Önümde Odatv davasının önceki gün yapılan duruşmasına ait tutanaklar var. O tutanaklardan devam ediyorum.
Mahkeme heyeti beş kişilik listeden üç kişiyi belirleyecek. O üç kişi, bilirkişi heyeti olacak. Bilirkişi heyeti dijital veriler üzerinden Odatv davasında yargılanmakta olan sanıkların bilgisayarlarını inceleyecek.
Neden inceleyecek? Çünkü, sanık avukatları sanıkların bilgisayarlarına “dışarıdan virüs gönderildiğini” öne sürüyor. Bu önemli, çünkü Odatv davasında bilgisayarlardaki bilgiler suç kanıtı olarak değerlendiriliyor.
Eğer, virüsler iddia edildiği gibi, dışarıdan gönderilmiş ise, mahkeme on bir aydır tutuklu bulunan sanıklar aleyhindeki kanıtları yeniden değerlendirecek. Mahkeme, bilgisayar uzmanı bilirkişi heyetine o nedenle başvuruyor.
ÜÇ AYRI RAPORBuna karşılık, avukatların elinde aynı konuda üç ayrı rapor var.
“Bilgisayarlara virüsler dışarıdan gönderilmiştir” iddiasını sunan avukatlar ellerindeki üç ayrı rapordan birini Boğaziçi Üniversitesinden, ikincisini Yıldız Teknik Üniversitesinden, üçüncüsünü konunun uzmanı bir Amerikan şirketinden alıyor.
Mahkeme üç ayrı yerden verilen raporlara itibar etmiyor. Bilgisayarları TÜBİTAK’tan gelecek bilirkişi heyetinin incelemesini istiyor.
Günümüze gelindiğinde, “Hamas liderinin AKP’nin gurup toplantısına katılması hiç hoş değildi” yorumu ön plana çıkıyor.
Nerede? Gülen cemaatinde, Fethullah Hoca çevresinde. Lafı çevirmeden, AKP’yi eleştiriyorlar.
O cemaatin sözcüsü konumundaki Zaman gazetesinin 4 Ocak Çarşamba günkü sayısına bakıyorum ve çok şaşırıyorum.
Bir gün önce, 3 Ocak Salı günü Başbakan Erdoğan ameliyatı nedeniyle kırk gün ara verdiği gurup toplantısına katılıyor. Konuşmasında Uludere katliamı ile ilgili ilk kez kapsamlı değerlendirmede bulunuyor. Muhalefete ve Taraf gazetesine yükleniyor.
Konuşmanın her cümlesi gazetecilik açısından buram buram haber kokuyor. Ne beklersiniz? Hele de, AKP’ye yakın bir gazete ise, Erdoğan’ın sözlerinin manşetten verilmesini beklersiniz. Zaten yandaş ya da muhalif, bütün medya Erdoğan’ın sözlerini manşete taşıyor, Zaman hariç.
Zaman’da manşet OYAK operasyonu. Erdoğan yine ilk sayfada ama, sol kenarda iki sütun, çok ilgisiz bir başlıkla, Uludere ile ilgili değil.
DIŞ POLİTİKA AÇMAZI
Belli ki, cemaat ile AKP arasında soğuk rüzgarlar esiyor. Esiyor da, problem nerede? İki gündür cemaate yakın kişilerle konuşuyorum. AKP ile cemaat arasındaki problem yüzeysel değil, AKP’nin politikaları ve uygulamalarıyla bağlantılı.
Katliam sonrasında Uludere’ye giderken Kılıçdaroğlu’na helikopter verilmiyor. AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik dün bunun nedenini açıklıyor:
“Kılıçdaroğlu’na helikopter verirseniz, Selahattin Demirtaş’a da vermek zorunda kalırsınız.”
Demirtaş, Çelik’in o çok sevdiği ifadeyle, “milli irade oylarıyla seçilen bir milletvekili”. Onun ötesinde Meclis’te gurubu bulunan bir partinin eş başkanı. Ne demek, “Demirtaş’a da helikopter vermek zorunda kalmak?” Demirtaş ne zamandan beri Türkiye’nin bu kadar yabancısı, ayrık otu? Başka nitelemeleri dilim varmıyor söylemeye.
Siz bu bakış açısıyla mı Kürt Sorununu çözeceksiniz? Kürt sorununda taraflardan biri BDP, dolayısıyla Selahattin Demirtaş değil mi? Öcalan’la görüşen bir iktidar, Demirtaş’ı nasıl bu kadar dışlayabiliyor? BDP ile uzlaşmadan barış bu ülkeye nasıl gelecek?
