Yalçın Doğan

Meclis Başkanı hepimizi titretti

16 Temmuz 2010
BİR koruma öteki korumanın omuzundan sarkıyor, üçüncü koruma dördüncünün sırtında, beşinci altıncının, onbeşinci onaltıncının, yirmiye kadar uzanıyor.

Kimin korumaları? Başbakan Tayyip Erdoğan’ın. Nerede? Türkiye Büyük Millet Meclisinde. Ne zaman? Dün. Neden? Kemal Kılıçdaroğlu ile görüşme sırasında.

Görüşmenin kendisi, içeriği, başlı başına buluşmuş olmaları ayrı. Ama, görüşme biçimi ve görüntüleri tam skandal.

Dünyanın her yerinde, her gün liderler benzer görüşme yapıyor. Bizdeki gibi itiş kakış, yere düşen, attan yuvarlanan, dere suyunda perende atan, araba lastiğinden cımbız çeken koruma dünyanın hiç bir yerinde yok.

Öyle bir koruma ordusu var ki, üstelik Mecliste, iki liderin görüntüsünü almak Nobel ödüllü fotoğrafa dönüşüyor.

Yazının Devamını Oku

Koş Engin koş koş ki iş bulasın

15 Temmuz 2010
“EL bombasının pimini çektim, bekliyorum. Suratım kan içinde, ayaklarım kırık, kemik dışarı fırlamış, teröristler karşı tepede, her an gelmelerini bekliyorum, ben artık öldüm.”

Mucizevi biçimde ölmüyor, er Engin Yaşar, o yaşıyor, ama yanında tam on yedi arkadaşı ölmüş, yatıyor.
27 Kasım 1997. Askeri helikopter Şemdinli’den havalanıyor, Yüksekova’ya doğru uçuyor.
“Sıcak çatışmaya gidiyorduk.”
Askeri helikopter içinde 18 asker var. Yüksekova’ya yaklaşırken PKK helikopteri ateş çemberine alıyor.
Önce pilot vuruluyor, helikopter düşüyor. PKK’nın ateşi devam ediyor. Roketler, makinalı tüfekler. Cehennem gibi.
Çatışmaya zaman kalmadan, 18 askerden 17’si hayatını kaybediyor.
Ateş duruyor, bir süre sonra helikopterdeki askerlerden Engin Yaşar kendine geliyor. Çevresine bakıyor, kan gölü. 17 arkadaşı cansız yatıyor.

Yazının Devamını Oku

Referandum deyince ‘Ne diyorsun sen abi’

14 Temmuz 2010
FIKRA gibi.<br><br>Ege kıyılarında bir kasabada iki tanınmış politikacı bir lokantaya giriyor. Üç-dört gün önce. Nabız yoklamak adına, yanlarına gelen genç garsona soruyorlar:<br><br>“Referandumda ne olur?”

Garson:
“Bilmiyorum efendim, sorup geleyim.”
Mutfağa gidiyor, dönüp geldiğinde:
“12 Eylül’de imiş efendim.”
Genç garson referandumun ne olduğunu bilmiyor, hatta muhtemelen önce yemek türü zannediyor. Mutfakta birileriyle konuşuyor, ona belli ölçüde bir şeyler anlatılıyor, referandum tarihini öğrenip, dönüyor.
İki politikacı genç garsona referandumu anlatıyor, ardından nasıl oy kullanacağını soruyor.
Referandumun ne olduğunu daha iki dakika önce şöyle bir duyan kişiye zor soru. Buna rağmen, garson anında patlatıyor yanıtı:

Yazının Devamını Oku

Kılıçdaroğlu’nun kamburu: CHP örgütü

13 Temmuz 2010
ADI ve yaşadığı il bende saklı. CHP’li bir üye. Üye olduğu CHP il örgütü ile ilgili gözlemlerini aktarıyor gönderdiği mektupta:

