6 Aralık 2011
<b>BERLİN</b><br>KARA tren peronları, kara tren garı. Bir zamanlar Batı Berlin’den Doğu Berlin’e kalkan trenlerin Batı’daki son durağı.
Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD) Berlin’de kongresini eski bir istasyonda topluyor. Avrupa’nın ekonomik krizle boğuştuğu, kapitalizmin çok eleştirildiği bir dönemde, SPD yıllar yılı kapitalizmden sosyalizme fiili geçişin son kapısında toplanıyor. Belki de, dünyaya mesaj niteliğinde.
Yedi bin kişinin izlediği kongrenin ana salonunda, eskiden burası tam gar, sadece iki ışıklı pankart var. Birinde, konuklar için “hoş geldiniz” yazılı, diğeri kongredeki tek siyasal pankart, “Bizim sermayemiz: Demokrasi, Adalet ve Dayanışma”.
Salona girerken uzun koridor, eski tren peronları. Koridorda yüzü aşkın özel firmanın standı var. Gıdadan otomobile, elektronik eşyadan tekstile kadar pek çok
farklı alanda üretim yapan firmalar. Onlar kongrenin sponsoru. Bizde olsa, firmalar bir partinin sponsoru mu, ağzından yel alsın. Bizim satılık partimiz yok.
Kongre saat 10.00’da başlayacak. Aniden elektronik tabelalarda “çok kalabalık olduğu için özür diliyoruz, 10.15’te başlayacak” yazılı. Aaa, gerçekten tam 10.15’te başlıyor. Bu adamlar delirmiş, hem özür diliyor, hem zamanında başlıyor.
Yazının Devamını Oku 30 Kasım 2011
AVRUPA İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 2009 Temmuz’unda Türkiye’deki tutuklulukla ilgili bir davada şu karara varıyor: “Türkiye’de tutukluluk kararları basmakalıp gerekçelerle verilmektedir ve bu durum sistematik soruna dönüşmüştür.” (Cahit Demirel/Türkiye Pilot Dava).
Bu davada Türkiye mahkum oluyor. O tarihten bu yana, iki buçuk yıla yakın süredir Türkiye AİHM’de 436 kez mahkum oluyor.
Gerekçe hep aynı: “Yargılamada makul süre aşılmıştır. Uzun tutukluluk süreleri ceza yerine geçmektedir, bu insan hakları ihlalidir.”
AİHM 436 ayrı davada, 436 kez mahkumiyete karar veriyor. Sırada 536, 836, 1036 artık ne kadar ise, başka davalar var ve belli ki, Türkiye onlarda da mahkum olacak, ama değişen bir şey yok. Uzun tutukluluk süreleri devam ediyor. Bu gerçek, AKP iktidarının en büyük vebali olarak işte ortada duruyor.
KAÇMA VE KARARTMA
Bir yanda aylardır tutuklu insanlar ve hatta tutuklu milletvekilleri, bir yanda ne zaman sonuçlanacağı belli olmayan davalar.
CHP bunları göz önünde tutarak, demokratik açılım kampanyası başlatacak. Yasalarda antidemokratik maddeleri ayıklama girişimi. Basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü, Terörle Mücadele, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri, Siyasal Partiler Yasaları başta olmak üzere.
Tutukluluk süresine ilişkin olarak AİHM’deki bizim eski yargıcımız, CHP İzmir milletvekili Rıza Türmen’e soruyorum, Türmen:
“Uzun tutukluluk süreleri hem yasalardan, hem uygulamadan ileri geliyor. Evrensel hukukta esas olan tutuksuz yargılamadır. Tutukluluk istisnadır. O nedenle, yargıçlar tutukluluk devamı için neden var mı, ona bakmak zorunda.”
Tutukluluk devamı için mahkemelerin gerekçesi aynı, “kaçma ve delil karartma”. Rıza Türmen:
“Neden kaçacak, ayrıca neden ve hangi delili karartacak, bunu kararda açıkça yazmak gerekir, oysa yazılmıyor. Kaldı ki, yargılama için kanıt hala toplanmamışsa, bunun sorumlusu soruşturmayı yürüten makamdır. O sorumluluk yerine getirilmiyor, bireyler özgürlükten yoksun kalıyor.”
AİHM Türkiye’yi mahkum ederken, tutukluluğa itiraz için etkin yargı yolunun bulunmadığının altını çiziyor.
Bunlara rağmen, tutukluluk süresi uzayıp giden tren rayları gibi.
‘Alışmadık, alıştırmayacağız’
CUMHURİYET Gazetesi yazarı ve CHP İzmir milletvekili Mustafa Balbay’ın tutuklanmasının bugün bininci günü.
