yağı, termal sular, kil çeşitleri, zeytinyağı, bademyağı, kayısı yağı, bergamot, ısırganotu, papaya, aloevera, çay ağacı yağı, buğday özü, lavanta suyu, soya yağı, biberiye, avokado, üzüm çekirdeği yağı ve ekstresi, ayçiçeği yağı, jojoba, susam yağı, ceviz yağı, havuç tohumu, portakal çiçeği suyu, keten tohumu, yulaf ezmesi vb… Bu saydığımız ürünlerin hepsi kozmetik ürünlerde kullanılabilir.
Tonik olarak gül suyu veya maden suyu; gece kremi olarak haftada 1 veya iki kere kayısı yağı, bazen badem yağı veya gliserin bu saydıklarımı sıkça hastalarıma öneririm. Aynı şekilde kimilerine taze papatya çayı, lavanta losyonu, biberiye veya yeşil çay kompreslerini, haricen uygulanacak bir kür olarak veririm. Önerileri verirken dikkat etmeye çalıştığım şey cildin nemini tutması ya da iltihap giderici veya antiseptik özelliğidir. Tüm bitkisel çözümlerde olduğu gibi ürünlerin hazırlanışı, tazeliği, yoğunluğu ve ciltten arındırılması ayrı bir özen ve bilgi gerektirdiğini unutmamak gerekir.
Kimisindeki asit, diğerindeki şeker içeriği veya yağ oranı, beklenmedik reaksiyonlara, tahrişlere neden olabilir. O yüzden profesyonel kozmetik amaçlı kullanıldıklarında sentetik ürünlerle dengelenme ihtiyacı duyulur. Arama motoruna yazarak öğreneceğiniz tariflere ön yargılı yaklaşmalısınız. Özellikle dermatologların önerdiği ürün ve tarifleri gerçekleştirmek sizi bir çok riskten korur.
Pazarlarda ve doğal malzemeler satan dükkanlarda bunları görebilirsiniz. Avrupa’da bunlar hediyelik eşya olarak inanılmaz itibar görüyor. Bu tip sabunların bazılarının Ph dengesi uygun olabilir ama çoğu değildir. Ph cildin nemlendirilmesinde önemlidir. Bu sayede yumuşak bir temizlik olur, ciltte tahriş görülmez, alerjik bir durumla karşılaşılmaz.
İçindeki meyveler veya diğer bitki özleri için tercih ettiğiniz şampuanları bir düşünün. Her şeyi doğal olsa bile kafanıza sürdüğünüz zaman köpüklenebilmesi için deterjan türevi bir kimyasala ihtiyaç duyulur. Bu belki biraz psikolojik bir durum olabilir ama temizlik algısı için köpüğe ihtiyaç duyulur. Saç için en yararlı katkı maddeleri arasında, hidrolize edilmiş hayvansal proteinler ve keratinleri de unutmadan eklemek gerekir. Bu ve buna benzer birçok şey sayılabilir, doğallıkta yüzde yüzden bahsetmek o yüzden zordur. Bir ürün yüzde doksan dokuz doğalsa bizce kabul edilebilir sınırdır.
İşin özü doğadan sonuna kadar yararlanmak hepimizin hakkıdır. Ancak kulaktan dolma tariflere lütfen itibar etmeyin. Bir doktorun kaleminden çıkmış onun tarafından denenmiş ve etkileri bilinen önerileri dikkate almaya çalışın.
Cilde iyi geldiğini bildiğimiz doğal malzemeleri sıralayacak olursak, oldukça uzun bir liste yapmamız gerekir. Limon, yeşil çay, gül suyu, papatya, bal, kakao yağı, deniz yosunları, balık yağı, termal sular, kil çeşitleri, zeytinyağı, bademyağı, kayısı yağı, bergamot, ısırganotu, papaya, aloevera, çay ağacı yağı, buğday özü, lavanta suyu, soya yağı, biberiye, avokado, üzüm çekirdeği yağı ve ekstresi, ayçiçeği yağı, jojoba, susam yağı, ceviz yağı, havuç tohumu, portakal çiçeği suyu, keten tohumu, yulaf ezmesi vb… Bu saydığımız ürünlerin hepsi kozmetik ürünlerde kullanılabilir.