“İl örgütümüz işe, güce yaramayan insanlardan oluşuyor. Evden kaçanlar, il merkezine çay-kahve muhabbetine geliyor. Parti değil, sanki terapi merkezi. Lider ‘koşacağız’ diyor, bırakın koşmayı, bunların yürümeye halleri yok. Her şeye muhalifler, sürekli hizipçiler. Çoğu itici, ama örgüt onların elinde. Partiye üye oluyorsunuz çalışmak için, size çalışma alanı filan verdikleri yok, o zaman üye olmanın da anlamı yok.”
Mektup ciddi bir uyarıyla sona eriyor:
“Genel Başkanın seçime kadar bu örgütleri yenilemesi gerekir. Seçimi kaybedersek, Kılıçdaroğlu’ndan dolayı değil, bu kafası kireçli örgütlerden dolayı kaybederiz.”
Buna benzer başka mektuplar da var. Kemal Kılıçdaroğlu ile telefonda sohbet ederken, Kılıçdaroğlu “örgütlerden daha iyi çalışma bekliyorum” diyor. Geçen hafta çıkan bu yazıma gelen mektuplar aynı içerikte.
GEL KEYFİM GEL
CHP örgütleri büyük ölçüde dökülüyor. Kendi içlerine dönük laf salatası, sözüm ona siyasal tartışma.
Çoğunun halkla teması yok. Günlük siyasal programları yok. Laf ebeliği üzerine çeşitlemeler. Sıfıra sıfır, elde var sıfır.

Yazının Devamını Oku

Kürtlerde Hayati Laf: Brakuji olmasın

10 Temmuz 2010
YÜZÜNDEN düşen bin parça Barzani’nin. Ankara’ya geldiğinde, geçen ay, PKK terörü yeniden tırmanıyor. Oysa, Ankara’nın gündeminde Barzani ile esas olarak PKK terörünü konuşmak var. Barzani Türkiye’de, PKK terörü faaliyette. Barzani için güç bir durum. Yüzü o nedenle asık, çevresine de yansıtıyor bunu:

“Ben tam Türkiye’ye geldiğim gün, eylemlerini tırmandırıyorlar.”

Bu PKK’ya nazire. Ama, hepsi o kadar, ötesi yok. Oysa, Türkiye Barzani ile işbirliği yaparak. PKK’yı Kuzey Irak’tan atmak istiyor.
Bu mümkün mü? Hayır, değil.

Şimdi biraz geriye gidip, sonra bugüne gelmek daha doğru.

BARZANİ-TALABANİ

Geçmişte PKK filan yok. İki büyük aşiret var. Talabani ve Barzani’ye bağlı Kürt aşiretleri. İki aşiret arasında yıllarca kan dökülüyor. Birbirlerini yıllarca öldürüyorlar. Bu bilinmeyen değil.

Ancak, sonunda ortaya bir kural çıkıyor, karşılıklı kabul edilen bir kural:

“Brakuji olmasın.”

Ne demek bu? Kardeş kanı dökülmesin, Kürt Kürt’ü öldürmesin.

Bu kural Türkiye’nin terörle mücadele yönteminde çok önemli bir rehber. Bu kuralın, Barzani ve Talabani açısından günümüz pratiğine tercümesi şu:

“Biz PKK’lıları yakalamak, öldürmek için sizinle işbirliği yapmayız.”

DÖN BABA DÖNELİM

Bu kadarla kalmıyor, devamı var.

- Barzani, kendi adamlarını, PKK’lıları değil öldürmek, yakalamak için bile, onların üstüne gönderemez.

- PKK’nın lojistik desteğini kesemez.

- PKK’nın orada barınmasını engelleyemez.

PKK Kuzey Irak içinde yayılmış bulunuyor. Kuzey Irak Halkı ile PKK köylerde, kasabalarda iç içe yaşıyor. PKK’nın lojistiğini kesmek, kendi halkının geçimini engellemekle eş anlamlı.

Onların iç içe yaşamaları, Kuzey Irak Halkının PKK’yı desteklediği anlamına gelmiyor. Birlikte yaşıyorlar, sadece hepsi Kürt olduğu için.

