Yalçın Bayer

Amerika ve başkalaşım

6 Kasım 2005
AMERİKA’da uluslararası bir gıda firmasında çalışan eşi Türk olan Fas kökenli Nurettin Tahir’le, bayram öncesinde İstanbul’da karşılaştık. Kendisine ‘Amerika’da neler oluyor?’ dedik, bize günlük yaşamla ilgili ilginç şeyler anlattı: ‘Amerika’da nüfus yaşlanıyor... Büyük bir emekli kitlesi daha geliyor bu aylarda. Bunlar 1960-70’li dönemlerde hızlı büyümeyle işe girip emekliliğini hak edenler. (ABD’de kadınlar 60, erkekler 70 yaşında emekli oluyor.) Örneğin, bir savaştan veya krizden sonra ekonomi canlanınca binlerce kişi işe başlıyor; emekli sandığına para yatırıyorlar. Aktüeryal dengeye göre, bir emekliye en az iki çalışanın bakması gerekiyor. Ama denge bozulmuş durumda. Amerika’da yaşlı çok, genç ise az... Yani emeklileri sübvanse edecek gençler azalıyor. Çünkü ekonomik durgunluk var.

Türkiye genç nüfusuyla avantajlı durumda...

- Özellikle de Avrupa için... Türklerin sayısı 400 bini bulmasına karşın Amerika için etkisi yok. Bu nedenle Avrupa, Türkiye’ye ‘kuzu kuzu’ bakıyor. Genç nüfus çalışıp bizim emekli sandığına katkı sağlayacak diye... Türkiye bu bakımdan Avrupa için çok önemli.

EMEKLİ MAAŞLARI

ABD’de emekliliğin özelleştirileceği yolunda haberler var.

- Maaşlar, emeklilik kurumu için ağır bir yük oluşturuyor. Bu durumda emeklilik sigortasının özelleştirilmesi gündeme geldi. Emekli maaşının yarısını devlet verecek, yarısını da emekli kendi parasıyla değerlendirmek zorunda kalacak. Emekli kendisine düşen kısmı fona yatıracak, bizzat yönetecek. Yani fifti-fifti... Fonlarda vergi muafiyeti olacak. Bu kanunun yakında Kongre’ye sevk edileceği söyleniyor.

Emekli maaşının yarısını da sen kazanmak zorundasın demek ki...

- Aynen böyle... Fonlarını iyi yönetirsen, daha fazla emekli maaşı alacaksın. İşin sonunda paranı batırmak da var. Kendin pişir kendin ye gibi.. Devlet bu yükünü hafifletmek istiyor. Bu arada sağlık sigortan yoksa sürünürsün. Sigorta şirketlerinin kanser, şeker gibi kronik hastaları kabul etmediğini de, yaşlı insanların hastane kapılarında sürünmesine neden olduğunu da hatırlatırım.

Yeni emeklilik kanunu çıkar mı?

- Bush’un bunu Kongre’den geçirme gücü var ama halktan korkuyor. Bunu yaparsam halk benim partime bir dahaki seçimde oy vermez diye düşünüyor. Cumhuriyetçi Parti’de Bush’lardan başka ağırlıklı kimse yok denilebilir. Florida Valisi olan kardeşi Jeb’in gelecek seçimlerde aday olabileceği konuşuluyor. Bir de Teksas’ta avukat olan yeğeni var; genç bir adam... Cumhuriyetçi Parti, Irak’taki gelişmelerden sonra iyice kaynamaya başladı; hele Beyaz Saray’ı etkileyen skandallar...

Emlak fiyatları...

- Altı yıl önce öncesine kadar herkes borsaya girmişti; çünkü özellikle iletişim, yazılım ve internet şirketlerinin hisseleri değer kazanıyordu. Çok paralar kazanıldı borsadan. Ancak hisse senetleri düşmeye başlayınca borsadan çekildi bu paralar. Ve birkaç yıldır gayrimenkule yatırılmaya başlandı. Emlak fiyatları aşırı prim yaptı, yıllık yüzde 20-25 arasında değer artışı oldu. Bir örnek verirsem; 1998’de gördüğüm bir ev 150 bin dolardı, bundan altı ay önce aynı ev 320-340 bin dolar değer buldu. Piyasada para bol olduğu için krediler ucuz; daha çok para kazandırıyor. Tabii bu arada reklam yoluyla ‘gazlama’ yapıldığı da bilinmeli. Satılan bir konut birkaç yıl içinde yüzde 70-80 değer buluyorsa bu işte bir gariplik olmaz mı? Gerçekten şaşırtıcı bir durum, Türkiye’deki gibi... Buna ben Amerika sağlıksız bir şekilde ‘şişiyor’ diyorum. Ama böyle dönüşümlerde balonun bir gün patlayacağı unutulmamalı.

HOSTES YERİNE HEMŞİRE

İşsizlik...

- Gittikçe artıyor. Okuyorsunuzdur, birçok havayolu şirketi batmak üzere; çünkü uçuş maliyetlerini karşılayamıyor. Delta’nın 5.5 milyar dolar zararı var. Yolcu uçakları eskidi, bakım harcamaları arttı. ABD’de bir uçağın hizmet ömrü boyunca takibi ve bakımı bir uçak mühendisi tarafından yapılıyor neredeyse... Uçaklar yaşlandığı gibi mühendisler de yaşlanıyor. Kıdemli mühendisler ve personel büyük para alıyorlar ve burada maliyet unsuru ortaya çıkıyor. Büyük firmalar zarar ederken, yeni uçak kullanan şirketler hızla büyüyor. Çünkü yeni uçaklar daha az yakıt yakıyor ve işe alınan genç mühendisler de daha az para kazanıyorlar. Amerika’daki iç seferlerde yemek servisi artık yok, hostes sayısı minimumda... Ayrıca bu hostesler genel temizlik dışında koltuk ceplerindeki okunan gazeteleri toplamak, battaniye ve yastıkları düzeltmek gibi işleri de yapmak zorundalar. Örneğin, bir hastanenin hemşireleri, gerekli eğitimi aldıktan sonra hafta sonu uçuş hizmetlerinde çalıştırılabiliyor. Havayolu şirketi, sendikalardan ücretlerde indirim için pazarlık yapıyor. Pilotlarla sözleşmeye dönülüyor. Bu nedenle JetBlue ve Southwest gibi yeni uçaklara sahip ucuz uçan şirketler, büyükleri zorluyorlar.

