Yalçın Doğan

Politbüronun tasfiyesi

12 Nisan 2011
BAZILARININ annesi devreye giriyor CHP’de, çocuklarının milletvekili adayı olması için.

Yine CHP’de bazı adaylar için Demirel’in ricası var. Oysa, o adayın CHP ile ilgisi yok. Yine CHP’de bazı adaylarla ilgili gelen bilgiler ise, hiç hoş değil.

Arkadaşın CHP ile ilgisi yok, ama hooop güüüm, al takke-ver külah, arkadaş aday.

Buna benzer her partide bin türlü kulis dönüyor. Sadece bu seçimde değil, her seçimde dönüyor. Her seçimde kırgınlar, küskünler ve sevinenler oluyor.

Normaldir.


Yazının Devamını Oku

Nazlıcan, ateşe uçan pervaneler gibi

9 Nisan 2011
HİÇ aksatmadan, Nazlıcan her çarşamba Silivri’ye gidiyor. Babasıyla görüşmek üzere. Çarşambaları Nazlıcan için ibadet günü gibi.

Çarşambaları o ve babası, “ateşe uçan pervaneler gibi, cama yapışıyorlar”, kapalı görüşte.
Nazlıcan’ın babası Tuncay Özkan. Aylar ve aylardır Ergenekon’dan tutuklu.
Kapalı ya da açık görüşmelerde Tuncay Özkan kızı Nazlıcan’da bir dert hissediyor. Nazlıcan  söylemek istemiyor. Babasının derdi zaten çoktan aşmış, aylardır hapiste.
Nazlıcan Avusturya Lisesinde okuyor. Uluslararası hukuk okumak isteğine uygun yabancı bir lise. Ne var ki, babası Ergenekon tutuklusu olduğu için, hayat lisede onun için çok zor.
Gerisini Tuncay Özkan’ın yeni çıkan “Zorbalığın Pençesinde” kitabından okuyalım.

DRAMATİK SON

“Avusturyalı iki öğretmeni, ‘Ergenekon Nazi örgütü’ demişti. Hatta, biri o teneffüsteyken çantasını sıradan alıp camdan atmıştı”. (a.g.k., s.150).

Yazının Devamını Oku

MHP penceresinden seçim

8 Nisan 2011
KARANLIK basmış, ama kasabada halkın bir bölümü sokakta bekliyor, gelenleri havai fişeklerle karşılıyor. İlgi ve tezahürat yerinde.Gelen MHP konvoyu. Bu tablo inandırıcı gelmiyor. Kamu oyunda MHP ile ilgili tam ters bir algı var. Bırakın havai fişekle karşılamayı, yüzde 10 barajı geçer mi, geçmez mi, sorusunu büyük kentlerde herkes birbirine soruyor.
Buna karşılık, uzun uzun sohbet ettiğim bir MHP yetkilisi:
“Bizim baraj sorunumuz yok, hiç bir kamu oyu araştırmasında baraj altında değiliz, bu AKP’nin yaratmak istediği psikolojik bir baskı, ama geçersiz.”
Aynı MHP yetkilisi, kentlerde, büyük yerleşim merkezlerinde MHP’ye dönük algının yüksek olmadığını kabul ediyor.
TARIM VE KÜÇÜK ESNAF
O zaman taşrada, kırsal kesimde MHP’ye gerçekten ilgi var mı? MHP yetkilisi şuna inanıyor:
“AKP’nin izlediği tarım politikası ile küçük esnafa uyguladığı politika, Anadolu’da kırsal kesimi, büyük kentlerde de küçük esnafı küstürdü. Ayrıca, Kürt Sorununda başarısız, Apo ile pazarlık yapıyor. Bunlar MHP’ye oy getiren unsurlar.”
Bir önemli etken de, MHP’nin 1980 öncesi vurdu, kırdı ile ilgisi kalmayışı. MHP eski ülkücü takımla bağlarını kopartıyor. Şiddetten gına gelmiş bir Türkiye’de eski ülkücülerin MHP için yük olacağı ortada.
FARKLI GÖRÜYOR
MHP’liler, MHP’de baraj sorunu olmadığını, AKP’nin de tek başına iktidar olamayacağını öne sürüyor. Hayli iddialı bir tahmin. Bu noktada bir gözlemimi aktarmak istiyorum.
Hiç bir seçim bilmiyorum ki, partiler kendilerini olduğundan daha büyük görmesin.
Taze yaşadığım iki olay var. Kamu oyunda adı sanı duyulmayan bir parti başkanı, “bizim sadece üye sayımız iki milyonu geçiyor” derken, yani barajı aşabilir, oysa seçime bile katılamıyor, yine kimsenin oy vermeyi aklından geçirmediği bir başka parti başkanı, “bizim yüzde 17 oyumuz var” diyebiliyor.
İyimserlik başka, gerçekçilik başka. Buna rağmen, MHP yetkilisinden bağımsız, MHP’nin barajı geçeceğini tahmin ediyorum.

