Yalçın Doğan

Reklam gerçek oldu, sıra ateş dansında

8 Şubat 2008
KÜRTÇE davetiye mi? Bundan sonra dibine kadar.<br><br>Sokaklara Kürtçe pankart mı? Bundan sonra dibine kadar. DTP’li belediyelere para mı? Bundan sonra dibine kadar.

Herhangi bir bakanlık ya da kamu kuruluşundan bir istek mi? Bundan sonra dibine kadar.

Madem artık eşitlik var, bundan sonra hepsi dibine kadar.

DTP yatıp kalkıp AKP ve MHP’ye dua ediyor. Türbanlılardan daha fazla dua ediyor. Anayasa değişikliği, sadece DTP’nin değil, şu anda akla gelmeyen pek çok kuruma, her türlü kamu hizmetinden yararlanmayı dibine kadar açıyor.

10. MADDE

Anayasa’nın 10. maddesi yeni biçimiyle şöyle:

"Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde ve her türlü kamu hizmetlerinden yararlanılmasında kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar".

Hem bütün işlemler, hem her türlü kamu hizmeti. Akla gelebilecek her türlü kamu hizmeti, her kurum için serbest hale geliyor. Bu kadar geniş. Üstelik çok demokratik görünüyor. Ama, bu değişikliği yapan AKP ile MHP’nin aklına bile getirmediği sonuçlara yol açacak nitelikte. Demokrasi ile anarşinin birbirine karıştığı bir nokta.

CİNDORUK’TAN YORUM

Deneyimli siyaset adamı, TBMM eski başkanı Hüsamettin Cindoruk buna dikkat çeken çok az hukukçudan biri:

Amacını çoktan aşan yeni düzenlemeye Cindoruk, "Başka anayasalarda eşitlik kavramını bu kadar genişleten bir hüküm yok" diyor ve ekliyor:

"MHP, karşı olduğu, ayrılıkçı olarak gördüğü DTP’nin devletten alacağı hizmetlere, hatta onun ötesinde ayrılıkçı düşünceye yol açmış oldu".

Türban yapayım derken, DTP’nin önünü açmak. DTP’nin önünün açılmasına, demokrasi içinde kaldığı sürece, benim itirazım yok. Ama AKP’nin, hele de MHP’nin çok itirazı var. MHP, DTP’lilerin yüzlerine bile bakmıyor, ellerini bile sıkmıyor, şimdi kendi eliyle her türlü kamu hizmetini altın tepside sunuyor. Türban uğruna yola çıkan AKP ve MHP, kazdığı çukura düşüyor.

Her türlü işlem, her türlü hizmet. Bu yeni kuralı istediğiniz gibi yorumlayın, sınırı belirsiz bu kadar geniş bir kavramla kim bilir daha neler yapmak mümkün?

Bir zamanlar bir banka reklamı var, hizmette sınır yok, diye. 10. madde ile artık öyle. Reklam gerçeğe dönüşüyor, sıra ateş dansına geliyor.

İçişleri’nde 1.5 aylık gecikme

İKİ gün önce, Diyarbakır’ın Sur ilçesinde yenilenmesi gereken belediye başkanlık seçiminin nasıl ertelendiğini yazıyorum.

O yazıda bir tarih ve bir tespit var. Danıştay Dava Daireleri Kurulu 18 Ekim 2007’de belediye başkanlığının düşürülmesini onaylıyor, bunu Yüksek Seçim Kurulu’na (YSK) 31 Aralık 2007’de bildiriyor. Bu gecikme, yeni yıla girildiği için, Sur belediye seçimini 2009’a bırakıyor.

Dün Danıştay Başkan Vekili Sinan Yörükoğlu arıyor:

"Bir tarihi düzeltmek isterim. Biz, yazdığınız gibi, 18 Ekim’de karar verdik. Kararı 19 Kasım’da İçişleri Bakanlığı’na gönderdik. YSK’ya göndermek, bakanlığın görevi".

Bu durumda, İçişleri Bakanlığı Sur seçiminde Danıştay’ın kararını tam 1.5 ay bekletiyor. Kararı yılın son gününde YSK’ya göndererek, Sur’da seçimin yenilenmesini engelliyor.

Hukuk devleti dediğin, böyle olur. Yargı kararına karşı AKP siyaseti.
Yazının Devamını Oku

MHP ilk kez askere fiilen saldırdı

7 Şubat 2008
KURT işaretiyle ülkücülerin biri çıkıyor, "tekbiiiiir" diye bağırıyor, yanındaki tayfa aldığı emir üzerine, "Allah-ü Ekber, ya Allah Bismillah Allah-ü Ekber" nidalarıyla düşman siperlerine saldırıyor. Düşman siperlerindekiler Kudretli Albay Alparslan Türkeş’in can ciğer meslektaşları, emekli askerler.

