- Daha da kötüsü bu felaketlerin gelecekte daha sık yaşanacağını işaret ediyor uzmanlar. Doğanın dengesini bozmamızın bir sonucu olarak atmosferin de dengesi bozulmuş. Ekvator civarındaki tropikal bölgeler ile Kuzey Kutbu arasındaki sıcaklık farkı gittikçe azalıyormuş. Kuzey Kutbu ısınıyor. “Bırakın buzulların erimesini, kutup ayılarının akıbetini, kutup bölgesinde 10-12 kilometre yükseklikte batıdan doğuya esen jet fırtına kuşağının da dengesi de bozuldu” diyor uzmanlar.
JET AKIMLARI
- Bilimsel terimlere boğulmadan anlatalım. 300 kilometreye varan hızlardaki jet akımları hem geniş bir şerit olmaktan çıkmış hem de yavaşlıyormuş. Halbuki bu akım örneğin Avrupa ve Türkiye’nin de bulunduğu kuşaktaki hava olaylarını dengede tutuyormuş bugüne kadar. Alman ZDF televizyon kanalı meteoroloji uzmanı Dr. Katja Horneffer, birkaç gün önce ana haberde animasyonlarla, meteoroloji haritalarıyla uzun uzun anlattı. Almanya’nın kuzeyinde Kiel’deki Geomar Enstitüsü’nden bir uzman da “İklim değişikliği böyle devam ederse, son haftalarda yaşadığımız aşırı yağışlarla birlikte benzer hava koşullarını çok daha sık yaşayacağız. Ama bu madalyonun sadece bir yüzü. Öte yandan, daha fazla kuraklık dönemlerini de hesaba katmamız gerekecek. Bunlar aynı madalyonun iki yüzüdür ve bu madalyonun adı küresel ısınmadır” diyordu.
Kasvetli bir durum ile karşı karşıyayız. Yaşadığımız dünyayı yok ettiğimiz yetmezmiş gibi beraberinde atmosferi de mahvediyoruz!
JAPON ATASÖZÜ
“SENİN değilse alma, doğru değilse yapma, gerçek değilse söyleme, bilmiyorsan sus!”
İYİ ZAMANLANMIŞ BİR GEZİYDİ
KIBRIS
1949 yılında Türkiye-ABD arasında imzalanan anlaşma ile 13 Mart 1950 tarih ve 5596 sayılı kanun ile kurulan Fulbright Komisyonu bu konuda ne rol oynamıştı? Stratejik konumdaki yerlerde yapılan arkeolojik kazıları kimler, kimin adına yapıyordu? Bu kazılarda nasıl bir sonuca varmışlar, neleri çarpıtmışlardı?
Bunun yanıtını vermeden önce, bir konuyu paylaşmak isteriz:
İzmir-Selçuk’taki Efes harabeleri bize “Yunan Kenti” olarak anlatıldı değil mi?
Halbuki Helenler, Anadolu’ya M.Ö. 1200’lü yıllarda gelmişlerdi.
Fakat, Efes’in tarihi ise 8.000 yıllıktır. Demek ki, “Anadolu bizim vatanımızdır” diyen Yunanlılardan çok önce buralar başkalarının vatanıydı!
Bizim tarihimiz, yani Türklerin varlığı antik dönem Anadolusunda sadece Hun-Göktürk-Selçuklu-Osmanlı’dan ibaret değildir. Özellikle Avar-Hazar-Peçenek ve Kıpçakların hiç mi etkisi olmamıştı?
Bizans dedikleri Doğu Roma İmparatorluğu’nda hiç mi Türk yoktu?
Neden Bizans’a Grek değilken, Grek Devleti deniyordu?
ABD ve koalisyon güçlerine rağmen, silahlı Taliban güçlerinin Afganistan’da kontrol ettiği alanı daha da arttırdığı ise ayrı bir olgu...