Balbay milletvekili ve yaklaşık üç yıldır hapiste. Bu durumu protesto etmek için CHP harekete geçiyor. Protestolardan biri bugün Ankara’da Meclis’in Çankaya kapısında Milli Egemenlik Parkı’nda saat 12.30’da.
Uzun tutukluluk süresine ek olarak, bir milletvekilininin tutuklu kalması, seçme ve seçilme hakkının çiğnenmesi açısından, insan hakları ihlali.
Bugün temel sloganlardan biri, “alışmadık, alıştırmayacağız”. Alışmadık, çünkü yarım yüz yıldır biz böyle bir dönemi yaşamadık, bilmiyoruz.
Gerze zehir solumak istemiyor
NÜFUSU 7-8 bin dolayında. Oysa, Sinop Gerze’de miting alanında bu nüfusun iki katı toplanıyor. Sinop ve Gerze ile birlikte komşu il ve ilçeleri çevre bilinci sarıyor. Somut nedeni var.
Gerze’de çeşitli çevre ve yasal aykırılıklara rağmen, termik santral kurmak çalışması var. Uzun süredir Gerze halkı buna direniyor. Kadınlar çadırda nöbet tutuyor. Son olarak geçen cumartesi günü Gerze’de miting alanında toplanan insanlar pankartlar açıyor:
“Zehir solumak istemiyoruz”, “HES, nükleer ve termik santralları durduracağız.”
Çevre bilinci Türkiye’de yükseliyor. Gerze en tipik örneklerden biri. Çevre bilinci sivil toplum direnişiyle birleşiyor, bölgeye zarar veren bir santralın kuruluşunu önlemeye çalışıyor.
A.A. haberi ve Norveçli Bakan
KEMAL Kılıçdaroğlu’nun Brüksel’de Avrupa Sosyalist Partisi üyesi ve Norveç Savunma Bakanı Barth Eide ile bir panelde tartıştığına ilişkin haber yayınlanıyor. Haberi yayınlayan, kuruluşundan bu yana bütün iktidarlarla çalışan ve bugün de iktidara yakın Anadolu Ajansı (A.A.).
Haberi ertesi gün Norveçli Bakan yalanlıyor: “Medya, olmayan anlaşmazlıkları yayınlıyor. Ben ve değerli arkadaşım Kemal bugün bir panelde bir araya geldik ve her zaman olduğu gibi, aynı siyasal görüşleri paylaştık. Kemal’e gösterilen ilgi, sadece benim değil, aynı zamanda Avrupa Sosyalist Partisi’nin de ona verdiği desteğin göstergesidir.”
A.A. bu yalanlamaya itibar etmiyor. A.A.’ya göre, panel haberi görüntülü ve sözler tırnak içinde. Onun için A.A. Norveçli Bakanın açıklamasını vermiyor. Oysa, habercilik açısından vermek gerekir. A.A. neden vermiyor? Bunu sormak için dün A.A. Genel Müdürü ki, Başbakan Erdoğan’ın eski basın danışmanı, Kemal Öztürk’ü arıyorum. Objektif olmak gereği ile.
Kemal Öztürk önemli bir şahsiyet, toplantı halinde, telefona çıkmıyor. Yardımcısına görev veriyor, o arıyor. Ben de toplantı haline geçiyorum, görüşemiyorum.
Yazının Devamını Oku 29 Kasım 2011
DER Osmanlıca-Farsça kapı anlamında, sim gümüş anlamında. Dersim, gümüş kapı anlamında. Orada gümüş madeni var.
Gümüşün yanında bölgede başka madenler de çıkıyor. 1935’te Dersim adı değiştirilirken, “Tunçeli” deniyor, “tunç” madeninden hareketle, sonrada “Tunceli” oluyor.
Dersim’e düzenlenen askeri harekatta “tedip ve tenkil” kavramları yer alıyor. Tedip, haddini bildirme, terbiye etme. Tenkil, tepeleme. O yıllarda Dersim ile birlikte kullanılan bu kavramlar, devletin olayı nasıl ele aldığını göstermeye yetiyor.
Dersim “tedibi” sırasında iki Başbakan var, İsmet İnönü ve Celal Bayar var. Buna karşılık üç değişmez aktörün rolünu unutmak yanlış.
Mareşal Fevzi Çakmak 23 yıl süreyle Genelkurmay Başkanı, 1944’te ayrılıyor o görevden. Şükrü Kaya, 1927-38 arasında İçişleri Bakanı. On bir yıl o koltukta oturarak, bugüne kadar kırılamayan rekorun sahibi. O zamanki adıyla Umumi Müfettiş, günümüzde Sıkıyönetim Komutanlığına denk düşen görevle, Korgeneral Abdullah Alpdoğan 1936-43 arasında dokuz yıl olağanüstü yetkilerle Dersim’i yönetiyor.