Mizah filan değil, aynen böyle. Önceki gün MHP Genel Merkezi önündeki manzara bu. MHP ilk kez askere fiilen saldırıyor.

Bu bir kırılma noktası. Askerle MHP’nin kırıldığı an.

ASKERDEN BİR MİLYON OY

Türbanda AKP ile işbirliği yapmasından dolayı, MHP’ye içerleyen geniş kitle arasında emekli askerler de var.

Önceki gün Türkiye Emekli Subaylar Derneği (TESUD) öncülüğünde, Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği, Türkiye Muharip Gaziler Derneği ile Türkiye Harp Malulü, Gaziler, Şehit, Dul ve Yetimleri Derneği MHP’yi protesto amacıyla, MHP Genel Merkezi’nin önüne siyah bir çelenk bırakmak istiyor.

Çelengin üstünde bir yazı var: "Tarifsiz Düş Kırıklığımızla."

Bu sözün derin bir anlamı var, bir gerçeği ifade ediyor.

Siyah çelengi bırakanların kendileri, aileleri, yakınları arasında son seçimde MHP’ye oy vermiş çok sayıda insan var. Askerin hesabına göre, yaklaşık bir milyon oy.

Tarifsiz düş kırıklığı bu nedenle.

MHP’ye oy veren emekli askerler, MHP’den şimdi hesap soruyor. MHP’ye oy verirken, AKP sıkıştığı anda, sen onun koltuk değneği ol, diye oy vermiyorlar. Hele de, türban gibi laik Cumhuriyeti tehlikeye iten bir eylemde, oy verdikleri MHP’nin AKP ile kol kola girmesini içlerine sindiremiyorlar.

Tarifsiz düş kırıklığı, siyah çelengin anlamı bu. Bir milyon oyun düş kırıklığı.

KUDRETLİ ALBAYIN KEMİKLERİ

Ancak, çelenk bırakılamıyor. Çünkü, MHP Genel Merkezi önünde mevzi tutan ülkücüler Allah Allah nidalarıyla emekli askerlere saldırıyor, çelengi parçalıyor. Neredeyse, emekli askerleri de parçalayacaklar.

Bu bir kırılma noktası. Askerle MHP’nin kırıldığı an.

MHP’nin felsefesi, fikri düzeyde Balkan Harbi’ne, Türk Ocakları’na kadar iniyor. Askerle hep iç içe.

27 Mayıs’ta İhtilalin Kudretli Albayı Alparslan Türkeş MHP’nin kurucusu ve ölümsüz lideri. Türkeş ile asker arasında hiçbir tarihte çatışma ve sataşma yok.

O kadar yok ki, 12 Eylül’de yargılanırken bile, MHP’nin sözü belleklerde: "Biz burada yargılanıyoruz, ama bizim fikirlerimiz iktidarda."

Hapiste iken bile, askerle MHP arasındaki özdeşlik böylesine vazgeçilmez. Kaldı ki, Türkeş hayatta iken, MHP Genel İdare Kurulu’nda çok sayıda emekli asker var.

Şimdi ne oluyor da, Devlet Bahçeli askerle kavga ediyor? Dayandığı tabanı karşısına alıyor. Kuruluş felsefesiyle bağlarını kopartıyor. Efsanevi lideri Türkeş’in kemiklerini sızlatıyor.

MHP ESKİ MHP DEĞİL

Şu anda MHP milletvekilleri arasında üç emekli asker, general var. Kürşat Atılgan (Adana), Hamza Hamit Homriş (Bursa), Kamil Erdal Sipahi (İzmir). Masum bir çelenk nedeniyle, onlar kendi meslektaşlarına yapılan saldırıyı içlerine sindiriyor mu? Emekli asker olarak, türbana evet mi diyor?

Bahçeli’nin milliyetçi nutukları artık kandırmaca. MHP rotası, AKP yedeğinde artık okyanus ötesi. MHP artık bilinen milliyetçi MHP değil.

Türban üzerinden askerle yaşadığı kırılma noktası, bunun en çarpıcı kanıtı.
Yazının Devamını Oku

Elbirliği ile Sur darbesi

6 Şubat 2008
AVRUPA koridorları "Türkiye’de demokrasi yok" sesleriyle çınlıyor. Hayır, türbandan dolayı değil, kimsenin aklına gelmeyen bir nedenden, "Türkiye’de seçim yapılmıyor" itirazından dolayı. Yok, 2009 Mart’ına kadar seçim, meçim yok. Ara seçim, kısmi seçim, adı ne ise, bunların hiç biri yok. Belki kimse tam farkında değil, 1 Ocak 2008 itibariyle, Türkiye yasal açıdan, seçim ortamına girmiş bulunuyor. Bunun kanıtı Diyarbakır’ın Sur Belediyesi.

