Yaşar Sökmensüer

Hal sıkışık gidiş tıkalı

16 Eylül 2010
HÜRRİYET’in bürosu Cinnah Caddesi’ndeydi. Önümde oldu kaza.
Çarpan aracın arka koltuğunda küçücük bir kız çocuğu...
Korkudan derin bir kuyuya dönen boş gözlerle bakıyor etrafına.
Dört yıl önce, karne günüydü.
Küçük kız ilk kez karne almış...
Artık ömrü boyunca unutmaz:
“Annemin yaralandığı gün almıştım ilk karnemi”...
* * *
Ankara Emniyet Müdürlüğü Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü açıklamıştı, aynı gün 2006’da.
“Karne trafiği”nde sabah 08.00-10.00 arasında rekor kaza olmuş.
İki saatte 75 trafik kazası. Neredeyse dakikada bir...
Aynı yıl yani 2006’da, Akköprü’de köprü yenileme çalışması o hattı perişan etti.
Söğütözü’ndeki alt geçit çalışmaları da Eskişehir Yolu ana arterini...
* * *
Okullar açılırken bir çok şehirde gazeteler “Allah zihin açıklığı versin” türünden pembe dilekleri başlığına/manşetine taşır, biz Ankara’da hep trafik kaosunu...
Yıllardır yazarız.
Alt-üst geçit, metro, kaldırım çalışmaları, doğalgaz, altyapı yani kazılar, yaz tatilinde değil tam okullar açılırken başlar.
Yıllardır yazarız.
Alt-üst geçit, metro, kaldırım çalışmaları, doğalgaz, altyapı yani kazılar, yaz tatilinde değil tam okullar açılırken başlar.
Bu yıl asfalt yenileme ile birlikte yine tekmili birden.
Okullar açılıyor, bakıyorum Emek’te 4. Cadde’den Cumhuriyet Lisesi’ne giriş kapalı.
Çünkü sokağın girişi enine kazılmış.
Geçen yıl yine okullar açılırken, Çukurambar’da Öğretmenler Caddesi girişinde sola dönüş kapatılmıştı aniden. Şaka gibi, değil mi...
4. Cadde derseniz boydan boya çalışma sürüyor.
Konya Yolu, AŞTİ, Eskişehir Yolu, Beşevler, Anıttepe hepsi şantiye...
Heryerde bir trafik çilesi.
* * *
Misal, 2009.
Okulların açılması sürecinde, 7. Cadde’de 45 gün doğalgaz çalışması!
2008 derseniz, bu kez de Dikmen, Sokullu, Öveçler ve Balgat’ı içine alan şehrin göbeğinde başlatılan alt geçit çalışmaları...
* * *
Şimdi de karnelerde “hal ve gidiş” notu var mı, bilmiyorum.
Ama elimde her eylülde trafikle ilgili bir karne var:
Hal   = Hep sıkışık.
Gidiş = Tıkalı...
Yazının Devamını Oku

