Kimin korumaları? Başbakan Tayyip Erdoğan’ın. Nerede? Türkiye Büyük Millet Meclisinde. Ne zaman? Dün. Neden? Kemal Kılıçdaroğlu ile görüşme sırasında.
Görüşmenin kendisi, içeriği, başlı başına buluşmuş olmaları ayrı. Ama, görüşme biçimi ve görüntüleri tam skandal.
Dünyanın her yerinde, her gün liderler benzer görüşme yapıyor. Bizdeki gibi itiş kakış, yere düşen, attan yuvarlanan, dere suyunda perende atan, araba lastiğinden cımbız çeken koruma dünyanın hiç bir yerinde yok.
Öyle bir koruma ordusu var ki, üstelik Mecliste, iki liderin görüntüsünü almak Nobel ödüllü fotoğrafa dönüşüyor.
Mucizevi biçimde ölmüyor, er Engin Yaşar, o yaşıyor, ama yanında tam on yedi arkadaşı ölmüş, yatıyor.
27 Kasım 1997. Askeri helikopter Şemdinli’den havalanıyor, Yüksekova’ya doğru uçuyor.
“Sıcak çatışmaya gidiyorduk.”
Askeri helikopter içinde 18 asker var. Yüksekova’ya yaklaşırken PKK helikopteri ateş çemberine alıyor.
Önce pilot vuruluyor, helikopter düşüyor. PKK’nın ateşi devam ediyor. Roketler, makinalı tüfekler. Cehennem gibi.
Çatışmaya zaman kalmadan, 18 askerden 17’si hayatını kaybediyor.
Ateş duruyor, bir süre sonra helikopterdeki askerlerden Engin Yaşar kendine geliyor. Çevresine bakıyor, kan gölü. 17 arkadaşı cansız yatıyor.
Garson:
“Bilmiyorum efendim, sorup geleyim.”
Mutfağa gidiyor, dönüp geldiğinde:
“12 Eylül’de imiş efendim.”
Genç garson referandumun ne olduğunu bilmiyor, hatta muhtemelen önce yemek türü zannediyor. Mutfakta birileriyle konuşuyor, ona belli ölçüde bir şeyler anlatılıyor, referandum tarihini öğrenip, dönüyor.
İki politikacı genç garsona referandumu anlatıyor, ardından nasıl oy kullanacağını soruyor.
Referandumun ne olduğunu daha iki dakika önce şöyle bir duyan kişiye zor soru. Buna rağmen, garson anında patlatıyor yanıtı:
“İl örgütümüz işe, güce yaramayan insanlardan oluşuyor. Evden kaçanlar, il merkezine çay-kahve muhabbetine geliyor. Parti değil, sanki terapi merkezi. Lider ‘koşacağız’ diyor, bırakın koşmayı, bunların yürümeye halleri yok. Her şeye muhalifler, sürekli hizipçiler. Çoğu itici, ama örgüt onların elinde. Partiye üye oluyorsunuz çalışmak için, size çalışma alanı filan verdikleri yok, o zaman üye olmanın da anlamı yok.”
Mektup ciddi bir uyarıyla sona eriyor:
“Genel Başkanın seçime kadar bu örgütleri yenilemesi gerekir. Seçimi kaybedersek, Kılıçdaroğlu’ndan dolayı değil, bu kafası kireçli örgütlerden dolayı kaybederiz.”
Buna benzer başka mektuplar da var. Kemal Kılıçdaroğlu ile telefonda sohbet ederken, Kılıçdaroğlu “örgütlerden daha iyi çalışma bekliyorum” diyor. Geçen hafta çıkan bu yazıma gelen mektuplar aynı içerikte.
GEL KEYFİM GEL
CHP örgütleri büyük ölçüde dökülüyor. Kendi içlerine dönük laf salatası, sözüm ona siyasal tartışma.
Çoğunun halkla teması yok. Günlük siyasal programları yok. Laf ebeliği üzerine çeşitlemeler. Sıfıra sıfır, elde var sıfır.
Şu meşhur cipli pasaport hikayesi. Biri Malezya kökenli, ayrıca Türk ortağı var, iki firma, “sen sözünde durmadın, ihale şartlarına uymadın” diyor ve İçişleri Bakanlığını mahkemeye veriyor.
İçişleri Bakanlığı aynı gerekçeyle, “ihale şartlarına asıl siz uymadınız” diyerek, firmaları mahkemeye veriyor. Duruşma ağustosta.
Ayrıntıları dün yazıyorum. Cipli pasaport için aziz devletimiz iki ihale açıyor. İki ihale bedeli arasında üç kat fark var. Evet, öyle, üç kat.
O ihalelere rağmen, pasaportları o firmalar değil, yine de Emniyet Genel Müdürlüğü hazırlıyor.
1999’da aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 180 ülke biyometrik (cipli)pasaporta geçmek için sözleşme imzalıyor. Terörle mücadele etmek, pasaport sahtekarlığını ve kaçakçılığı önlemek gibi, güvenlik gerekçeleriyle.
Sözleşme, ülkelere on bir yıl süre tanıyor. O süre 1 Nisan 2010’da doluyor, ama Türkiye pasaportları 1 Nisan 2010’a kadar, yani on bir yıl içinde yenilemeyi beceremiyor.
Bununla birlikte becerdiği işler var.
ATİLLA KART’IN SORUSU
İnternet alan adı sistemine 733 milyon bilgisayar kayıtlı. 130 milyonu aşkın kişisel web/günlük var. 400 milyon facebook, 105 milyon twitter kullanıcısı var. 200 milyon dolayında alan adı var.
Youtube üzerinden günde bir milyar video izleniyor. Dünyada 9500 üniversite youtube’u ders malzemesi olarak kullanıyor. 4 binin üzerinde vakıf, 2300 banka, 2300 enstitü youtube’u kurumsal dağıtım kanalı olarak kullanıyor.
İnternet Teknolojileri Derneği Başkanı Doç. Dr. Mustafa Akgül’ün bu bilgileri aktardığı makalelerini okuyunca, Türkiye’nin internete karşı açtığı savaşın, youtube’u yasaklamasının bizi dünyaya karşı ne kadar komik duruma düşürdüğünü bir kez daha anlamak mümkün.
Böyle bir trafikte yasak koymak, Donkişot’un yel değirmenlerine karşı açtığı savaştan farksız. Bizi sadece gülünç düşürüyor, o kadar.
Gülünç düşürmenin ötesinde, yasakçı anlayışın, sansürün sürdüğünü, ifade özgürlüğünün kısıtlandığını gösteriyor ki, olayın bir diğer vahim tarafı bu.
YASAK VE YASAK
İktidar aklını bir süredir internete takmış bulunuyor. Yasaklayarak. Örneğin, youtube yasağı iki yılı aşmış bulunuyor.