Yasemin Boran

Ayılmanın zamanı geldi

18 Ocak 1998
Hem geçmişimizi hem de geleceğimizi katletmek üzereydiler. Üstelik linyit kömürü gibi çevreyi kirleten bir maden uğruna... Bu katliam, kalori değeri çok düşük, kükürt değeri, kül ve nem oranları çok yüksek linyit kömürü için yapılacaktı. Hem de dünya ülkelerinin çevreyi çok fazla kirlettiğini tesbit ettikleri ve artık kullanmaktan tamamen vazgeçtikleri linyitler için... Örneğin, Romanya'da linyit yatakları çok zengin olduğu halde tek bir hafriyat bile yapılmıyor. Çünkü, ağaçlar linyitten çok daha değerli. Biz ise, vali ve belediye marifetiyle linyitin kent sınırlarına girmesine engel olmaktan başka ne yapıyoruz? Böylesine ucuz bir meta uğruna asırlık ağaçlarla birlikte eşine rastlanmayan türdeki bitkiler ve tabii bunlarla birlikte yaşayan hayvanları da üç kuruşa satabiliyoruz. Üstelik bu bitkilerin gizlediği toprak altında binlerce yıldır keşfedilmeyi bekleyen antik mezarlığın da ortadan kalkacağını hiç düşünmeden. Asırlık ağaçlarla kaplı koca orman bakanlıklar ve kurumlar arasındaki yazışmalar, iletişim kopuklukları ve bürokratik karmaşada yok olup gitmek üzereydi. Bu karışıklıktan Gür-Tem Madencilik karlı çıkarken devlet, memleket ve dünya zararlı çıkacaktı. Hem de ne zarar... Çünkü, Kaz Dağı dünyanın en önemli gen kaynaklarının bulunduğu merkezlerden biri. Asırlık kara çamlardan oluşan ormanın değerini anlatmaya gerek yok. Bütün bunların yanında dünyanın kültürel mirası antik bir kentin mezarlığı da ortadan kalkacaktı.Neyse ki, durdu. Durduruldu. Halkın duyarlılığı sağ olsun. Bakanlarımız da o ana kadar farkına varmadıkları böylesi bir zenginliğin ayırdına vardılar ve ayıldılar. Ayılmak gerekiyor. Hem de toplum olarak, millet olarak, insan olarak hepimiz ayılmalıyız. Sahip olduğumuz zenginliğin farkına varmalıyız. Değil üç kuruşa trilyonlar karşılığında bile vermemeliyiz. Çünkü, öyle büyük bir servete sahibiz ki, hiçbir şey bunun ölçüsü olamaz. Sadece ve sadece tek bir ölçüsü var, o da ‘‘Hayatımız’’Evet, yanlış okumuyorsunuz... Yok edilen toprakların, ağaçların, bitki örtüsünün değeri, bizim hayatımızla eşdeğer. Canlılığın ve hayatın kaynağı bu verimli toprakların ve üzerinde yaşayan canlıların katledilmesiyle birlikte bizim hayatımız da yok olacak. Belki şu anda bunun ne derece önemli olduğunun farkında değiliz. Fakat, en azından Avrupa'ya bakarak farkına varabiliriz. Çünkü, Avrupa sanayileşme adına, gelişme ve endüstrileşme adına hem topraklarını, hem bitki örtüsünü kaybetti. Sularını artık saymıyorum. Örneğin, Almanya'nın ünlü ‘‘Kara ormanları’’ her geçen gün ölüyor. Ve ormanların nasıl öldüğünü izlemekten başka hiçbir şey yapamıyorlar. Hem de milyarlarca değerinde ölçüm cihazlarıyla izliyorlar. Fakat, sadece izliyorlar. Çünkü, topraklar zehirlenmiş olduğu için yapabilecekleri birşey yok. Aynı şekilde göllerde tek bir canlı yaşamıyor. Yosun dahil. Çünkü, buralara asit yağıyor. İngiltere benzer durumda. Ve yok ettikleri değerlerin şimdi farkına varmış durumdalar fakat, artık yapabilecekleri hiçbir şey yok. Sadece ellerinde kalan bir kaç ağacı yaşatabilmek için akıl almaz önlemler alıyorlar. Örneğin İsviçre'de bir ağacın kesilmesinin cezası 8000 frank. Polis hemen ihbar ediyor ve anında savcılık dava açıyor. Mahkeme ücretlerinin hepsini ağaç kesenden alıyorlar ve bunun tutarı da yaklaşık 4-5000 frank. Üstelik evinizin bahçesindeki ağacı bile kesmenize izin vermiyorlar. Ancak, köküne zarar vermeden söküp başka bir yere ekerseniz izin veriyorlar. Evet, bir tek ağaç için şu anda yaptıkları uygulama böyle. Fakat, bütün bunlar ne işe yarar? Giden gitmiş. Ölen ölmüş. Şu anda Avrupa topraklarında ne sebze yetişiyor ne meyve. Yiyeceklerinin tamamını dış ülkelerden temin ediyorlar. Ve en ufak bir kargaşa da açlık paniği yaşıyorlar. Öyle ya arabaları, makinaları, altınları, yiyemezsiniz. Şu anda dünyanın nadir verimli topraklarına ve son derece zengin bitki örtüsüne sahip bulunuyoruz. Bütün dünyanın gözü üzerimizde. Bu çok büyük bir servet. Ve sahip olduğumuz bu servetin artık farkına varmanın, ayılmanın zamanı geldi diyorum, Yasemince...
Yazının Devamını Oku

