Yasemin Boran

Yasemin'ce

10 Ocak 1998
Doğayı öldürenler de ölürOlüm ve ölüm ötesini sorgulayan biri olarak tuhaflıkların, inanılmazlıkların yazarına yani bana, yazdıklarım kadar tuhaf sorular geliyor. Bunların arasında ‘‘Sen astrologsun. Ne işin var, doğayla, tabiatla, incelemeyle, araştırmayla’’ diyenlerden ‘‘Kıyametin kopması yakın mı’’ diyenlere kadar. Ve daha ne cins sorular... Bu sorulardan şikayetçi olduğumu sanmayın sakın. Böylece ufuklarım daha bir genişliyor. Görüş mesafem artıp ufukları deliyor. Şimdi, kıyametin ne zaman kopacağının bana sorulmasından daha doğal birşey olabilir mi? Öyle ya, Türkiyede bunu bilse bilse bir tek kişi bilir o da, ben. Tabii ki, adamın kafasını kıyamet fikri böylesine meşgul ediyorsa ve bundan kurtulamıyorsa, bir bilene danışacak. Bu durumda hiçbir tuhaflık yok. Yani, böyle bir sorunun hiçbir tuhaf tarafı yok. Gelelim doğaya... İnceleme ve araştırma bölümünü geçelim. Yoksa, bu sayfa benim açıklamalarıma yetmez. Eh günlerce insanları böylesine saçma sapan açıklamalarla meşgul etmenin manası da yok. Sonra, daha ciddi konulara ayıracak yer kalmaz. Neyse, sözü daha fazla uzatmadan doğaya dönsek iyi olacak. Aslında bütün insanların doğaya dönmesi, dönemese bile yüzlerini çevirmeleri gerek. Doğanın içine giremiyorlarsa bile uzaktan da olsa bakmaları gerek, diyorum. Hem de vakit daha fazla geç olmadan. İş işten geçmeden. Yoksa... Bunu söylemeye dilim varmıyor. Tanrı esirgesin. Aklıma gelen başımıza gelmesin. Hem astrolog olmak, doğadan kopmak anlamına mı geliyor? Astrolojiyi inceleyenlerin kafalarını gökyüzünden aşağı indirmemeleri gerek her halde. Ve tabii böyle yapanların vay haline! Mazallah, aklı gökyüzünde dolaşırken yeryüzünde zavallı bedenine neler neler olur da, aklı uzayda olduğu için onu da anlayamaz zavallı... Sonra, yeryüzünde yaşayıp yaşadığını anlamadan gökyüzünde dolaşmanın ne manası var? Gökyüzünün işaretlerini yeryüzünde görmüyorsan... Gördüklerini anlamıyorsan, ne anlamı var? O zaman ha gökte yaşamışsın, ha yerde. Aslında iki arada kalmışsın demektir. İki dünya arasında... Arafat'a bile gidemezsin. Çünkü, oraya dünyadan gidiliyor. Üstelik, sorgu-sual edecekler, verecek cevabın bile yok. Yaşamadan neyin hesabını vereceksin.Aslında verilecek hesap çooook. Çok ama anlamayana sivrisinek-davul misali, nasıl anlatacaksın? Linyit kömürünü yakarsan doğa kirleniyor, yakma diyorsun. O ne yapıyor? Linyit kömürünü çıkartmak için, bir insan ömrünün yetmeyeceği kadar uzun zamanda yetişmiş ağaçları düşünmeden (Aklı her nerede bulunuyorsa) kesiyor. Üstelik, kirlenen havayı temizleyecek tek, biricik aracı da tamamen ortadan kaldırıyor. Bir balta darbesiyle ağacın soluğunu kesiyor. Hatta daha hunharca bir biçimde buldozeri dayayıp kökünden söküyor. Temiz iş. Az emek, çok iş. Ve bir anda koca orman sizlere ömür. Bir asırdır soluk alıp verdikleri bu topraklar üzerine boylu boyunca serilip kalıyorlar. Bir daha nefes almamak üzere. İyi de, be adam, bu ağaçlar bir daha nefes alamazlarsa, sen nasıl nefes alabileceksin? Bunu hiç düşündün mü? Tüh, düşünceyle ilgili tek kelam etmeyecektim. Düşüncenin olduğu yerde böyle bir yazının işi ne? Düşünce olsa, ne böylesi bir katliam olur, ne de böylesi bir yazı yazılır. Fakat, yine de ben, düşünen insanların bulunduğundan eminim. Ve sözüm onlara. Düşünenlere. Düşünmeyenlere, aklını yitirmiş