GÖREVDEN ALMA

Diyarbakır’ın Sur ilçesi DTP’li Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş organ bağışı için Türkçe ve Kürtçe afiş bastırıyor.

"Sen nasıl Kürtçe afiş bastırırsın" gerekçesiyle, Demirbaş görevinden alınıyor. Sur’da halkın yüzde 72’si Kürtçe konuşuyor, diye kendini savunsa da, nafile. O olayın başka boyutu.

Yenilenmesi gereken seçimle ilgili boyutu ise, hukuk içinde bir vodvil.

Görevden alma sonucunda, Belediye Başkanlığı boşalıyor. Altmış gün içinde seçim yapılması gerek. (2972 sayılı Yerel Yönetimler Seçim Yasası, madde 29).

ŞU TARİHLERE BAKIN

Ama, Belediye Başkanı Danıştay’a başvuruyor. Danıştay 8. Dairesi 15 Haziran 2007’de görevden almayı onaylıyor.

Aradan üç ay geçiyor, yani doksan gün. Diyarbakır 1. Merkez İlçe Seçim Kurulu 18 Eylül 2007’de Yüksek Seçim Kurulu’na soruyor: "Sur’da seçim yapabilir miyiz?"

Hayır, yapamazsınız. Bu kez Danıştay 8. Daire kararına itiraz var. İtirazın görüşülmesi gerek. Dosya Danıştay Dava Daireleri Genel Kuruluna gidiyor.

Dava Daireleri 18 Ekim’de görevden almayı onaylıyor ve karar kesinleşiyor.

Danıştay’ın 18 Ekim 2007’de aldığı karar, Yüksek Seçim Kurulu’na 31 Ocak 2007’de bildiriliyor.

Danıştay’dan Yüksek Seçim Kurulu’na dosya tam iki buçuk ayda gidiyor. Baş döndüren bir hız.

KİRİTİK GÜN

31 Ocak kritik bir tarih. Ertesi gün 1 Ocak, yeni yıl. 2009’a bir yıl var.

Yine yerel yönetimler seçim yasasına göre, yerel seçimlere bir yıl kala, ara seçim yapılmaz, bütün seçimler hep birlikte yapılır, kuralı işliyor.

Yüksek Seçim Kurulu 5 Ocak 2008’de, bu maddeye dayanarak, "Sur seçimleri 2009’da yerel seçimlerle birlikte yapılır" kararına varıyor.

AİHM’DE KIYAMET

Görevden alma ve bunun onaylanması ayrı. Kürtçe afiş astı, diye, bir belediye başkanını görevden almak, zaten başlı başına bir skandal. Ama, hukuki kılıfı tamam.

Ya tarihler? Sur’da seçimi engellemek için, her şey yapılıyor. Sonuçta, zamana karşı yarış kazanılmış oluyor. Kazanan kim? AKP. Kaybeden? Hukuk. Ya kaybedilen? Sur’daki insanlar.

Abdullah Demirbaş Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvuruyor. AİHM koridorlarında olayı duyan herkes, aynı kanıda:

"Türkiye’de demokrasi yok".

Baştan sona yüz karası.

Geciken hukuk, hukuk değildir, kuralı yine işliyor. Yüksek yargı organları türbanla ilgili olarak seslerini yükseltiyor, AKP’ye karşı çıkıyor. Doğru. Ama geciken kararlarıyla, AKP’nin ekmeğine yağ sürüyor.

Şu Sur skandalının neresi hukuk?
Yazının Devamını Oku

Demirel’e kulak verin

5 Şubat 2008
DAHA türban yasağını kaldırmakla ilgili fiili girişim yok. MHP’nin türbana balıklama dalması daha ortada yok. Daha böyle bir gündem yok. CHP eski milletvekili Bülent Tanla Ankara’da 12 Ocak günü Süleyman Demirel’i ziyaret ediyor. Türban açıklamasından bir kaç gün önce.

Demirel, Tanla’ya:

"Yeni Anayasa’da ya da onu beklemeden, türban için yasal bir düzenleme yaparlarsa, Türkiye için iyi olmaz. Türkiye geriye gider."

Demirel, türban yasağının kaldırılması girişimini önceden fark ediyor.