Teşekkürler Türkiye

18 Ocak 1998
En başta Hürriyet gazetesine (olağanüstü yüksek bir anlayışa sahip olduğu için), sonra bana, sonra Feride-Hasan Cansever çiftine (yüksek duyarlılıkları ve ellerinden gelen herşeyi yaptıkları için) sonra bütün Türkiyeliler'e (Çok büyük bir farkındalık içinde davrandıkları için) ve sonra da bakanlarımıza (İşin vehametini kavrayıp ‘‘Durdurun’’ demeyi başardıkları için) binlerce, milyonlarca teşekkür. En fazla da Kültür Bakanlığına teşekkür etmek gerek. Çünkü, bu konuda bakanlıklar arasında en fazla duyarlı davranan onlar olduğu için. Kazdağı'nın kurtulmasında payı olan herkese teşekkür etmek gerek. Çünkü, böylesine özel bir konuma sahip, böylesine değerli ve böylesine keşfedilmeyi bekleyen bir yerin talan edilmekten kurtulması gerçekten çok büyük bir kazanç. Ve bu kazancın değeri parayla ölçülemez. Üstelik bütün dünya ülkemizin, topraklarımızın ne kadar değerli olduğunun farkında. Bizim dışımızda herkes farkında. Biz kendi malımıza sahip çıkmazken onlar bizim adımıza sahip çıkıyor ve korumak adına ütopik sayılabilecek bağışlarda bulunarak koramaya çalışıyorlar. Ve bütün bunlara karşılık biz hala uyuyoruz. Ya da uyuyorduk. Düşünebiliyor musunuz? Türkiye, dünyanın önemli gen kaynaklarından biri. Özellikle Kaz Dağı... Hem iklim, hem de jeolojik açıdan bütün dünya ülkelerinin dikkatini yönelttiği, birinci derecede koruma altına alınması gerektiğini saptadıkları bir bölge. Dünya Bankası, ‘‘In situ Conservation of Genetik Diversity in Turkey’’ ‘Türkiye'de Genetik Çeşitliliğin Yerinde Korunması’’ projesi için tam 5.1 milyon dolar bağışlamış bulunuyor. Yedi yıllık bu projenin içinde Kaz Dağı, tam yedi bölgeye ayrılıp türleri saptanan bitkiler tek tek sınıflandırılmış durumda. Bu projede Kalkım 4. bölge olarak belirtiliyor. Yani madencilerin linyit çıkartmak için hafriyatı başlattıkları Koca Mezarlık da koruma altına alınmış olan bu bölgenin içinde kalıyor. Çünkü, Koca Mezarlık, Kalkım denilen yerde.Ve böylesine hem doğanın böylesine cömert davrandığı bir yer hem de kültürel mirasın inanılmaz ölçüde zengin olduğu bir bölge, kimlerin eline teslim edilmişti, biliyor musunuz?Aşağı Çavuş Köyü'nde yaşayanların mezarlıklarla ilgili anlattıkları öyküler, mezarlığın antik dönemlere ait olduğunu doğrular nitelikteydi. Özellikle vakti zamanında bir mezardan çıkartılan altın takıları anlata anlata bitiremiyorlardı. Bunlar Çanakkale Müzesi'ne götürülmüş. Ben de daha sonra büyük bir merakla gittim fakat, göremedim. Denildiğine göre İstanbul'daki müzeye gönderilmiş. Doğrusu bu takıların izini sürmeyi çok isterdim. Köylülerin gösterdiği minik, üzeri yosun tutmuş paralar ise, sanki Helenistik dönemi hatırlatır gibiydi. Ya da daha başka birşeydi. (Bugün alınan bilgilere göre ileri sürdüğüm varsayım doğrulanmış bulunuyor. Yani İstanbul Müze Müdürlüğü’ne gösterilen paraların Helenistik döneme ait olduğu kesinlikle belirlenmiş durumda) Kesin olan şu ki, gördüğüm paralar çok çok eski dönemlere aitti... Şimdi bu konuyu uzmanlarına bırakalım. Gidip araştırsınlar ve tesbitlerini yapsınlar. Tabii vakit kaybetmeden, bir an önce yapmaları gerekiyor. Yoksa, şimdilik durdurulan bu işlemden vazgeçip bu bölge kömürcülerin eline bırakılabilir. Tabii o zaman kömürcülerin dozerleri ortalığı birbirine katacak, taş taş üzerinde bırakmayacaklar. Doğayı tamamen tahrip ettikleri gibi tarihin izlerini de silip süpürecekler. Kimbilir belki de bu kömürcüler, linyit kömürü çıkartıyoruz diye bu mezarlıkları soymayı planlıyorlardır... Yoksa, böylesine masraflı bir açık işletmeyi değersiz linyit kömürü çıkartmak için kurduklarını düşünürsek ne derecede bir saflık etmiş oluruz, diye çok düşünüyorum.Belki de buradaki tıbbi ve ekonomik açıdan çok değerli bitkileri kökleriyle toplayıp satacaklardır. Çünkü, her yıl nadir bulunan türlerin önemli miktarlarda yurt dışına kaçırıldığı bugün hepimizin bildiği bir gerçek. Fakat, başka bir gerçek var ki, kömürcüler durduruldu. Planladıkları gibi yapamayacak ve doğayı katledemeyecekler. Bunun için Türkiyeliler'e ve bakanlarımıza tekrar tekrar teşekkürler, diyorum, Yasemince...
Yazının Devamını Oku