Yalçın Doğan

Odatv davası en geç şubatta bitecek gibi

24 Kasım 2011
DRAMATİK davanın renkli konuşmasını, sanık sandalyesinde oturanlardan Yalçın Küçük yapıyor. Avukatlar dışında, zaten tek konuşma Yalçın Küçük’e ait, yargıçlara hitaben: “Ben sizi de eğiteceğim. Benim mahkemelerde her konuşmam bir eğitimdir. Faydalanmanızı öneririm. Beni daha önce yargılayan hakimler faydalandı ve yükseldi, Yargıtay üyesi oldu. Bu dava Şık ve Şener davası değildir, bu beni rencide eder”.
Dava her ne kadar Odatv davası ise de, her ne kadar “Şık ve Şener davası” değilse de, basın özgürlüğü tartışmaları açısından, gazetecilerin yargılandığı bir dava.
Yurt dışından bu davaya gösterilen ilgi bunu kanıtlıyor. Uluslararası basın örgütlerinin Odatv davasını başından beri izlemeleri, önceki gün duruşmaya katılmaları, avukatlarla görüşmeleri basın özgürlüğüne verdikleri önemi gösteriyor.

ONLARIN GÖRÜŞÜ

-”Burada düşünceler yargılanıyor”.
-”Tutukluluk süresi çoktan cezaya dönüşmüş, burada yargılananlar önce ceza almış, yargılamaya sıra şimdi gelmiş”.
-”Adil yargılama kurallarının geçerli olması gerekir”.
Bu sözler Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden gelen uluslararası sivil toplum temsilcileri ile yine yabancı gazetecilere ait. Duruşma salonunun önünde söyleniyor.
Türkiye’yi dışarıdan ama yakından izleyenlerin değerlendirmesinden ayrı olarak, duruşmayla ilgili bazı ayrıntıların altını çizmek gerek.
Dokuz ay sonraki ilk duruşmada iddianame okunamıyor, sanıkların kimlik tespiti yapılamıyor, çünkü reddi hakim istemi öne çıkıyor. Mahkeme, karara bağlamak üzere, bu istemi bir üst mahkemeye gönderiyor. Üst mahkeme kararı belki önümüzdeki hafta, ama en geç bir ay içinde verecek.

TUTUKLULUK HALİ

Herkesin merak ettiği asıl konu, tutuklu olanların tahliyesi. Mahkeme buna karar vermiyor, reddi hakim isteminin netleşmesi sonrasında ele alacağını belirtiyor.
Bir sonraki duruşma bir ay sonra. Tutukluluk hali zaten otuz günde bir incelenmek zorunda. Onun için tahliye ile ilgili karar ikinci duruşmanın yapılacağı 26 Aralık’ta belli olacak.
26 Aralık’tan sonra Odatv davası kesintisiz devam edecek. Hakkında reddi hakim istemi bulunan mahkeme başkanı Resul Çakır:
“Biz bugün başlayan duruşmanın cumaya kadar kesintisiz devamına karar vermiştik. Ama, reddi hakim istemi nedeniyle işlem yapılamıyor”.
Kesintisiz, yani kimlik tespiti, iddianamenin okunması ve sorgulamaya geçilmesi. Hepsi arka arkaya, dört gün içinde.
Avukatlardan Fikret İlkiz’in görüşüne göre, 26 Aralık’ta başlayacak ikinci duruşmada dava kesintisiz devam edecek. Bu Odatv davasının bundan sonra uzun sürmeyeceğine işaret ediyor.
Ne zaman? En geç Şubat’ta bitecek gibi görünüyor. Umarım daha uzun sürmez.