KAÇAKÇILIK
Katliam sonrasında Başbakan Erdoğan olağan ve meşru bir kazançtan söz eder gibi, bombalanan insanların kaçakçılık yaptığını söylüyor. En yetkili ağız olarak.
Bölgeye giden CHP’liler aynı görüşte:
Geçenlerde Gül bir TV programında, kendi seçtiği üç yandaş gazetecinin sorularını yanıtlarken, “arkama bakmam, geçmişte yaptığım görevleri yeniden yapmam” diyor. 2014’te görev süresi dolduğunda, Gül ne yapacak, soru bu. Eğer Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı seçilirse, AKP Genel Başkanlığı boşalacak.
Genel kanı AKP’nin başına geçeceği yönünde iken, Gül tahminlerin önünü kesiyor, geriye dönmeyeceğini söylüyor. Bu sözleri yine de ihtiyatlı karşılamak gerek. Politik tavır olabilir. Kaldı ki, hayat ne getirir bilinmez, daha iki buçuk yıl var.
Süresi dolduktan sonra Gül için uluslararası bir görev bulma çalışması yeni değil.
DIŞİŞLERİNDE HAZIRLIK
Örneğin, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği. Kaderin cilvesi, Ban Ki Moon’un görevi de 2014’te sona eriyor. B.M.’ye 2014’te yeni bir genel sekreter seçilecek. Dışişleri bundan hareketle, daha önce bu yönde yaptığı çalışmalarına son zamanlarda yeniden hız katıyor. Gül B.M. Genel Sekreteri olabilir mi?
Önce pratik bir sorun var. Böyle bir görevi yürütebilmek için dört başı mamur İngilizce bilmek şart. Gül İngilizce biliyor ama, o görevi yürütecek ölçüde mi, orası ayrı. Belki de, biliyor.
Bunu bilmeyecek ne var, hesap çok kolay. Bilmem ne sayılı yasanın bilmem kaçıncı maddesine göre, o yasa “Terörle Mücadeleden Kaynaklanan Zararların Karşılanması Yasası”, tamam, o yasanın dokuzuncu maddesine göre, getir şu hesap makinesini, bekle biraz, tamam işte hesaplıyoruz.
Çarp bütçedeki memur katsayısını yedi bin gösterge ile Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak kaç para ettiğini bul.
Bu kadar mekanik. Bizim köyde hayat bu kadar ucuz, bu kadar duygusuz.
Uludere sonrasında ortaya çıkan sorulardan biri de, katliamda ölenlerin ailelerine verilecek tazminatla ilgili. Bir iddiaya göre, devlet geride kalanlara 22 bin lira ödeyecek. Bu rakam yukarıdaki formüle göre bulunuyor. Formüllerle hayatlara değer biçiliyor. Teknik deyim eklenerek, hizmet kusuru. 35 kişi ölüyor, hizmet kusuru, pardon “operasyon hatası”.
Diğerinin babası sakat, protez takılacak, para yok. Protez için köyündeki arkadaşlarıyla birlikte o gece kaçakçılığa çıkıyor, dönerken Uludere’de bombalamada...
Öteki yeni evli, eşi hamile, eşine doğum armağanı alacak, parası yok. Köyündeki arkadaşlarıyla birlikte o gece kaçakçılığa çıkıyor, dönerken Uludere’de bombalamada...
Bir başkası üniversite öğrencisi, köyden çıkmış, üniversite öğrencisi olmuş, parası yetmiyor. Köyüne geliyor, arkadaşlarıyla o gece kaçakçılığa çıkıyor, dönerken Uludere’de bombalamada...
Bombalama sonucu Uludere’de tarihe geçecek bir katliam yaşanıyor. Ölenlerin tamamı sivil insanlar, hayatlarını kaçakçılıkla kazanıyorlar.
Örgüt içi ve dışı anlaşmazlıkları kim çözecek?
Kısaca KCK olarak bilinen, Koma Civaken Kürdistan (Kürdistan Halklar Konfederasyonu) komünler halinde örgütlenerek, bu soruları çözmekle görevli.
2005’te Öcalan kuruyor. Adam içeride, ama hâlâ örgüt kuruyor. KCK 2007’de fiilen oluşuyor. Ve çok etkili hale geliyor. Son yıllarda PKK terörü yeniden tırmanıyor, o eylemlerin arkasında KCK var.
Kuruluş şemasına ve mantığına bakınca, KCK totaliter bir yapı. Aynı deyim burada da geçerli, Apo yine önder, fiili lider Murat Karayılan, yönetim merkezi Kandil. KCK bütün unsurlarıyla dağı besliyor. PKK’ya her türlü desteği sağlıyor.
DARBE ÜSTÜNE DARBE