2011 seçimi 1946’yı andırıyor

HAZİRAN seçimleri 1946 seçimlerine benziyor. 1946 neydi?
Bir yanda devlet partisi CHP, öte yandan muhalefette DP.
Günümüzde devlet partisini AKP temsil ediyor. Her olaya devletin olanaklarıyla müdahale ediyor. Yargıyı, güvenlik güçlerini, sendikaları, iş dünyasını ve toplumda ne varsa ele geçirme çabası bunun için. Aslında tam paradoks, kendi kuruluş felsefesine aykırı. Ama, gide gide devlet partisine bürünüyor.
CHP ve MHP 1946’nın muhalefeti DP rolünde. Mağdur, her zaman iktidarın bir engeliyle karşılaşabilir havasında.
AKP iki muhalefet partisine iki ayrı psikolojik baskı uyguluyor. MHP’ye, “barajı geçemez”, CHP’ye, “ülkeyi yönetemez” şırıngası.

Arınç’ın Amerika seferi

CHP on gün önce Amerika’ya kendisi açısından başarılı bir gezi yapıyor. Amerika’da AKP iktidarı ile ilgili soru işaretleri yaratıyor.
CHP’nin bu gezisi ve Amerika’da bıraktığı izlenim AKP’yi rahatsız ediyor.
Aradan bir hafta geçmeden Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç Amerika’da. Belki daha önceden düzenlenmiş bir program. Ancak, hafif telaş kokan bir gezi.
İz sürme, aynı zamanda CHP’nin Amerika izlerini silmek üzerine kurgulanmış bir gezi gibi. Ankara’da aday listelerinin hazırlandığı bir dönemde, Arınç’ın gezisi akla ister istemez bu düşünceyi getiriyor.
Arınç CHP’nin izlerini silmeyi başarıyor mu, yoksa CHP kalıcı bir demir mi atıyor? Zamanla göreceğiz.

Tatmin olmayan bir milyon 700 bin aday

SIRAYLA herkes tatmin oluyor.
YGS ile ilgili olarak ilk resmi açıklama Abdullah Gül’e ait: “ÖSYM Başkanından aldığım bilgiler beni tatmin etti.”
Skandalın arkası kesilmeyince, YGS açıklamaları her düzeyde sürüyor. Başbakan Erdoğan, Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, AKP sözcüsü Hüseyin Çelik tatmin olanlar kervanına katılıyor.
Derken dün Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin ile YÖK Başkanı Yusuf Ziya aynı dili kullanıyor, onlar da tatmin kervanında yerlerini alıyor.
Açıklamalarında ÖSYM eski başkanı Prof. Ünal Yarımağan’a kızgınlıklarını, eski defterleri karıştırmayı ihmal etmiyorlar.
Onlar tatmin oluyor ama, bir milyon 700 bin üniversite adayı ve ailesi tatmin olmuş gibi değil.
AKP’yı önce kızdıran, sonra düşündüren işte bu. YGS skandalının seçim öncesinde AKP’yi olumsuz etkileyeceği inancı.
Yazının Devamını Oku

Ali Demir önümüzdeki sınavlara bakıyor

7 Nisan 2011
ÜNİVERSİTEYE ait İstanbul’da Balta Limanı tesislerinde göreve yeni atanmış İTÜ Rektörü Prof. Dr. Muhammed Şahin için yemek veriliyor.