Referandum

14 Eylül 2010
“LÜTFEN hangi yöne gitmem gerektiğini söyler misiniz” diye sorar Alice. Yanıt verir Cheshire Kedisi, bütün yüzünü kaplayan hatta yüzünün yerini alan gülümsemesiyle:
“Bu, büyük ölçüde nereye varmak istediğinize bağlı...”
* * *
İngiliz yazar Lewiss Caroll’un “Alis Harikalar Diyarı”nda romanında geçen bu diyalog, referandum sürecini özetliyor sanki.
Bir yere varmak isteyenler ile varılacak yerin hayırlı olmayacağına inanlar, oylarını farklı kullandılar.
Bu ikilem, referanduma katılanların tercihlerini de genel ve yerel seçimlerden farklı biçimlendirdi.
Tipik örneği de MHP’de yaşandı.
Geçen yıl yerel seçimlerde Etimesgut, Gölbaşı, Kızılcahamam, Beypazarı, Nallıhan, Evren ve Bala’da MHP adayı iktidar partisinin adayını geride bırakarak seçimi kazandı.
Ancak referandumda MHP yönetiminin “Hayır” kararına karşın, yerel seçimlerde oyların yüzde 52.1’ini MHP’nin aldığı Kızılcahamam’da sandıktan yüzde 75 “Evet” çıktı.
Yerel seçimi MHP’nin kazandığı Bala’da da “Evet” oylarının oranı yüzde 75’e ulaştı.
Evren, Gölbaşı ve Beypazarı’nda ise sırasıyla yüzde 62-63-64’e...
Etimesgut ve Nallıhan’da da yüzde 50’lerin üzerinde “Evet” oyu çıktı.
* * *
Yerel seçimlerde iktidara muhalif yani CHP-MHP oylarının yüzde 74’ü aştığı Çankaya, yüzde 71 ile yine Ankara’nın “hayır rekoru”nda ilk sıraya yerleşti.
CHP-MHP oylarının yüzde 62’ye ulaştığı Yenimahalle’de ise sandıktan yüzde 56 “hayır” çıktı.
Sincan’da 2009 seçimlerinde oyların yüzde 47’si, CHP-MHP’ye gitti. Referandumda ise “Hayır” oranı yüzde 31’de kaldı.
Yerel seçimlerde CHP ve MHP’nin oyların yüzde 54’ünü aldığı Keçiören’de de “hayır” oranı, yüzde 40’da kaldı.
Yine son seçimde muhalefetin yüzde 56’ları aştığı Mamak’ta da, “hayır” oyları yüzde 46 oldu.
* * *
Ankara’da “evet rekoru” ise yüzde 85 ile Çamlıdere’den çıktı.
Çamlıdere’yi yüzde 83 ile Akyurt, yüzde 82 ile Pursaklar ve Haymana izledi.
* * *
Ankara’da referanduma katılım oranı Türkiye ortalamasının az üstüne çıkarak yüzde 80’lere ulaştı.
Başkent’te son yerel seçime katılım oranı ise yüzde 84’dü.
Yazının Devamını Oku

Komutan Logar

12 Eylül 2010
DÜN Çankaya Belediyesi’nin Emek Mahallesi’ndeki asfaltlama çalışmalarına değinmiştim. Bir çok sokakta asfaltlar pırıl pırıl oldu da.
“Malum milli sorun” devam ediyor. Büyükşehir Belediyesi ASKİ’ye ait, rögar kapakları meselesi yani.
Batı’da rögar kapakları artık birer sanat objesine, rögar kabartmaları rölyefe, asfalt resimlerine dönüşürken...
Bizde hala kapağın asfalt seviyesi tutturulamaz.
Ya çukurdur, ya da tepecik...
O kapakları yerleştirenlerin tümü miyop, astigmat ya da hipermetrop mudur. Yoksa plansız-programsız kazılar vb. nedenlerle bitmeyen yap-bozu mu ayarını bozar rögar kapaklarının, bilmiyorum.
Ama otomobil ya da yaya tuzağı, hepsi.
Mesela hangi akla hizmeten adının 18. Sokak yapıldığı belli olmayan, Emek 72. Sokak.
Rögar çukurları nedeniyle, otomobiller için slalom pisti.
Küçücük sokakta, en az 10-15 rögar çukuru var.
Ve ASKİ öyle bir serpiştirmiş ki yolun bağrına; birini atlatsan diğeri çapraz pusuda.
Sadece Emek mi?Ankara’nın her yeri öyle.
İsmi bile öğrenilemedi yıllardır, rögar, logar, rogar, loğar...
Batı’da sanat, bizde kara mizah malzemesi:
“Komutan Logar, bir cisim yaklaşıyor efendim...”
GORA filminin Komutan Logar tiplemesini anımsıyorum, her rögar çukurunda.
Rögar yolların, caddelerin, sokakların komutanı. Yaklaşan cisim ise bahtsız otomobiller.
* * *
Yıllardır sürüp giden bu yoktan meseleyi, tatil gününüze getirmek istemezdim ama...
Bu kadar zor mudur, bir rögar kapağını asfaltla aynı hizada ayarlamak.
Yok biz beceremiyorsak, ya yurtdışından bir uzman heyet getirtelim, onlar halletsin.
Ya da bizim “kaldırım mühendisleri”ni oraya temel eğitime filan gönderelim.
Yazının Devamını Oku

