Yasemin Boran

Yasemince

11 Aralık 1997
Çocuk muyuz, yoksa aptal mı?Kaz Dağı'nın eteklerindeyim, şu an... Zamanı ve kimliğimi tamamen kaybetmiş bir haldeyim. Oksijen mi çarptı beni, yoksa tarihin yaşayan hayali mi? Bilmiyorum... Bilmek de istemiyorum. Bilinen tüm bilgilerin sınırlarında dolaşıyorum.Hiç bilmediğim ve ömrümde görmediğim bu yerlerde dolaşırken aniden her şey öylesine bildik, öylesine tanıdık geliyor ki, Paris'in karşısına dikilmiş üç güzelden biriyim sanki.Bulutları yakalamak için birbiriyle yarışan ağaçların arasında yalnız olmadığımı hissediyorum. Farkında olmadan boyut değiştirmiş olabilir miyim diye düşünüyorum. Fakat bu düşünce belirdiği gibi kayboluveriyor zihnimden.Şimdi, yakaladığım anı yaşama zamanı.Gerçekleri ve neler olduğunu düşünerek kaybedilecek zaman yok. Sadece ve sadece şu an var. Ve yaşamak muhteşem bir duygu.Üç bin yıllık, belki de çok daha gerilere uzanan zengin bir geçmişe sahip bu toprakların üzerinde bir kentin uyanışını izliyorum.Kendimi dar bir sokakta insanlarla yürürken buluyorum. Yabancı ve heyecanlı bakışlarım insanların üzerinde dolaşıyor. Ve giderek rahatlıyorum. Çünkü, onlar çok rahat. Telaşsız ve heyecansız yürüyorlar. Ne mutluluk ne de mutsuzluk ifadesi var yüzlerinde... Onların sakin ve dingin hali bana da bulaşıyor. Benimle ilgilenmiyorlar. Beni yabancılamıyorlar. Belli ki, yabancılara alışıklar. Ya da beni fark etmiyorlar.Bir aşk fısıltısı geliyor uzaklardan, dikkat kesiliyorum. Evlerin arasından açıklığa çıkıyorum. Ağaçların dalları mı fısıldıyor bu şarkıyı yoksa yabanıl otların birbirine sürtünmesi mi, anlayamıyorum. Durup daha dikkatli dinliyorum. Rüzgârın bana ulaştırdığı bu sihirli sese doğru sürükleniyorum. İçimde giderek büyüyen bir coşkuyla neredeyse koşuyorum.Birdenbire çıkan rüzgâr da neyin nesi? Şaşırıyorum. Olduğum yerde öylece kalıyorum. Soğuk ve ürpertici rüzgâr, suratımda patlıyor. Az önceki coşkudan eser bile kalmıyor.Aşk şarkısının uğultuya dönüşmesiyle birlikte, yüreğimi daraltan bir gümbürtü duyuyorum. Bilincim değişiyor. Üzerimde uçuşan ipeksi elbisenin yerini kalın kadife pantolon ve hışır hışır bir yağmurluk alıyor. Yer sarsıntısını andıran gürültü bütün ormanı kaplıyor.Kalp atışlarımı beynimde duyuyorum. Korkudan olduğum yerde iyice büzülüyorum. İki zıt duygunun içimde çarpışmasına tanık oluyorum. Biri çılgınlar gibi kaçmak isterken, diğeri büyük bir merakla incelemek istiyor...Ya bu ormanda yaşayan binlerce canlı? Acaba, onlar ne hissediyor? Sonra aklıma, ‘‘Onuncu Kehanet’’ adlı kitabın içinde anlatılan bölüm geliyor. Dehşet duygusu uyandıran uğultunun kaynağını aramaya çıkıyorum.Bu ses, her türlü kötülüğü çağrıştırıyor. Doğanın sesine, yapısına uygun olmayan bir şeyler oluyor. Bu şey, geçmiş ve geleceği tehdit ediyor.Yöre halkının ‘‘Koca Mezarlık’’ diye andığı bu toprakların altında yatan binlerce yıllık geçmişi tehdit ediyor. Vee toprakların üzerinde yaşayan binlerce çeşit canlıyı tehdit ediyor. Bitkisiyle, hayvanıyla ve tüm bu canlıları üzerinde barındıran verimli toprağıyla bütün bu bölgenin yok olacağının mesajını veriyor. Kalbim bu düşünceyle biraz daha sıkışıyor.Adımlarımı sıklaştırıyorum. Ayaklarına kilolarca ağırlıkta gülleler bağlanmış mahkûmlar gibi gidiyorum.Gürültü büyüyor. Ve her şey bitiyor.Ağaçların arasından dev gibi parıldayan, ruhsuz dozerlerin (kepçe) büyük bir şehvetle toprağı kucaklamasını ıstırapla izliyorum.Burası, tarihin sırlarını açmak için sabırla beklediği bir yer. Evrimini sürdüren dünyanın gelişen bitkilerine ışık tutan ilk örneklerini şefkâtle barındırdığı bir yer. Ve, olağanüstü güzellikteki bu yeri, varlığımızı koruduğumuz gibi korumak yerine, altını üstüne getirip yok ediyoruz. Köknar, siklamen ve mevcudu tükenen daha nice nadide bitkiler, yüzyıllık çamlarla birlikte geleceğimizi de yok ediyoruz. Üstelik, atalarımızdan miras kalan zengin geçmişimizi de keşfedemeden, anlayıp öğrenemeden, sahip olamadan aptalca çöpe atıyoruz. Elmasın değerinden anlamayan bir çocuğun taş parçasıyla oynar gibi elmasla oynar gibiyiz.Acaba çocuk muyuz, yoksa aptal mıyız? Bir aptal bile, bizim bu yaptığımızı yapmaz. Bilmediği bir şeyi anlamadan çöpe atmaz.Linyit için vazgeçtiğimiz serveti düşünürseniz, ‘‘Aptallah Padişahı’’na denk bir salaklık içindeyiz diyorum. Yasemin'ce.
Yazının Devamını Oku