olanlara yardımcı olalım. Bu dünya hepimizin. Düşüncesizce ormanları katledenlere göz yummayalım. Kenara çekilip seyretmeyelim. Kaz Dağının eteklerinde böylesi bir katliam başlıyor. Hem de bugün. Ve siz eliniz kolunuz bağlı rahat koltuğunuza kurulup oturmayın. Şayet böyle oturmaya devam edecek olursanız daha kimbilir nerelerde ne çeşit ormanlar katledilecek ve siz böyle daha ne kadar zaman oturabileceksiniz? Şunu bilin ki, siz rahat rahat soluk alarak yaşasanız bile çocuklarınız rahat oturamayacaklar ve sizin gibi soluk alamayacaklar. Çünkü, aldığımız soluk, ağaçların bize verdiği nefestir. Onların nefesini kestiğimiz zaman bize de alacak bir şey kalmayacaktır. İnsan doğanın bir parçasıdır. (Unutmuş olsa bile) Ve doğayı öldürenin kendi de ölür, seyredenler de, diyorum, Yasemin'ce... [Ana Sayfa] [Gündem] [Ekonomi] [Dünya] [Yaşam] [Dizi] [Spor] [Yazarlar] [Ekler] [Standart karakterler]
Yazının Devamını Oku

Yasemin'ce

8 Ocak 1998
Oğlaklar kimlere aşık olacakOğlaklar, doğal olarak sahip oldukları ilginç özellikler nedeniyle tipik toprak etkilerine fazla sahip değillermiş gibi dururlar. Tabii onların bu duruşu sizi yanıltmasın. Çünkü, toprağın çocukları oldukları her hallerinden bellidir. Örneğin, toprağa öyle sağlam basarlar ki, en dengesiz yerlerde bile ayakta durmayı başarırlar. Üstelik, hiç de sıkı basıyormuş gibi durmazlar. En çılgın, en inanılmaz, en beklenmedik sıçramalarla bulundukları yerlerden bambaşka yerlere varabilir, imkansız gibi gözüken kayalıkların ucundan bile çıkıp bakabilirler. Sanki kayaya ayaklarından kaynaklanmış gibidir. Üstüne bastıkları toprağa kök salmış gibi dururlar. Ne yaparsanız yapın yıkılmazlar. Öyle, dengelerini kaybedip düştükleri görülmemiştir. Ve sahip oldukları bu inanılmaz özelliğin farkındadırlar. Zaten, kendilerini tanımak, ne istediğini bilmek konusunda sadece toprağın diğer çocuklarıyla (Boğa, Başak) yarışırlar. Zodyakta başka hiçbir burç onlar gibi değildir.Böylesi toprakla uyum içinde bulunan Oğlakların aşık olacakları kişiyle nasıl bütünleşeceğini anlamak zor olmasa gerek. Ayaklarından toprağa nasıl bağlanıyorlarsa, aşık oldukları kişiye de yüreklerinden öyle bağlanırlar. Ancak, hiç de öyle bağlanmış gibi durmazlar. Tıpkı kaygan kayaların üzerinde düşecekmiş gibi nasıl duruyorlarsa... Ve onların o duruşu sizi yanıltır. Taa ki, anlayıncaya kadar... İşte, Oğlakların anlaşılmaz görünüşlerinin yanılgısı aşk hayatlarına da yansır. Tabii bu yanılgı sadece dışarıdan izleyenlere aittir. Çünkü, bir Oğlak, kendisinin farkındadır. Farkında olmasa bile, ne istediğini bilir. İstediğini açık bir biçimde ortaya koymasa bile, kendi bilir. Ve bildiği yoldan gitmeye devam eder. Onun, diğer insanlara değerlerini kabul ettirmek, duygularını açıkça anlatmak gibi bir telaşı yoktur. Anlayan anlar. Ve zaten o da sadece onlarla ilgilenir. Bunun dışındakilerin ne önemi, ne de değeri vardır. Zaten dünyadaki en değerli varlık sadece kendisidir. Ve bir de kendisinin değer verdiğidir, o kadar. 