Emekli tornet

11 Eylül 2010
ŞİMDİKİ çocuklar harika da, “tornet”i bilmezler. Oysa bir kuşağın “mahalle çocukları” için tornet, tekerlekten sonra “ikinci büyük icat”tır.
Yapımı kolaydır, marangoz gerektirmez. (Hem siyaset kaykayı gibi değildir, ufak tefek “marangoz hatası”nı da kaldırır)
Bu yönüyle 1960’lardaki “Devrim Arabası”nı da, 1970’lerdeki “kendi uçağını kendin yap” projesini de sollamıştır.
İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış tüm çocuk zümreleri, yurdun her köşesinde tornetle kendi devrimini kendi yaparak, ayağını yerden kesmiştir.
Ki devrim de öyle yapılır zaten değil mi?
* * *
Önce bir inşaattan bekçi rızasıyla ya da kamusallaştırma yoluyla 80 cm. uzunluğunda, 40-50 cm. genişliğinde sağlam, düzgün bir kalas edinilir.
Tercihan üç numara zımpara kağıdı ile, tahtanın oturulacak yüzeyi pürüzleri giderilerek “kaymak”laştırılır.
Sonra sanayiden yalvar-yakar ya da yaşıt çırakların işbirliğiyle 4 adet çıkma rulman (bilyeli küçük tekerlek) edinilir.
İki sağlam tahta parçası, zımparalanan ana gövdenin ön ve arkasına dik açıyla çakılır.
Bilyeler iyice yağlanır ve ortasındaki delikle tahtaların ana gövdeden çıkan uçlarına sabitlenir.
Ön tekerlerin tahta aksı hareketli olur ki, dümen tutsun. (Ki, tekerleklerin çektiği yere değil, kendi istikametine gidebilesin)
Tornet artık gitmeye/kaymaya hazırdır.
Ama süslemeden olmaz.
Mabadın konacağı yer, mukavva ya da ince bir minderle döşemelenir.
Öne çakılan iki gazoz kapağıyla “far”lar halledilir.
İki küçük mukavvadan öne arkaya plaka yapıştırılır:
“O6 AB 1001”
Üzerine, “Chevrolet Impala”, “Müteahhit sağolsun”, “O şimdi talebe” filan yazmak, keyfe kederdir.
Bu anlattığım “hususi tornet”ler, elbette.
Bir de pazarcı kardeşlerimizin, bakkal çıraklarının kullandığı “ticari tornet”ler vardır ki, onlar sandık biçimi kasalarıyla gün boyu (bazıları ömür boyu) taşımacılık yapmışlardır.
* * *
Nerden çıktı bu tornet meselesi derseniz.
Biz yıllar önce Cumhuriyet Lisesi’nin oradan, yokuş aşağı bırakırdık tornetleri, 60. Sokak’ın neredeyse sonuna kadar kayardık hızla.
Sonra biraz büyüdük ne tornet kaldı, ne de o zamanki kaymak/kaydırak asfaltlar.
Emek Mahallesi’nin ara sokaklarının asfaltı, -yalan olmasın- tüm hayatım boyunca delik deşik, yamalı, çukur-mukur oldu hep.
Öyle izledik yıllarca, çukura kaçtı gözlerimiz.
Şimdi Çankaya Belediyesi asfaltlıyor sokakları.
Ve uzun yıllar sonra, bir tornet kayıp gidiyor içimden.
Çukurlar daha çok su kaldırır, yarın devam edeceğim.
Yazının Devamını Oku