Tonik olarak gül suyu veya maden suyu; gece kremi olarak haftada 1 veya iki kere kayısı yağı, bazen badem yağı veya gliserin bu saydıklarımı sıkça hastalarıma öneririm. Aynı şekilde kimilerine taze papatya çayı, lavanta losyonu, biberiye veya yeşil çay kompreslerini, haricen uygulanacak bir kür olarak veririm. Önerileri verirken dikkat etmeye çalıştığım şey cildin nemini tutması ya da iltihap giderici veya antiseptik özelliğidir. Tüm bitkisel çözümlerde olduğu gibi ürünlerin hazırlanışı, tazeliği, yoğunluğu ve ciltten arındırılması ayrı bir özen ve bilgi gerektirdiğini unutmamak gerekir.
Kimisindeki asit, diğerindeki şeker içeriği veya yağ oranı, beklenmedik reaksiyonlara, tahrişlere neden olabilir. O yüzden profesyonel kozmetik amaçlı kullanıldıklarında sentetik ürünlerle dengelenme ihtiyacı duyulur. Arama motoruna yazarak öğreneceğiniz tariflere ön yargılı yaklaşmalısınız. Özellikle dermatologların önerdiği ürün ve tarifleri gerçekleştirmek sizi bir çok riskten korur.
Pazarlarda ve doğal malzemeler satan dükkanlarda bunları görebilirsiniz. Avrupa’da bunlar hediyelik eşya olarak inanılmaz itibar görüyor. Bu tip sabunların bazılarının Ph dengesi uygun olabilir ama çoğu değildir. Ph cildin nemlendirilmesinde önemlidir. Bu sayede yumuşak bir temizlik olur, ciltte tahriş görülmez, alerjik bir durumla karşılaşılmaz.
İçindeki meyveler veya diğer bitki özleri için tercih ettiğiniz şampuanları bir düşünün. Her şeyi doğal olsa bile kafanıza sürdüğünüz zaman köpüklenebilmesi için deterjan türevi bir kimyasala ihtiyaç duyulur. Bu belki biraz psikolojik bir durum olabilir ama temizlik algısı için köpüğe ihtiyaç duyulur. Saç için en yararlı katkı maddeleri arasında, hidrolize edilmiş hayvansal proteinler ve keratinleri de unutmadan eklemek gerekir. Bu ve buna benzer birçok şey sayılabilir, doğallıkta yüzde yüzden bahsetmek o yüzden zordur. Bir ürün yüzde doksan dokuz doğalsa bizce kabul edilebilir sınırdır.
İşin özü doğadan sonuna kadar yararlanmak hepimizin hakkıdır. Ancak kulaktan dolma tariflere lütfen itibar etmeyin. Bir doktorun kaleminden çıkmış onun tarafından denenmiş ve etkileri bilinen önerileri dikkate almaya çalışın.
Ultraviyole ışınlarının büyük kısmı (%60-80 oranında) bulutlardan geçerek cilde ulaşır. Ve UV ışınları suyun en az 30 santim altına kadar iner.
Güneş yüzümüzün kırışmasına neden olurken, iç organlardaki yansımaları hastalıklarla ve erken yaşlanmayla kendini gösterir. Kulağımızın arkası, başımızda güneşle karşılaşmayan biricik yerimizdir. Bu nedenle yüz cildimizin en bozulmamış, orijinal halini incelemek gerektiğinde orayı referans alırız. Vücudumuzun güneş görmeyen yerlerinde kırışıklıktan bahsedemeyiz. Sarkmalar veya başka cilt sorunları olabilir ama kırışıklık çizgileri yoktur. Çünkü kırışıklıkların nedeni güneş hasarlarıdır.
Güneş ışınları vücudumuzdaki serbest radikalleri arttıran en önemli etkenlerden biridir. Bağışıklık sisteminin zayıflaması ve tüm hastalıklara davetiye çıkması anlamına gelir.Derimiz, beynimiz, dolaşım sistemi, kalbimiz, kanser türleri ve aklınıza gelebilecek her türlü yaşamsal işlev tehlike altına girer.