(Bunlar yetmezmiş gibi, IŞİD güçlerinin başkent Kabil’i tehdit ediyor olması da ayrı bir sıkıntı kaynağı.) Aynı mülakatta, ülkeyi eylül ayına kadar terk etmezlerse, yabancı askerlerin Taliban’ın hedefi olacağı belirtildi.
Kabil Havalimanı’nda koruma amaçlı konuşlanması düşünülen Türk askerinin de, Taliban’ın saldırı tehditi altında olacağı konuşuldu. O zaman soru şu:
Afganistan’dan dönüş hazırlığı yapan Amerikan conilerinin ve koalisyon askerlerinin canı canken; 40 yıldır kanlı çatışmaların içinde debelenen Kabil gibi kaotik bir coğrafyaya gönderilmesi planlanan Mehmetçiği düşünmemiz gerekmiyor mu?
Amerika’nın gözüne girip NATO üyeliğini sağlama almak kaygısıyla, Kore’ye hem de Meclis kararı olmadan asker yollayan Menderes’in izinden gidilecekse eğer, Türk askerinin, Kabil Havalimanı’nı korumaya gönderilmesi şaşırtmaz herhalde!
TARIM VE SİLİKON VADİSİ (2)
“MİNE Ataman neler yapıyor” demiştik, geçen cuma günkü yazıda. İklim değişikliğine bağlı olarak hangi olumsuz sonuçlarla karşılaşacağımızı anlatıyor. Bugün de, ‘Silikon Vadisi’nde neler yapıldığını gündeme taşıyor.
Su kaynaklarının etkin kullanımı, iklime dayanıklı tohumlar, zararlılara karşı mücadele konusunda IBM gibi dünyanın sayılı teknoloji şirketleri ve Silikon Vadisi çalışıyor.
Tarım son yıllarda çok uluslu şirketlerin ve teknoloji devlerinin ilgi gösterdiği stratejik bir sektör. Yediğimiz 20 çeşit tarımsal ürünün üretiminin yarısından fazlasını 5 ülke üretiyor.
Tarımda ölçek ekonomisi olmaması dün üzüldüğümüz bir hususken bugün işler değişiyor. Türkiye’de de tekelleşme yolda. Tarımsal araç çöplüğüne dönen ülkemizde küçük çiftçilerin ortak ekipmandan kullanması gibi birçok konu verimlilik için şart.
TARIM 5.0 KONUSU
Tarımla ilgili uzun yıllardır çalışan birçok dernek, vakıf ve oluşum tarımın geleceği için bilgi ve deneyim üretmeye devam ediyor. “Tohum Platformu” kurucusu Mine Ataman, 20 yıldır tarımın çeşitli alanlarında çalışmış, tarımın problemlerini ziyadesiyle yaşamış bir isim. Tarım ile ilgili kitapları, konuya tarihsel bir bakış açısı sunarken çözümleri de anlatıyor.
Sağlıklı ekmek konusunda yaptığı çalışma ve yazdığı kitapla doğru ekmek konusunda uzun yıllar bilinçlendirme çalışmaları yaptı.
Şimdilerde ‘Tarım 5.0’ konusunda farkındalık yaratmaya çalışıyor. Geçtiğimiz hafta ‘Ekmek 4 TL olabilir’ haberlerinin ardında aslında onun tarım teknolojileri ile ilgili farkındalık yaratma çabası var. Ataman’a göre iklim değişikliğinin etkileri teknoloji ile azaltılabilir.
Tarıma ait tüm araçlar arası entegrasyon, tarımın tüm süreçlerinden toplanan verilerin depolanması. Tüm veri ve makineler arası konuşabilen bir teknoloji altyapısıyla tarımsal bilgilerin ‘big data’ya dönüştürülüp paydaşlarla paylaşılması gerekiyor.
Dünyada birçok ülke Tarım 5.0’ı uygulamaya başladı ve yüzde 25’lere varan verim sağlarken iklim değişikliği etkilerini azaltarak doğru fiyatlı sürdürülebilir gıda üretimine geçti.