Vicdani ret zikzakları

İLK resmi açıklama Adalet Bakanı Sadullah Ergin’den geliyor, hükümette “vicdani red ile ilgili hazırlık olduğunu” söylüyor.
Bu açıklamayı bazı bakanlar destekliyor, “olur, olmalı, olabilir” sözleriyle. Derken Başbakan Erdoğan tam tersini söylüyor:
“Vicdani red olarak adlandırılan bir konu hükümetimizin gündeminde asla olmamıştır. Buna ilişkin haberler spekülasyondan öte bir anlam ifade etmiyor”.
Hiç kimsenin aklından geçmezken, konuyu ilk açan Adalet Bakanı. Madem “hükümetin gündeminde asla olmadı”, o zaman Adalet Bakanı neden öyle bir açıklama yapıyor? İkincisi, “spekülasyon” yapan falan yok, tam tersine, bazı bakanların sözleri spekülasyona yol açıyor.
Başkalarını suçlamak haksızlık.

Sağlam artık sağlam değil

ESKİ YÖK Başkanı, eski Milli Eğitim Bakanı. Şu anda Meclis Başkan Vekili Mehmet Sağlam (AKP) Meclisi yönetirken bir CHP miletvekiline kızıyor ve küfür ediyor:
“Daha söze başlamadı ya, ha s...tirin”.
Meclisi yöneten bir başkanın o koltukta otururken küfür ettiğine ilk kez tanık oluyoruz. Mecliste ilginç olaylar birbirini izliyor. Geçenlerde AKP’li Meclis İdare Amiri Salim Uslu kürsüde konuşan Kamer Genç’e fiili müdahalede bulunuyor, önceki gün oturum yöneten başkan vekili Sağlam küfür ediyor. Küfürün özrü filan yok. Ya yaptırımı?
Meclisin deneyli başkanlarından Hüsamettin Cindoruk’a soruyorum. Cindoruk:
“Yaptırımı yok. Meclis Başkanlığı, hatta milletvekilliği otokontrola, kendine hakim olmaya dayanır. Küfür olayı Sağlam’ın kendine hakim olamadığını gösteriyor. Bence önemli bir olay”.
Madem içtüzüğe göre yaptırımı yok, ne gam, Mehmet Sağlam kendisine yaptırım uygulayabilir, bir daha başkanlık koltuğuna oturmaz.
Otursa bile, bu saatten sonra o oturumlardan bir hayır gelmez.
Yazının Devamını Oku

At martini tarih inlesin

23 Kasım 2011
1937 sonbaharı. İsmet İnönü Başbakanlıktan ayrılıyor, yerine Celal Bayar Başbakan oluyor. Yeni Başbakan Bayar hükümeti kurduktan sonra Meclis’te yaptığı ilk konuşmada:

“Bu yıl Dersim denilen işi kati suretten tasfiye etmek için devletin bir tedbiri daha var. Ordumuz Dersim havalisinde vazife alacak ve umumi bir tarama hareketiyle kuvvetlerine müzahir olaraktan bu meseleyi kökünden söküp atacaktır.”

Devletin Dersim’e üç askeri harekatı var. Bunlardan ikisi Ekim 1937 - Ocak 1939 arasında Celal Bayar’ın Başbakanlığı dönemine rastlıyor.

Buna rağmen, Başbakan Erdoğan Dersim olayları nedeniyle CHP’ye çatıyor ve CHP’nin tarihle hesaplaşmasını istiyor. Tamam, CHP’nin hesaplaşması iyi olur.
Ancak, bu hesaplaşmanın tek taraflı kalmasını önlemek için, Meclis tutanaklarında yer aldığı gibi, Celal Bayar’ın da sözlerini kayda geçirmek gerek.

Seçimlerde Erdoğan “biz Demokrat Parti’nin de devamıyız” dediğine göre, Dersim konusunda tek başına CHP’yi suçlamak ve yalnız bırakmak adil olmasa gerek.

400 YIL

Mesele CHP ya da DP meselesi değil. Biraz daha geriye gitmek mümkün.

1920’de 1. dönem milletvekili Hasan Hayri Bey ki, bölgedeki aşiretlerden birinin üyesi, kürsüden şöyle diyor:

“Efendiler, Dersim meselesi bildiğiniz gibi tamam dört yüz seneden beri Devlet-i Osmaniye’yi işgal eden bir meseledir. Öteden beri bu mesele için tayin olunan memurların kötü yönetimi yüzünden halkta terslikler meydana gelmiştir.”