GÜVENLİK VE DIŞ AÇIK

Fark etmenin ötesinde, kaygı duyuyor, ekliyor: "Türkiye’yi yönetmek zorlaşır".

Zorluğu körükleyecek çok ayrı iki nedeni vurguluyor Demirel.

1- Asayiş sorunu.

2- Dış ödemeler dengesi açığı.

Kendi deneyimlerinden biliyor. Asayiş sorunu ile dış ödemeler açığı yan yana geldiğinde, iş çatallaşıyor.

Demirel’in bu sözlerini iyi okumak gerek. Ne de olsa, erbabı bilir.

Türban-asayiş-dış ödemeler dengesi açığı, tehlikeli bir üçgen. Tehlikeli üçgenin fitilini türban ateşliyor. Diğer ikisi zaten var.

"Türkiye geriye gidiyor". Nereye, nasıl gidiyor? "Türkiye’yi yönetmek zorlaşıyor". Zorluk nasıl bir sonuç yaratıyor?

Tanla’nın dediği gibi, "Meclis’te türban aritmetiği var, ama türban Türkiye’nin geometrisini bozuyor."

AKP’nin Demirel’i uzun uzun dinlemesinde çok yarar var. Kendi iktidarı için. Ayrıca, hepimiz için.

Erdoğan dediğim dedik

İNŞAAT ve tekstil başta, pek çok sektör güç durumda. Halkın yarısı ayda 800 YTL ile geçinme derdinde.

Tayyip Erdoğan’ı çok yakından tanıyanların gözlemi dikkat çekici:

"Türbana inancı var, tamam, ama ayrıca ekonomik sıkıntıları unutturmak için, türban kendisi açısından iyi bir fırsat."

Fırsat gibi görünen sıkıntıyı şu an unutturmak, geçici. Temelde sorunu çözmüyor. Türban ve Erdoğan’a dönük gözlemler sürüyor:

"İnatçıdır, önyargılıdır, kimsenin sözünü dinlemez. Dediğim dedik. Aklına koyduğu bir konuda, kendisini ikna etmek çok zordur."

Bu tanımlama, eğer doğru ise, bilimsel kuşku nafile. Bu durumda, ben yanılıyor muyum, acaba nerede yanılıyorum, gibi, her insanın zaman zaman kendine sorması gereken soru, Erdoğan için geçersiz.

Türbana dönük onca eleştiri, rejime dönük ciddi uyarılar var, Erdoğan bunları görmüyor mu, okumuyor mu? Onu yakından tanıyanlar:

"Karşı yazılardan mutlu bile olur."

Eğer, bu gözlem de doğru ise, vay halimize.

AKP’de dört solcu

TÜRBAN yasağının kaldırılmasına ilişkin dört AKP’linin tutumunu yine de merak ediyorum. Dört eski sosyal demokratın tavrını.

Turizm ve Kültür Bakanı Ertuğrul Günay ile Zafer Üskül ve Haluk Özdalga ile Ayşe Bahçekapılı.

Türbana özgürlük, herhalde onların da inancı. Soldan AKP’ye büyük dönüşün yanında, türban elde var bir. Yine de, geçmişin derinliklerinden gelebilecek ince bir sızı, aynalarda yankılanıyor mu?

Gerçi çok zaman değil, seçimden bu yana geçen altı ay içinde, onların AKP’ye uyumu müspet ve makul ve münasip ve hatta makbul.
Yazının Devamını Oku

Annesini yedi ama yavrusunu kurtardı

3 Şubat 2008
Parçaladığı, öldürdüğü ve yemekte olduğu dişi maymunun birkaç aylık canlı yavrusunu son anda fark ediyor. Legadema, vahşi ormanın son kralı, genç bir dişi leopar. Annesinin üç yavrusundan biri. Ormandaki her türlü tehlikeden korunmasını biliyor, diğer iki kardeşi başka hayvanlara yem olmaktan kurtulamıyor. Ama o, içgüdüleri en gelişmiş leoparlardan biri olarak, hem tehlikeyi atlatmasını biliyor, hem de nerede, hangi adımı atacağını. Leoparların rekorlarını altüst ederek, hiçbir avını kaçırmıyor.

İşte, yine gözünü bir maymuna dikiyor. Leoparlar için tehlikeli bir sürünün içindeki maymunu, ince zekasıyla sürüden çekip çıkartıyor. Sivri pençeleriyle bir vuruşta maymunu yere indiriyor, keskin dişlerini onun boynuna geçiriyor. Av tamam, maymun sürüsü henüz farkında değil.