1998 yılında bu doğrultudaki düşünce ve değerlendirmelerinin değişeceğini sanıyorsanız, çok yanılırsınız. Bildiği, anladığı, değer verdiği ve beklediği ne varsa, bütün bunları bu sene de sürdürmeye devam edecek. Yılın ilk yarısında belki aşk açısından ciddi değişiklikler yapabilir. Hatta evlenmeye karar verebilir. Hem de olmayacak gibi görünen bir partnerle hayatını birleştirebilir. Yani, bir Yengeç ya da bir Terazi hatta bir Koç'la. Ve böylece müthiş sıcak bir aşk yaşayabilirler. Tabii bu sırada aşırı sıcaklıktan toprağın kavrulması mümkün. Ya bir Oğlağın bir Oğlak ile aşkı nasıl olur? Çok zor bir konuya girdim galiba. Elbette ki, zorlayıcı olacak. Benzerin benzeri etkilemesi bazen olağanüstü sonuçlar veriyor. Ancak, çoğu zaman yaratıcı olmadığı kesin. Toprağın diğer çocuklarıyla çok daha başarılı, sakin ve kararlı bir ilişkinin doğabileceği söylenebilir. Aşk arzuları güçlü olsa bile Oğlak'ın içinden zaman zaman yükselen macera arzularını pek kamçılamayacağını da ilave etmekte fayda var. Akrep ve Balıklarla yaşayacağı aşklar ise, anlaşılmaz bir gizem olacaktır. Her ne kadar çok çekici gelse bile, nedenleri ve niçinleri belli olmayan durumların yaratıcısı bir Akrep'le ya da Balık'la yaşayacağı aşk, hem mükemmel hem de zorlayıcı olabilir. Bu yıl Oğlaklara en fazla çekici gelecek burçların başında ise, Boğa, Yengeç, Başak, Akrep ve Balıklar var. Özellikle Şubat ayı aşk açısından oldukça hareketli bir dönem yaşanabileceğine işaret ediyor. Mart ayında yükselen bir enerjiyle çok farklı istekler, heyecan verici aşk maceralarına atılmak mümkün. Ancak, bu sırada başlayan maceraların başladığı gibi aniden bitebileceğini belirtmekte yarar var. Hazirandan sonra büyük bir rahatlamayla birlikte çok daha sağlıklı aşk maceraları yaşamak mümkün. Hatta evlenmeyi planlayanlar için uygun bir dönemin başladığı söylenebilir.[Ana Sayfa] [Gündem] [Ekonomi] [Dünya] [Yaşam] [Dizi] [Spor] [Yazarlar] [Ekler] [Standart karakterler]
Yazının Devamını Oku

Yasemince

26 Aralık 1997
Sevgilim değersiz zeytinİnsan, sadece ihtiyacı olduğu zaman, ya da canı çektiğinde (İstediği her ne ise) onun için mücadele etmeye başlar. Birden bire o şey, pek bir değerli olur. Buluncaya kadar, alıncaya kadar uğraşır. Sonra... Sahip olduktan sonra ne mi, olur? İşte, hayatınızın sorusu.Hayatınızın sorusu, çünkü, insan hayatı boyunca hep birşeylerin peşinden koşturur durur. Peşinden koştuğu şey, onun için en değerli olandır. Veee sahip oluncaya kadar da öyledir. Sonra, başka değerli şeylerin peşinden koşturmaya başlar. Daha önce değer verdiği ise, artık gözden düşmüştür. Örneğin, canınız elma çekti diyelim. Canınızın istediği o an, elma en değerli nesnedir. Veya, vitrinde gördüğünüz bir kıyafet. Peşinden koştuğunuz bir kız, ya da gördüğünüz an kapıldığınız bir erkek. Hayalini kurduğunuz bir deniz yolculuğu, ağaçların gölgesinde serinleme duygusu, gezip görmek istediğiniz bir ülke, içinde yaşamak istediğiniz bahçesinde çiçekler açan bir ev ve özlemini duyduğunuz daha neler neler. Ve bunların hepsi sizden uzakta. Ve bunların hepsi çok değerli. Ve bir tanesini yapabilmek uğruna nelere katlanabilirsiniz? İsteğinizin şiddetine bağlı olarak yapacağınız fedakarlıkların dereceleri de değişiyor elbette. Diyelim ki, çok istiyorsunuz. O zaman, fedakarlıklarınızın sınırını tayin edebilir misiniz? Sınırsız bir istek içindeyseniz, katlanacaklarınızın ölçüsü yok demektir. Peki, sınırsız bir istek ve ölçüsüz fedakarlıklar sonucu elde ettikten sonra ne yapıyorsunuz? İşte benim merak ettiğim ve anlamak istediğim budur. Ve gördüklerim, anladıklarım beni aşıyor. Anlayamıyorum. Acaba, ben mi, çok anlayışsızım, yoksa gördüklerim mi, anlamsız?