Tarihle yüzleşmek için 1937, 38 yıllarına gitmek yetmiyor. Çok daha gerilere, Osmanlı’ya, üç yüz, dört yüz yıl geriye gitmek gerekiyor.

Orada tarihle yüzleşirken karşımıza feodal yapı, geri ekonomik düzen, bir türlü yapılamayan toprak reformu gibi sorunlar çıkıyor.

DIŞARIDAN ÇOMAKSOKMAK

Biraz daha deşince, karşımıza İngilizler, Ruslar, Ermeniler çıkıyor. Genelde Kürt Sorununu, özelde Dersim’i yıllarca kaşıyan dış güçler.

30’lu yıllarda Dersimlilerin elinde Amerikan yapımı Martini var. Martini tüfekler 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşında ortaya çıkıyor. Osmanlı Devleti o yıllarda Amerika’dan çok sayıda Martini tüfek satın alıyor. Bunun bir bölümünü Ruslar’a karşı savaşan Şeyh Ubeydullah’a gönderiyor. O silahlar Rus savaşında kullanılıyor, sonra bölgedeki aşiretlerin elinde kalıyor.

Dersim’de ne olup bittiğini öğrenmek için Jandarma Genel Komutanlığı kaynaklarına inmek gerekiyor. Bunun yanında, Meclis tutanakları, değişik yıllarda bölgeye gönderilen Umumi Müfettişlerin raporlarını değerlendirmek şart.

Ve bir bütün içinde. Yoksa, bugün Dersim, yarın bir başka bölge, bir başka konu. İçinden çıkılmaz, hiç bir getirisi bulunmayan kör dövüşüne dönüşüyor.

O kadar ileri gidiyor ki, bazıları hızını alamıyor, “Sabiha Gökçen Hava Alanının adı değişsin” gibi sonu gelmez fikirlere kadar varıyor.

Dersim tartışmasında başından beri, atış serbest, at Martini, tarih inlesin.

İki seyirci: Rektör Söylet ve YÖK

TIP fakültelerinden hocalar ayrılıyor.

Ayrılanlar ortaya ciddi iddialar atarak, “bundan sonra doktor yetişmesi güçleşecek” diyor. Devlet hastanelerinde ameliyatlar azalıyor. Sağlık çalışanlarının akademik nitelikleri kayboluyor, deniyor. Bunların önemli bölümü İstanbul’da yaşanıyor.

İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yunus Söylet tıp kökenli. Meslektaşları, arkadaşları ayaklanmış, dertlerini anlatacak insanlar arıyor, Prof. Söylet nefesini tutmuş, ağzını açmıyor, daha doğrusu açamıyor. Tıpkı YÖK gibi.

Sağlık sektöründeki yapılanma böyle giderse, iddialara göre, tıp fakültelerinin bir süre sonra belki de Sağlık Bakanlığına bağlanması söz konusu olabilecek.

Bütün bunlar olup bitiyor, hem sağlık sektörü, hem üniversite rahatsız, buna rağmen, tıp kökenli rektör Söylet ve YÖK seyirci pozisyonunda. Daha ne olacak da, Söylet ve YÖK bir tavır sergileyecek?

‘AİHM Nedim Şener lehinde’

PEK sık görülen bir tavır değil. Türk Hükümetine yöneltilen soruların türü itibariyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) “Nedim Şener ve Ahmet Şık’tan yana tutum sergileyecek gibi görünüyor”.

Oda TV davasında tutuklanan gazeteciler tam dokuz ay sonra, nihayet yargı karşısına çıkabiliyor. Tutukluluk süresi ile ilgili yurt içinde ve dışında artık söylenmedik söz, yapılmadık eleştiri kalmıyor.