Yasemin'ce...Kaz Dağında bir Amazon

11 Aralık 1997
Anadolu'nun bir başka güzelliğini keşfe çıktım yine... Son durağımız, efsanevi İda Dağı. Ve, ben her zaman olduğu gibi coşkulu bir heyecan içindeyim.Güneş henüz doğmadan çıkıyoruz yola. Önce, Emirgan'dan Feride'yi alıyoruz. İstanbul'un sessiz sokakları gizemli bir ışıltıyla parıldıyor. Tavsiye ederim, birgün, Boğaz'a gidin, gün başlamadan. Ve Güneşi doğurtun hiçbir şey düşünmeden. Sonra dinleyin kentin uyanışını ve içinizde değişen duyguları... Neyse, konumuz İstanbul değil. Şimdi bir girdik mi, bir daha çıkamayız. En iyisi, biz hemen İstanbul'dan çıkalım. Tekirdağ yolundan vardık Gelibolu'ya ve başladık beklemeye, arabalı vapur gelsin diye. Gemiye bininceye kadar gördüklerim çok hoştu. Hareket ve canlılığı, bana da bulaşıyordu. Lapseki'ye yanaşan gemiden inip Biga'ya devam ettik. Burada pazar vardı. Bir rivayete göre, tam on sekiz köyden gelenlerin kurduğu bu pazar hayli ünlüymüş. Çan, Yenice derken Kayatepe'ye ulaştık. Buranın diğer adı, ‘‘Agonya Kapısı’’ ve, bütün bu bölgede nereye bakarsanız bakın, kahveden kasaba kadar hemen her dükkanın ismi ‘‘Agonya’’Hamdibey'i geçtikten sonra Kalkım'a gelirken, yol boyunca gördüğüm manzarlardan kendimi alamadım. Bitkilerin çeşitliliği ve değişen renklerle birlikte manzarlar da öylesine değişiyordu ki, dikkatinizi başka yöne çevirirseniz, önemli birşeyleri kaçıracakmış duygusuna kapılıyorsunuz.Kalkım'da durup meydana asılı kocaman tarihçeyi okumaya başladım. Tam 3000 yıllık geçmişi'ile başlıyordu anlatmaya ve nihayet Büyük İskender'in Agonya Kapısından nasıl geçtiğini yazıyordu. Burası, Kaz dağının etekleriydi. Ve, ben sabırsızlıkla çevreme bakıyordum. Acaba, burada faks çekebileceğim bir yer var mıydı? Evet, vardı. Artık gönül rahatlığı ile İda'ya gidebilirdim. Yani Kaz Dağı'na. Yola çıktık. Yolumuz bir ovadan geçiyordu. her iki tarafta uzanan meşeliklerin görüntüsü bir tuhaftı. Özellikle dikildiği hemen anlaşılıyordu. Meğer Orman İşletmesine aitmiş. Akçakoyun'dan geçip Kaz Dağı'nın eteklerine vardık. Ve, arabadan inip derin bir soluk aldık. Oksijen bolluğundan ciğerlerimin yandığını hissettim. Tanrım ne müthiş bir görüntü, ne kadar etkileyici. Gökyüzünü delip geçmek isteyen ağaçlarla çevrili bir çiftlikteyiz. Bir at çiftliğinde. Dağların heybetiyle uyum içinde atlar. Şimdiye kadar hiç bu kadar iri, bu kadar ışıl ışıl atları, bu kadar yakından görmemiştim. Acaba, sevdirirler mi, üstüne bindirirler mi, diye düşünürken, Feride zihnimi okumuşcasına, ‘‘Binmek isterseniz, binebilirsiniz’’ demez mi? Tabii ki, isterim. Hemen bir at hazırlandı. İnanamıyorum, fakat, ata bindim ve gidiyorum. Birden bire burayı korumak için Truvalılara yardıma gelen Amazonları hatırladım. Hatırlamaktan öte ‘‘Amazon’’ olduğumu sandım. Tanrıçalar kadar güzel ve cesur Amazonların kraliçesi Penthesilea'nın Yunanlılara karşı nasıl savaştığını ve bu sırada Akhilleus tarafından nasıl öldüğünü gördüm. Hemen şuracıkta atından düşüp ruhunun Hades'e gitmesiyle içim öyle bir burkuldu ki, neredeyse attan düşüyordum. Akhilleus bile düşmanı olmasına rağmen, Penthesilea'nın miğferini başından çıkardığı zaman üzüntüsünden perişan olmuş, öylece kalmıştı olduğu yerde. Ben mi, etkilenmeyecektim. Fakat, üzüntüye kapılmak yerine buralara sahip çıkmak ve korumak gerek dedim. Her ne sebeple olursa olsun, buraları yakıp yıkmak ve yok etmeye çalışanlara karşı savaşmak gerek. Penthesilea'nın ruhu için, bir Amazon olarak savaşacağım diyorum, Yasemin'ce...Amazonlar kimdirAmazon adı, Yunanca ‘‘Memesiz’’ anlamına geliyor. İyi ok atabilmek için sağ memelerini dağladıklarından bu ad verilmiş olsa gerek. Halkın tamamı sadece kadınlardan meydana geliyor. Karadeniz kıyılarında yaşayan bu topluluk Çarşamba ile Ünye arasında akan Terme çayı kıyılarına bir devlet kurmuş ve savaşçı tabiatlarıyla ün salmışlar. Güzellikleri, saldırganlıkları, kraliçeleri ve aralarında hiçbir erkeğin bulunmamasıyla çok ilginç bir topluluğu oluşturuyorlar.Hemen hemen bütün Anadolu kavimleri tarafından korkuyla ve saygıyla anılan Amazonlar hakkında anlatılan o kadar çok efsane var ki, Karadeniz kıyılarından aşağılara inip çeşitli yerlere yerleştikleri anlaşılmaktadır.Özellikle Truva'lılara nasıl yardım ettikleri ve İda Dağı savaşçılarına nasıl cesaret ve güç verdikleri, en ön saflarda nasıl büyük çeviklikle savaştıkları Yunan Mitolojisinde ayrıntılarıyla anlatılmaktadır. Ata binmekteki hünerleri ve çift ağızlı baltalarıyla tanınan Amazonlar hakkında anlatılanlar ne kadar gerçektir, bilinemiyor. Fakat, bir zamanlar yaşamış oldukları bir gerçek.Bir rivayete göre komşu kavimlere saldırıp erkeklerini esir edip çiftleştikleri sonra da öldürdükleri anlatılmaktadır. Tabii bu hikayeler onları çok daha ürkütücü efsanevi bir kimliğe büründürüyor. Ancak, bir başka rivayete göre, Amazonlar, komşuları Gargarosları senede bir defa ziyaret ediyorlar. Onlarla çiftleştikten sonra doğan çocukların kız olanlarını kendileri alıyor, erkek olanları babalarının yurduna gönderiyorlar.
Yazının Devamını Oku