Uzun yıllardır cildimizi güneşten korumak için SPF (Sun protection factor yani güneşten koruma faktörü) adı verilen ürünleri öneriyoruz. Bunlar gerçekten yararlıdır. Bazı araştırmalara göre bu ürünler cildi yanıklardan ve yaşlanmaktan kısmen korumakla birlikte, serbest radikallerin bağışıklık sistemimizi zayıflatmasını önleyemiyor. Bağışıklık sistemimizi koruyabilecek en etkili destek antioksidanlardır. Bu nedenle güneş yükseldikçe antioksidanların sağlığımız için önemi artar. Doğal gıdalardan azami ölçüde yararlanmalıyız.
C Vitamini kesinlikle direncinizi geliştirir ve tahribatı onarır. Derinizdeki kollajen miktarını, kanser hücreleri ile savaşan T-lenfositlerini arttırır. Yemeklerden yarım saat kadar önce, sabah ve akşam olmak üzere günde 2 kez 500 mg’lık C vitamini alın. Tabii bol su ile. Çünkü C vitamini suda çözülür. Bu dozu tatilde 2000 mg’a kadar çıkarabilirsiniz. Ama daha fazlası ters etkiye yol açar.
E vitaminini yemek yerken kullanın. Çünkü bu vitamin yağda çözünür. Günlük ideal doz 400 IU’dur. Bazı doktorlar 800 IU’ya kadar çıkılmasını önerirler. 400 IU ideal olanıdır.
Akneli veya güneşten hasar görmüş ciltlere A vitamini tedavisi uygulanır. Güneşten gelen ultraviyole radyasyonu vücudumuzdaki A vitaminin azalmasına yol açar. Aynı zamanda cildin kalınlaşması, kabalaşması ve kırışması artar. Sonuçta kanser riski yükselir. A vitamini için günlük doz, 5000 IU.dur. Yemeklerle birlikte alınması daha yararlıdır.
- Aşırı iştah, özellikle tatlı yiyeceklere düşkünlük. Çikolatanın inanılmaz çekici hale gelmesi.
- Vücutta şişkinlikler, gaz, su toplanması, şekil değişiklikleri.
- Her ay tekrarlanan kilo artışı.
- Cildin yağlanması, siyah noktalar ve aknelerin artması.
- Vücut kokusunun değişmesi.
- Halsizlik, isteksizlik, konsantrasyon bozukluğu gibi belirtileri sayabiliriz.
Adet döngüsünü sağlayan hormonlarda meydana gelen değişiklikler ve dengesizlikler, bu sendromu tetiklemektedir. Yapılan araştırmalara göre:
Yüksek oranda stres yaşayanlar,
Oksijenin reaktif bazı türleri zararlı olabilmekte ve bu yan ürünler reaksiyona girerek DNA’ya, proteinlere, lipidlere ve karbonhidratlara zarar verebilmektedir. DNA’nın zarar görmesi sonucu onarım ve korunma mekanizmaları yetersiz kalırsa kanser ortaya çıkmaktadır.
DNA’mızı doğrudan etkileyen ve olumlu yönde geliştiren bazı önemli sebzeler vardır. Bu önemli 7 sebzeyi hayatınızın içine alarak DNA hasarını azaltabilirsiniz.
Sarımsağın içeriğine baktığımızda; 33 çeşit kükürt bileşiği, 17 çeşit aminoasit, flavonoidler, çinko, magnezyum, kalsiyum, A vitamini, B ve C vitaminlerinin bir arada olduğunu görürüz. Son yapılan çalışmalarda sarımsağın genlerimizi etkilediği tespit edilmiştir. Bu özelliği ile epigenetik bir besin olan sarımsak DNA diziliminde hücre yıkımını önleyerek yaşlanmayı geciktirmektedir. Doğal hayatta yaşanan stres, üzüntü, hareketsizlik hücre yıkımını arttırmaktadır. Tüketilen sarımsakla bu yıkım azalabilmektedir.
Kara lahana, midenin asidini en iyi bağlayan sebzedir. Kolesterolün düşmesine ve kanserden korunmaya yardımcı olur. Ayrıca vücudun toksinlerden korunma sistemini besleyen fitokimyasalları içerisinde barındırır.
Günlük K vitamini gereksiniminizi karşılayan tere ile vücudunuzda gözle görünür değişiklik yaratmanız mümkündür. K vitamini kanın pıhtılaşmasında, arter çevresinde plak oluşumunu engellemede, artirit ile ilgili kronik hastalıkları önlemede faydalı bir vitamindir. 3 ay boyunca her gün tere tüketen bir kişi DNA tahribatını engelleyebilir, kanser riskini ve trigliserid seviyesini yüzde 10’a kadar düşürebilir.
