Paylaş
İnsan merkezli olmak nedir?
Deniyor ki, “Ne demek insan merkezli olmak? Tüm siyasetler insan merkezlidir. Aksini söyleyerek siyaset yapan mı var?”
Aksini söyleyen yok, ama aksini yapanlar var. Söylerken doğru söylediler ama eyleme geçince aksini yaptılar.
Eğer öyle yapmasalardı bu ülke bu halde olur muydu?
İnsanların gün ortasında otele kapatılıp diri diri yakıldığı, gelirin %80’ini nüfusun % 5’inin paylaştığı bir coğrafyada insan merkezli siyaset yapıldığını söylemek insana ve akla hakaret değil de nedir?
Zinayı suç sayarak ‘kadınların korunması’ nutukları atılmıyor mu?
Atılıyor, hem de tüm şiddetiyle. Şimdi, adına ‘istatistik’ denen şu garabet ve saptırma belgesine bakın:
Türkiye’de geçen birkaç yılda sonuçlanan boşanma davalarının yıllık ortalama sayısı 30 bin civarında. Bunların ‘zina’ gerekçeli olanları % 69.
Önemli olan bundan sonrası:
Zina gerekçeli boşanma kararlarının % 64 tanesi ‘kadının zinası’ gerekçesine dayalı.
Bu doğru ise Türkiye’de ‘zina’ eden kadınların sayısı ‘zina’ eden erkeklerin sayısından 16 kat fazla. Siz buna inanıyor musunuz? Ertuğrul Özkök, bu riyakâr-ısmarlama istatistik üzerine yazdığı yazıda taşı gediğine şöyle koymuştu:
“Bu istatistiğe bakarsanız, bu ülkenin kadınları ‘zinacı’ ama erkekleri birer namus timsali. Siz hayatınızda böyle ikiyüzlü bir istatistik gördünüz mü?” (Hürriyet, 8 Eylül 2004)
İşte, tüm siyasetlerin ve siyasetçilerin ‘insancı ve insan merkezli’ olduğu iddia edilen Türkiye bu...
Nerede o insan merkezli siyasetler?
Onlar nerede ki, altı-üstü nimetlerle dolu bu ülkede 45 milyon insan açlıkla yoksulluk sınırı arasında gidip geliyor?
Biz; söylenenleri değil, yapılanları siyaset sayıyoruz. Yapılanlar işte bunlar.
‘İnsan merkezli’ olmanın ilk anlamı, insanı sadece insan olduğu için sevip saymaktır.
İnsan merkezli siyaset, şu insan, şucu insan, falan renkten, filan ırktan, dinden veya mezhepten insan yerine sadece ‘insan’ diyen bir siyasettir.
İnsan merkezli olmanın Türkiye özeli açısından anlamı, Türkiye haritası içinde yaşayan herkesin aynı haklara ve değere sahip olması ve bunun gereklerinin hayata yansımasıdır.
Türkiye çok çeşitli medeniyetlerin, ırkların, dillerin, dinlerin, renklerin ve desenlerin kaynaştığı bir coğrafya. Bu muhteşem coğrafyadaki değişik renkler, gelecek zamanlara uzanan kader birliklerini en son Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’nda bir kez daha tarihin önüne koyarak sonsuza doğru bu birliktelikle yürüyeceklerini dünyaya göstermişler, ‘Türk Milleti’ ortak adıyla Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuşlar.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu kader beraberliğinin elle tutulur en güçlü ifadesidir.
Ortak devletteki renk ve desenleri, Türk halkının korunması ve güçlenmesi yerine onun dağılması veya sömürülmesi için bahane yapanlar, aldanmakta, oyuna gelmekteler. Onlar insana da, insan merkezli anlayışa da kötülük etmektedirler.
Böyleleri, ülkenin nimet ve imkânlarını dışarıdan birilerinin yararlanmasına açmanın bilinçsiz araçlarıdır.
İnsan merkezli olmanın bir anlamı da klasik kalkınma anlayışından, insan odaklı gelişme anlayışına dönmektir. İnsan merkezli olmayan kalkınma anlayışları, sadece insanı tahriple kalmamış, doğayı, doğal kaynakları ve doğal hayatın kazandıracağı mutluluğu da tahrip etmişlerdir.
Bendeniz, bu topraklarda ‘insan merkezlilik’ derken şunu da kast ederim: Türk halkı veya Türk insanı, Malazgirt’ten Çanakkale’ye, Kurtuluş Savaşı’na kadar iman, hayat, paylaşım ve kader birliği yapmış her renk ve meşrepten insanın vücut verdiği bir ‘yurttaşlar topluluğu’dur.e insan merkezli dünya derken de şunu özlerim:
Bir dünya kuralım ki, orada, eşya değil, insan kutsal olsun! Bir dünya kuralım ki, orada tüm yeryüzü mâbet, tüm meşru fiiller ibadet olsun!
Paylaş