Onlar yargı önüne çıkmadan önce AİHM Türk hükümetine konuyla ilgili sorular yöneltiyor. O sorular dünkü gazetelerde yer alıyor. Yer almayan noktayı dün, bizim AİHM’deki eski yargıcımız, CHP İzmir milletvekili Rıza Türmen’e soruyorum. Onun yorumu ne? Türmen:

“AİHM Türk Hükümetine soru sorarak, Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın dava istemine öncelik verdiğini bildirmiş oluyor. Normal olarak, AİHM’e başvurular beş yılda sonuçlanırken, şimdi soru sorarak bu davayı en çok bir yıl içinde sonuçlandıracağını belirtmiş oluyor”.

Soruların içeriğine bakarak, Rıza Türmen ek bir yorum getiriyor:

“AİHM soruların yanıtlarını hukuk açısından zaten biliyor. Hükümete sorarak, bir anlamda savunma istiyor. Bence, AİHM Şener ve Şık’tan yana tavır almış görünüyor”.

En çok bir yıl içinde, belki daha önce AİHM’in kararını göreceğiz.
Yazının Devamını Oku

Sen doktorsun hastaya bakma

22 Kasım 2011
ÜNİVERSİTEDE öğretim üyesi bir doktor, her gün hastaneye geliyor, onlarca hastası var.

Şimdi özel muayenehanesi var, 17.00’den sonra oraya gidiyor. Sabah 9’dan akşam 17’ye kadar hastanedeki odasında oturuyor. Sekiz saat boyunca artık ne hastaya bakabiliyor, ne reçete yazabiliyor, sadece ders veriyor.
Tıbbın herhangi bir alanında uzman-laşmış, yetişmiş bir hocaya, tam güne geçtiği için, şimdi ceza verir gibi, hasta-
ya bakamazsın, deniyor. Oysa, asıl ceza hastaya verilmiş oluyor. Sağlık Bakanlığı tarafından yayınlanan kanun hükmünde kararname ile sağlık sektörü yeniden yapılandırılıyor. Yeni sistem en çok üniversite hastanelerini vuruyor. Özel sağlık kuruluşlarına geniş alan açıyor. İki gün önce İstanbul Tıp ve Cerrahpaşa Tıp Fakültelerinde görev yapan hocalar yeni yapılanmaya dönük bilgi vermek amacıyla bir gurup gazeteciyi davet ediyor. Benim de yer aldığım toplantıda, anlatılanlara göre, manzara hoş değil.

DEVLET ÇEKİLİYOR

Devletin verdiği sağlık hizmeti azalıyor, yerine karı ön planda tutan sağlık piyasası geliyor.
- Hastaneler kar amaçlı işletmelere dönüşüyor. Tıp hizmetinden önce, yatak hizmeti (otelcilik)önemseniyor. Hastane değil, pastane lafı geçerli.
- Devlet hastanelerinde ameliyat sayısı ve uzman doktor sayısı azalıyor. Örneğin, bir hastanede göz hastalıklarında 21 uzman doktordan 7’si, ürolojide 11 uzman doktordan 3’ü, onkolojide 6 uzman doktordan 2’si kalıyor. Bazı servisler kapanıyor. “Ben hastaneye gideyim” diyen bir hasta, böyle devam ederse, gidecek devlet hastanesi bulamayacak hale geliyor.

Yazının Devamını Oku

Kozinoğlu (3) Dosyası

19 Kasım 2011
ÖLÜMÜ çeşitli spekülasyonlara yol açıyor. Savcılık ölümüne ilişkin soruşturma başlatıyor.

Silivri Cezaevinde spor yaparken fenalaştığı bildirilen MİT üyesi Kaşif Kozinoğlu’na doktor müdahalesi geç mi kalıyor, ihmal mi var, soruları araştırılıyor.
Silivri Cezaevi’nden değişik nedenlerle şikayetler artıyor. Kısa süre önce Adalet Bakanı Sadullah Ergin aniden Silivri’ye giderek incelemelerde bulunuyor.  O incelemenin sonucunu halen kimse bilmiyor, o konuda bir açıklama henüz yok.
Cezaevi koşullarına ek olarak, uzun tutukluluk süreleri bir kaç yıldır herkesin şikayet konusu. Demokrasilerde bu kadar uzun tutukluluk süresi yok.