Çenedeki en yaygın şekil bozukluklarını; hacim eksikliği, çene büyüklüğü, çene hattı çizgisi belirsizliği, asimetri ve çene altı sarkmaları olarak sayabiliriz.
Dışarıdan bakıldığında güçlü bir çene şekli ve çizgisi; gençliği, canlılığı ve çekiciliği simgeler. Güçlü ve belirgin bir çeneye sahip olmak genellikle çene noktasına düz uzanan, belirgin bir sınıra sahip olmak anlamına gelir. İyi bir çene kemiği yapısı, sadece kat kat ya da yağlı olmayan bir cilt yapısı sayesinde görülebilir.
Çene ucu dolgusu ile çene daha belirgin halen getirilebilir. Çeneye uygulanan dolgu ile çene ucu uzatılabilir ve öne alınabilir. Bu sayede çene ucu daha belirginleştirilmiş ve normal görünümüne kavuşturulmuş olur. Bu dolgu uygulaması hastaların gıdı bölgesindeki belirginliği azaltır ve sarkmaları toparlar, daha iyi gözükmesini sağlar.
Çene ucu dolgusuyla, çene kenarındaki çentiklere ve ağız köşesinden inen kıvrımlara uygulama yaparak o bölgedeki cilt sarkmalarını maskelemek de mümkündür. Aynı zamanda alt çene oluğu doldurularak bu bölgenin derinliği azaltılabilir ve daha estetik bir çene hattı elde etmek mümkün hale gelir.
Genç bir yüzü üçgen yapısından anlayabilirsiniz. Kişiler yaşlandıkça çene hattı kenarındaki cilt sarkmaları ile yüz kareleşmeye başlar. Çene hattı dolgusu ile yüz kareliği rahatlıkla ovalleştirilebilir. Ayrıca çene bölgesi güzelleştirilerek iyi bir görünüm kazanılabilir.
Çenedeki çukur görünümü düzeltmek, alt yüzü şekillendirmek ve yapılandırmak için dermal dolgu malzemeleri kullanılır. Dolgu enjeksiyonunda kullanılan çeşitli dolgu maddesi çeşitleri vardır. Bu çeşitler arasında hyaluronik asit, sığır kolajeni (tedaviden 4 hafta önce bir alerji testi yapılması gerekir), yağ hücreleri (kendi vücudunuzdan elde edilir, otolog yağ), insan yapımı biyobozunur polimer, kalsiyum hidroksilapatit vb. malzemeleri sayılabilir. Çene dolgusu için anestezi gerekmez. Ancak eğer hasta tarafından talep edilirse lokal anesteziyle cildiniz uyuşturulabilir. Çene dolgusunda dolgu malzemesi cildin altına küçük iğneler aracılığı ile enjekte edilir ve seans yaklaşık 15 dakika sürer.
Ameliyat sonrasında çene ucunda şişlik ve morlukların görülmesi olağan bir durumdur. Oluşan bu şişlik ve morluklar en kısa sürede geçecektir. Operasyon sonrası bazı ağrılarda yaşamanız normaldir. Bu durumda doktorunuzun verdiği ağrı kesicileri kullanmanızı öneririm. Çene ucu ameliyatı sonrasında 1 hafta süreyle dinlenmek, dolgunun kalıcılığı için önemlidir. Sonrasında ise sosyal yaşam ve çalışma hayatına rahatlıkla dönebilirsiniz.
Doğru bir tedavi planıyla belirgin bir çene hattı sağlamak, yapısal özelliklerinizi belirgin bir şekilde keskinleştirmek, yüzünüzün ve çenenizin konturlarını önemli ölçüde geliştirmek mümkündür.
Kişinin çene dolgusu veya protezine ihtiyacı olup olmadığı ise yüzdeki altın orana göre belirlenmektedir. Bunun için de basit olarak yüzü 3 bölüme ayırmak gerekir.
Çene ucu büyütme, uzatma, formu değiştirme, çene köşesi belirginleştirme, çene hatlarını belirginleştirme, çene asimetrilerinin hafifletilmesi ya da düzeltilmesi gibi pek çok estetik işlem dolgu uygulamalarıyla gerçekleştirilebilir. Ameliyatsız şekilde, orantılı bir yüz görünümü sağlamak ve çok daha çekici görünmek bu sayede kolaylaşır.