Yasemin'ce...Bir Akrep-Yengeç aşkı

4 Aralık 1997
Adam, kararsızlığın şahikalarında dolaşıyor...‘‘Bugüne kadar, hiç böyle olmamıştı. Kendimi hiç böyle hissetmemiştim.’’Nasıl hissetsin? İnsan, hiçbir zaman ‘‘Aynı’’ hissetmez ki... Üstelik bugüne kadar hiç aşık olmamışsan... Bugüne kadar aşık olmadığın yetmezmiş gibi, bir de sen tut, evli ve çoluk çocuğa karıştıktan sonra, aşık ol... Elbette ki, şimdiye kadar hissetmediğin türden bir duygu karmaşası yaşayacaksın. Hele bir de Yengeç olursan... Bir Yengeç'in bu yaşa kadar aşık olmamış, olması, pek görülür değildir ya, neyse... Konumuz, Yengeç'lerin kaç kez, hangi zamanlarda aşık olduklarını incelemek, değil. Fakat, bir Yengeç'in aşık olma potansiyelini de gözardı etmemek gerek. Bir Yengeç, (ister kadın olsun, ister erkek) doğuştan aşık olma potansiyeline sahiptir. O'nun duyguları öylesine yoğun, öylesine bambaşkadır ki, zodyaktaki hiçbir burca benzemez. O, kendine özeldir. Ve, kendi bilir. Ve, bildiğini anlatma konusunda çok başarılı olsa bile, duygularını anlatmada aynı başarıyı gösteremez. Ve, kahramanımız Yengeç'te bu beceriksizlik içindedir.Öylesine yoğun duygular yaşamakta ve duyguları öylesine gel-gitler içindedir ki, tam bir dengesizlik örneği göstermektedir. (Aslında böyle bir dengesizlik ancak bir Terazi'den beklenilir, türdendir)Bulutların üzerinde kurduğu aşk yuvası ile gerçekler arasındaki bu geliş gidişleri sırasında (Kahramanımız, dışa dönük bir Yengeç), kararlı Akrep Kızını ne derecede incittiğinin farkında değildir. (Akrepler, incinmez görünür fakat, tahmin edemeyeceğiniz kadar derinden kırılırlar)Kahramanımız Yengeç, bu sırada bir Oğlak'ın bencilliği içinde, sadece ve sadece kendi durumunu, içinde yaşadığı hali bire bir yansıtmaktadır. Mutluluğunu ve mutsuzluğunu öyle bir yansıtır ki, buna ancak, kararlı bir Akrep kızı dayanabilir... Akrep'imiz, kararlı olmasına kararlıdır da, içindeki enerjinin gücünden Yengeç'in haberi yoktur. (Yengeç'lerin, böylesi saf tarafları vardır.) Aslında Yengeç'lere haksızlık etmemek gerek. Sevdikleri zaman, saf, arı, duru, tertemiz ve anlaşılmaz beklentiler içinde severlerler. Kendi yarattıkları aşk dünyalarının içinde, olmayacak ne varsa, hepsini bekler, hayal eder ve varmış gibi yaşarlar.Onların bu hali, romantizmin zirvelerine tırmandıran olağanüstü aşk anlayışları, hemen her burçtan olanları etkisine alırsa da, biz Akrep'imize geri dönelim. O'nu ne dereceye kadar etkileyeceği, kararlılığını sürdürüp sürdürmeyeceği tamamen Yengeç'in gel-gitlerine bağlıdır... Bağlı olmasına bağlıdır, fakaaat, O, bir Akrep'tir. Ve, Akrep Kızı, istediğini sonuna kadar ister. Sahip olabileceği herşeyi ister. İstediğini elde edinceye kadar (Şartlar ne olursa olsun) kararından vazgeçmez. Zaten O'nu vazgeçilmez kılan en önemli unsuru da, budur. Bir kez bir Akrep Kızının kıskaçları arasına girdinizse, yapılacak birşey kalmamış demektir. Akrep, herkesi baştan çıkartabilir. Ancak, Akrep Kızı için böyle birşey söylenemez. O, kendisi için en uygun olanı seçer, aşık olur ve aşık eder. Fakat, bizim Akrep'imiz, ‘‘Gökyüzünün oyununa’’ gelmiştir. Yıldırım aşkına tutulduğu Yengeç'in, kendisi için ne kadar uygun olduğunu anlayacak ne hali, ne de vakti olmuştur. O, sadece aşıktır. Fakat, aşık da olsa bir Akrep olduğunu unutmamakta yarar vardır.Şimdi ne mi, olacak? Ne olacağı çok belli değil mi? Daima, ne istediğini bilen ve kararlı olan kazanır, diyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku

Yasemin'ce...Ateşin filozof çocukları

27 Kasım 1997
Güneş, bugünden itibaren Yay'ların üzerinde parlamaya başlıyor. Böylece Yay Burcu özellikleri açıkça görülmeye başlayacak. Yay Burcu denildiği zaman ilk akla gelen seyahatlerdir. Gerçekten de zodyağın başka hiçbir burcu Yay kadar seyahat etmekten zevk almaz. Uzaklara gitmek, yabancı ülkeler, bilinmeyen diyarlar Yaylar'a daima çekici gelir. Uzak ülkelere yerleşmekten çok gezmek amacıyla uzaklara gitmeyi tercih eder. Tabii bunun için de özgür olması gerekir. Evet, Yay'lar özgürlüğüne bir Kova kadar düşkündür. Fakat, bu durum aşık olmasına ve sevdiğiyle birlikte yaşamasına engel olmaz. Yeter ki, sevdiği kişi kendisini zevklerinde özgür bıraksın... Özellikle de arkadaşlarıyla olan ilişkilerinde ve yaptığı organizasyonlarda...Yay'lar, son derece iyimser, iyi niyetli, dost canlısı ve adalet duygusu çok gelişmiş tiplerdir. Kadın olsun, erkek olsun bir Yay, kendine özel bir adalet duygusuna sahiptir. Kendince adil bulmadığı durumlarda (Kendisine yönelik olmasa bile) müdahale etmeden duramaz. Sanki, kendi haklarını savunuyormuşcasına hareket eder. Ateşin filozof çocukları hemen her konuyla ilgilidirler. Öğrenme istekleri öylesine gelişmiştir ki, seyahat sevgilerinin derinlerinde öğrenme arzuları yatmaktadır. Çoğunlukla seyahat etmekten zevk aldıkları için yolculuk yaptıklarını düşünür ve çevrelerine böyle söyleseler bile, gezip dolaştıkları yerleri dikkatle incelemekten geri kalmazlar. Seyahat edebilecek durumda olmayan Yay'lar ise, kendi içlerine yolculuk yaparlar. İçsel seyahate bazen kendilerini öyle bir kaptırırlar ki, neredeyse dış dünya ile irtibatları kesilir. Tabii bir Yay için bu durum hiç de öyle uzun sürmez. Asla bir Yengeç gibi içlerine kapanmazlar. Tabiatlarındaki ateş unsuru oldukları yerde uzun süre kalmalarına izin vermez. Üstelik değişken özelliğe sahip oldukları için hem bulundukları konumu hem de duygularını aynı noktada sabit bir biçimde tutamazlar. Heyecanlı, hareketli ve öğrenme arzularının peşinde kararlı bir biçimde yol alırlar. Yay Burcunun idareci gezegeni olan Jüpiter'in verdiği şans ile yolları genellikle de açık olur. Yeter ki, nereye gideceklerine karar versinler. Evet, bir Yay, içsel seyahatleri sonucu bir ‘‘Düşünür’’ olma yolunda hızla ilerleyebilir. Hayatın anlamını çözmek ve ne yaptığını incelemek konusunda gerçek bir dehadır. Gözlemleri öylesine güçlüdür ki, neredeyse kehanet sayılabilecek tahminlerde bulunabilir. Veee, çoğunlukla da tahminlerinde yanılmaz. Üstelik sadece olaylar için değil insanlar içinde çok başarılı tahminleri vardır. Böylece iyi niyetini istismar etmeye kalkışanları çok kolay anlar ve kendisini korumayı başarır. Ateşin çocuğu Yay'lar için aşk, neredeyse hayatın anlamıdır. Aşık olmak, (Şayet o sırada yoğun bir içsel yolculuk içinde bulunmuyorsa, ya da arkadaşlarıyla çok ciddi işler peşinde değilse) yemek, içmek gibi doğal bir ihtiyaçtır. Sevdiği kişiye duygularını en içten ve açık bir biçimde sunar. Bir Yay'a aşıksanız, çok şanslısınız demektir. Özellikle de macerayı seviyorsanız. Yok, maceradan hoşlanmıyorsanız, onun yanına fazla sokulmamanızı tavsiye ediyorum. Maceracı ruhu, sizin hiçbir zaman aklınızdan bile geçmeyen olağanüstü bir aşk yaşatacaktır. Tabii bunun bedelini, onu özgür bırakarak ödemeniz gerekir. Özellikle de arkadaşlarıyla birlikte olmasına hiç ses çıkarmamalısınız. Yoksa, arkadaşlarını size tercih edebilir. Tabii bu arada her türlü sürpriz organizasyona da hazırlıklı olmalı ve itirazsız kabul göstermelisiniz, diyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku

Yasemin'ce...Ateşin filozof çocukları

24 Kasım 1997
Güneş, bugünden itibaren Yay'ların üzerinde parlamaya başlıyor. Böylece Yay Burcu özellikleri açıkça görülmeye başlayacak. Yay Burcu denildiği zaman ilk akla gelen seyahatlerdir. Gerçekten de zodyağın başka hiçbir burcu Yay kadar seyahat etmekten zevk almaz. Uzaklara gitmek, yabancı ülkeler, bilinmeyen diyarlar Yaylar'a daima çekici gelir. Uzak ülkelere yerleşmekten çok gezmek amacıyla uzaklara gitmeyi tercih eder. Tabii bunun için de özgür olması gerekir. Evet, Yay'lar özgürlüğüne bir Kova kadar düşkündür. Fakat, bu durum aşık olmasına ve sevdiğiyle birlikte yaşamasına engel olmaz. Yeter ki, sevdiği kişi kendisini zevklerinde özgür bıraksın... Özellikle de arkadaşlarıyla olan ilişkilerinde ve yaptığı organizasyonlarda...Yay'lar, son derece iyimser, iyi niyetli, dost canlısı ve adalet duygusu çok gelişmiş tiplerdir. Kadın olsun, erkek olsun bir Yay, kendine özel bir adalet duygusuna sahiptir. Kendince adil bulmadığı durumlarda (Kendisine yönelik olmasa bile) müdahale etmeden duramaz. Sanki, kendi haklarını savunuyormuşcasına hareket eder. Ateşin filozof çocukları hemen her konuyla ilgilidirler. Öğrenme istekleri öylesine gelişmiştir ki, seyahat sevgilerinin derinlerinde öğrenme arzuları yatmaktadır. Çoğunlukla seyahat etmekten zevk aldıkları için yolculuk yaptıklarını düşünür ve çevrelerine böyle söyleseler bile, gezip dolaştıkları yerleri dikkatle incelemekten geri kalmazlar. Seyahat edebilecek durumda olmayan Yay'lar ise, kendi içlerine yolculuk yaparlar. İçsel seyahate bazen kendilerini öyle bir kaptırırlar ki, neredeyse dış dünya ile irtibatları kesilir. Tabii bir Yay için bu durum hiç de öyle uzun sürmez. Asla bir Yengeç gibi içlerine kapanmazlar. Tabiatlarındaki ateş unsuru oldukları yerde uzun süre kalmalarına izin vermez. Üstelik değişken özelliğe sahip oldukları için hem bulundukları konumu hem de duygularını aynı noktada sabit bir biçimde tutamazlar. Heyecanlı, hareketli ve öğrenme arzularının peşinde kararlı bir biçimde yol alırlar. Yay Burcunun idareci gezegeni olan Jüpiter'in verdiği şans ile yolları genellikle de açık olur. Yeter ki, nereye gideceklerine karar versinler. Evet, bir Yay, içsel seyahatleri sonucu bir ‘‘Düşünür’’ olma yolunda hızla ilerleyebilir. Hayatın anlamını çözmek ve ne yaptığını incelemek konusunda gerçek bir dehadır. Gözlemleri öylesine güçlüdür ki, neredeyse kehanet sayılabilecek tahminlerde bulunabilir. Veee, çoğunlukla da tahminlerinde yanılmaz. Üstelik sadece olaylar için değil insanlar içinde çok başarılı tahminleri vardır. Böylece iyi niyetini istismar etmeye kalkışanları çok kolay anlar ve kendisini korumayı başarır. Ateşin çocuğu Yay'lar için aşk, neredeyse hayatın anlamıdır. Aşık olmak, (Şayet o sırada yoğun bir içsel yolculuk içinde bulunmuyorsa, ya da arkadaşlarıyla çok ciddi işler peşinde değilse) yemek, içmek gibi doğal bir ihtiyaçtır. Sevdiği kişiye duygularını en içten ve açık bir biçimde sunar. Bir Yay'a aşıksanız, çok şanslısınız demektir. Özellikle de macerayı seviyorsanız. Yok, maceradan hoşlanmıyorsanız, onun yanına fazla sokulmamanızı tavsiye ediyorum. Maceracı ruhu, sizin hiçbir zaman aklınızdan bile geçmeyen olağanüstü bir aşk yaşatacaktır. Tabii bunun bedelini, onu özgür bırakarak ödemeniz gerekir. Özellikle de arkadaşlarıyla birlikte olmasına hiç ses çıkarmamalısınız. Yoksa, arkadaşlarını size tercih edebilir. Tabii bu arada her türlü sürpriz organizasyona da hazırlıklı olmalı ve itirazsız kabul göstermelisiniz, diyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku

Akrep kızların dikkatine

19 Kasım 1997
Son derece çekici, baştan çıkarıcı ve ne istediğini bilen kızların Akrep olduğunu biliyor muydunuz? Evet, Akrep Kızları bir bakışta kendileri için uygun erkeğin hangisi olduğunu görebilirler. Hatta, görmekten daha fazlasını yapıp bilirler. Öylesine güçlü bir sezgileri ve değerlendirme güçleri vardır ki, baktıkları kişinin huzursuzluk hissetmesi neredeyse kaçınılmaz olabilir. Size baktığı zaman sanki, kendinizin bile bilmediğiniz sırlarınıza vakıf oluyormuş duygusuna kapılabilirsiniz. Bakışları gözlerinizi delip geçer ve sanki taaa ruhunuza kadar iniyormuş duygusuna kapılırsınız. Tabii böyle bir duyguyu hissettiğiniz anda da rahatsızlık duymanız kaçınılmaz.Üstelik bir Akrep Kızının bakışlarında, sizde uyandırdığı duygudan daha fazlası vardır. Yani o, görür. Hisseder ve bilir. Kendinizi korumak için giydiğiniz kat kat elbiselerinizin üzerinizden çıkartılıyormuş hissine kapılırsınız. Üstelik, öyle de yapar. Ve, değerlendirmesi kesinlikle şaşmaz. Siz, bir Akrep Kızıyla karşılaştığınız zaman ya ondan kaçarsınız, ya da onun büyüleyici bakışlarına kapılırsınız. Ancak, Akrep Kızları kendilerinden daha zayıf olanlara tahammülleri olmadığını bilmeniz gerekir. Şayet bir Akrep Kızıyla birlikteyseniz bilmeniz gereken en önemli konu, seçmiş değil seçilmiş olduğunuzdur. Çünkü, O, sadece ve sadece kendi seçtiği kişi ile birlikte olur. Ve, muhtemelen bu beraberlik (Onu kızdıracak birşey yapmadıysanız) ömür boyu sürebilir. Bir Akrep Kızıyla birlikte olmanın hem çok hoş tarafları vardır hem de sürekli dikkatli olmanız gerektiği için yorucu tarafları vardır. Bir defa Akrep Kızını istiyorsanız, zeki olmak zorundasınız. Aptal birine asla tahammülleri yoktur. Sonra onunla ne kadar ilgilendiğinizi ve değer verdiğinizi göstermek zorundasınız. En önemlisi de onu kıskandırmaya çalışmamanızdır. Bir Akrep Kızının aşık bile olsa, katlanamayacağı tek şey, aldatılmaktır. Onu başkasıyla aldattığınızı anlayacak olursa, intikamının ölçüsünü belirleyebilmeniz mümkün olmayacaktır. Şayet, böyle bir durumun farkına vardığını anlayacak olursanız, arkanıza bile bakmadan oralardan kaçmanızı tavsiye ediyorum. Son derece zeki olan Akrep Kızları anladığını belli etmeyecek kadar akıllıca planlar yapmaya başlayacaktır. Ve, siz farkına bile varmadan hayatınızın nasıl böylesine alt üst olabildiğini anlayamayacaksınız. Size hiçbir şey yokmuş gibi davranabileceği gibi yüzünüze karşı kendisinin aldatıldığını bildiğini söyleyip neler yapacağını da açıklayabilir. Sakın onun sözlerini küçümsemeyin. Dediklerini harfi harfine uygulayacaktır. Böylesine intikam duyguları gelişmiş Akrep Kızlarının aşık oldukları kişiyi öylesine yükseltir ve öylesine tadamayacakları duyguları yaşatırlar ki, zaten bir Akrep Kızıyla birlikte olan birinin etrafına bakacak hali kalmaz. Yani, ondan başkasını gözü görmez. Akrep Kızlarının cinsel çekicilikleri sadece görüntü olarak değildir. Yüksek potansiyelli enerjileri dışlarına yansır ve bulundukları ortamda hemen farkedilirler. Kendilerine olan güvenleri, duruşları, bakışlarıyla bir Akrep Kızını hemen tanıyabilirsiniz. Kendinize olan güveniniz yüksek değilse, civarında dolaşmamanızı tavsiye ederim. Yoksa, sizi fazla çaba göstermeden ezip geçecektir. Fakat, aşık olduğu zaman bir kedi kadar yumuşak, uysal ve sevilmeye hazırdır. Sizin hiçbir zaman düşünemeyeceğiniz, hayal bile edemeyeceğiniz bir aşk bulutunun içinde yaşatabilir. Tabii bu sırada şımarıp onun tırnaklarını unutabilir ve aklınızdan geçtiği gibi davranmaya kalkabilirsiniz. Onu kızdıracak davranışlarda bulunmamaya özen göstermeniz gerektiğini hiçbir zaman unutmamalısınız. Yoksa, kucağınızda sevdiğiniz yumuşacık kedinin sakladığı tırnaklarıyla beklemediğiniz bir anda karşılaşabilirsiniz.
Yazının Devamını Oku

Yasemin'ce...