ODATV İDDİANAMESİ

İşte, Kozinoğlu bu sırada hayatını kaybediyor. Aylardır hapiste, tam gelecek hafta ilk kez yargıç karşısına çıkacak, ama ömrü yetmiyor.
Geçtiğimiz Mart ayında polis Odatv’ye baskın düzenliyor. Çalışanların evleri aranıyor, belgelerine el konuyor. Gözaltı ve tutuklamalar birbirini izliyor.
Gerekçe, devletin sırlarını açıklamak, gizli belgeleri ele geçirmek.

Yazının Devamını Oku

CHP’de kendine kurşun sıkmak adeti

18 Kasım 2011
KEMAL Kılıçdaroğlu küplere biniyor. On iki CHP milletvekilinin bir başka CHP milletvekili ile ilgili açıklamasını duyduğunda Kılıçdaroğlu:

“İki tarafın da savunmasını isteyeceğim, hem on iki milletvekilinin, hem Hüseyin Aygün’ün”.
CHP sözcüsü Birgül Ayman Güler basına eksik bilgi veriyor, sadece Hüseyin Ergün’ün savunmasının alınacağını bildiriyor. Oysa, öyle değil. Adı geçen herkesin savunması isteniyor.
Kılıçdaroğlu gerçekten çok sinirlendiği açıklamayı duyduğunda:
“Ben gurupta pek yapılmayanı yapıyorum. Gurubun basına kapalı toplantısında herkesin her istediğini dile getirmesini söylüyorum. Gurup kapalı, isteyen, istediği her şeyi söylesin. Ama, medyaya konuşmayın. Bu açık uyarıma rağmen, yine bunu yapıyorlar, partiye zarar veriyorlar”.
Kılıçdaroğlu yerden göğe kadar haklı. Bunun bir yaptırımı olmalı.

DERS VERMEK

CHP Tunceli milletvekili Hüseyin Aygün bir gazeteye Dersim’le ilgili demeç vererek, CHP’yi ve Atatürk’ü eleştiriyor.

Yazının Devamını Oku

Vicdani reddi tıkayan gerekçe: PKK

17 Kasım 2011
İTİRAZ hep Genelkurmay’dan geliyor:

“Bizde vicdani ret kabul edilirse, PKK kampanya başlatabilir, askere gitmeyin, diye propagandaya başlar. Vicdani ret o açıdan sakıncalı olur.”
Vicdani ret bu gerekçeyle yıllardır askıda kalıyor. Bu süre içinde Avrupa Konseyi’nden bizim bakanlara yazılar yazılıyor, görüşmelerde konu hep açılıyor ancak, “PKK kampanya yapar” denildiği için cıss, kimse dokunmuyor.
Son olarak Avrupa Konseyi bu yılın sonuna kadar süre tanıyınca, hükümet ister istemez harekete geçiyor.
Vicdani ret, inancı gereği, askere gitmekten vazgeçmek. Bu hakkı kullanacak kişi, inandırıcı bir gerekçe göstermek zorunda. Kendi kafasına göre, keyfi biçimde, “ben gitmiyorum” demek yok. Bunun koşulları önümüzdeki günlerde kabul edilecek yasada yer alacak.
NE KIZ, NE İŞ VERİRLERAslında bizde vicdani ret için düğmeye geç basılıyor.
Pek çok Avrupa ülkesinde zorunlu askerlik çoktan kalkmış bulunuyor. Zorunlu askerlik kalkınca, vicdani redde gerek kalmıyor. AB ülkeleri içinde zorunlu askerlik halen altı ülkede var.
Bizde geç kalmasının başka nedeni geleneklere bağlılık. Ne de olsa, “asker milletiz”. Ya da “askere gitmeyene kız vermezler”, “askere gitmeyene iş vermezler” ve hatta “askere gitmeyen adam değildir” menkıbeleri. Bunlar şimdi geride kalmak üzerine.