ÇİN FAKTÖRÜ

Çin’in etkisini anlatır mısınız?

- ABD’de aşırı talep karşısında inşaat maliyetleri, özellikle de demir fiyatları çok arttı. Demir iki yıl içinde Çin yüzünden yüzde 100 prim yaptı. Eskiden hurda demir piyasasında büyük rekabet yaşanıyordu. Şimdi ise hepsini Çin çekiyor. Öyle ki ‘demir mafyası’, bazı gemileri kaçırıp Çin’de söküyor. Pekin, 2007deki olimpiyatlara, Şanghay da 2010’da Expo Fuarı’na hazırlanıyor; ülkeyi baştan aşağıya yeniliyorlar.

Dolar...

- Çok ucuz... Dolar güçlü olduğunda herkes malını Amerika’ya satmak isterdi. Şimdi öyle değil, Amerika’nın da alım gücü düşmeye başladı. En önemlisi Çin faktörü ortaya çıktı. Eskiden orta sınıf bir Amerikalı 30 dolara ayakkabı alırken, şimdi Çin’den 5 dolara gelenini giyiyor. Çin’in dünyaya getirdiği yeni ekonomik dalga ucuzluğu getirdi. 200 dolarlık bir televizyonu Çin’den 60 dolara alabiliyorsunuz. Afrika’da da, çölde yaşayan da televizyon alabiliyor artık.

İstanbul’da bayram öncesinde Çin’den getirilmiş, 19.5 ve 29.5 milyona takım elbise satılıyordu.

- Artık en fakir bir ülkedeki insan bile takım elbise giyebiliyor. Herkesin üstü başı düzelmeye başladı. Ama iş bulamıyor. Ucuz diye tüketime yönelinince herkes elindekini, avucundakini harcıyor. Kredi kartı limitleri doluyor. Çin her şeyi üretiyor; galiba bu durumda diğer ülkelerin bir şey üretmesine gerek kalmayacak. Çin neredeyse siz çalışmayın, üretimi ben yapayım diyecek. Hatta salata ve peynir de üretme diyecek dünyaya... Çin’in dünya ekonomisindeki egemenliğinin haddi hesabı yok.

Çin daha da etkiler mi ekonomiyi?

- Enteresan bir ekonomik konjonktür ortaya çıktı; ama dünyayı bundan başka ‘istila’ edemezler sanırım. Çünkü kültür farklılığı var; sonra pek sevimli değiller, belirli kalıp içinde yaşayıp inanılmaz şekilde çalışıyorlar.

Yaşam tarzı farklılaşıyor.

- Her şey ucuzluyor. Eskiden bir kişi, maaşından tasarruf ederek bir araba almak için yıllarca beklerdi. Şimdi ise krediler ucuz, hemen alabiliyor, gerekirse bir iki yılda arabasının modelini yükseltiyor. Cep telefonu alıyor; eşine ve çocuklarına da... Evinde üç televizyonu var; hem de LCD ekran... Bilgisayarlar laptop’a dönüşüyor. Bunları alıyor ama o nispette de harcamaları katlanıyor, faturalar büyüyor. Bu kez geçinme sıkıntısı başgösteriyor, patronundan zam istiyor; o da ürettiğinin üzerine bindiriyor ve sonuçta yük halka biniyor. Güvensiz ve belirsiz bir kısırdöngü içine giriyor dünya... Bunun sonu iyi olmayabilir.
Yazının Devamını Oku

Japonya, nasıl balık tutuyor

5 Kasım 2005
JAPONLAR balıkçı millet...

Okyanusta avlanmayı seviyorlar. Uzak denizlerde avlandıkları için yolculukları çok uzun sürüyor. İlk zamanlar tuttukları balıkları istifleyip taşımışlar. Ancak yolculuk uzun sürünce balıklar hem ezilmiş, hem de kokmuş. Daha sonra balıkçı gemilerinin içine dev havuzlar yapıp balıkları bu havuzlarda canlı taşımayı düşünmüşler. Başarmışlar da... Ancak bu sefer de balıklarda hareketsizlikten aşırı yağlanma olmuş. Aşırı yağlı balık lezzetsiz oluyormuş. Daha sonra bu havuzun içine avlananlardan daha büyük ve onları yiyen balıklar koymuşlar. Yani büyük balık, avlanan küçükleri kovalayacak, avlanan balıklar hareketsiz kalmayacak. Taşınırken de canlı kalacak. Böylece avlanan balıkların çok az bir miktarı büyük balıklar tarafından yeniyormuş. Sonuç olarak bu katlanılabilir bir oranmış.

İşletme mantığını ve işletmecilik kurallarını doğru kullandığınız zaman başarı mutlaka gelecektir. Japonlar çok mu zeki, bilemem. Bildiğim tek şey var, adamlar oyunun kurallarını biliyor ve ona göre oynuyorlar. Balıkçılık olayında olduğu gibi, işlerinde klasik yöntemden başlayıp gerekli gördükleri gelişmeleri, işlerinin aksayan yönlerine göre düzenleyip sonuca gitmişler. İşletmecilik, ekonomi biliminin belkemiğini oluşturur. Japonlar bunu iyi biliyor ve bilmekle kalmayıp uygulamada da başarı sağlıyorlar. Ekonomik gelişme zor iştir; lafla olmaz. Adamların göstergeleri, doneleri, rakamları her konuda geliştiklerini gösteriyor. Bizde birileri çıkıyor ve 2050 Türkiye’nin yılı olacak, 2050 yılında Türkiye’de şunlar şunlar olacak şeklinde konuşuyor. Ortada ne bir veri, ne bir proje ve ne bir kadro var. Yani bir sürü yok yok yok. O zaman sonuç da yok olur.

Örnek alalım. Amerika’yı tekrar keşfetmeye gerek yok. Her şeyin örneği elimizde.

Ozan CAMCI

Yazının Devamını Oku

‘Yalova’ Kaymakamı’

4 Kasım 2005
İÇİŞLERİ Bakanlığı, İstanbul’da 17 ilçe daha kurulmasını istiyor. Böylece kaymakamlık sayısı 49’a yükselecek. Bununla ‘kırmızı çizgiler’ yok edilmek mi isteniyor? Bugün görevleri ‘budanan’ kaymakamların yetkilerinin çoğu belediye başkanlarında toplanırken,kaymakamlar ne iş yapacaklar; pasaport, nüfus ve tapu işlerini mi? Yerel yönetimler güçlendiriliyor, Kaymakamlık makamları ‘sembolik’ hale getiriliyor. Bugün hangi kaymakam, bir belediye başkanı üzerinde otorite kurabiliyor?