Oysa, Türkiye Kuzey Irak yönetimi ile işbirliğine gitmek peşinde. Hatta, Kuzey Irak ve merkezi Irak yönetimine çeşitli alternatifler sunmak düşünce
sinde. “Ya ben yapayım, ya birlikte yapalım” gibi. Bunlar çok güç.

Kuzey Irak’ta Kürt halkları birlikte yaşıyor. Ve onlar “brakuji olmasın” diyor.

Bu durumda, Türkiye’nin Kuzey Irak politikasını gözden geçirmesi, başka seçenekler geliştirmesi gerek.

Yoksa, PKK vuracak, Kuzey Irak’a kaçacak, Türkiye bastıracak, Kuzey Irak yönetimi, teröre karşıyız, diyecek, dön baba dönelim devam edip gidecek.

Barzani yönetimi terörü desteklemese bile, hiç bir zaman bizim için PKK’lı yakalamayacak, onun hayat damarlarını hiç bir zaman kesmeyecek.

Ankara buna rağmen, Kuzey Irak diyor, ama nasıl?

İsveç Kralı ve YÖK

ÜNİVERSİTELERDE rektör seçimlerinden sonra, YÖK’ün Cumhurbaşkanı’na sunduğu rektör sıralaması tam skandal. Üniversite çevrelerinde günün konusu.
Giresun Üniversitesinde 89 oydan sadece iki oyu alan birinin listeye girmesi, Marmara Üniversitesinde seçimi ilk sırada kazanan şimdiki rektör Prof. Dr. Necla Pur’un Cumhurbaşkanına gönderilen listede ikinci sıraya düşürülmesi büyük tepki toplamaya devam ediyor.

Öğretim üyeleri diğer ülkelerdeki uygulamaları tartışırken, bir hoca:

“İsveç’te rektör atamasını Kral yapıyor.”

Sohbete katılan bir başka hoca devamını getiriyor:

“Atamayı bizde de İsveç Kralı yapsın, razıyım.”

Kimse Anayasa için oy vermeyecek

REFERANDUM tarihini bilmiyorlar.

Referandumda neyin oylanacağını bilmiyorlar.

Neden evet, neden hayır oyu kullanılacak, bilmiyorlar.

Anayasada ne değişmiş, nasıl değişmiş, neden değişmiş bilmiyorlar.

Bu bilmiyorlar sözü, halkın yüzde yetmişi, sekseni için geçerli. Belki daha da fazlası için. Buna rağmen, 12 Eylül’de referanduma gidiyoruz.

Böyle bir ortamda değişikliğin lehinde ve aleyhinde olan partiler nasıl bir kampanya yürütecek, ciddi bir sorun.

Kaldı ki, ortalama bir yurttaş şöyle düşünüyor: “Madem devlet bana soruyor, o zaman ben evet demeliyim”. Bu eğilim referandumda anayasa değişikliğinin kabulü yolunda ciddi bir unsur. AKP’nin işine gelen bir etken.

Bu durumda muhalefetin işi zor. Kampanyayı nereye oturtacak? Muhalefet hayır oyu için:

- Mümkün olduğu kadar çok fazla seçmeni sandık başına çekmek zorunda. Katılım ne kadar yüksek olursa, hayır çıkma olasılığı o kadar artıyor.

- Geniş kitlelerde kabul görecek farklı bir siyasal koz bulmak zorunda.

- Anayasa değişikliğini anlatmanın ötesine geçmek zorunda. Kimsenin bilmediği ve anlamadığı anayasa değişikliği üzerinden propaganda yapmak, anlamlı değil.

Buna karşılık, evet oyu için çırpınacak AKP’nin en büyük engeli, kendisi ve sekiz yıllık iktidarı. Halkın AKP’den artık yorgun düşmüş olması.

Kimse anayasa için oy vermeyecek. Verilecek oylar, siyasi olacak.