Çince, Arapça ve Portekizce en çok konuşulan diller oldukları için, Lehçe de Almanya’nın komşusu ile dostluğunu derinleştirmek için müfredata alınmış. Açıklamalar onu gösteriyor. ‘Türkçe niye yok?’ sorusuna bir gerekçe yok tabii.
Dünyada konuşulan yüzlerce dil olmasına karşın, ‘yabancı dil’ dendiğinde akla İngilizce, Fransızca, İspanyolca, İtalyanca gibi diller geliyor çeşitli nedenlerle. ‘Seçmeli ikinci, üçüncü yabancı diller’ arasında da olsa, ‘Türkçe’ de bu sıralamaya arkadan da olsa girebilirdi. Türkçe dilinin saygı skalasına bir çentik daha atılırdı.
Türkçe dili Almanya’ya dün gelmedi. Örneğin yüz yıl önce 1917’de Berlin’de Türkçe-Almanca ‘Neue Türkei’ adlı gazete yayınlanıyormuş. ‘Ne yapabiliriz’, ‘Nasıl yapabiliriz’ sorularına cevap aranmalı.
Almanların ve diğer göçmenlerin de desteği şart. Kamuoyunda ‘Türkçeye haksızlık yapıldığına dair bir kanaat’ oluşmalı. Bu destek bugünden yarına olmaz. Yıllarca ilmek ilmek örülür. Bunu en iyi diplomatlar bilir.
Bugünden tezi yok kollar sıvanmalı. Hiç duydunuz mu? Ülkede sözü geçen bir biliminsanının, dilbilimcinin, iktidar partilerinden bir siyasetçinin, bir bakanın, devlet bakanının, bir milletvekilinin veya benzeri bir kişinin çıkıp kamuoyuna ‘Türkçe diline haksızlık yapıldı. Eyalet hükümeti yanlıştan dönmeli’ dediğini. Biz duymadık!
GÜNÜN SÖZÜ
“Marmara Denizi’ni müsilajdan temizlemek tıpkı ciğerlerini kaybetmiş bir hastaya yapılan kemoterapi gibidir. Sadece kısa süreli rahatlatma sağlar. Sorunun kesin çözümü gibi sunulması doğru değildir. Müsilaj sorununun kalıcı tek çözümü denize akan kirliliği önleyecek tedbirlerdir.” Faruk ÇEBİ
ANADOLU’NUN SESİ
Daha önce turfanda sebze üretimi ile geçinen Antalya Gazipaşa’da da gelecek günlerde kuraklık tehlikesi ortaya çıktı. Özellikle son yıllarda ciddi anlamda muz üretim alanlarımız arttı. Gerek sera, gerekse de açık alanlarda ciddi anlamda üretime yönelik tesisler yapıldı. Tabii ki bu sebeple su tüketimimiz de arttı. Gerek köylerimizde gerekse de sahillerimizde tropik meyve üretimi son yıllarda çığır açtı. Kırsalda ve sahilde katma değeri yüksek avokado, kivi, ejder meyvesi ve passiflora gibi ürünlerin de üretimi arttı. Bu ürünler tropik meyveler olduğu için haliyle su ihtiyacı fazla. Alanya’da bulunan “Dim Barajı” ve Gazipaşa’da yapılan “Gökçeler Barajı” tarımsal sulamada kullanılamadığından dolayı çiftçilerimiz kendi imkânlarıyla sulama kuyuları açıyorlar. Bu da tesis için çok ciddi maliyetler getiriyor. Alanya ve Gazipaşa bölgesinde açılan kuyuların derinliği 100-350 metre arasında oluyor. Kuyular her sezon daha derine iniyor, bu da tüketimi arttırıyor. Görünen o ki bu derin kuyu açma işinin sonu yoktur.