AKP’nin kadrolaşmasından başka bir şey olmayacağı ortada. Bir kaymakamın İl Özel İdaresi’nde hiçbir etkisi yok.

Hangi ilçenin meydanı var da, güzel birer ‘hükümet konağı’ kurulacak? Sonuçta, çirkin adliye binaları gibi 17 ilçe de kiralık yapılarda faaliyet gösterecek.

İdari reform olmadan, kadrolar güçlendirilmeden bunlar ‘gecekondu kaymakamlık’tan öteye geçemeyecektir.

Bir kaymakamın tayini bir muhtarın, bir AKP’li ilçe başkanının dudağı arasındayken göstermelik ‘kırmızı plaka’larla İstanbul’un hangi idari sorununu, çözülecektir acaba? Bu kadar mali yükü devlet karşılayabilecek midir?

Bazı bölgelerde coğrafi nedenlerle tabii ki yeni kaymakamlıklar kurulacaktır ama biraz da olayın ‘dengesini’ düşünmek gerekiyor.

Ha Çemişgezek ha Bakırköy

BAKIRKÖY eski Kaymakamı Kadri Öner, 17 ilçe girişimini gülünç bularak ‘Yeni ilçe yapmak marifet değil, asıl mevcutları takviye etmek gerek... Devlet idaresinde bir kaymakama ne veriliyor; bir şoför, bir yazı işleri müdürü ve eski bir makam aracı... Kaymakamın bugün yardımcısı yoktur; her toplantıda sembolik de olsa bulunmak zorundadır. Bir banka müdürünün bile son model aracı ve bir sürü yardımcısı var. Esas amacın kadrolaşma olduğu anlaşılıyor. Bakırköy Kaymakamlık Binası bugün depreme karşı hálá güçlendirilemedi. Bakırköy veya Kadıköy’den koparılacak yeni idari yapının Çemişgezek’ten ne farkı olabilir? İstanbul’un plansızlık, gecekondu, trafik gibi temel sorunları varken, yeni kaymakamlar İstanbul’a ne kazandıracaktır?’

Rojin’in isyanı

‘YALÇIN Bey, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü, çifte standart uyguluyor, sanatçıları boğuyor, iktidar bizlerin kukla sanatçılar olmamızı istiyor’ diyor telefonda Rojin Ülker.

1988’den beri Devlet Tiyatrosu (DT) sanatçısı olduğunu, son üç sezondur Erzurum Devlet Tiyatrosu’nda görev yaptığını anlatan Rojin Ülker, çok kırgın olduğunu söylüyor.

Ülker, başrolünü Ciwan Haco ile paylaşacağı Iraklı ödüllü yönetmen Hiner Salem’in Kürtçe çekeceği bir aşk filmde oynamak için bir ay izin istediğini ancak reddedilmesi üzerine kurumdan istifa ettiğini üzgün bir dille anlatıyor. ‘Neden?’ sorusunu da şöyle yanıtlıyor:

‘Görevinizi aksatmadığınız sürece dizilerde yazılı izinle herkes oynayabiliyor. Doğruyu söyledim, ‘Kürt filmi’ dediğim için izin verilmedi. Bunu ifade etmeseydim bu izni vereceklerdi ama doğruyu söyleyince başıma bunlar geldi.’

Kurumda ‘izin konusu’nun sadece kendisinin değil bütün sanatçıların sorunu olduğunu, birçok sanatçının bu konuda korktuğu için sesini çıkaramadığını anlatıyor.

DT Başrejisörü Faik Ertener, Yeni Şafak’a, ‘Ülker’in tiyatroda verilen rolleri geri çevirdiğini ve adaleti sağlamak için kendisine izin verilmediğini’ belirtiyor. Aynı zamanda bir ses sanatçısı olan ve Bakırköy’de bir kulüpte program yapan Ülker ise şöyle konuşuyor:

‘Benim için ‘Kürtçe söylüyor. Hakkında şikayet var’ deniyor. Sanatçının dini, dili, ırkı yoktur. Ben bir Türk veya Arap filminde de oynayabilirim. Irkçı bir durum DT’ye yakışmıyor. Yöneticiler keyfine göre hareket ediyor, kimini çalıştırıyor, kimine rol vermiyor. Ben bu kurumda 20’yi aşkın oyunda oynadım; figuranlık da yaptım. Yani çok emek verdim. Bu sadece benim sorunum değil. Hemen bütün arkadaşlarımız bu konuda mağdur, ‘kimse gıkını çıkartmamalı, kimse bir şey söylememeli’ anlayışı karşısında isyan ediyorlar ama konuşamıyorlar. Ya çalışacaksın, ya istifa edeceksin diyorlar. Ben siyasete alet olmak, kukla sanatçı olmak istemiyorum. Bu çifte standart karşısında ben de üzülerek kurumumdan istifa etmek zorunda kaldım.’

‘Oy hakkı istiyoruz’

ALMANYA Lübeck’ten TÜRGEM Yönetim Kurulu Başkanı Remzi Uysal, toplumsal barış ve kamu yararına çalışan bir sivil toplum örgütü olarak, Meclis Başkanı Arınç ve Başbakan Erdoğan’a ‘Oy hakkı istiyoruz’ çağrısı yaptıklarını bildiriyor.

Uysal şunları söylüyor:

‘TBMM 23.7.1995 günkü oturumunda ‘1982 Anayasası’nın 67. maddesinde gerekli değişiklik ve düzenlemeyi yapıp biz yurtdışında yaşayan yurttaşların da seçimlerde oy kullanma yolunu açtı. Ancak sınır kapılarından öte bir işlem yapılmadı. Kendilerinden mektupla da olsa oy kullanabilmek için defalarca yazı yazdık, ancak AB ile müzakerelere başlanılmasına karşın bu konuda hálá bir adım atılmadığını görüyoruz. Geçmiş hükümetler gibi AKP de bu konuda bir çalışma yapmıyor. ‘Yurtdışı Türkler Bakanlığı’ sözleri yerine getirilmedi. Bu konuda avutulup aldatıldığımızı düşünüyoruz. AB üyesi tüm ülkelerle demokrasiyi yeni tanıyan Balkan ülkeleri de vatandaşlarına mektupla oy hakkı tanıyor. Bunu da çoğulcu ve katılımcı demokrasinin gereği olarak yerine getiriyorlar. Bulgaristan, Azerbaycan ve savaş yıkıntıları halen kaldırılmamış olan Bosna dahi vatandaşlarına oy hakkı tanımaktadır. Oy hakkımızın bu yasama döneminde gerçekleştirilmesini diliyoruz.’