18 Kasım 1997
EL NİNO BİZDE BÖYLE!Kasımın ortasındayız. Bu mevsimde Karadeniz, soğuk ve karlı olur. Daha doğrusu buralarda yaşayan insanlar böyle söylüyor. Bartın'dan geçerken yol üzerindeki bir kahvede konakladık. Birer çay içip yolumuza devam edeceğiz. Hava günlük güneşlik. Üzerimizde kısa kollu tişörtler ve kahvenin bahçesinde oturuyoruz. İyi demlenmiş olduğu daha uzaktan anlaşılan çaylarımız geldi. Hemen az ötede duran sandalyeyi çekip üzerine çaylarımızı koyduk. Biraz sonra telaşla çaycı gelip içeriden bir masa çıkardı ve ‘‘Kusura bakmayın, kış geldi diye ne var ne yok içeri aldık’’ dedi. Dayanamayıp sordum, ‘‘Bu mevsimde hava böyle olmaz mı’’ diye. ‘‘Yok’’ dedi. ‘‘Her sene bu zamanlar yerlerde kar olur. El Nino bizde böyle’’ deyip güldü. Hepbirlikte gülüştük. Nasıl gülmeyelim, herkesi ağlatan El Nino bizi güldürüyordu. Umarım yolculuğumuz boyunca güldürmeye devam eder, temennisinde bulunduktan sonra oturduğumuz yerden kalktık. Geçen sene bu zaman gene buralardaydım. Zincirleri iki de bir söküp takmaktan anam ağlamıştı, diye söze başladı, sürücümüz Özkan. Ve, bu mevsimde kar olmasa bile mutlaka yağmur olur. Vallahi... Lafının sonunu getirmesine izin vermeden hemen araya girdim. ‘‘Yağmur sözünü yasaklıyorum. Yolculuğumuz bitinceye kadar tek bir yağmur lafı duymak istemiyorum’’ dedim. Fotoğrafçımız Hüsnü ile gözucundan bakıştılar, biraz sessizlik oldu ve dayanamayıp Hüsnü söze karıştı. ‘‘Doğru söylüyor abi, yağmur lafı edip yağmuru yağdırmayalım şimdi’’ deyip manidar gülüşmelerle dalga geçmeye başladılar. Olsun, istedikleri kadar dalga geçebilirlerdi. Yağmur sözünü etmeyeceklerdi ya, önemli olan benim için buydu... Dağ bayır dolaşırken yağmurun yağdığını düşünebiliyor musunuz? Ben bunu düşünmek bile istemiyordum. Dikkatimi camdan dışarıya, olağanüstü renklerle bezenmiş dağlara doğru yönelttim. Sarının her tonu, aralarda kızıllar, açık yeşilden koyu yeşile, kahverengiye, turuncuya bürünmüş yapraklar sanki karşımda doğal bir renk skalası oluşturmuştu. Amasraya doğru gidiyorduk ve ben şimdiye kadar sonbaharın bu kadar güzel olduğunu ilk kez fark ediyordum. Yolun her iki tarafında uzanan ormanların büyüsüne kapılmış, nerede olduğumuzu unutmuştum. Birden bire karşımıza çıkan manzarayla kendime geldim. Altımızda pırıl pırıl parlayan sakin deniz karaya öyle bir sokulmuştu ki, sanki ormanların arasında devam ediyormuş duygusu uyandırıyordu. Biraz daha ilerlediğimiz zaman hem sağ tarafımızda hem de sol tarafımızda ağaçların arasından denizi görüyordum. Özkan, ‘‘Kurucaşile'ye yaklaştık’’ dedi. Bulunduğumuz yer, belli ki, dağın üzeriydi ve biz kuşbakışı Kurucaşile'yi belki de Cide'yi görüyorduk. Özkan, müthiş bir sürücü. Sabahın altısında İstanbul'dan yola çıkmış ve öğlende Kurucaşile'ye varmıştık. Hem de yolun yorgunluğunu hiç hissetmeden. Burada Otel A'yı işleten Yüksel, bizi neşeyle karşıladı ve birer yorgunluk kahvesi içip hemen civarı gezmeye çıkardı. Böylesi bakir bir doğanın içine girdiğiniz zaman ister istemez bütünleşiyorsunuz. Ben de kendimi kaybetmiş, Gideros'un romantik, biraz da acıklı hikayesini bir taraftan dinliyor öte yandan yaşıyorum. Yetmiş bin hanelik bir kentin kurucusu olan efsanevi Amastrist (Bugün Amasra'nın olduğu yer) oğullarının önerisini reddettiği zaman, oğulları tarafından buraya, Gideros'a getirilip öldürülmüş. Buna karşılık Amastrist kendisini bekleyen akıbeti önceden öngördüğü için (Fazla zeki bir kadın) geri dönmeyecek olursa, kenti yıkmalarını buyurmuş. Dediği gibi de olmuş. Bu sırada Tina, söze karışıyor; ‘‘Sen nereden biliyorsun?’’ Sonra bize dönüp, bu var ya, bu (Yükseli gösterip) herşeyi bilir. Ben Yetmiş yıldır burada yaşıyorum. Ne buradan dışarı çıktım, ne de bunları bilirim.'' Tina'nın asıl adı Selahattin. Yeğeni Tin dayı Tin dayı diye diye adı olmuş Tina. Gideros'da beş altı haneden birisinde yaşıyor. Ve, hiç doktora gitmediğini söylüyor. Dişini bile kendi çekermiş. Nasıl çektiğini anlatırken ben tekrar Gideros'un gölden farksız, kıpırtısız suyuna dalıyorum. Daracık boğazı da olmasa buraya göl demek işten bile değil. Bu sırada gölgeler uzuyor ve hava serinlemeye başlıyor. Gideros'tan gitme vakti geldi. İçim biraz daha kal diyor. Fakat, aklım, daha görülecek çok yer var, dediği için aklıma uyup, Tina'nın kara kovanlarının yanından geçip gidiyoruz.
Yazının Devamını Oku

Yasemin'ce...