Onun için acil olarak Alanya’da Dim Barajı ve Gazipaşa’da Gökçeler Barajı tam kapasite ile tarımsal amaçlı faaliyete geçirilmelidir. Kapalı sistem sulama döşenmiş olan borular faaliyete geçirilerek buharlaşma kaybı da sıfıra indirgenmelidir. Bunun yanında da Beyrebucak, Güney, Zeytinada ve Kaledran bölgesinin su ihtiyacına cevap verecek göletler yapılmalıdır. Bütün su ihtiyacımızı yeraltı suları ile gidermeye çalışırsak, yeraltı suları daha derinlere kaçacak ve alçak olan kuyular kuruyarak üreticilerimiz ciddi zarar görecektir.
Hidayet BİLGİÇ-GAZİPAŞA
‘ALLAH RIZASI’ İÇİN İĞNE VURDU
AİLESİYLE karavanla Doğu Karadeniz seyahatine çıkan Emsal E. öğretmen, Samsun’da bel ağrısından rahatsızlandı. Karşıyaka Aile Sağlık Merkezi’nde, Dr. Mustafa Sarıcaoğlu’na muayene oldu ve kendisine iğne, ilaç verildi. İlk enjeksiyon orada yapıldı. Reçeteyi göstererek herhangi bir aile sağlık merkezinde kalan iğnelerin enjektelerini de yaptırabileceğini söylediler. Emsal E. öğretmen yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
“2. gün konakladığımız yere daha yakın olan Canik Merkez Aile Sağlığı Merkezi’ne gittik. Dr. Meral Yüksel’e durumu anlatım, Samsun’da misafir olarak bulunduğumuzu ve reçeteli iğnelerimin enjeksiyonunu yaptırmak istediğimi söyledim. Dr. Meral Yüksel’in söyledikleri hayli ilginçti. ‘Misafir hasta kabul etmiyoruz. Bazı sıkıntılar yaşanabiliyor. Ama bu sefer Allah rızası için yapalım. Yarın gelirseniz iğnenizi yapamam. Başka bir hastaneye başvurursunuz.’
Oysa misafir hasta tanımı belli. 25.01.2013/28539 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan ‘Aile Hekimliği Uygulama Yönetmeliği’nin ‘Aile hekimliği birimine kişi kaydı ve aile hekimi seçimine ilişkin esaslar’ başlıklı 8. Maddesi 6. Bendi ‘Sürekli ikamet ettiği bölgeden uzakta kalacak kişi veya geçici süre ile Türkiye’de ikamet edecek olan kişi, kendisine yakın konumdaki bir aile hekiminden misafir olarak sağlık hizmeti alır. Aile hekimi misafir kişiler için herhangi bir ücret talep edemez’ hükümleri yer alıyor.
Bu doğrultusunda misafir hasta kapsamında hizmet alabilmemiz gerekirken, sanki ondan görevi dışında bir şey istemiş gibi,
Slovenya’nın AB dönem başkanlığını devralması dolayısıyla Strazburg’daki Avrupa Parlamentosu’nda düzenlenen basın toplantısında konuşan Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula van der Leyen’in Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la 20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramı için Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne yapacağı bir günlük ziyaret hakkında görüştüğünü, AB’nin bu ziyaretin nasıl gerçekleşeceği konusunda çok hassas olduğunu ve Kıbrıs’ta iki devletli çözüme ilişkin hiçbir öneriyi asla kabul etmeyeceğini söylemesi üzerine; eski Devlet, Milli Savunma ve Adalet Bakanı Prof. Dr. Hikmet Sami Türk bir açıklama yaptı:
“Avrupa Komisyonu Başkanı’nın konuşması, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak AB üyesi oldukları; buna karşılık Türkiye’nin hâlâ AB üyeliğine kabul edilmediği, KKTC’nin Türkiye dışında başka hiçbir devlet tarafından tanınmadığı dengesiz bir siyasi ortamda Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin görüşleri doğrultusunda yapılmış bir açıklamadır. Slovenya, 1919-1991 yılları arasında 72 yıl boyunca Yugoslavya’yı oluşturan federe cumhuriyetlerden biri idi. 1991’de bağımsızlığını ilan etmiş, 1992’de Avrupa Topluluğu tarafından bağımsız devlet olarak tanınmış ve BM’ye üye olarak kabul edilmiştir. Slovenya’yı, Hırvatistan, Sırbistan, Bosna-Hersek ve Kosova izlemiştir.