Şahin’in telefonu çalıyor, “seçimde seni destekledim, yardımcılık
için beni düşünür müsün” diye soran biri var. Görev bekleyen Prof. Ali Demir.
 YGS’deki şifre skandalı
nedeniyle, Ali Demir’i hepimiz daha yakından tanıma fırsatı buluyoruz. Dün basın toplantısı düzenliyor. Şunu söylüyor, bunu söylüyor, sınavı savunuyor. Normal.
Ama, normal olmayan başka şeyler de söylüyor. İkide bir, “ben, ben, ben” demekten kendini alamıyor. Aslında haklı, ne de olsa, koskoca ÖSYM’nin Başkanı. İşte örnekler:
“Benim daha çok sınavım var... Benim gelecek hafta jandarma sınavım var... Ben buradan çıkıp kapalı döneme gideceğim... Benim daha sonra başka sınavlarım var”.
Ali Demir’in amma da çok sınavı var. Bu sınavların hepsine girecek mi? Girecekse bile, çalışmasına gerek yok. Çünkü, şifre imdada yetişebilir.

Yazının Devamını Oku

Yüz bin insan mahşerin pençesinde

6 Nisan 2011
NATO şemsiye olacak. Gemiler nöbet tutacak.



Uçaklar gördüğünü vuracak. O lider ötekiyle buluşacak, beriki diğeriyle anlaşacak.
Ya insan? Onca Libya haberi arasında hiç insandan söz ediliyor mu?
İtalyan fotoğrafçı Paolo Pellegrins insanı yakalıyor. Hem de, mahşerin pençesinde. NATO’nun Libya bombardımanı başladıktan sonra, yaklaşık yüz bin insan Libya’dan Tunus’a kaçıyor. Fotoğraf Libya-Tunus sınırında kaçış anını gösteriyor. İnsanların savaştan ne çektiğini anlamak için, bu fotoğraf yeter. Fotoğrafa iyi bakın, yüz çizgilerine, gözlere. Panik ve acı fışkırıyor.
Pellegrins’in bu fotoğrafı dünya basınında ilk kez 31 Mart 2011 tarihli Die Zeit gazetesinde yayınlanıyor. Ben oradan aktarıyorum. İkinci kez burada.

ÖSYM başkanından şifre itirafı

Yazının Devamını Oku

Doğru olan (e) şıkkı

5 Nisan 2011
ÜNİVERSİTE sınavını kim kazanır? a) Sadece son sınıfta çalışan.
b) Öğrenciliği boyunca çalışan.
c) İşini şansa bırakan.
d) Cemaat dershanesinden ders alan.
e) ‘Bizden olan’.
(d) ve (e) şıkları arasında bocalıyorsunuz. Ama, her cemaat dershanesinden ders alan “bizden” olmayabilir. Burada şifre (e) şıkkı, üniversiteyi bizden olan kazanıyor.
Adı Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) olan üniversiteye giriş sınavı “bizden olanın kazanması”, AKP’ye yakın olma mantığına oturuyorsa, gerisi hikaye.
O mantığın kodu şu. Soru kitapçığında adayın adı ve fotoğrafı var. Hangi adaya, hangi soru kitapçığının gideceği belli. Bu kopya ihtimalini arttırmıyor mu?
Şifre var, yok, iddiaları arasında, bana göre, en çarpıcı gerçek adayına göre soru kitapçığı. Her kitapçığın soru anahtarı farklı. O adayın kazanmasına katkıda bulunacak en büyük etken.
2009’daki Polis Meslek Yüksek Okulu sınavı, 2010’daki Ales Eğitim Bilimleri sınavı, yine 2010’daki KPSS sınavından sonra, şimdi de YGS skandalı.