Baklava savaşları

10 Eylül 2010
ARİFE, bir kadın ismi olarak nazik, zarif, yetenekli, ilim-irfan sahibi anlamına gelir de... Bayramın öncesindeki gün olduğunda, anında kisve değiştirir.
Her seferinde hengamedir; bir patırtı, bir gürültü, bir izdiham, bir telaş...
Bir tür “savaş hali”dir desem, eğreti durmaz.
* * *
Bu yıl da kulağıma çalınan “Arife günü” muhabbeti, alışverişten gidiyor elbette.
Hissettim ki “baklava-börek cephesi”nde kanlı-canlı muharebeler var.
Ve kalori hesabından olmasa da, araştırmacı gazetecilik babından, herşeyi göze alarak o mevkiye gitmeye karar verdim.
Nokta atışı olarak da, “Macunköy Erciyes Cephesi”ni seçtim.
Malum, orada cümle baklava-börekçiler, sıra sıra “hattı müdafaa”da.
* * *
Daha “intikal” ederken sağa-sola pusulanmış araç ordusundan tırstım ama, görev aşkı.
Her dükkanın önünde, flama misali dev pankartlar asılı:
“Bayram için baklava-börek siparişleriniz önceden alınır...”
Ama uzaydan görünecek ölçekteki duyurular, karşıdan görünmemiş olacak ki heryerde son gün yani “arife izdihamı”...
Hepsinin önünde kuyruk, her kuyrukta bayramlık ağızla bir tartışma/dalaşma.
Bir kere hiçbir dükkanda börek yok.
Oldu da benim gibi sormak gafletinde bulunursanız, işyeri sahibi/çalışanları ve baklava kuyruğundakilerin çoğunun gözünde “Bre, kim bu densiz” bakışı.
(O hengamede nazikçe gülümseyip, “Özür dileriz maalesef böreğimiz kalmadı” diyen ve bayramımı kutlayan Camuzoğulları’nı tümüyle ayrı bir yere koyuyor, teşekkür ediyorum)
* * *
Kuyruktakilerin çoğu ise koca bir bombanın, farkı şarapnelleri.
Sanki ertesi günü bayram değil, Kardak’a çıkarma yapacaklar.
Maazallah savaş çıksa, düşmana gerek yok.
Erzak stoku için çıkan arbede yeter...
Bilirsiniz bizde erzakla ilgili söylentiler, Nöroşirurji uzmanına 20 kiloluk soğan, 25 kiloluk pirinç çuvalı omuzlatır.
* * *
Neyse, tatlı yiyemesek de tatlı bağlayalım.
Şeker Bayramı’nız kutlu olsun, evdeki baklava stoğuna dikkat edin şekerlenmesin, elde kalan börekleri ise derin dondurucuya atın, bayatlamasın.
Yazının Devamını Oku

Güzel gün

9 Eylül 2010
İRLANDALI olmaları, protest halleri bile yeterdi ama, U2 ile kaynaşmadı pek kişisel müzik anlarım. Bir kaç şarkısı dışında, hemen hiç katılmadı gecelerime...
“Overrated”di, fazla büyütüldü filan da değil derdim.
Müziği gezmedi, dolanamadı içerlerimde.
Ama şu an “Her gün bir yerden göçmek ne iyi /Her gün bir yere konmak ne güzel” duygusunu, özellikle bir konsere gitme halini büyütmeseydim gözümde, o muhteşem konserde olmayı da isterdim doğrusu.
Hani bazen insanı koynuna alan o akraba ve koynuna aldığı o akrep duygu; az heves, çok üşenmek. Belki...
* * *
Yine de esen U2 fırtınası, uzaklarda kalan bir şarkıyı getirdi önüme, Beautiful Day’i.
Bono iki yakayı birleştiren Boğaz Köprüsü’nden değil de, sanki iki yakası hiç biraraya gelmeyen Kızılay’dan, Sakarya’dan geçmiş de sonra söylemiş gibi:
“Bir çiçektir kalp /Betondan bile fışkırıveren
Oda yok buralarda /Kiralık bir mekan, boşluk bile yok bu şehirde
Bahtsızsın sen /Ve derdin şu ki
Trafik tıkalı /Ve sen kıpırdıyamıyorsun hiçbiryere
* * *
Bir arkadaş bulabileceğini düşünmüştün
Bu şehirden kurtulmak için
Birisi sana elini uzatabilirdi
Sırf incelik olsun diye
* * *
Güzel bir gün /Kapanıyor gökyüzü, sen öyle istiyor, hissediyorsun
Güzel bir gün /Geçip gitmesine izin verme
* * *
Bu şehri seversin
Hatta işler yolunda gitmese bile
Sen şehrin heryerindesin
Şehir senin heryerinde...”
Yazının Devamını Oku