Legadema öldürdüğü dişi maymunu, kem gözlerden saklamak için, bir ağacın en üst dallarına çoktan taşımış bile. Avını yemeye başlıyor.

Aniden bir kıpırtı, bir hareket, korkuyla dolu cılız bir ses. Legadema avından başını kaldırıyor, sesin geldiği yere bakıyor, yediği maymunun arka bacaklarını pençesiyle kaldırıyor. Bir de ne görsün, herhalde 15-20 günlük bir yavru. Parçaladığı dişi maymunun yavrusu.

Yavru maymun o ana kadar kendini, ölmüş annesinin arka ayaklarıyla karnı arasında saklamayı başarıyor. Leoparın dişleri yavaş yavaş ona yaklaşınca, korkusunu daha fazla bastıramıyor, o çelimsiz haliyle daldan aşağıya kaçmaya çabalıyor. Legadema yavruyu o anda fark ediyor.

ÇAKALLAR TETİKTE

Avını bırakıyor. Büyük şaşkınlıkla yavru maymuna bakıyor. Tırnaklarını içeri çekerek, yumuşak patileriyle, maymun yavrusunu önce aşağıya düşmekten koruyor. Sonra, kendine çekiyor, kucaklıyor. Ardından onu şefkatle yalamaya başlıyor. Ürkütmekten korkarak.

Annesini yiyor, ama yavrusunu titizlikle yalıyor. "Korkma, benden sana tehlike gelmez" aşısı.

Yavru maymun, annesini gözü önünde yiyen leopara nasıl güvensin? Sevgiyle kucaklama tamam, ama annesi de yarım metre ötesinde cansız yatıyor. Panikle, kaçmaya çabalıyor. O daldan aşağıya inmek istedikçe, Legadema her seferinde onu kendine çekiyor, kucaklıyor.

Çünkü, aşağıdaki tehlike büyük. Kan kokusunu alan çakallar ağacın altına doluşmuş, anne maymundan kalan son parçaları bekliyor. Ya da yavru maymunun aşağıya düşmesini... Küçük de olsa, zahmetsiz bir av partisi.

Ağacın tepesindeki kaçma ve kucaklama seansı bir, üç, beş, on sefer tekrarlanıyor. Aşağıdaki çakalların çığlıkları yavru maymun için, hayatının sanki son demi.

Legadema bakıyor ki, olmuyor, yavruyu ikna etmek zor, tehlikenin farkında değil ve kendisine de güvenmiyor, o halde onu çakallardan korumak gerek. Avını bırakıyor, yavruyu incitmeden ağzına alıyor, ağaçtan ağaca, daldan dala, yavruyu oradan kaçırıyor. Eskiden beri bildiği, güvenli bir ine taşıyor.

YAVRUYLA SARMAŞ DOLAŞ

Bir sonraki sahne, gece yarısı. Sakin ve sessiz bir in. Legadema ile yavru maymun, sarmaş dolaş, leopar yavru maymunu emziriyor.

National Geographic Wild kanalı hayvanlar dünyasını, vahşi hayatı çok iyi anlatan muhteşem belgeseller yayınlıyor. Kelebeklerden köpekbalıklarına, penguenlerden büyük kedilere, ayılardan farklı kuş türlerine kadar. Keyifle, çok sık izliyorum.

Geçenlerdeki belgesel, özetlediğim "Legadema, Bir Leoparın Gözüyle", gerçek bir efsane. Sadece öldürmeye ve vahşete kurgulanmış bir leoparın "insanlığa dönüşü". Yok canım, bence insan o leopardan daha vahşi.

Bir insan işlediği cinayet sonrası, tanıkları ortadan kaldırmak için, çocuk filan dinlemez, hepsini öldürür. Çok örneği var.
Yazının Devamını Oku

’Ama hangi Atatürk’

2 Şubat 2008
SENİN ülkeni işgal ediyor. Seninle dört yıl savaşıyor. Seni coğrafyadan silmek istiyor. Üçü de, yıllarca senin can düşmanın. İngiltere, Yunanistan ve Fransa. Birinci Dünya Savaşı ile Kurtuluş Savaşı’nın üstünden on yıl geçiyor. 1932’de Türkiye’nin o zamanki adıyla Milletler Cemiyeti’ne (Birleşmiş Milletler) üye olmasını en çok savunan üç ülke, eski can düşmanlarımız İngiltere, Yunanistan ve Fransa. Bu bir politik dehanın ürünü. Atatürk’ün. Sadece bu mu?