Örneğin, bahçenize onlarca, yüzlerce fidan dikiyorsunuz. Hergün sulayıp toprağını eşeleyip çocuğunuza bakar gibi bakıyorsunuz. Bu fidanlar birgün büyüyecek, meyve verecek diye senelerce bekliyorsunuz. Tıpkı sevdiğinizin yolunu gözler gibi, geleceği günü bekler gibi. Üstelik ektiğiniz fidanları ne zorluklarla getirttiğinizi, ne fedakarlıklarla baktığınızı söylemeye gerek yok. Ve, bu özel fidanlar öyle ektiğin anda hemen büyüyüp meyve veren cinsten değil. Fakat, bir kez tutturduktan, yaşattıktan sonra yedi sülalenize yetecek, torunlarınızın çocuklarını besleyecek kadar bereketli, uzun ömürlü. Neden bahsettiğimi anlamışsınızdır herhalde. Tabii ki, ‘‘Zeytin’’ fidanlarını anlatıyorum. Hem de böylesi zengin çeşitliliğe sahip çok özel bir bitkiden bahsediyorum. İlaç, yağ, sabun, kereste olabilmenin dışında varlığıyla soluk aldığımız havayı temizleyip sofralarımızın vazgeçilmez kahvaltısı zeytinden... Oruç açmak için ilk ağıza atılan mübarek zeytinden... Peki, şimdi biz ne yapıyoruz? O kadar değer verip gecemizi gündüzümüze katarak bakıp büyüttüğümüz, bir zamanlar sahip olabilmek için pek çok fedakarlık yaptığımız bu ağaçları bir kalemde silip atıyoruz. Ne kalemi, koca bir dozerle kökünden söküp atıyoruz. Olur ya, dibinden kıyısından bir filiz yeniden sürer mürer de bir daha uğraşmayalım diye kökten temizliyoruz. Neden? Bir zamanlar o kadar değerliyken artık neden değersiz? Zeytin ağaçlarının bulunduğu yere yapılan evler daha değerli olduğu için mi? Yani, bu evler peşinden koşulan yeni sevgili oluyor, eski sevgili ise gözden düşüyor, öyle mi? Öyle bile olsa, eski sevgilinin hiç mi değeri yoktu ki, böylesine tarumar ediliyor ve tamamen yok etmeye çalışılıyor? Anlaşılan odur ki, hiç bir değeri kalmamış. İşte, benim anlamadığım da, bu. Nasıl oluyor da, değer verdiklerimiz bir anda böylesine ucuz ve değersiz olabiliyor. Nasıl oluyor da, bir zamanlar değer verdiklerimizi bir anda ortadan kaldıracak yok edecek kadar yeni bir değerlinin peşine takılıp körlemesine gidebiliyoruz? Acaba biz gerçekten kör müyüz? Elbette ki, yeni değerlerin peşine takılabiliriz. Bunun için daha önce sahip olduğumuz değerleri yok etmemiz gerekmiyor. Böylece pek çok değerli şeye sahip olabilir ve her manada zenginliğe ulaşabiliriz.Şimdi, acaba bir gün ‘‘Sahip olduğumuz zenginliğin değerini kavrayabilecek miyiz’’ diye düşünüyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku

Yasemince

18 Aralık 1997
Bir yay-İkizler aşkıZeki bakan gözleriyle etrafı inceleyen Yay Kızının gözünden birşey kaçmaz. Tabii kendisine inceleyen gözlerle bakan erkeğin ilgisini de hemen farkeder. Fakat, biraz mahçup daha çok da içine kapanıktır. Şimdi diyeceksiniz ki, içine kapanık bir Yay olur mu? Böyle hayretle sormakta çok haklısınız. Bir Yay, ister erkek olsun ister kadın, sımsıcaktır. Zaten ‘‘Ateşin Çocuğu’’ olduğu için etrafını öyle bir ısıtır ki, hemen herkesi içine alır. Yani, bir Yay'ın içine kapanık olması beklenemez. Beklenemez, fakat, kendi içine yönelmeyecek anlamına da gelmez. Bir çok Yay, dış dünya ile çok sıkı ilişkide bulunduğu halde bazı Yay’lar kendi iç alemlerine yönelirler. Onlar, iç yolculuğa çıktıkları zaman sanki içlerine kapanmış bir izlenim verirler. Halbuki durum çok başkadır. Ve, bizim kahramanızımız olan Yay Kızı da bu durumdadır. Aslında karşısında duran erkeğin tavırlarından (Özellikle de hızlı akan zihin faaliyetinden) etkilenmiştir. Sanki