DOKUZ AY GEÇTİ

KPSS’de soruların çalındığı kanıtlanıyor, aradan dokuz ay geçiyor, ortada hala sonuç yok. Dokuz aya rağmen, sonuç yoksa, ÖSYM’nin yaptığı sınavlara güven kalmayışı normal.
Hele de, ÖSYM Başkanı Ali Demir’in hali, tavrı, konuşması bu işten hiç anlamadığını gösteriyor. Gerçek uzmanlık isteyen böyle bir görevi kaldıracak kişi değil Ali Demir.
YGS ile ilgili teknik ayrıntıların hepsi önemli. Ama, asıl soru şu:
“Herhangi bir sınav neden adam gibi yapılamıyor?”
Yurt dışına öğrenci gönderirken de, lisans üstü hakkı verirken de, devlete memur alırken de, sorular neden çalınıyor, neden şifreli yanıtlar hazırlanıyor, neden belli kimselerin kazanmasına çaba gösteriliyor, neden? Çok basit.
Her alanda kadrolaşmak için. Liyakat değil, sadakat önemli.
Öğretmen, vali, kaymakam, tapu kadastrocu, orman müdürü, başhekim ve ne varsa, bizden olsun. Bu durumda üniversiteyi kazanan o öğrenci elbette bizden olsun. Ve gelsin şifreler.

CHP’lilere Amerika’dan kritik üç soru

CHP epey uzun bir aradan sonra Amerika’ya gidiyor. Pek çok görüşme arasında dikkat çeken üç soru var. İlk soru kişi güvenliği ve özgürlüğü ile ilgili. Kimin, ne zaman, hangi gerekçeyle içeri atılacağının bilinmediği bir ortamda Amerikalılar da, CHP’lilere kaygıyla soruyor:
“Siz kendinizi ne kadar güvende hissediyorsunuz? Sizin başınıza da bir şey gelebilir mi?”
Türkiye’nin Amerika’dan nasıl göründüğünü yansıtan bir soru. CHP’lilerin yanıtı gerçekçi:
“Herkesin başına gelen, bizim başımıza da gelebilir. Herkes kendini ne kadar güvende hissediyorsa, biz de o kadar güvende hissediyoruz”.
Amerikalıların ikinci sorusu hepimizle ilgili:
“Seçimlerin güven içinde yapılacağından emin misiniz?”
İşin içine Rufailer karışmayacak biçimde, seçim dürüst olur mu meselesi. CHP’liler sandık güvenliği için, parti olarak her türlü çabayı göstereceklerini söylüyor.
Amerikalılar yine de seçim güvenliğini vurguluyor:
“Yurt dışından seçim için gözlemci geliyor mu?”
Evet, geliyor. Avrupa Konseyi ve AGİT’ten geliyor.
“Türkiye’de her şey olabilir” soruları. Bu Amerikalıların Türkiye algısı.

İlaçta akılsız tasarruf

ASTIM, kolestrol, tansiyon, şeker gibi hastalıklarda sürekli kullanılması gereken bazı ilaçlara erişim güçleşiyor.
Eskiden ucuza alınan bu ilaçlar içinde pahalı olanları şimdi ancak hastane raporu ile elde etmek mümkün. O rapor olmazsa, ilaç piyasa fiyatı üzerinden ve pahalı.
Anılan hastalıklarda bazı ilaçlar pahalı olduğu gerekçesiyle, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) o ilaçlara erişimi hastane raporuna bağlıyor. Tasarruf için.
Oysa, örneğin kolestrol hastası bir kişi iyi tedavi görmediği zaman, by-pass’la karşı karşıya kalabilir, bunu yine SGK öder. Yani, pahalı ilacın erişimini zorlaştırmak, ilerde daha yüksek maliyete katlanmaya yol açabilir. Akılsız tasarruf. Ama asıl, hastaya zorluk ve ek maliyet.
Bu yöntem bir aydır uygulanıyor. AKP iktidarının en büyük propaganda araçlarından biri olan ucuz ilaç erişimi böylelikle çuvallıyor.
Bu ilaçları kullanan hastaların duygusunu anlarsınız artık.
Yazının Devamını Oku