Sonuç evet çıkarsa ne olur, hayır çıkarsa ne olur? Bunu söylemek için henüz erken. Önce iki tarafın da kampanyasını görelim.
Yazının Devamını Oku

Pasaport bir düğüm ki çözdükçe dolaşıyor

9 Temmuz 2010
FİRMALARLA bakanlık mahkemelik. İhaleyi kazanan firmalar İçişleri Bakanlığını, İçişleri Bakanlığı o firmaları mahkemeye veriyor.

Şu meşhur cipli pasaport hikayesi. Biri Malezya kökenli, ayrıca Türk ortağı var, iki firma, “sen sözünde durmadın, ihale şartlarına uymadın” diyor ve İçişleri Bakanlığını mahkemeye veriyor.

İçişleri Bakanlığı aynı gerekçeyle, “ihale şartlarına asıl siz uymadınız” diyerek, firmaları mahkemeye veriyor. Duruşma ağustosta.

Ayrıntıları dün yazıyorum. Cipli pasaport için aziz devletimiz iki ihale açıyor. İki ihale bedeli arasında üç kat fark var. Evet, öyle, üç kat.

O ihalelere rağmen, pasaportları o firmalar değil, yine de Emniyet Genel Müdürlüğü hazırlıyor. 

Yazının Devamını Oku

Yeni pasaportla uç uçabildiğin kadar

8 Temmuz 2010
KEMERLERİNİZİ bağlayın, koltuk arkalarını dik tutun, önünüzdeki masayı kapatın. Şimdi cipli, yeni pasaportumuzla uçmaya başlıyoruz.<br><br>Uçuşun başladığı iki ayrı alan var. Biri Hazine Müsteşarlığı Darphane Genel Müdürlüğü, diğeri Emniyet Genel Müdürlüğü.

1999’da aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 180 ülke biyometrik (cipli)pasaporta geçmek için sözleşme imzalıyor. Terörle mücadele etmek, pasaport sahtekarlığını ve kaçakçılığı önlemek gibi, güvenlik gerekçeleriyle.

Sözleşme, ülkelere on bir yıl süre tanıyor. O süre 1 Nisan 2010’da doluyor, ama Türkiye pasaportları 1 Nisan 2010’a kadar, yani on bir yıl içinde yenilemeyi beceremiyor.

Bununla birlikte becerdiği işler var.
ATİLLA KART’IN SORUSU

Yazının Devamını Oku

Don Kişot yel değirmenlerine Türkiye internete

7 Temmuz 2010
DÜNYADA günde 250 milyar e-posta gidiyor. Bir milyar 800 milyon insan, dünya nüfusunun yaklaşık üçte biri, internet kullanıyor.

İnternet alan adı sistemine 733 milyon bilgisayar kayıtlı. 130 milyonu aşkın kişisel web/günlük var. 400 milyon facebook, 105 milyon twitter kullanıcısı var. 200 milyon dolayında alan adı var.
Youtube üzerinden günde bir milyar video izleniyor. Dünyada 9500 üniversite youtube’u ders malzemesi olarak kullanıyor. 4 binin üzerinde vakıf, 2300 banka, 2300 enstitü youtube’u kurumsal dağıtım kanalı olarak kullanıyor.
İnternet Teknolojileri Derneği Başkanı Doç. Dr. Mustafa Akgül’ün bu bilgileri aktardığı makalelerini okuyunca, Türkiye’nin internete karşı açtığı savaşın, youtube’u yasaklamasının bizi dünyaya karşı ne kadar komik duruma düşürdüğünü bir kez daha anlamak mümkün.
Böyle bir trafikte yasak koymak, Donkişot’un yel değirmenlerine karşı açtığı savaştan farksız. Bizi sadece gülünç düşürüyor, o kadar.
Gülünç düşürmenin ötesinde, yasakçı anlayışın, sansürün sürdüğünü, ifade özgürlüğünün kısıtlandığını gösteriyor ki, olayın bir diğer vahim tarafı bu.
YASAK VE YASAK
İktidar aklını bir süredir internete takmış bulunuyor. Yasaklayarak. Örneğin, youtube yasağı iki yılı aşmış bulunuyor.

Yazının Devamını Oku