Taha Akyol’un son kitabı "Ama Hangi Atatürk". İmparatorluğun dağılma sürecinden başlayarak, müthiş iç ve dış mücadele ve savaşlarla dolu Atatürk’ü anlatıyor değil, ince ince analiz ediyor. Sadece asker ve siyasi kimliğiyle değil. Çok hassas insani yönüyle. Örneğin:

Kurtuluş Savaşı’nda bir ara mağlubuz. Yunanlılar Polatlı’ya kadar yaklaşıyor. Ankara elden gitme tehlikesiyle karşı karşıya. Mustafa Kemal Ankara’ya özel kalem müdürüne talimat gönderiyor: "Fikriye Hanım’ın iki gün zarfında emniyetli biçimde Keskin’e hareket etmelerini sağlayınız, mühim eşyalarını Kayseri’ye gönderiniz". (T.Akyol, a.g.k., s.323).

26 Ağustos Savaşı’nı kaybedersek, Ankara’nın Kayseri’ye çekilmesi söz konusu. Ülkenin ölüm-kalım meselesi. Mustafa Kemal bir yandan da sevdiği kadını düşünüyor.

TAHA AKYOL VE BEN

70’li yılların sağ-sol çatışmasında Taha ve ben çok ayrı kutuptayız. O hızlı bir MHP’li, ben hızlı bir sosyalist. İdeolojik olarak, hayat tarzı olarak ben bugün de, sosyalist inancımı koruyorum. Taha bugün AKP’ye yakın.

Karşıt kutuplardan gelmemize, bugün de farklı siyasal çizgilerimize rağmen, Taha ile 90’ların başında başlayan arkadaşlığımız, bu süre içinde en küçük bir yara almıyor. İkimiz de, birbirimize karşı inancımızda geri adım atmıyoruz, ama birbirimizi tek bir gün bile kırmıyoruz. Bana göre, iki özelliği var.

1-Taha insan olarak güvenilir bir kişi. Beni, "acaba" diye kuşkuya düşüren tek bir hareketi yok. Bu özel yönü.

2-Araştırmacı, akademisyen kimlik taşıyor. Son kitabı "Ama Hangi Atatürk" bu kimliğinin bir örneği.

PRAGMATİK LİDER

Atatürk ve Kurtuluş Savaşı ile ilgili okuduğum çok sayıda biyografi, araştırma, anı, roman ve tarih kitabı var.

Taha’nın kitabı bunlar içinde çok önemli bir yer alıyor. Her dönem, Atatürk’ün pragmatik yönünü, orijinal kaynaklara inerek gösteriyor.

TBMM ilk kez açılıyor. 23 Nisan 1920. İslam’ın ülkede ciddi rol oynadığı bir dönem. TBMM’nin açılışı dua, namaz, niyaz eşliğinde mübarek Cuma gününe denk getiriliyor. (a.g.k.,s.138). Meclisin ilk bildirisi, İslam Alemine Bildiri. İmza TBMM emriyle Reis Mustafa Kemal. Bildiride yedi defa Kuran’dan alınan ayetlere yer veriliyor, halka "Ey ehl-i İslam" diye hitap ediliyor. (a.g.k.,s 174). O dönemde çünkü İslam birleştirici öğe. Mustafa Kemal bundan yararlanıyor.

Ama, 26 Nisan 1920’de ilk resmi mektubu Lenin’e gönderiyor. Sosyalizme büyük övgülerle dolu mektup, çünkü Mustafa Kemal doğu sınırını güvenceye almak istiyor, ayrıca Sovyetler’den silah ve para yardımı. (a.g.k, s.175, s.). Gerektiğinde, "şahsen ben ve yoldaşlarımdan çoğu komünizmin taraftarıyız, ama hal ve şartlar bizim bu konuda susmamızı gerektiriyor" (a.g.k., s.294) diyen Mustafa Kemal, 1921 başlarında Türkiye’deki komünistleri tutuklatıyor. (a.g.k.,s.287). Kutsal pratik!

İÇERİK ANALİZİ

Taha’nın kitabındaki son bölüm çok çarpıcı. Atatürk’ün dönemler itibariyle söylev ve demeçlerinin içerik analizi. Hangi dönemde, hangi kavramları, kaç kez kullanmış, Taha onu sergiliyor.

Ortaya çıkan sonuç, "Hangi Atatürk" sorusunun karşılığı. Bir bütün olarak, "laikleşmenin ve Batılılaşmanın tablosu" (a.g.k.,s. 499 ve 548). Atatürk’ten aktarma yapıyor "Bir Avrupa Türkiyesi, daha doğrusu Batı’ya yönelmiş bir Türkiye". (a.g.k.,s.495).

Bugün Türkiye’yi yönetenlerin, ayrıca Türkiye üzerine düşünen geniş kesimin pek çok ders çıkartabileceği bir kitap.