her konuda bilgisi var gibidir... Yay'ımızın düşüncelerine denk bir zihin akışı içindedir. Aslında bir İkizler Erkeğinin dikkatini devamlı çekebilmek mümkün değildir. Fakat, Yay Kızı içsel derinliği ile İkizler'in yüzeyselliğinin hemen farkına varmıştır. Tabii bu sırada aşık olmaktan kendini de alamamıştır. Çünkü, bu erkekte kendisini çeken tuhaf bir elektrik vardır. Üstelik bu elektrik İkizler’i de çarpmıştır. Saatler süren sohbetler öylesine doyurucu öylesine yeni açılımlar yaratmaktadır ki, Yay Kızı bu erkeğin garip hallerine alışması gerektiğini anlamaktadır.Evet, aşık olduğu bu erkek, tam üç farklı kişidir. Belki bir dördüncüsü de vardır. Yay'ımız ancak üç tanesini açık bir biçimde tesbit edebilmiş, hayretler içinde hangisine aşık olduğunu anlamaya uğraşmaktadır. Tabii bu sırada ilişkileri hiçbir zaman düzenli bir eğri göstermez. İlişki grafiği öylesine inişli çıkışlıdır ki, yükseldiği zaman grafik kağıdı yetmez. Tabii inişleri de aynıdır. Böylesi hızlı alçalıp yükselmeler, Yay Kızını etkilemez. Etkilese bile, ilişkiyi bitirmesi için yetmez. Çünkü, İkizler öylesine renkli ve öylesine hareketlidir ki, Yay'ı halden hale, heyecandan heyecana sürükler. Sanki, Yay'ın maceracı ruhunu alevlendirir. Tabii İkizler, bütün bunları etkilemek için yapmaz. O, kendi halinde doğasını yaşamaktadır. Bütün bunlar, derinliği iyice gelişmiş Yay'ın içinde fırtınalar kopartmaktadır. Kahramanımız, maceracı ruhunu alevlendiren İkizler’i anlamaya çalıştıkça, dipsiz bir kuyuya battığının farkındadır ve artık ondan uzaklaşmaya başlamıştır. Çünkü, İkizler’in düşünceleri gibi duyguları da sürekli hareket halindedir. Aslında Yay'ın hareketliliğine de denktir. Fakat, algılamalarındaki derinlik denk değildir. Bir gün, İkizler'e fazla gelir, Yay'ın derinliği. Sanki üzerinde baskı hissediyor gibidir. Bu durum tamamen İkizler'in ikili düşüncelerinin bir ürünüdür. Çünkü, bir Yay, baskıcı değildir. O, gerçek bir özgürlükçüdür. Ve, bir İkizler kadar özgürlüğe düşkündür. Ancak, İkizler, yine de üzerinde güçlü bir baskı hissetmektedir. Bundan kurtulmak için vakit geçirmeden İkizler'e yakışır bir tavır içine girecektir! İşte, bir Yay Kızının düşüncelerini ve dolayısıyla duygularını değiştirecek başka birşey olamaz. Tam ondan uzaklaşmaya başladığı bir sırada duyguları yeniden alevlenir. İsteği öylesine güçlenir ki, anlatmak mümkün değil.Tabii İkizler’in bundan haberi yoktur. Zaten ‘‘Havanın çocuğu’’ çoktan havai isteklerinin peşine düşmüş olduğu için, haberdar olabilme şansı da yoktur. Yay Kızı için yeniden içsel yolculuklar başlamıştır bu sırada. Ayrıca, böylesi bir içsel yolculuk için daha uygun bir zaman da olamaz. Ve, şimdiye kadar çözümleyemediği ne varsa, teker teker anlamaya başlar. Onun öğrenimi için yolculuklar çok gereklidir. Aslında bu sırada imkanı olsa diyar diyar gezecektir. Fakat, kahramanımızın bunu yapması mümkün değildir. O da, içsel yolculuklara çıkar. Ve, iyi ki, böyle yapar. Kendisinin ve dünyanın bir manada anlamını çözecektir. Şimdi, tüm bu anladıklarını anlatmaya ve yazmaya koyulur. Bu arada İkizler Erkeğine ne mi, olmuştur? O, kapıldığı hava akımının içinde oradan oraya büyük bir hızla savrulmaya devam etmektedir. Fakat, öyle hızlı geçişler yapmaktadır ki, kendisi de anlayamamaktadır. Ve, O'nun için hiç önemli değildir. Çünkü, O zaten herşeyi bilmektedir!
Yazının Devamını Oku