Elveda Kopenhag işte Ankara Kriterleri

2 Nisan 2011
BİLİYORSUNUZ, o kadın dengesiz. Hani, şu Türkiye ile ilgili son İlerleme Raporunu yazan Hollandalı kadın parlamenter Ria Oomen-Ruijten. Dengesizliği adından belli, adı zor yazılıyor, zor okunuyor.
Raporda Türkiye’de demokratik ölçülerden ciddi sapmalar olduğunu belirtiyor, basın ve düşünce özgürlüğüne dönük kaygılarını dile getiriyor.
Özünde, Türkiye’nin “Kopenhag demokratik kriterlerinden uzaklaştığına” dikkat çekiyor.
Zaten adı ne kolay yazılıyor, ne kolay okunuyor, üstelik saçma sapan bir rapor yazıyor ve Başbakan Erdoğan hakkını vermekte gecikmiyor: “Bunlar dengesiz”. Raporun kendisi de, yazan da, çok açık ki, dengesiz.
Oysa, aynı Hollandalı parlamenteri, AKP geçmişte bağrına basıyor. Geçmişte Türkiye ile ilgili yazdığı raporlar ve görüşler müthiş olumlu. AKP bir zamanlar Hollandalı’ya şirin görünüyor. AKP de onu alkışlamakta gecikmiyor.
Neden sonra kadının aklı başına geliyor, diyeceğim ama, ı-ıhh tam tersine aklı başından gidiyor, dengesiz oluyor, “Türkiye’de basın özgürlüğü askıda” gibi saçma sapan gözlemlerde bulunuyor.
O saçmalık ve dengesizlik son aylarda, hele de son iki haftada Avrupa’da hızla yayılıyor.
BRÜKSEL-İSTANBUL
İki toplantı. Biri Brüksel’de, diğeri İstanbul’da.
İkisi de, basına kapalı. İkisinde de, Türk ve Avrupalı uzmanlar var. İkisine de, katılan yabancılar Türkiye’yi en azından on yıldır yakından izliyor. İkisinde de, diplomatlar, üniversite hocaları, siyasetçiler, AB adına Türkiye ile haşır neşir, fiilen işin başında olanlar var.
Hatta, İstanbul’daki toplantıya Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da katılıyor ve yöneltilen sorular karşısında zor anlar yaşıyor.
İki toplantıda da, öne çıkan görüş aynı:
“Türkiye Kopenhagen demokratik kriterlerinden sapmaktadır”.
Basına sansür, kitap toplatmalar, ifade özgürlüğüne kısıtlamalar, tutuklamalar, sonu gelmek bilmeyen davalar, gazeteci avı, sadece iktidara yakın kişi ve kurumların elinin tutulması ve artık ne varsa.
Avrupa ki, son zamanlarda buna Amerika da dahil, öyle böyle değil, Türkiye’ye dönük demokratik kaygı bardağı taşırmış durumda.
Bu toplantılara Dışişlerinden çeşitli düzeylerde diplomatlar da katılıyor. Sorulan sorulara verdikleri yanıtlar çok yetersiz kalıyor. Nasıl kalmasın, onlar da aynı köyde yaşıyor.
Erdoğan bir zamanlar AB’ye alınmazsak, “biz de Kopenhagen yerine, Ankara kriterleri uygularız” diyor.
Hah işte, şimdi Ankara kriterlerini yaşıyoruz. Sansür, tutuklama, kısıtlama, torbada ne varsa.