HUKUK YERLE BİR1930’lar... Almanya’da Hitler, İtalya’da Mussolini, Rusya’da Stalin ülkelerinde insanların tepesine demir yumrukla iniyor. Türkiye’de tek parti yönetimi var.
Ayrıca, 1929 dünya ekonomik bunalımı etkisiyle ekonomide devletçilik ön planda. Dönem böyle bir dönem.
Bu sırada “Tunceli Kanunu” çıkıyor. Eşine kolay rastlanacak bir yasa değil. Hukuk bütün kurum ve uygulamalarıyla yerle bir. Tüyler ürperten yasanın bazı maddeleri şöyle:
Yazının Devamını Oku 26 Kasım 2011
LEFKOŞA
ZARF açılıyor, mektubun içinden bıçak çıkıyor.
KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu ile görüşmelere gideceği için Kıbrıs Rum Lideri Hristofyas’a gönderilen tehdit mektuplarının haddi hesabı yok.
Gönderen kısa adı Elam olan Ulusal Halk Cephesi adında bir örgüt. Örgüt ama, siyasal oluşum içinde yeri var, dört bin oy alıyor.
Kıbrıs coğrafyasında tehditlerin, protestoların sonu yok. Gösterilerden zaman zaman Eroğlu da nasibini alıyor.
Görüşmeye oturulduğunda, hem Eroğlu, hem Hristofyas tehditlerden söz ediyor, Rum Lider tebessümle, “Kıbrıs’ta siz işgalcisiniz, bu tehditleri ben onun için alıyorum” dediğinde, Eroğlu espriyle karışık, “iyi ki, öyle oldu, ikimiz de canımızı kurtardık” diyor.
Canlar kurtuluyor, ne var ki, Kıbrıs Türkleri için 1974’ten bu yana ne zaman biteceği belli olmayan yalnızlık süreci başlıyor.
İzolasyon yani tecrit, yani yalnız bırakılma, Kıbrıs Türk Halkının kaderine dönüşüyor. Spor, akademi, ticaret, siyaset, sanat, hangi kapıyı açmak istese, karşısında aşılmaz duvarlar yükseliyor. Yalnızlığın garipliği ve çaresizliği.
Yazının Devamını Oku 25 Kasım 2011
LEFKOŞATİYATRO kostümlerini taşıyan Türk kamyonu, Rum kamyonuna yanaşıyor. Kostümler bir kamyondan ötekine taşınıyor. KKTC’deki tiyatro, Rum kesiminde oyun sahneleyecek. Oyunun kostümlerinin Türk kamyonu tarafından getirilmesini Rum tarafı kabul etmiyor. Kostümlerin taşınması o nedenle. Bir tür izolasyon, tecrit, yalıtım.
Amerikan üniversitelerinde eğitim veren uluslararası profesörler KKTC’deki sempozyuma davet ediliyor. Amerikalı hocalar geleceklerini bildiriyor, son anda Amerikan Üniversiteleri hocalarına KKTC’ye gitmek için izin vermiyor. Bir tür izolasyon, tecrit, yalıtım.
Moskova Üniversitesi öğretim üyesi KKTC’ye konferansa davet ediliyor. Profesör daveti kabul ediyor, geleceğini bildiriyor, son anda Moskova Üniversitesi hocaya izin vermiyor. Bir tür izolasyon, tecrit, yalıtım.
Galatasaray Voleybol Takımı Atina’da maça gidiyor. Takımda Magosa doğumlu bir oyuncu var. Yunanistan o oyuncuyu kabul etmiyor. Oyuncu takımdan çıkmak zorunda kalıyor. Bir tür izolasyon, tecrit, yalıtım.
TECRİT SEMİNERİ
İzolasyon kökeni İtalyanca bir sözcük, tecrit, yalıtım anlamına geliyor. Yalnız kalmak, yalnız bırakılmak anlamında.
Devletlere bakıldığında, dünyada bugün yalnızlığa bırakılmış, izole edilmiş en büyük devlet KKTC. Her anlamda yalnız bırakılmışlığın acılarını çekiyor. Sportif, akademik, kültürel, ekonomik, siyasal anlamda yalnız bırakılmayı, tecrit edilmeyi yaşıyor. Yalnızlığın halk üzerindeki ruh hali başlı başına bir dram.
KKTC bu yalnızlığını dünyaya bir kez daha duyurabilmek adına, Lefkoşa’da üç günlük seminer düzenliyor. Uluslararası İzolasyonlar Sempozyumu. KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nun daveti üzerine bir kaç meslektaşımla birlikte ben de Lefkoşa’da bu semineri izliyorum. Sempozyumu Lefke Avrupa Üniversitesi ile Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi birlikte düzenliyor.