Çene bölgesi için dolgu enjeksiyonlarında uygulanacak volum değişkenlik gösterir. Hastanın daha önce dolgu enjeksiyonu ile ilgili komplikasyon hikayesi varsa daha küçük dozlarla başlanabilir. Genel yaklaşım 1-3 ml enjeksiyon uygulamasından 1 ay sonra kontrole çağrılan hastanın isteğine göre ek doz yapılabilir. Kalıcılığı 6-18 ay olan dolgu maddeleri, etkili ve sonucunu hemen görebileceğiniz bir anti-aging tedavidir. Sadece 10-15 dakika süren işlem öncesinde uygulama yapılacak bölgeye anestezik krem sürülür. İyileşme süreci yoktur, hemen sonrasında sosyal yaşamınıza geri dönebilirsiniz.
İşlem sonrası hastaların bazılarında morluklar oluşabilmektedir. Ödem; işlem sonrası uygulama sahasında ödem gözlenir, 48 saat kadar sürebilir. Asimetri; bir tarafa daha fazla volum enjeksiyonu nedeniyle oluşabilir. Genellikle işlem öncesi asimetrisi olan hastalarda gözlenir. Enfeksiyon; oldukça nadirdir ancak cilt altına yapılan enjeksiyonlarda olası bir durumdur.
Uygulama öncesinde rahat bir kıyafet tercih etmeniz uygulama sonrasında eve geldiğinizde kıyafet değişikliğinde sizin için çok önemlidir. Bu aşamada çene bölgesine zarar verecek, bölgeyi zorlayacak kıyafetlerin giyilmemesi gerekir.
Aynı şekilde uygulama sonrasında 4-5 saat boyunca bölgeye kozmetik ürünü temas ettirmemek mümkünse 1 gün boyunca kozmetik malzemelerinden bölgeyi korumak gerekmektedir. İşlem yapılan bölgeye 2 gün boyunca asit içerikli tonik benzeri temizleme ürünleri temas ettirilmemelidir. Uygulamadan önce doktorunuzun size söylediği süre boyunca sigara tüketmemeniz yararınıza olacaktır.
Kişinin çene dolgusu veya protezine ihtiyacı olup olmadığı ise yüzdeki altın orana göre belirlenmektedir. Bunun için de basit olarak yüzü 3 bölüme ayırmak gerekir.
Çene ucu büyütme, uzatma, formu değiştirme, çene köşesi belirginleştirme, çene hatlarını belirginleştirme, çene asimetrilerinin hafifletilmesi ya da düzeltilmesi gibi pek çok estetik işlem dolgu uygulamalarıyla gerçekleştirilebilir. Ameliyatsız şekilde, orantılı bir yüz görünümü sağlamak ve çok daha çekici görünmek bu sayede kolaylaşır.
Çene bölgesi için dolgu enjeksiyonlarında uygulanacak volum değişkenlik gösterir. Hastanın daha önce dolgu enjeksiyonu ile ilgili komplikasyon hikayesi varsa daha küçük dozlarla başlanabilir. Genel yaklaşım 1-3 ml enjeksiyon uygulamasından 1 ay sonra kontrole çağrılan hastanın isteğine göre ek doz yapılabilir. Kalıcılığı 6-18 ay olan dolgu maddeleri, etkili ve sonucunu hemen görebileceğiniz bir anti-aging tedavidir. Sadece 10-15 dakika süren işlem öncesinde uygulama yapılacak bölgeye anestezik krem sürülür. İyileşme süreci yoktur, hemen sonrasında sosyal yaşamınıza geri dönebilirsiniz.
İşlem sonrası hastaların bazılarında morluklar oluşabilmektedir. Ödem; işlem sonrası uygulama sahasında ödem gözlenir, 48 saat kadar sürebilir. Asimetri; bir tarafa daha fazla volum enjeksiyonu nedeniyle oluşabilir. Genellikle işlem öncesi asimetrisi olan hastalarda gözlenir. Enfeksiyon; oldukça nadirdir ancak cilt altına yapılan enjeksiyonlarda olası bir durumdur.