İş Bankası’nda 41 istifa

KISA süre önce Antalya. İş Bankası toplantısı. Orada bir kişiye özel ilgi gösteriliyor. Genel Müdür Yardımcısı Adnan Bali’ye. Oysa, İş Bankası Genel Müdürü Ersin Özince de orada. Bali, sanki Özince’den önce geliyor gibi. Şimdi yeni genel müdür Bali oldu.
Antalya toplantısına katılanlar Özince’nin İş Bankası Genel Müdürlüğünden ayrılacağını hissediyor. Bali’ye gösterilen ilgi bunun ölçüsü.
Özince on üç yıl boyunca hem İş Bankası’nda, hem genel ekonomik ortamda dengeli bir profil çiziyor.
Buna karşılık, son aylarda alınan bir kararı engelleyemiyor. İş Bankası avukatlarının banka ile ilgili davalarda kazandıkları paranın yarısını bankanın almasına karar veriliyor. Avukatlar buna itiraz ediyor. İtiraz geri dönünce, 41 avukat bankadaki görevinden istifa ediyor. Daha sonra banka kararını değiştiriyor, ancak gidenler gitmiş oluyor.
Özince’nin görevinden ayrılmasının ekonomiden sorumlu bakan Ali Babacan’a çıkışıyla ilgisi yok. “Polis gelsin bizi de alsın” gibi, sivri çıkışı ekonomi dünyasında AKP’nin uygulamalarına dönük rahatsızlığı dile getiriyor. Özince giderayak yerinde bir uyarıda bulunuyor.
Yarım yüzyılı aşkın süre Türkiye’de üç kurum önde. Ordu, Koç Gurubu, İş Bankası. İş Bankası’nda görev değişikliği sıradan bir olay değil.

‘Aaa, siz Başkanlığı tartışmıyor musunuz?’

AVRUPA ülke ve kurumlarından Ankara’ya sık sık resmi ve gayri resmi ziyaretler oluyor. Belli görüşmelerde bulunmak için.
Bundan dört, beş ay önce yapılan ziyaretlerde hemen her Avrupalı Türk muhataplarına aynı soruyu yöneltiyor:
“Başkanlık sistemi için ne düşünüyorsunuz?”
Bu soru muhalefet partilerine, üniversitelere, sivil toplum örgütlerine soruluyor. Başkanlık sistemi mi? Kimse böyle bir tartışmanın için değil. Yabancılar bunu öğrenince, “aaa, siz bunu tartışmıyor musunuz” şaşkınlığı ile gözlerini hayretle açıyor.
Tayyip Erdoğan Londra’da patlatıyor, “Başkanlığı seçim sonrasında referanduma sunabiliriz”.
Avrupalıların neden hayret ettikleri şimdi netleşiyor.
Erdoğan, Başkanlık sistemini kapalı kapılar ardında Avrupalılarla konuşmuş olmalı. Konuşmasa bile, onlar böyle bir izlenim edinmiş olmalı ki, şimdi doğru çıkıyor.
Başkanlık sistemi mi? Bir bu eksikti.
Yazının Devamını Oku

Zekeriya Öz: Seçim soğutması

1 Nisan 2011
BİR değil, HSYK’nın (Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu) iki girişimi var. 2009 ve 2010’da. Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz hakkında.

HSYK, seçim nedeniyle görevinden ayrılan Adalet Bakanı Sadullah Ergin’e 2009 ve 2010’da şunu öneriyor:

“Ergenekon Dosyasının içeriği bizim işimiz değil. Darbe girişimi var mı, yok mu, kim suçlu, kim değil, biz bunu bilmiyoruz ve de ilgi alanımızın dışında”.

HSYK’yı bir başka şey ilgilendiriyor:

“Ergenekon’da ceza usul yasasına aykırılık iddiaları var. Bu iddialar savcı Zekeriya Öz ile ilgili. Biz Zekeriya Öz hakkında inceleme yapılmasını talep ediyoruz”.
İncelemeyi Yargıtay yapacak.

Adalet Bakanı HSYK’dan gelen bu iki talebin ikisini de, geri çeviriyor. Zekeriya Öz hakkında inceleme izni vermiyor.

Aynı Zekeriya Öz, şimdi AKP’nin oluşturduğu HSYK tarafından görevden alınıyor.

ERDOĞAN’IN FRENİ

O tarihte savcı Öz hakkındaki iddialar incelenmiş olsa, belki de bugünlere gelinmeyecek. Belki de, ne sonu gelmez tutuklamalar, ne yayınlanmamış kitap avı, ne basın ve düşünce özgürlüğüne vurulan ağır darbeler, ne Korku Cumhuriyeti yaşanmayacak.