Yazının Devamını Oku

Gerze’de santral için kazma, hukuka kazma

16 Kasım 2011
BİR bölümü orman alanı, bir bölümü 2B alanı, bir bölümü tarım alanı. Sahilinde balık üreme ve avlanma yerleri var. Burası termik santral sahası. Gerze’de (Sinop) kurulacak termik santral Sinop ili içme suyunun yüzde 51’inin karşılandığı su kaynaklarına 700 metre uzaklıkta. Kurulması planlanan santralın hemen kenarında birinci derecede arkeolojik SİT alanı var.
Sinop ve Gerze’de kuzey ve kuzey batı rüzgarları hakim. Santral, yüksekliği 1800 metreyi bulan Dranaz Dağları eteklerinde. Santralın bacalarından salınacak sera gazları dağları aşamayacak ve bu bölgede kalacak. Atmosferde kimyasal değişime uğrayacak, asit yağmuruna dönüşecek. Santral kuş uçuşu Gerze’ye 5, Sinop’a 15, Bafra Ovasına 50 kilometre uzaklıkta. Asit yağmurunun bu yerlere dökülmesi gibi bir tehlike var.
Bütün bunlara rağmen Gerze ilçesi, Yaykıl Köyü, Çakıroğlu Mevkiinde termik bir santral kurulması söz konusu.
Santralı kurma girişimi 2007’ye kadar gidiyor. Kurma girişimi ile birlikte bir dizi resmi karar ve belge ortaya çıkıyor.
SİT KARARI
Santralın hemen kenarında arkeolojik SİT alanı var, diyor muyum, diyorum. İşte belgesi.
Samsun Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’nün 7 Kasım 2008’de verdiği B.16.0.KVM.4.55.00.02/57.05/58/129 sayılı kararıyla oranın kültür ve tabiat varlıkları alanı olduğu belirtiliyor. Bu durumun Belediye hoparlörüyle halka duyurulması isteniyor.
Aynı karara göre, belirtilen alanda “Bizans dönemi yapı kalıntısı, mozaik taban döşemesi, lahit kapağı, sütun ve seramik bulguların varlığı” tespit ediliyor.
DİRENİŞ
Santral kurulacağını öğrenen Gerze Halkı direnişe geçiyor. Sinop Çevre Platformu kuruluyor.
Balıkçılar Kooperatifinden Eğitim Gönüllülerine, Arıcılar Birliğinden dershanelere, vakıflardan çeşitli meslek odalarına, değişik siyasal partilerden sendikalara kadar pek çok sivil toplum örgütü bu platform çevresinde toplanıyor. Santralın yaratabileceği sakıncaları öne sürerek, santrala karşı hukuk mücadelesine girişiyor.
Hukuk mücadelesini sürdürürken aynı anda santral yapımına karşı fiili direnişe geçiyor. Bir süre önce TV’lerde izlediğimiz gibi. Kadınlar kendilerini iş makinelerinin önüne atıyor. Polis ve jandarma müdahale ediyor.
YÜRÜTMEYİ DURDURMA
Sinop Barosu Danıştay’da dava açıyor. Danıştay 13. Dairesi 20 Temmuz 2009’da esas no. 2009/1526 sayılı dosyayla yürütmeyi durdurma kararı veriyor. Gerekçesinde, “ÇED kararı olmadığını” vurguluyor, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu’nun “ÇED gerekli değildir görüşünü hukuki bulmuyor, ÇED kararı olmadan bu projeye onay verilmesinin yasaya aykırı olduğunu” savunuyor.
Bu koşullarda “yatırıma başlanamayacağını” belirtiyor. Enerji Piyasası Kurulu’nun 1. maddesinde öngörülen “elektriğin çevreye uyumlu bir şekilde tüketicilerin kullanımına sunulması amacının göz ardı edilmesi anlamına geldiği” hükmüne varıyor.
İTİRAZA RED
Santralı yapacak firma Danıştay 13. Dairesinin yürütmeyi durdurma kararına itiraz ediyor.
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 14 Ocak 2010’da 2009/833 sayılı kararıyla itirazı reddediyor.
Dava Daireleri Kurulu “dava edilen idarenin öne sürdüğü hususlar, yürütmeyi durdurma kararını kaldıracak nitelikte görülmemiştir” diyor ve hukuk açısından yürütmeyi durdurma kararı devam ediyor.
DİĞER BELGELER
Bu arada Sinop Çevre Platformu tarafından santralın yapımına karşı öne sürülen tüm iddialar resmi belgelere bağlanıyor.
Sinop Valiliği İl Tarım Müdürlüğü “santral sahasının balık üretim yeri olduğuna” ilişkin rapor veriyor.
Samsun Tabip Odası “santralın su kirliliğine yol açacağını” belirten rapor yazıyor.
Kastamonu Üniversitesi ile Samsun 19 Mayıs Üniversiteleri Gerze’deki termik santralın çevreye etkileri üzerine raporlar veriyor.
EK SÜRE
Bu hukuki gerçeklere rağmen, Çevre Bakanlığı “ÇED raporunun hazırlanması için 21 Haziran 2011’den itibaren altı ay ek süre verilmesine” karar veriyor.
Gelin görün ki, bütün bu hukuki kararlara rağmen, geçen ay Gerze’de santral için kazma vurmak amacıyla iş makinaları geliyor, yani ÇED raporu olmadan fiilen santralın yapımına geçiliyor.
Halk da, buna isyan ediyor.
GÜL SICAK BAKMIYOR
Bir süre önce Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Sinop’u ziyaret ediyor. Ziyarette kendisine termik santral anlatılıyor. Gül şunu söylüyor:
“Görüşlerinize katılıyorum, termik santrala sıcak bakmıyorum, benim gönlümden geçen şey, termik santralın buraya yapılmamasıdır”.
Ama, yapılıyor. Hukuki süreç hiçe sayılıyor. Gerze’de halk şimdi yeni bir direniş ve miting düzenlemek için harekete geçiyor.
Yazının Devamını Oku

