Paylaş
İmanla imkânın ilişkisi çok esrarlı bir ilişkidir. Tarihi yazanlar, ama daha önemlisi tarihi yaratanlar bu esrarlı ilişkinin vücut verebileceği sonuçları çok iyi tahmin edebilen insanlardır.
Tarih yaratmak, imanla imkân ilişkisini iyi tahlil etmeyi, değerlendirmeyi kaçınılmaz kılmaktadır.
Üzerinde olduğumuz konu açısından, sadece Tanrı’nın değil, tarihin de imzaladığı gerçek şudur:
İman yoksa imkân hiçbir işe yaramaz; ama iman varsa imkânın azlığı zaferi engelleyemez.
Daha açık ifade edelim:
İman, imkân yaratır ama imkân iman yaratmaz. Tam tersine, imkânın bolluğu, imanı zaafa uğratabilir. Çünkü imkân bolluğu gevşeme, pelteleşme, gurur ve yozlaşma getirebilir.
Tarih yaratanların en büyüklerinden biri olan Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a, dümeni bozuk, çürük bir tekne yerine, güvertesinde hizmetçilerin dolaştığı görkemli bir vapurla gitseydi, mayalandıracağı savaş Kurtuluş Savaşı değil, İngilizlere manda olma savaşı olurdu.
İman varsa imkânın azlığı ilave kuvvet oluşturur. Yani iman varsa imkânın azlığı güce dönüşebilir. Güçsüzlerin gücünün korkutması bundandır.
İmkân yiyenlerin sonu bitiş ve çürüyüştür.
Türkiye, Atatürk’ün ölümünden itibaren imkân yiyenlerin yönettiği ülke oldu. Büyük bir imkândı yedikleri. Öyle bir imkân ki, bugün hâlâ, kendisine sövenleri bile lütuflandırmaya devam ediyor.
Atatürk, çok büyük bir imkân yaratmıştı. Ona en küçük bir ekleme yapılsaydı Türkiye bugün Japon mucizesini geride bırakmış olacaktı. Ama hiçbir ilave yapılmadı. Çünkü Atatürk sonrasındakilerin hiçbirinde yaratıcı diyalektikten nasip yoktu. Hepsi imkân yiyici, hazırcı idi.
Türkiye’de imkân yiyenlerin dincisi ve liberali ile geldikleri ve ülkeyi getirdikler yer ortadadır. Bunlarda yaratıcı iman olmadığı için sürekli imkân yediler ve tükendiler.
Hiçbir imkân, büyüklüğü ne olursa olsun, sonsuz güç sağlamaz. Çünkü imkân, yaratılma süreci bitip tükeniş süreci başlayan varlık alanlarını ifade eder. Ama iman, sürekli yaratan, yenileyen, engel aşan kudrettir.
İman, yaratıcı diyalektiğin işlemekte olduğunun göstergesidir.
Türkiye’de, özellikle siyaset, bir miras yediler alanıdır. Hemen bütün partiler ya birinin devamıdır yahut da birinden devralmadır. Mevcut partiler içinde, yaratıcı siyaset adamının eseri ve ürünü olan parti, bir tanesi hariç yoktur. Mevcut partiler içinde, lider partisi yoktur. İktidar partisi başta olmak üzere, hepsi milletvekili aşırma veya kongre oyunlarıyla ele geçirilmiş ‘genel başkan partileri’ durumundadır.
Mirasyedilerin imanı, imkânlarının önüne geçemez. Mirasyediler, imkânları imanlarından zerre kadar geride kaldığında ölüm çığlıkları atmaya başlar, çil yavruları gibi dağılırlar. Onlar, nimetlerin harmanlandığı sofraların buharına ve büyüsüne tutkundurlar. İmkânsızlığın zorunlu kıldığı yaratıcı dehadan yoksundurlar. Bildikleri tek şey, hazır yemektir. Hazır bittiği anda onlar da biter. Onun içindir ki, mirasyedilerin tümü, şunun veya bunun, ama mutlaka birinin devamı olduklarını söyleyerek işe başlarlar. Çünkü birilerinin devamı olmadığını söylemek “İmkân yemeyeceğim, yaratacağım” demekle eşanlamlıdır.
Mirasyedinin beyin ve ruh çapı böyle bir şeyi değil söylemesine, hayal etmesine bile müsait değildir. Mirasyedinin biricik meziyeti, hazır nimet gördüğünde ağzından sular akıtmaktır.
İman, imkânsızlığı zafere dönüştüren esrarlı kuvvettir.
İman ve imkân açısından biraz da Türkiye’nin genel durumuna bakalım.
Türkiye bugün, Kurtuluş Savaşı’na ön gelen günlerin şartları içine itilmiş bulunuyor. Bu noktada çok ciddî gariplikler de var:
Türkiye’ye yapılmak istenenler, Türkiye’nin götürülmek istendiği yer bakımından durum 1919’dakinin aynı. Geriye kalıyor, imkânlar ve iman konusu. Bugünkü imkânlarımız, Kurtuluş Savaşı günlerininkilere nispetle çok büyük, çok zengin. O günün çamurlu sokaklarında bugün son model lüksotomobiller dolaşıyor, o günün çamurlu alanlarına bugün uçaklar, hatta özel helikopterler inip kalkıyor. TOBB, 22 milyon dolara helikopter alarak Başbakan’a hediye ediyor. İktidar elemanları, ahır açılışlarına bile özel helikopterlerle gidiyorlar.
İşi iman noktasından irdelediğimizde ise durum çok şaşırtıcı, sarsıcı ve ürkütücüdür. Bu ürkütücü durumu da yarın ele alacağız.
Paylaş