Şener’e hatırlatma

‘MADIMAK Oteli 2 Temmuz Kültür ve Sanat Müzesi Olsun’ İnsiyafiti, Başbakan Yardımcısı ve Sivas Milletvekili Abdüllatif Şener’e hatırlatıyor:

‘Madımak Oteli Müze Olabilir’ diyen ve bu konuda Sivas’taki bütün partiler, sendikalar, işveren örgütleri ve Alevi Bektaşi Federasyonu’nun da içinde olduğu sivil toplum örgütleriyle görüşeceğini ve bu konuya çözüm getireceğini söyleyen, bu sözü veren Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener bu sözlerini unutmuş gözüküyor.

GÜNÜN SÖZÜ

‘Maalesef Başbakanımız amaçlamasa bile, intihalde (aşırma) bulunduğu sabit olan müsteşarını (Ömer Dinçer) himaye ederek, olayı ortadan kaldırmak değil, meşrulaştırmak yönünde bir adım atmıştır. Müsteşarın intihalini ortaya çıkaranlar, bir ihtimal halisane niyetle hareket etmemiş olabilirler, ama bu intihal olayını ortadan kaldırmıyor. Keşke Başbakanımız gereğini yapsaydı. (...) Önemli bir fırsat kaçırılmış, ortada kötü bir sonuç kalmıştır.’

(Prof. İlter Turan)

Ah, keşke

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Ankara’da Ekonomik ve Sosyal Konsey toplantısında sosyal tarafların IMF politikalarını eleştirmesi üzerine ‘Ben de gençlik yıllarımda IMF’ye karşıydım. Ama sorumluluk alınca işin öyle olmadığını görüyorsunuz’ yanıtını verdi. Ah bir da Kıbrıs hakkındaki görüşleri değişse Sayın Erdoğan’ın... Belki gider Sayın Denktaş’ın elini öper ve dargınlıklar ortadan kalkar.

Böyle yapılırsa göreceksiniz ki Kıbrıs sorunu sorun olmaktan çıkacaktır.

Ayhan SÜTÇÜOĞLU

Çin işkencesi

‘BİZLER Kaş Çevre Dostları Grubu üyeleriyiz. Türkiye’nin cennet köşelerinden biri olan Antalya’nın Kaş ilçesi tarihi ve doğal güzellikleri, iklimi, dalış için çok uygun sahillerinden yamaç paraşütü yapılan tepeleri ve tarihi Likya Yolu yürüyüş güzergahı ile gerçek bir Akdeniz incisidir. Ne yazık ki, bütün bu güzellikleri bir anda sıfıra indiren bir sorunu vardır ve maalesef gerek belediye ve gerekse merkezi idarenin ilçe temsilcileri büyük bir aymazlık içerisinde gürültü sorunu çözmemektedirler. Barların sabah 03.00’e kadar yaptıkları müzik yayını nedeniyle ilçe halkı adeta ‘Çin işkencesi’ne tabi tutulmaktadır. Bu durumu görmezden gelen yerel yöneticileri protesto ediyoruz.’

MESAJ PANOSU

ASKİ’
den, ‘su sayacımızın ömrünün dolduğunu, değiştirmek zorunda olduğumuzu’ belirten biri yazı geldi. Yeni sayacın bedeli 300 YTL. Ayda 15-20 YTL su parası ödeyen bir aile olarak 300 YTL’lik bir yükü nasıl kaldıracağız bilemiyorum. Birilerinin bu vurgunlara dur demesi gerekiyor. Zamanında doğalgaz sayaçlarını da 300 dolara bu zihniyet bize zorla vermişti.

Mehmet DEĞİRMENCİ

YOĞUN
iş seyahatlerimden dolayı sürekli yurtdışına çıkan birisi olarak her seferde yurtdışı çıkış harcını ödediğim için sinirleniyorum. Dünyanın hiçbir ülkesinde görülmemiş bu uygulamadır. Başbakanımız bu uygulamayı artık neden kaldırmıyor?

Veli ÇALIK-İSTANBUL
Yazının Devamını Oku

Üretilen güzellikler

3 Kasım 2005
GENÇ, pırıl pırıl bir aklın ve yüreğin Türkiye’de neler başarabileceğinin örneği Ebru Yarcan adlı genç bir kadın... İyi tanınan politikacı bir baba ve İstanbul sosyetesinin tanınmış ailelerinden gelen bir annenin yurtdışında özel okullarda okutulmuş kızı. Yani hayatında elini soğuk sudan soğuk suya batırmamak için her nedeni var. Oysa o tam tersini yapmış, kendini çocuklara ve eğitime adamış! Şimdiden 10 yıllık bir vakfı yönetiyor.

TOÇEV’den söz ediyoruz. Vakfın kurucusu da olan 34 yaşındaki bu genç kadının ilginç bir öyküsü var. 17 yaşında bir sabah uyandığında ne yürüyebildiğini, ne de konuşabildiğini fark ediyor. FMF (Ailevi Akdeniz Ateşi) hastalığının pençesine aldığı bu genç kız yalnız hayata karşı dirençle ayakta durmuyor, yurtdışında eğitimini tamamlayıp döndüğünde Türkiye için sapasağlam bir projeye girişiyor.