14 Kasım 1997
DÜŞ GÖRENLER GEZEGENİDüş görür müsünüz? Kiminiz ‘‘Çoook’’ derken, kiminiz de ‘‘Hiç görmem’’ diyecek. Bazıları ise birşeyler görüyorum ama, ne olduğunu hatırlamıyorum, deyip geçecek. Düş, denildiği zaman, ilk akla gelen, uyku esnasında görülen düşler. Peki, uyanık olduğunuz, gülüp eğlendiğiniz, çalıştığınız ya da üzüldüğünüz sırada birşeyler düşlemez misiniz? Tabii ki, düşlersiniz fakat, genellikle kendinizi içinde bulunduğunuz duruma öylesine kaptırırsınız ki, farkına bile olmazsınız. Olsanız bile, sonra hatırlamazsınız. Üstelik bu düşler, beklentilerin, isteklerin dışında bambaşka görüntü ve düşüncelerdir. Kimisi unuttuğumuz istekler olabilir, belki de henüz bilincine varmadığımız bilgilerin sentezidir. Fakat, ne olursa olsun bunlar düpedüz, uykuda gördüğümüz düşler gibidir. Ve, uyku esnasında olduğu gibi hızla geçip gider. Ancak, farkında olanlar ve bundan keyif alanlar, düşlerini uzun tutabilir. Uyanıp uyanıp aynı düşün devamını görenler gibi. Ve, hiç düş görmediğini söyleyenlerin düş gördükleri halde hatırlamamaları gibi, gündüz düşleri de çoğu insan tarafından hatırlanmaz. Şimdi diyeceksiniz ki, düşleri anladık da bu gündüz düşleri de neyin nesi? Nereden çıkartıyorsun bunları? Beygir gibi hem koşup hem uyuyor muyuz, yani? Bunların hepsi düpedüz gerçek ve biz gerçekleri yaşıyoruz. Tamam, arada sırada hayal kuruyoruz, belki. Fakat, uyumuyoruz. Bunlara senin dediğin gibi düpedüz ‘‘Düş’’ denilemez. Kimbilir belki de siz haklısınız. Ve, bütün bunlar belki de benim aklımın bir oyunudur. Fakat, ister oyun olsun, ister düpedüz gerçek. Ben sadece ve sadece kendi deneyimlerimi ve çevremdeki insanların tecrübelerini birleştirip ortaya bir sonuç çıkartıyorum. Ve, diyorum ki, hepimiz yaşarken düş görüyoruz. Üstelik bununla kalmıyor, gördüğümüz düşleri tekrar yaşıyoruz. Hem de bu düşler, uykuda gördüklerimiz olmayıp düpedüz şuurluyken yaşanan düşler... Küçücük bir çocukken sık sık gördüğüm düşleri hatırlarım. Bunlar benim gündüz düşlerimdi. Annem, babam, ablam, ilişkilerim, oynadığım hayvanlar, dolaştığım yerler, çocuklar, insanlar ve daha neler neler, aklınıza gelebilen herşey düşlerimde yer alırdı...Oynarken, gezerken, çalışırken birdenbire düş kurmaya başlardım. Hem oynayıp hem de nasıl düş gördüğümü bilemiyorum. Bazen, elime defter ve kalemi alıp yazmaya başladığım zamanlarda ortaya çıkardı. Böyle zamanlarda kendimi bir odada masanın başına geçmiş yazarken görürdüm ve müthiş keyif aldığımı hissederdim. Vee, daha ilk okul sıralarında başlayan bu düşümle ileriki yıllarda karşılaştığım zaman önce farkına varmamıştım. Fakat, sonra bir gün, aniden büyük bir heyecanla hatırladım. Ve bu hatırlamayla birlikte diğer düşlerimle karşılaştığımı da hatırladım. Öylesine heyecanlanmıştım ki, çevremde kim var kim yok, tanıdık tanımadık herkesle konuşmaya başladım ve onlar da kendi hatırladıkları düşleri anlatmaya başladılar. Hem de böylesine çeşitlilik gösteren iş, anlayış ve düşünceye sahip birbirinden farklı insanların bu konuda birleşmeleri beni daha çok heyecanlandırdı. Ve ortaya şöyle bir sonuç çıktı:İnsanlar, düşledikleriyle karşılaşıyorlar. Düşledikleri hayatı bilmeden yaşıyorlar. Yani dünyamız, düş görenler gezegeni, diyorum, Yasemin'ce...Merkür yay burcuna giriyorBugünden itibaren Merkür Yay Burcuna giriyor. Böylece hızlı bir seyahat döneminin başladığı söylenebilir. Tabii bu seyahatler sadece şehirler arası ya da ülkeler arası olmayıp kendi içinize de yolculuk yapabileceğiniz anlamına geliyor. Böylece hem felsefi alanda yoğun bir hareketlilik gözlemlenecek hem de seyahatler açısından yepyeni atılımlar ortaya çıkacak. İyi niyet ve açık sözlü yaklaşımlara kolaylık getiren gökyüzünün bu konumu, grup çalışmaları açısından son derece olumlu. Yapılacak ekip çalışmalarının performansı yüksek olacağı gibi aynı zamanda uyumlu olunacağını da söylemek mümkün. Tabii aynı zamanda Pulon'un Yay Burcunda ve ilk derecelerde bulunduğunu unutmamak gerekiyor. Bu demektir ki, Merkür-Pluton ilişkisi sonucunda Merkür'ün açığa çıkışı sürpriz değişikliklerin olabileceğini gösteriyor. Hem alınacak kararlar, hem ilişkiler, hem de felsefi yayınlar açısından köklü ve beklenmedik durumların açığa çıkacağını söylemek mümkün. Bilinen felsefelerin dışına çıkılabilir, son derece zengin ve çeşitli fikirler ortaya atılabilir ve bütün bunlar toplumsal açıdan anlayışın değişmesine neden olabilir. Sosyal, kültürel ve eğitim alanında meydana gelecek olan bu köklü değişiklikler, bireysel açıdan olumlu beklentiler içine girilerek olumlu yönde değişmelerin meydana gelmesi sağlanabilir. İyi niyet, hoşgörü ve sevgiyle oluşturulan beklentilerin yükselmesiyle birlikte şimdiye kadar oluşturulmuş olan kemikleşmiş kalıpların parçalanması mümkün. Gökyüzünün bu konumundan başta Yaylar ve İkizler tipleri olmak üzere, Koç, Aslan, Terazi, Kova, Başak ve Balıklar sahip oldukları şuur, anlayış ve beklentiler doğrultusunda güçlü bir biçimde etkilenecekler.
Yazının Devamını Oku