Kapamak

8 Eylül 2010
BODRUM Gümüşlük’ün eski halini bilirim. Çeyrek asır öncesini... Bir-iki lokanta, üç-beş ucuz ama sevimli pansiyon.
Ve muhteşem günbatımında kıyının sessizliğine, huzuruna bazen sıcak bir sohbetin fısıltısıyla, bazen akustik bir gitarın hafif tınısıyla eklenen insanları...
Gümüşlük’e uzun süredir gidemedim. Ama giden arkadaşlarımdan, çok değişse de büyüsünü hala yitirmediğini duyuyorum.
Gümüşlük dün sabah Radikal Gazetesi’nde çıktı karşıma. Gümüşlük’teki bir site yönetimi önlerindeki sahili kiralamış. Ardından 1 kilometre boyunca kıyıyı tel örgüyle çevrelemiş.
Üzerine de “Üye olmayan giremez” uyarısını çivilemiş. Çevredeki 10’a yakın site, yıllardır o sahili kullanamıyormuş.
Sen kalk üyelerinden ayda 5-10 lira topla, belediyeden koca sahili kirala, sonra da başkalarını oraya sokma...
“Evet kiraladık” diyen Belediye Başkanı da tartışmaları “yersiz”, site yönetimini “haklı” buluyor. İyi mi!
* * *
Gümüşlük’teki bu garabet, geçmişten bir sayfa getirdi önüme.
Ofisimiz Cinnah Caddesi’ndeyken, Tunalı’da Karum’a geçişlerde İlbank Sitesi’ndeki kestirme yolu kullanıyorduk.
Bir gün baktık, kapıdaki özel güvenlik “Geçemezsiniz yasak” diyor. Site yönetimi öyle karar almış! “Arazisini” yaya geçişine kapatmış!
Uzatmayayım, şimdi Eskişehir Yolu’na, DMC’ye taşındık.
Plazayı ATO önünden Söğütözü’ne bağlayan bir yol vardı. Bir süre sonra kapandı, meğer o yolun bulunduğu arazi kamuya değil, kişiye aitmiş.
Eskişehir Yolu’ndan DMC’ye gelirken, dönüşü kolaylaştıracak bir cep vardı. O da inşaat nedeniyle bir gün açıksa, bir hafta kapalı... Şimdi oturduğum sokakla ilgili mevzuatı araştırıyorum. Bir açık bulursam, niyetim mahalleliden 5-10 lira toplayıp, o sokağı 49 yıllığına kiralamak.
Sonra bakacağız duruma; artık trafiğe mi kapatırız, yayaya mı, seyyara mı, sonraki iş.
Hele bir kiralayalım.
Yazının Devamını Oku

Al gözüm seyreyle

7 Eylül 2010
TELEVİZYONDA izlemiştim. Pursaklar’da bir otomobil refuje çıkıyor.
İki kişi yaralı, içinden çıkartmaya çalışıyor ekipler.
Millet toplanıp, çoluk çocuk 45 dakika seyrediyor.
“Film”i...
Zaman geçtikçe kimi esniyor, kimi “uzun oturuyor”... Ama seyretmeye devam.
Biri çekirdek satsa, tam olurdu ama...
Kaza bu, nerede, ne zaman geleceği bilinmez. Denk gelmedi demek.
* * *
Eskiden inşaatları seyretmek isterdi de insanlar. Etrafı kapatılırdı, kalaslarla, tahta perdeyle.
Ya içerde ne olduğu bilinmesin diye.
Ya seyredenler birisi düşmesin temele...
Ama bir kaç budak deliğini denk getirip, yine de seyrederdi kentli inşaatı.
Dakikalarca, hatta saatlerce...
Sevgi Soysal’ın “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti” romanında, kahramanlarını Kızılay’da kesilen bir kavak ağacının başında buluşturması gibi.
Kesilen, sonra kökü sökülen kavağı seyrediyorlardı insanlar saatlerdir, hep birlikte...
İnşaattan, kavaktan, ağaçtan “mevzu” üretip, bazen bir kaç kelime konuşuyorlardı aralarında:
“Kavakların hepsini keseceksin azizim, alerji yapıyor...”
“Adam ne temel atmış, yerin 7 kat dibine indi valla...”
* * *
Al gözüm seyreyle Salih...
Bakıyoruz, bakınıyoruz hep.
Şehre bakıyoruz, caddelere, sokaklara, kaldırımlara...
Bazen hiç görmeden, o yorgun alışkanlıkla.
Bakıyoruz da...
Herodot’un asırlar önce dediği gibi, kulaklarımıza gözlerimizden daha fazla inanıyoruz.
Yine, hala...
Yazının Devamını Oku