Futbol Federasyonu ayağa kalk

15 Kasım 2011
UTANÇ veren yenilginin önünde ve arkasında yanıtlanması gereken sorular var. Kendi sahamızda Hırvatlara 3-0 yeniliyoruz, sorumlular bu yenilgiyi unutturmak çabasında. Yağma yok.

Milli takım ilk kez yenilmiyor, bu yenilgi son yenilgi de olmayacak. Her takımın başına gelebilir. Ama, yenilginin ötesindeki suskunluk ve yaptırımdan kaçmak hepimizi çileden çıkartıyor.
Teknik direktör Hiddink’ten başlayalım. Türkiye Futbol Federasyonu’na (TFF) soruyorum:
Şu anda Avrupa’da en yüksek ücreti İngiltere’yi çalıştıran Capello alıyor, 12 milyon Euro. Onu 8.5 milyon Euro ile Hiddink izliyor. Bizi bu akşam eleyecek olan Hırvatistan’ın teknik direktörü Bilic 300 bin Euro alıyor. TFF 8.5 milyon Euro’yu Hiddink’e neye göre veriyor? Ölçü ne?
TFF’ye soruyorum:
Maç sırasında taraftarlar kaleci Volkan’ı protesto ediyor. Doğru ya da yanlış, o ayrı. Ertesi gün bütün gazetelerde aynı haber var. O haberlerdeki iddiaya göre, Volkan, daha sonra Emre taraftara küfür ediyor. Küfür ettikleri doğru mu? TFF bunu araştırıyor mu? Maçtaki görüntülerden, dudak okumaktan bunu çıkarmak kolay. Küfür ettikleri doğru ise, bu futbolcular hakkında işlem yapıyor mu?
TFF’ye soruyorum:
3-0’lık yenilgide dört futbolcu Arda, Emre, Sabri, Hakan sarı kart görerek cezalı duruma düşüyor. Bu dört futbolcu bu akşam oynayamıyor. Onlar bilerek mi cezalı duruma düşüyor, TFF araştırıyor mu?

Yazının Devamını Oku