ASKIDA KARARLAR
KKTC 15 Kasım 1983’te ilan ediliyor. Üç gün sonra, 18 Kasım 1983’te Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi KKTC’nin yalnız bırakılacağına ilişkin kararını yayınlıyor.
KKTC’nin başka devletler tarafından tanınmasına engel olan, KKTC’yi siyasal yalnızlığa iten bir karar. Bir devlet dünyada tanınmaz ise, ne oluyor? Müthiş bir yalnızlık, her anlamda dünyadan soyutlanma.
2004 yılında dönemin B.M. Genel Sekreteri Annan B.M. Güvenlik Konseyi’ne KKTC’ye uygulanan ambargonun kaldırılması, 83 tarihli kararın iptali için bir tasarı getiriyor. Tasarı Rusya ve Fransa tarafından veto ediliyor.
Yine aynı yıl, 2004 Mart ayında bu kez AB bir karar alıyor, KKTC’ye ithalat ve ihracatı serbest bırakıyor. İzolasyonu ekonomik açıdan hafifleten bir girişim. Ne var ki, karar hiç uygulanmıyor, halen askıda.
KKTC yalnızlığa mahkum. Oraya giriş, çıkış sözüm ona yasak. Ama, gelin görün, önce turizm, ardından üniversitelerdeki yabancı öğrenci sayısı sürekli artıyor.
Bununla birlikte, etkin olan siyasal ambargo, siyasal tecrit. Bu 1968’den bu yana geçerli. 1983’te KKTC’nin ilanıyla yalnızlaştırma iyice pekişiyor.
Yo hayır, KKTC’ye gidip gelmek o kadar da zor değil. Kuşlara, böceklere ne tüzük soruluyor, ne şu tarihli ve bu sayılı ambargo kararları.
Onlara uçuş serbest.
Zihnimizdeki adacıklar
SEMPOZYUMDA bir devletin yalnızlığa mahkum edilişini, dünyadan soyutlanmasını, tecrit edilmesini dinlerken, söylenen bir cümle üzerine dalıp gidiyorum. O cümle şu:
“Hepimizin zihninde adacıklar olabilir.”
Nasıl adacıklar? Birbirimizi yalnızlığa iten, bizi birbirimizden kopartan adacıklar, ön yargılar.
O ön yargılar siyasal nitelik taşıyabilecekleri gibi, hırs, ihtiras, kıskançlık, iktidar gücü gibi tümüyle bireysel ve insani zaaflarla dolu adacıklar da olabilir.
Her bir adacık, o insanı hem kendine, hem çevresine yabancı kılıyor. Kendinden ve çevresinden uzaklaştırıyor. İnsan kendinden başkasını sevmez oluyor. Sadece kendini haklı görüyor.
Eğer bir ülkeyi yönetenler o adacıklara sahipse, vaziyet hepimiz için hayli zor.
Eroğlu: Tecridi en iyi ben bilirim
ÇİVİ yasak, çimento yasak, tuz yasak, demir yasak, iğne yasak, iplik yasak, kısaca her şey yasak. KKTC’ye mal satmak, ondan mal almak yasak. KKTC insanıyla insani ilişki kurmak yasak. “Bu durum toplumu kemiren bir ruh halidir” diyor KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu.
Eroğlu dünkü sempozyumda yaşadıklarından örnekler vererek, bir konuşma yapıyor. İzolasyonun insanlığa aykırı durumunun altını çizdikten sonra:
“Buna karşı ortak mücadele geliştirdik. Ambargo altında, tecrit altında bir ülkeyi yönetmek ne demek, yıllarca Başbakanlık yapmış biri olarak, bunu en iyi ben bilirim. Kendi kendine kalmışlık acı bir gerçek.”
Eroğlu sözü daha sonra Kıbrıs Rum Kesimi ile yürütülen görüşmelere getiriyor:
“Ben AB’ye de, BM:’ye defalarca söyledim. Kıbrıs sorununun çözümü Kıbrıs Rumlarının motive edilmesinden geçer. Onları motive etmek için, bize uygulanan izolasyonların kaldırılması gerek. Onlar kalkınca, Kıbrıslı Rumlar çözüme daha çok yaklaşacak. İzolasyonlar devam ettiği sürece, Kıbrıs görüşmeleri daha yıllarca sürer gider, görüşmelerin anlamı kalmıyor. Çünkü, Rumlarda niyet eksikliği var.”
Oysa, AB’de dönem başkanlığına Kıbrıs Rum Kesimi ile birlikte KKTC de katılsa, fena mı olur?
Yazının Devamını Oku