KKTC ise onlardan önce 1983’te bağımsız devlet olarak kurulmuştur. Başlangıç ise, federal bir Kıbrıs Cumhuriyeti içinde yer almak üzere 1975’te kurulan ‘Kıbrıs Türk Federe Devleti’dir. Ne yazık ki Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve arka plandaki Yunanistan, Kıbrıs’ta eşitlik temelinde iki kesimli, iki toplumlu bir devlet; bu konudaki girişimlerin sonuçsuz kalması üzerine eşit egemen iki devlet çözümü konusunda uzlaşmaz bir tutum içinde olmuşlardır.
Bugün Türkiye’nin yapması gereken, KKTC’nin dost devletlerce, bu arada aramızda akrabalık bağları bulunan devletlerce tanınmasını sağlamak için her türlü diplomatik çabayı göstermektir.
Türkiye’nin AB’ye vereceği en uygun yanıt da, KKTC’nin tanınmasını sağlamaya yönelik diplomatik çabalarını yoğunlaştırmaktır.”
GÜNÜN SÖZÜ
“Hayat sadece bir amaç için çabalandığında anlamlıdır.”
CHP Tekirdağ Milletvekili İlhami Özcan Aygun’un olayın başından beri Meclis’e getirdiği beş soru önergesinden sonra CHP’li diğer Milletvekili Dr. Candan Yüceer de yaptığı açıklamada, “Alkolün en pahalı olduğu üçüncü ülkeyiz. Alkoldeki vergi oranı yüzde 70’lere tırmandı. AKP iktidarının insanların yaşam tarzına müdahale etmek için alkollü ürünlere getirdiği ağır vergiler binlerce insanı sahte içkiye yönlendirmektedir. Sahte içkinin yaygınlaşmasının nedeni AKP’dir” ifadelerini kullandı.
Dr. Yüceer, “Sahte içki sorunu her geçen gün derinleşen bir yara olmaya ve can almaya devam ediyor. Hastanede tedavi gören bazı vatandaşlarımızın da durumlarının ağır seyrettiği bilgisini aldım. Aradan on günden fazla süre geçmesine rağmen iktidarın konuyla ilgili hassasiyetini öğrenebilmiş değiliz. Ama konu alkol olunca ellerini ovuşturduklarını her fırsatta göstermekten de çekinmiyorlar” dedi.
VERGİ YÜZDE 70, ÖLÜM 500
Sahte içkiye bağlı olarak yaşanan ölümlerin Türkiye’nin önemli sorunlarından biri olduğunu belirten Dr. Yüceer, “Sahte içki problemi AKP iktidarı döneminde, siyasi bir tercihle alkole getirilen aşırı vergiler neticesinde ortaya çıkmıştır. Alkolün en pahalı olduğu üçüncü ülkeyiz. Son olarak 2021 Ocak’ta getirilen ÖTV zammıyla alkoldeki vergi oranı yüzde 70’lere tırmandı. İktidarın insanların yaşam tarzına müdahale etmek için alkollü ürünlere getirdiği ağır vergiler binlerce insanı sahte içkiye yönlendirmektedir. Yılda en az 500’den fazla insanımız sahte içki nedeniyle yaşamını yitirmektedir.
İktidar, insanların yaşam tarzlarına müdahale etmek için alkole getirdiği olağanüstü vergilerden vazgeçmeli, sahte içki üretimine yönelik ciddi denetimler yapmalı, sahte içki üretimine etkili cezalar verilmeli! Sahte içki ölümleri cinayettir! Sorumluları hesap vermelidir” ifadelerini kullandı.
GÜNÜN SÖZÜ
"Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir." (Sokrates)
BULGARİSTAN’DA YENİ SEÇİM 11 TEMMUZ’DA, SIKINTI BÜYÜK