Ne oluyorsa, 01.00 ile 06.00 arasında oluyor, ölçümler (reyting) üzerinde oynanıyor.
Reyting demek, para demek. Bir dizi bir kanalla reyting üzerinden anlaşıyor. Örneğin, 5 reytinge o kanal o diziye bölüm başına 100 bin lira ödüyor. Reyting 7’ye çıkarsa, bölüm başına para 200 bin liraya, 10’a çıkarsa, beş yüz bin liraya yükseliyor. Yüksek reytingden hem yapımcı firma, hem yüksek reyting alan diziyi yayınlayan kanal kazanıyor.
Son rakam şu. TV’lerin bir aylık toplam reklam geliri 227 milyon 765 bin 358 lira. Yılda 2.5 milyar lirayı aşan pasta. Kavga bu pastadan pay alma kavgası.
ÜÇ YIL ÖNCE ŞAHİN
Reyting sistemi ile ilgili çarpıklığı ilk dile getiren TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin.
AKP’den 74, CHP’den 120, MHP’den 33, BDP’den 26 milletvekili oylamaya katılmıyor. Ayrıca, oylamaya katılan dört BDP milletvekili red oyu kullanıyor.
Ancak, bu tüm yasanın nihai oylaması. Yasanın tümünün oylanmasından önce, maddelerin görüşülmesi sonrasında tek tek oylamada AKP sadece üç fire veriyor.
Dolayısıyla, AKP’den 74 milletvekilinin son oylamaya katılmayışını, “AKP 74 fire verdi, AKP Gurubu bölünüyor” gibi yorumlamak yanlış. Maddeler bittiğinde, yasanın yeniden kabul edildiği anlaşılıyor, sabahın 04’ündeki son oylamaya Meclis’te yarıya yakın milletvekili katılmıyor. Katılmayan AKP’liler arasında bazı bakanlar da var.
Yasa 550 milletvekilinden 284’ünün oyu ile Meclis’ten geçiyor.
Davos’taki panelde İsrail Cumhurbaşkanı ile girdiği tartışmada Amerikalı gazeteci David İgnatius da nasibini alıyor. Erdoğan onu tersliyor, ardından İsrail’e dönük salvolarını sıralıyor.
İgnatius 8 Aralık tarihli Washington Post’ta Türk-Amerikan ilişkileri üzerine son ayların en önemli yazısını yazıyor. Beyaz Saray tutanaklarından bilgi edindiği belli. Hoş anekdotlarla süslediği yazısında, Amerika ile ne olmuş ve şu anda biz Amerika ile ne durumdayız, sorularının ilk elden yanıtını aktarıyor. Arap Baharı ve Türkiye-Suriye ilişkilerine pencere açıyor.
O yazının bazı bölümlerini aktarıyorum. Ben David’in yalancısıyım.
OBAMA ÖNCE BOZUK
Kelepçeler Meclis’te açılıyor. Halen tutuklu olan ve milletvekili seçilen sekiz kişi birer birer kürsüye çıkarak milletvekili yemini ediyor, milletvekiline ait görevleri yerine getirme hakkını kazanıyor.
Yeminden sonra ellerine yeniden kelepçe takılan sekiz milletvekili jandarma eşliğinde hapisaneye dönüyor.
Madem yemin ettiler ve milletvekili haklarını kazandılar, bundan böyle yattıkları hapisaneden önerge verebilirler, oy kullanabilirler, ödenmeyen aylıklarını alabilirler.
Bu bir senaryo. Özetlediğim manzaralar ve bu istek bir dilekçede vurgulanıyor.
Müftülük mü? İfade mi? Ne alaka? Müftülük savcılık mı ki, ifadeyi müftü alacak? Peki, savcı ne yapacak? Bir yanlışlık olmasın.
Her gün bu ülkede yaşananlar dünyaya tur bindiriyor. Bazıları dünya rekorlar listesine giriyor, bazıları tüy dikiyor.
Üç ay önce, güzel bir eylül sabahı Bodrum yakınında Ören-Mazı karayolu. Gökova Termik Santralında çalışan M.S. bu karayolu üzerinde avlanıyor. Takozsuz, yarı otomatik tüfekle.
Karayolu üzerinde avlanmak yasak. Takozsuz tüfekle avlanmak zaten yasak.
Şanssızlık buna denir. O sırada aynı yerde Milas Doğa Koruma ve Milli Parklar görevlileri ile Av ve Yaban Hayatı Vakfı elemanları var. Karayolunda avlanan adamı yakalıyorlar. Biraz itiş, kakış derken, adamı Mumcular Jandarma Karakolu’na teslim ediyorlar.
SAVCILIĞA ŞİKAYET
Milli Park görevlileri yasaya aykırı avlanan M.S.’ye önce ceza kesiyor, ardından tüfeğe el konulması için savcılığa başvuruyor.
- Bugünkü liberal kapitalist sistem çökmüştür. Biz ne bu düzeni devirmek, ne reforma tabi tutmaktan yanayız. Bizim hedefimiz bu düzeni kökünden yok etmektir.
- Hitler’le birlikte biz altı yıl boyunca dünyayı dize getirdik. Şimdi aynı güce yine sahibiz.
- Hiç tartışılmaz, Hitler dünya tarihinin en büyük devlet adamıdır.”
Bu sözler günümüz Almanya’sında sokakta gezen Nazi terörist ekibine ait değil. Bunlar eyalet parlamentolarına seçilen aşırı sağcı NPD partisinin milletvekillerine ait.
Onların ana başlıklarından biri de yabancı düşmanlığı:
“- Almanya’da sadece damarlarında Alman kanı dolaşanlar yaşayabilir.
- Halk kavramı bize sadece Alman Halkını anlatıyor. Onun dışındakilerin Almanya’da yaşamaya hakkı yoktur.
İki yoğun günün ardından Berlin’de bir otelin balo salonu. Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD) kongrenin yorgunluğunu atıyor. Akşam saat 20’de başlayan eğlence bira, şarap, şampanya, viski yağmuru altında gecenin 02’sine kadar sürüyor. Herkes birbiriyle dans ediyor, hayatından eğlenceli kesitler anlatıyor, tempo hiç düşmüyor. Vur patlasın, çal oynasın misali.
Salonun yanında iki küçük oda var. Salondan ara sıra bir kaç kişi o odalardan birine çaktırmadan giriyor, aralarında fısıldaşıyor. Kongrenin muhasebesi yapılıyor.
Kongre sonrasında böyle bir eğlence bizdeki parti kongrelerine, parti geleneğine çok uzak. Çok farklı bir kültür. Zaten SPD kongresi baştan sona, sosyal demokrat ya da değil, bizim partilerimize çok uzak.
DİLE KOLAY 150 YILSPD bu yıl kuruluşunun 148. yılını kutluyor. Kuruluşunun 150. yılında iktidar kapısını yeniden aralıyor. Büyük şansı var.
150 yıl bizde açılıp kapanan, yeni kurulan partilerin yaşı ile kıyas kabul etmiyor. Demokrasinin daha iyi işlemesinin altında partilerin yaşı rol oynuyor.
Kongrenin önemli kararlarından biri örgüt ve örgüt ve örgütü yenilemek. Bu amaçla parti toplantılarına bundan böyle sadece parti üyeleri değil, partiye üye olmayanlar da katılabilecek. Örgütü genişletmek, değişik düşüncelere yer vermek açısından iyi bir girişim.
Bu fikrin altında halkın siyasetten uzak durması yatıyor. Siyasete ve partiye güveni yeniden sağlamak amacıyla yelpaze geniş tutuluyor.