Uygulama öncesinde rahat bir kıyafet tercih etmeniz uygulama sonrasında eve geldiğinizde kıyafet değişikliğinde sizin için çok önemlidir. Bu aşamada çene bölgesine zarar verecek, bölgeyi zorlayacak kıyafetlerin giyilmemesi gerekir.
Aynı şekilde uygulama sonrasında 4-5 saat boyunca bölgeye kozmetik ürünü temas ettirmemek mümkünse 1 gün boyunca kozmetik malzemelerinden bölgeyi korumak gerekmektedir. İşlem yapılan bölgeye 2 gün boyunca asit içerikli tonik benzeri temizleme ürünleri temas ettirilmemelidir. Uygulamadan önce doktorunuzun size söylediği süre boyunca sigara tüketmemeniz yararınıza olacaktır.
1 bardağı 150 kalori olan kefir içinde 8 gram yağ, 30 gram kolesterol ve 12 gram karbonhidrat bulunmaktadır. Protein olarak bakıldığında 8– 11 gram protein içerirken günlük A vitamini ihtiyacının yüzde onunu, kalsiyum ihtiyacının yüzde otuzunu ve C vitamini ihtiyacının yüzde dördünü karşılamaktadır. Yine bir bardak kefirde 125 mg sodyum, 350 mg potasyum ve 4 gram şeker bulunur.
Kafkasya’da insan ömrü 110-130 seneye yaklaşıyor. Yalnız uzun değil, kaliteli bir yaşamları da var. Bu coğrafi bölgede; kanser, tüberküloz, hazım bozuklukları, dolaşım sorunları en alt seviyede. Tıp alemi durur mu, bunun sırrını keşfetmek için bu ülke insanlarını ve yaşam tarzını incelemeye başlıyor. Ve buldukları en önemli özellik, bol miktardaki kefir tüketimi oluyor.
Kefirde oluşan asetik asit, antibakteriyel maddeler ile antibiyotikler, vücutta bakterilerin gelişmesine engel olurlar ve tüm sindirim sistemini arındırırlar. Kefir mide, pankreas gibi bazı organların salgılarını da arttırır. Yapılan çalışmalar bu süt ürününün sinirsel rahatsızlıklar, iştahsızlık ve uykusuzluğa karşı son derece yararlı olduğunu gösteriyor. Ayrıca halk arasında kefirin yüksek tansiyon, bronşit, sarılık, ishal, kabızlık, ekzema ve safra rahatsızlıklarını iyileştirdiği de biliniyor.
Düzenli olarak, 6 ay süre ile günde 500 ml kefir tüketildiği zaman kefirin organizma üzerinde stabilize edici, gençleştirici bir etki gösterdiği, bağışıklık sistemini geliştirdiği belirtiliyor. Ayrıca karaciğer, safra, böbrek, kan dolaşımı, kalp metabolizmasını düzelttiği, kireçlenmeyi önlediğini öne süren bilgiler de inceleniyor. Muhtemelen doğru. Çünkü kefir mükemmel bir detoks sağlıyor.
Kefir; içilecek kıvamda, hafif ekşimsi, alkollü ve köpüklü bir içecektir. Ekşimsi ve ferahlatıcı tadı ile ayrana benzemektedir. Bir kere gidip alırsanız, uzun süre kullanabilirsiniz. İnek, keçi, koyun, hindistan cevizi, soya veya pirinç sütü ile kefir yapabilmek mümkündür. Pastörize süt kullanmanızda da bir sakınca yoktur. Hatta daha güzel olur.
Aldığınız sütü kısa süre kaynatarak daha sonra oda sıcaklığına kadar soğutmak gerekmektedir. Sonra ağzı sıkıca kapanabilen bir cam kavanoza aktarıyorsunuz. 1 litre süt için yaklaşık 20-40 gram kadar kefir tanesini süte ilave edip, temiz bir kaşıkla karıştırıyorsunuz. Sonra da kavanozun ağzını iyice kapatıyorsunuz. Yaklaşık 20 derecelik oda ısısında ve ışık almayan karanlık bir yerde 24-48 saat fermantasyona bırakıyorsunuz. Süresi dolunca, sütü süzüp kefirleri ayırmanız gerekiyor. Hazırladığınız içeceği buzdolabında saklarsanız birkaç gün kullanabilirsiniz.