‘Bizler çok güzel okumuştuk, şanslı ve başarılıydık ama okuma hakkımız bize gümüş tepsilerde sunulmuştu. ‘Şimdi sıra bizde’ dedim. Ülkemin geleceğinin binlerce ışığının sönmemesi için savaşmalıydık. Yani binlerce çocuğun okuma hakkını ellerine sunmalıydık’ diye anlatıyor

‘Tüvana Okuma İstekli Çocuk Eğitim Vakfı’nın kuruluş hayalini... Tüvana ‘güç, kudret’ demek. Ebru Yarcan, vakfa bu ismi seçerken, kendi gücünün, okumaya istekli çocukların hayatına kudret katmasını istemiş. Bugün tam 1250 çocuk TOÇEV’in ‘manevi aile’ sistemiyle okutuluyor. ‘İlkokuldan başlayarak üniversite sonuna kadar sağladığımız destekle birçok ışığın yanmasına katkıda bulunuyoruz’ diyor Yarcan... Dershane masraflarını bile karşılıyorlar. TOÇEV’in destekçileri yapılan işin anlamını ve değerini gördükleri için birden fazla çocuk sahiplenmişler.
YAŞASIN OKULUMUZ

Keşke her çocuğa bir ‘manevi aile’ düşse...

TOÇEV’i, yüreğinde okuma ateşi olan ama imkánları olmayan çocukların hayallerine taşıyan bu genç kadın hálá FMF ataklarıyla boğuşuyor ama bu acıyı ‘102 No’lu Oda’ adlı kitabı yazarak yine bir başarıya dönüştürmüş. 24 yaşında kurduğu TOÇEV için, ‘Büyümemi, hayatı tanımamı, başka hayallere tutunup güzellikler üretmemi ve bir aile kazanmamı sağladı’ derken, gözleri parlıyor. Benim gözlerimi parlatan ise bu yıl ‘81 ilde 81 köy ilkokulunun onarılması’ için başlattıkları proje oldu. Özellikle Doğu Anadolu’ya yardım götürürken ‘Biz bu çocukların okumaları için bu kadar çaba sarf ediyor, tüm malzemelerini ellerine ulaştırıyoruz ama okudukları ortamları güzelleştiremedikten, çağa uyduramadıktan sonra onlardan ne bekleyebiliriz ki?’ diye düşünmüş Ebru Yarcan... Sonra kolları sıvamış. ‘Yaşasın Okulumuz’ projesi dahilinde şimdiden 35 köy okulunu onarmışlar. Tunceli, Kars, Iğdır, Hakkari, Şırnak, Batman, Siirt, Ağrı ve Erzincan aralarından birkaçı. Bir okulun maliyeti ortalama 45 bin YTL. Bugüne kadar tam 1 milyon 575 bin YTL’lik destek sağlanmış köy okulları onarımı projesine. Kimler yok ki destekleyen. Cem Yılmaz 120 milyar verip iki okul onartmış Kilis ve Amasya’da... Üstelik öyle mütevazı bir yardım anlayışıyla yapmış ki, adına teşekkür tabelası asılmasını bile istememiş. Kars’taki okulu ise Yavuz Bingöl onartmış. Memleketi Sarıkamış’ın Hamamlı Köyü İlköğretim Okulu’nun açılışında çocuklarla ‘Sarı Gelin’i söylerken ağlamış. Ünlü ressam İsmail Acar’ın Sivas’taki köy ilkokulunu onardığını da öğrendik. Dikkat çeken bir şey de Kadir Topbaş’ın İstanbul Büyükşehir Belediyesi adına Doğu Anadolu’da 3 köy ilkokulunun onarımını üstlenmiş olması... Büyük şirketler ve işadamlarının yanı sıra Tunceli ve Siirt’te iki okul onartan Teşvikiye Rotary gibi tamamen ‘gönülden kopan’ destekler de var... Bunlar yalnızca TOÇEV Başkanı genç Ebru Yarcan’ın değil, tüm Türkiye’nin gururu bizce... Onların sloganını yazmamak elde değil: ‘İçinde büyük hayallerin yeşerebilmesi için onarılmayı bekleyen köy okullarına birer tuğla da siz koyun, OKUL yazıp 3944’e mesaj atın.’ TOÇEV’e 0212 324 46 00’dan ulaşabilirsiniz. Çocuklarımızın okumak için gösterdikleri çaba, ilgi ve desteğinizi fazlasıyla hak ediyor.

Keçi sütü ve Turaç bebek

9 aylık bir bebeğim var. İnek sütüne alerjisi olduğunu ve 2 yıl boyunca hazır mama tüketemeyeceğini öğrendim. Keçi sütü ve keçi sütü içeren gıdalar kullanmak zorundaydım.

İki ay araştırdım, hiçbir ilerleme kaydedemedim. Araştırmalarım sürerken Bolca Hindi’nin Genel Koordinatörü Şerafettin Erbayram’ın keçi sütünün faydalarını anlatan yazısına ulaştım. Web sitelerine girerek yöneticilere mağduriyetimi anlattım. Yetkililer bana ulaştı. İnek sütüne alerjisi olan çok fazla bebeğin olduğunu, şu anda sadece keçi peyniri ürettiklerini, ilerde keçi sütü, hatta keçi sütünden bebek maması üreteceklerini söylediler.

Keçi sütü satışı olmadığı halde Bolu’dan bana düzenli olarak süt yolladılar ve hálá yolluyorlar. Bu denli işine sahip çıkan bir kuruluşun varlığı beni çok mutlu etti. Hepsine teşekkür ediyorum.

Dilan ÇETİNOĞLU ve minik bebek Turaç

Çırak çıkmayalım

PAZARLAMACILIK, Erbakan’ın deyimiyle İstanbul’un en mutena(!) semti Sultanbeyli kadar olan Kuveyt’in para babalarını ziyarete kadar düştü. Kuveyt konusunda kimse Başbakan’ı bilgilendirmiyor herhalde. Bilgilendirilse Koç ‘Kuveyt Oil Company’ ile Gübre Sanayii’nin oluşturduğu TAGAŞ’ın Mersin’de başladığı gübre fabrikasının sonunu, Kuveytlilerin, Gübre Sanayii’ni nasıl çırak çıkartıp projenin daha başında kaçıp gittiklerini de öğrenmiş olur ve devlet niteliğinden yoksun İngiliz eğitimli bedevi davranışlı kişilere başvurup Atatürk Cumhuriyeti’ni böyle aşağılatmazdı.

Ömer SUNMAN

Öğrenin

(Önceki günkü ‘İran Türkleri Farslılaştırılıyor’ yazısına)

HERKESİN
yazdığı bir iki kelimeyle dansa kalkışmayın, başkalarının elinde oyuncak olmayın. İran’ın dini lideri Azeri Türkü’dür, ayrıca yeni seçilen Cumhurbaşkanı Ahmedinecad da Türk’tür, bunu biliyor muydunuz?