Okumayı bitirdiğimde, kitap bitti, diye üzüldüğüm kitaplardan biri. Taha, kitabının her satırında Atatürk’e hayran. Eline sağlık Taha.
Yazının Devamını Oku

Ya bizdensin ya düşman

1 Şubat 2008
1995’te kuruluyor. 1995’ten AKP’nin iktidara geldiği 2002’ye kadar, yedi yılda üye sayısı sadece 41 bin. AKP iktidara geliyor, 2002 ile 2007 sonuna kadar, beş yılda üye sayısı tam altı kat artarak, 249 bin 725’e ulaşıyor.

Kısaca Memur-Sen, açılınca Memur Sendikaları Konfederasyonu az zamanda büyük işler başarıyor. AKP ile birlikte büyük sıçrama. Türkiye’de toplam sendikalı sayısı azalırken, Memur Sen üye sayısı kat kat artıyor.

Bu rakamlar Çalışma Bakanlığı’nın resmi verileri.

MASADA TASFİYE

Memur Sen AKP’nin gözdesi. Aynı alanda diğer sendikal örgüt KESK (Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu) AKP’den darbe üstüne darbe alıyor.

İş yerlerinde şu memurun terfi sırası mı var, önce sendikal siciline bakılıyor, KESK’e mi üye, o zaman terfi biraz sıkıntılı.

Yok, Memur Sen üyesi ise, "ha o mu, o bizden" muamelesiyle, her türlü terfi elden takip, iş bitiyor.

KESK üvey evlat, pratik hayat devreye giriyor, sıradan memur kendi geleceği için, Memur Sen’i seçmek zorunda bırakılıyor.

AKP memurlar arasında sadece atamalarla değil, sendikal örgütlenme yoluyla da, kuşatma harekatı içinde.

O kadar belli ki, toplu sözleşmelerde, adı üstünde sözleşme, yani iki tarafın buluşacağı makul bir nokta, AKP, KESK’in önerilerini hiç dikkate almıyor. AKP’nin önerisini masaya Memur Sen getirmiş oluyor.

Seçim yoluyla tasfiye edemediğini masa başında tasfiye. Ama, AKP’ye sorarsanız, "bu sendikal rekabet" gibi, masum bir gerekçe.

SON ÖRNEK

Toplumu kuşatmada son bir örnek var.

Bir yasa taslağı dolaşıyor ortada. Sırada Serbest Muhasebeciler Ve Mali Müşavirler Odası var. Bu örgütün 75 bin üyesi var ve AKP’li değil.

Bu örgütü ele geçirmek mümkün olmayınca, onu tasfiye için hazırlık yapılıyor. Yine seçim yoluyla tasfiye edemediğini, siyasal gücüne dayanarak, yasalarla ele geçirmek hırsının son örneği. Tam bir kuşatma.

Türbanı serbest bırakma, bu kuşatmanın en tepedeki dayatması. Üniversite ile sınırlıymış, zerre kadar inanmıyorum.

Her alanda, Cumhuriyet tarihinin en tehlikeli kamplaşmalarından birini yaşıyoruz. Toplumu her alanda ele geçirme harekatı. Son derece fütursuz.

Aşılanan duygu, "ya bizdensin ya düşman" gibi, uçurumun kenarında bir yer.

Daha bir cümle yazamıyorlar

GÖBEKLERİ çatlıyor üniversitelerde türbanı serbest bırakmak için, üstelik AKP ve MHP’de o kadar hukukçu var, ama makul ve geçerli bir Anayasa değişiklik metni bile yazamıyorlar.

Ya bunlar kötü hukukçu ya da türban yasağını kaldırmak Cumhuriyet’in temelleriyle oynamak olduğu için, çok zor. Ya da, ikisi birden.

Yazılan metin, ertesi gün bozuluyor. Bir ve birden çok hukukçunun yazdığı metin, başka bir ve birden çok hukukçu tarafından eleştiriliyor. Bunun üzerine, o metin yeniden bozuluyor, yeniden yazılıyor. Her yaz-boz işlemi, hukuk çerçevesinde gibi komik açıklamalarla, çaptan iyice düşüyor.

Daha şimdiden, ortaya "bu Anayasa Mahkemesi’nden döner" tezleri çıkıyor. Çok erken tezler. Hukuk açısından döner, dönmez, bunu bilmek zor.

Ama bilinen bir şey var, AKP yağdanlıkları, hele de bir zamanların solcuları, bugünden Anayasa Mahkemesi’ni etkilemeye çalışıyor. Demokrasi etiketi altında.