Bütün bu olaylar içte ve dışta havayı öyle oksijensiz bırakıyor ki, frene basmak gerektiği düşüncesi öne çıkıyor. Zekeriya Öz bu aşamada, terfi ettirilerek, görevden alınıyor.

Her ne kadar Başbakan Erdoğan her benzer olayda olduğu gibi, “yargının işi, ben karışmam” dese de, çekilen rahatsızlıklardan doğrudan hükümet sorumlu, savcı
Öz’le ilgili tasarrufun hükümetin dışında olduğuna kimse inanmıyor. Frene Erdoğan basıyor.

Kuş uçsa, Erdoğan’a sorulan bir ortamda, aksini düşünmek, saflığı çoktan aşıyor.

Fren mesafesi içinde, hava biraz soğutuluyor. Üzerine şimşekleri en çok çeken eleman ekipten ayrılıyor, yoksa Ergenekon’la görevli diğer savcılar da yerinde, Ergenekon da.

Ama, bundan sonra usulde aykırılıklar azalabilir.

HSYK ÇOK UYUMLU

2009 ve 2010’da HSYK’nın girişimi Adalet Bakanından neden dönüyor, savcı Öz neden şimdi görevden alınıyor?

Seçim soğutması, seçim ferahlığı, seçim zamanlaması.

HSYK’nın Öz’ü görevden alarak, yeni yapısıyla objektif hale geldiği yorumlarına hiç katılmıyorum. Tam tersine, HSYK yeni yapısıyla, iktidarın yargıdaki uzantısı görevini, hem de esaslı biçimde, yerine getiriyor.

İktidar seçim ayarı yapıyor, HSYK itinayla uyguluyor.

On milyon aile sigortası broşürü

HAKKARİ’den bir yurttaş CHP Genel Merkezine geliyor:

“Siz ne kadar oy alırsınız bilmem, ama milletin gözü bu Aile Sigortasında”.

Bu cümlenin Türkçesi, CHP’nin bu seçimdeki en büyük kozlarından biri olan Aile Sigortası’nın halk tarafından benimsenmiş olması. AKP bunun farkında, her fırsatta Aile Sigortası projesini o nedenle kötülemekten geri kalmıyor.

CHP projenin tuttuğunu görüyor, halka daha iyi anlatabilmek adına, on milyon adet Aile Sigortası broşürü bastırıyor. Herkesin anlayacağı, basit bir dille anlatım.

Sandık için eğitim

PEK çok kimse farkında değil. CHP ciddi bir çalışma yürütüyor.

“Sandıklar nasıl korunacak” çalışması. Bunun için konunun uzmanları CHP örgütünü eğitiyor. Çeşitli illerde yürütülen bu çalışma, seçimin sandıklar kapandıktan sonraki aşamada, özünü oluşturuyor.

Eğitim, sandıkta hile yapmaya kalkan olursa, bunun nasıl önleneceğini, ne yapılacağını anlatıyor.

Kaçak yapılaşmaya kıyak: İmar affı

JET hızıyla Meclis komisyonunda kabul ediliyor. İmar Kanununda Değişiklik Teklifi.

Son elli yılın seçimlerine bakıldığında, iktidarlar her seçimden önce mutlaka imar affı çıkartıyor. Bu teklif de, tam imar affı. Sadece af değil, daha da ötesi.
Şehir Plancıları Odası Başkanı Necati Uyar şu noktalara dikkat çekiyor:

-Köy statüsüne sahip yerleşme yerlerinde kaçak yapılara imar affı çıkacak. Büyük kentlerin içi, çevresi bu köylerle dolu. Bayılırım bu köylere.

-Tarım alanları imara açılacak.

-Meralar ve yaylalardaki kaçak yapılara af çıkacak, oralar yapılaşmaya açılacak.

-Orman işgalleri affedilecek.

Bu af teklifini getiren AKP’nin bazı İstanbul milletvekilleri. İstanbul olduğuna göre, İstanbul’da neler olacağını siz düşünün.
Yazının Devamını Oku