Cemil NECEFALİ

Bayramınız kutlu olsun
Yazının Devamını Oku

TRT’deki irticai yayınlar RTÜK’ün gündemine girdi

2 Kasım 2005
TRT’de son günlerde artan irticai içerikli yayınlar RTÜK’ün de gündeminde.

RTÜK üyesi Şaban Sevinç dün köşemizde yer alan ‘RTÜK bu konuda ne yapacak?’ sorumuz üzerine bizi arayarak gelişmeler hakkında bilgi verdi. Sevinç, Mim Kemal Öke’nin 20 ve 27 Ekim tarihlerinde TRT 1’de yayınlanan programında yapılan şeriat övgüleri nedeniyle TRT Genel Müdür Vekili Ali Güney’le görüştüğünü belirterek şunları söyledi:

‘Maalesef TRT, yayınların denetlenmesi anlamında özel televizyonlar gibi RTÜK’ün görev alanında bulunmuyor. Ancak TRT ile RTÜK arasında başta genel müdür adayının seçilmesi olmak üzere bazı ilişkilerimiz bulunuyor. Ali Güney, bu yayın canlı yapıldığı için müdahale edemediklerini söylüyor. Devletin televizyonunda Cumhuriyet kanunlarına yönelik yapılan bu çok ağır saldırılar asla kabul edilemez. TRT yönetiminin bu konuda ciddi bir soruşturma açması ve suçluları cezalandırması gerekir. Söz konusu kişilerin de TRT’de program yapmasına son verilmeli. Sayın Genel Müdür Vekili Ali Güney bu konuda hassas bir inceleme başlattığını ve soruşturma açacağını tarafımıza bildirdi. Zaten Sayın Güney, bu konunun gereğini yapmaz ise böyle bir ihmalinin ilerde kendisinin önüne ağır bir fatura getirebileceğini görüyor. RTÜK tarafından seçilerek Bakanlar Kurulu tarafından da yeni TRT Genel Müdürü olarak Cumhurbaşkanımızın onayına sunulan Sayın İbrahim Şahin döneminde TRT’deki bu tür yanlış yayınların son bulacağı açıktır.’

Özkök aday mı
ANKARA’dan hukukçu okurumuz Nurettin Kaptan soruyor: 1- Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök aklından hiç 2007 Mayısı’ndaki Cumhurbaşkanlığı seçiminde aday olmayı geçiriyor mu? Eylem ve söylemleri kamuoyunda bu soruyu sürekli akla getiriyor da... Bu soruyu bir gazete sorabilir mi?

Yazının Devamını Oku

İran Türkleri Farslılaştırılıyor

1 Kasım 2005
LÜTFEN, Güney Azerbaycan Türkleri’nin sesini dünya kamuoyuna duyurunuz. Çünkü, İran sınırları içinde kalan ve 300 bin kilometrekarelik topraklarda yaşayan Güney Azerbaycan’daki Türklere, İslam devriminin ilk yıllarından beri yapılan baskılar devam etmektedir. İran’daki Azerbaycan Türkleri, asimilasyon tehlikesiyle karşı karşıyadır. ‘Türk’ kelimesi, Azerbaycan genci için neredeyse bir kábus haline gelmiştir. Doğu Azerbaycan Vali Yardımcısı Süphan İlahi, Tebriz’de yayınlanan gazetelerin temsilcileriyle 2 Ekim 2005 günü yaptığı toplantıda, ‘Pan-Türkistlere karşı yönetim tarafından gerekli çözümlerin üretileceğini’ söyleyerek, İran Türkleri’nin Farslılaştırılması için her türlü yola başvurulacağının işaretlerini vermiştir.

Samed NAİMİ

MUHALEFETE DİKKAT

AZERBAYCAN yazılarınızı büyük üzüntüyle okudum. Siz sadece demokratik geçmeyen seçimlerle işbaşına gelmiş insanlarla görüşmüşsünüz. Bunu Azerbaycan gerçeği gibi gösterdiniz ki hiçbir alakası yok... Avrupalı bir demokrat olarak siz, halkın ve demokratik muhalefetin yanında yer almalıydınız. Sizin tutumunuz 12 yıllık devlet politikasına uygun. Bu tutum Azerbaycan’da Türkiye’ye olan güveni sıfıra indirdi.

Haydar ALİBEYLİ ffa363-6@yahoo.de

İKİ MAFYA GRUBU

BİRÇOK sorunu olan Azerbaycan’da Resul Guliyev olayına neden bu kadar yer verdiniz. Olay çok basit; iki mafya grubu arasındaki çıkar çatışması... Eğer olayların köküne inmek isteniyorsa Ferman Demirkol’un ‘Diktatörler Uyumuyor’ kitabı okunmalıdır. Bu şahıs uzun yıllar Azebaycan’da çalışmış bir hukuk hocasıdır ve Aliyevler’le Rasul Guliyev arasındaki çekişmenin kökünü doğru ve tarafsız olarak anlatmaktadır. Her bir Azeri Türkü, kalbinde bir Türkiye ve Atatürk sevgisiyle doğuyor. Doğrudur, zamanında baba Aliyev bu sevgiyi öldürmek için çok şeyler yaptı, hatta işi Türkiye vatandaşlarına vize uygulamaya kadar bile götürdü, fakat başaramadı. Lütfen bu sevgiyi harcatmayınız.

Bir öğretim üyesi-İSTANBUL

TÜRK HALKINA TEŞEKKÜR

BEN
bir otelin basın bürosunda çalışıyorum. Azerbaycan yazılarınızı okudum, harika olmuş, elinize sağlık. Şu an bu zor günlerimizde yanımızda olduğunuz, Azerbaycan’ımıza arka çıktığınız, destek verdiğiniz için başta siz olmak üzere Türk halkına teşekkür ederim. Her zaman yanımızda olduğunuz için sağolun!