Bunlar Brecht’in rahipleri, yok bir şey olmaz gafleti. Değilse, el üstünde tutulmak peşrevi.
Yazının Devamını Oku

MHP’nin ABD’ye son ipi türban

31 Ocak 2008
AMERİKAN deniz piyadeleri geçen yıl Marmaris’te karaya çıkıyor. Kafayı çekince, gece sokaktaki kadınlara sarkıntılık başlıyor. Marmaris ve Muğla’da 29 sivil toplum örgütü olayı protesto eden yazılı açıklama yapıyor. Açıklamada imzası bulunanlar arasında, Marmaris ve Muğla Ülkü Ocakları Derneği de var.

Amerikalı denizcilerin sarkıntılıklarını protesto eden metinde imzası bulunan Ülkü Ocakları yöneticileri ertesi gün görevden alınıyor. Görevden alan elbette MHP yönetimi.

Irak Savaşı başladığında, Ülkü Ocakları Genel Başkanı Alişan Satılmış Ankara’da Amerikan Büyükelçiliği yöneticilerine, "Siz Irak’ta Müslümanlara katliam yapıyorsunuz" diye çıkışıyor. "Müslümanlara..." Bir hafta sonra, Alişan Satılmış görevinden alınıyor. Görevden alan elbette MHP yönetimi.

BİR İDDİA VAR

Bir varsayım, bir iddia var:

"AKP, bir Amerikan yapımıdır."

Bu iddia doğru, yanlış. AKP ile Amerika arasında PKK ve Irak ayrılıkları ki, artık giderilmiş görünüyor, pek su sızmıyor.

MHP ile AKP arasında da, artık su sızmıyor. Çok milliyetçi MHP ile Amerikan yapımı AKP türbanda buluşuyor.

Tıpkı, yukardaki örneklerdeki gibi, çok milliyetçi MHP ile Amerika arasında su sızmadığı gibi.

Milliyetçilik dediğin, başka nedir ki!

ÖZGÜRLÜK VE EMİR

MHP Genel Başkan Yardımcısı Faruk Bal ki, türban görüşmelerine MHP adına katılıyor, önceki akşam TV’de:

"Biz türbanı özgürlüklere saygımız için yaptık."

MHP Gurup Başkan Vekili Mehmet Şandır açıklıyor:

"Türban Allah’ın emridir, biz inanca saygımız gereği yaptık."

MHP bu durumda, Allah’ın emri olduğu için mi, yoksa özgürlüklere saygı gereği mi yapıyor, o biraz karışıyor.

Madem Allah’ın emri, o halde 70 MHP milletvekili arasında, Şandır dahil, kaçının eşi ya da kızı türbanlı?

Bunun inançla, özgürlükle ilgisi yok. Bunun adı oylara inanç avcılığı. Oysa, türban AKP’ye ait. AKP’ye koltuk çıkarak, türban üzerinden oy avcılığı boşa sıkılan kurşun gibi.

BOŞA GEÇEN YILLAR

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli inanca ve özgürlüklere bu kadar bağlı ise:

1- Üç buçuk yıl DSP-MHP-ANAP koalisyonunda neden tek bir kez, Bakanlar Kurulunda türbanı gündeme getirmiyor?

2- Üç buçuk yıl DSP-MHP-ANAP koalisyonu döneminde neden tek bir kez, sık sık düzenlenen Liderler Zirvesi’nde türbanı gündeme getirmiyor?

Seçimde Bahçeli, Erdoğan’a ip atıyor. Yanılgısını anlıyor, şimdi o ipi türbanla Amerika’ya atıyor.

İlk yürüyen arkadaşım Ertuğrul

MHP miletvekilleri arasında elbette yakın arkadaşlarım var. Bugün sadece birisi, Ertuğrul Kumcuoğlu.

Otuz yıldır tanıyorum. Daha Maliye’de Bütçe Kontrol Genel Müdürü iken. Sıradan arkadaşlık değil. Briç arkadaşlığı, birlikte tatil arkadaşlığı v.s.

DSP milletvekili iken, Ertuğrul Meclis’e türbanla girdiği için, Merve Kavakçı’nın üzerine ilk yürüyen milletvekillerinden biri.

Şimdi türban lehinde oy kullanıyor. Dün kendisini arıyorum, telefona bile çıkamıyor. Anlıyorum, türban mesaisinde olduğu için, herhalde çok meşgul.

Diğer arkadaşlarıma sıra gelecek, tutarlı davranışından dolayı şimdilik sevgili arkadaşım Ertuğrul Kumcuoğlu’nu kutluyorum.
Yazının Devamını Oku