Yeter ALİYEVA-BAKÜ

Samanyolu ve Kanal 7’yi TRT solladı

TRT, laik Cumhuriyet anlayışını ilk kez bu Ramazan’da yok saydı; din istismarcılığı yaptı. M. Kemal Öke’nin ‘Düşünce İklimi’ programında Prof. Hayrettin Karaman’ın şeriat propagandası yaptığını hayretle izledik. İftar saatinde yayınlanan ‘Ramazan Sevinci’ programında Dr. Senai Demirci, henüz bulûğ çağına gelmemiş çocuklara dualar ve ilahiler okutturdu. Yine küçük bir kız çocuğunun resminin yeraldığı ‘Ey oruç tut beni’ yazısının sık sık ekrana getirilmesi dikkat çekti. ‘Minik Dualar Grubu’nun klibi yayınlandı. Kanal D haberlerinde M.Ali Birand bu olayı ‘TRT’nin çelişkisi’ olarak nitelendirdi. CHP İzmir Milletvekili Erdal Karademir, Başbakan Erdoğan’a ‘Cumhuriyet’in 82. yılında TRT’de laik hukuk sistemini eleştiren bir program yayınlanmasına göz yumulması ne kadar doğrudur?’ diye sordu.

TRT Yasası’nın 5. maddesinin d ve m bentlerinde ‘din ve mezhep ayrımı yaratmak’ ve ‘inanç veya düşüncenin menfaatlerine alet olmamak’ hükümleri olmasına karşın yayınlanan bu tür programlara RTÜK bir işlem yapmakta mıdır? TRT müfettişleri neden suskun kalıyor; savcılar niye harekete geçmiyor?

Neler oluyor

OKURLARIMIZIN, Diyanet İşleri ve TRT’ye dönük şikayetlerini içeren küçük bir soru demeti:

Ramazan boyunca ve Kadir Gecesi’ndeki mevlitte, TRT ekranlarında eskiden izlediğimiz mevlithanlar ve duahanları neden göremedik? Onların ‘suçu’ tarikat ve cemaat yandaşı olmamak mıdır?

TRT, din programı yaptırdığı kişilere ne kadar para ödemektedir?

Diyanet İşleri Başkanlığı Yüksek Din Kurulu, ‘Sakal-ı Şerif’ konusunda bugüne kadar neden bir açıklama yapmadı?

Diyanet İşleri Başkanlığı, cami avlularının ‘panayır’ haline dönüştürülmesine (Sultanahmet Meydanı ve Fatih Camisi gibi...) neden ses çıkartmıyor? Cami avluları ‘meta’ yeri midir? Diyanet’in, yayınladığı genelgeleri dinlemeyen belediyelere karşı bir uyarı yapılmış mıdır?

Eyüp’te bir işportacının, ‘mukaddes’ zemzem suyundan yapılmış sahlep satması ne olarak yorumlanmalıdır? Olağan bir ticari faaliyet midir; yoksa ‘cennet’ vaadeden din istismarcılığı mıdır?

AKP A.Ş.

BARTIN
Devlet Hastanesi, bilgisayarlı giriş ve yönlendirme hizmet personeli alımı için 1 Eylül günü 400 kişi başvurdu. 30 kişi işe alındı. İşe alınan kimler mi?

AKP İl Genel Meclis Üyesi Recep Kantarcıoğlu’nun oğlu Fatih Kantarcıoğlu, AKP İl Yönetim Kurulu Üyesi Ekrem Yılmaz’ın kızkardeşi Semra Yılmaz, AKP Kozcağız Belde Başkanı Sabri Kızılay’ın oğlu Önder Kızılay, AKP Milletvekili Asım Kulak’ın danışmanı Hüseyin Gevrek’in akrabası Bedriye Zırtıloğlu, AKP Milletvekili Asım Kulak’ın kayınbiraderi Erdem Rüstem, AKP Gençlik Kolları İl Başkan Yardımcısı Sinan Kireç’in yakını Gülcan Kireç.

Allah’tan partinin adı Adalet ve Kalkınma Partisi. Garibana, hısım akrabası olmayana yaşama şansı bırakmayanlar şunu unutmasınlar ki, zaman haksızı, güçlüyü güçsüzü ortaya çıkaracaktır.

Fatma DÖŞEME-Mağdur

Haşim Bayram’dan korkan basın!..

KONYA’da, Kombassan Genel Kurulu’nu takip eden DHA muhabiri Kerem Pulgat, Yönetim Kurulu Başkanı Haşim Bayram ve korumaları tarafından tartaklandı, kamerası kırıldı. Basın emekçisi Pulgat’a yapılan saldırıyı Konya’daki 8 gazeteden sadece Yeni Meram Gazetesi haber yaptı. Konya yerel basını, meslektaşlarına yapılan saldırıya kulaklarını tıkadı, gözlerini kapadı. Anadolu’daki basının hali maalesef budur. Küçük bir reklam pastası uğruna bir basın mensubunun tartaklanmasına duyarsız kalmak, yarın başka saldırılara da duyarsız kalmayı gerektirir.

Bahri KILINÇEL KONYA

Soruşturma açıldı

ERZURUM Büyükşehir Belediye Başkanı Av. Ahmet Küçükler, ‘Erzurum’da Panayır’ (28.10.2005) başlıklı yazımıza şu açıklamayı gönderdi: ‘Belediyemiz tarafından Zümrüt Fuarcılık AŞ’ye günde 2500 insanımızın faydalandığı iftar çadırını kurması karşılığında yapılan yer tahsisi, bölgede otantik bir ortam oluşturulmasına yönelikti. Daha önce seyyarların işgali altındaki bu bölgede kurulan çadırlarda, firma ile yapılan anlaşma gereği hediyelik ve süs eşyaları satılacaktı. Anlaşmaya uymadığı ve seyyar satıcı mantığıyla hareket ettiği için sözleşme gereği firma hakkında yasal işlemler başlatıldı. Çadırlar ise kısa süre içerisinde kaldırılacak.’

GÜNÜN SÖZÜ

‘Her insan iyi doğar, her toplum onu bozar.

(Montesquieu)


Biliyor musunuz

BÜYÜKŞEHİR Belediyesi Başkan Vekili İdris Güllüce’nin imzasıyla, Göztepe Parkı’ndan sonra Göztepe-Kozyatağı ve Bostancı üçgenindeki yeşil alanlara 6 cami daha yaptırma kararı alındığının ortaya çıktığını...

MESAJ PANOSU

‘EMİNÖNÜ CHP örgütü üyesiyim. Başkan Nevzat Er’e soruyorum: Ramazan ve kandil için ilçe afişlerle donatıldı ama Cumhuriyet Bayramı için ise hiç bir şey yapılmadı. Bakan M.Ali Şahin’in Fatih’ten ‘getirttiği’ yardımcısınız Mahir Katırcı ‘Cumhuriyet’i yok sayıyor? Kendisini, Şahin’e şikayet etmeyi düşünüyor musunuz?’
Yazının Devamını Oku

Azerbaycan yıldızlaşıyor

30 Ekim 2005
AZERBAYCAN’ın başkenti Bakü’de Türk Büyükelçiliği’nin düzenlediği Cumhuriyet Bayramı resepsiyonuna 1500 kişi katılmıştı; bakanlarından işadamına, kordiplomatik erkándan sanatçılara kadar... Büyükelçi Turan Moral, Azerbaycan’ın Türkiye’nin bir parçası olduğunu söyledi, ülkenin ekonomik gelişimini övdü. Dünyanın önde gelen petrol rezervlerine sahip Azerbaycan, Bakü-Ceyhan petrol ve Tiflis-Erzurum doğalgaz hatlarıyla 2006-2025 yılları arasında (varili 50 dolar hesabıyla) 300 milyon bir girdi bekliyor. Azerbaycan-Türkiye İşadamları Birliği’nin (ATİB) İstanbullu Başkanı Ahmet Erentok, ‘Ülkenin istikrarı yakaladığını’ anlatıyor. Halkın alım gücü artmaya başlamış. 1992’de 180 dolar olan milli gelirin beş yılda 3 kez katlanarak 2008’de 6 bin dolara çıkacağını söyleyen Erentok, petrole dönük yabancı sermaye yatırımlarının 21 milyon dolara yükseldiğini söylüyor. Enflasyonun önümüzdeki yıl yüzde 6-8’e düşeceği hesaplanıyor. Azerbaycan’ın nüfusu 8.3 milyon... Petrol gelirleri ilk etapta altyapı yatırımlarına harcanıyor.

Bakü’de inşaat patlaması yaşanıyor; iş merkezleri, apartman ve özellikle villa yapımı... Gelişigüzel yapılar Bakü’nün geleneksel dokusunu bozmaya başlamış. Cumhurbaşkanı Aliyev’e bunu söylediğimizde ekonomik gelişim sonucu bunu önlemenin pek mümkün olmadığını ifade etmek zorunda kaldı.

ATATÜRK MERKEZİ

Restore edilen tarihi şık bir binada faaliyet gösteren Atatürk Merkezi’nin Müdürü, Türkolog Prof. Nizami Caferoğlu, ‘Çağdaş Azerbaycan’ın kuruluşunun Atatürk ideolojisine’ dayandığını söyledi. ‘Türkiye’siz bir Azerbaycan yoktur’ dedi, Türk ve Azerbaycan alfabeleri arasındaki dil farklılıkların ortadan kaldırılmasını da önerdi bize. ‘Bu merkez sizindir. Ben aynı zamanda milletvekili olduğum için şimdi Meclis’e gitmem gerekiyor’ diyerek ayrıldı. Türkiye’de, bazı güçler Atatürk’ü unutturmaya çalışırken, bu merkezin çalışmalarını yakından izlemeleri gerekiyor.

Azerbaycan’da başörtülü kadın görmedik; mini etekli kızların oruç tuttuğuna da şahit olduk.

Daha sonra Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in eşi Mihriban Aliyev’in başkanlığını yaptığı, kayınpederi Haydar Aliyev adına kurulan vakfa gittik. Kadınlara ve çocuklara yönelik yürütülen çalışmaları gördük. 41 yaşında, üç çocuklu, güzelliğiyle bilinen Aliyev’in en büyük uğraşısı, Karabağ mültecileri için yeni yerleşim merkezleri açmak... Programda bizle randevusu bulunmasına rağmen Mihriban Aliyev’in ‘yurtdışında’ olduğu söylendi. Mihriban Aliyev, kocasına destek olmak için eşinin genel başkanlığını yaptığı ‘Yeni Azerbaycan Partisi’nin genel 2000 adayı arasında en şanslı olanı...

Azerbaycan ‘devrim’ istemiyor

AZERBAYCAN’da, 6 Kasım’da yapılacak 125 üyeli parlamento seçimleriyle ilgili ilginç ve renkli tartışmalar yapılıyor. ‘Demokratikleşme’ çabalarına karşı gözü ‘petrol yatakları’nda olan Batı yanlısı bazı güçlerin iç siyasete dönük perde arkasından yürüttükleri ‘körükleme’ çabaları Aliyev’i sıkıntıya sokmuyor değil.

‘Adil ve özgür’ bir seçim yapılmayacağını öne süren ‘Musavat’, ‘Halk Cephesi ve ‘Demokrat Parti’den oluşan muhalefet bloku bu kez dağınık; Aliyev yönetiminin baskıları karşısında toparlanamadığına dikkat çekiliyor. Buna karşın Amerika’da yaşayan Resul Guliyev’in ülkeye gelmekten son anda vazgeçmesi, muhalefete ünlü ‘Azatlık Meydanı’nda miting yapılmasına izin verilmemesi, bu gücü bir anlamda kırmış.

Buradaki yabancı gözlemcilere göre, muhaliflerin gücü Ukrayna ve Gürcistan’dan daha etkili olmasına karşın bir ‘renkli devrim’e Azerbaycan epeyce uzak... Çünkü ekonomik gelişme süreci bunu engelliyor. Muhalefet, yıllardır aynı söylemlerle ülke için yeni bir vizyon ortaya koyabilmiş değil.

Azerbaycanlı bir gazeteci, ‘Turuncu devrimler bu bölgelerde tutmaz, Batı bunun karşısına eski komünizmi koyarsa şaşmamak gerek’ dedi.

Bu arada Devlet Başkanı Aliyev’in seçime iki hafta kala, hükümet üyesi olmakla birlikte muhalefetle ilişki kuran ve para aktardıkları iddia edilen iki bakanı ve bazı bürokratları görevden alması eleştiriliyor. Muhalefet çevreleri ‘Aliyev, bu bakanlarla uzun yıllardır çalışıyordu. Bunların kamuoyunca bilinen yolsuzluklarını yeni mi öğrendi?’ diye soruyor.

Pazar günkü seçim nedeniyle AGİT ve Avrupa Konseyi başta olmak üzere 4000’e yakın gözlemcinin Azerbaycan’a gideceği bildirildi. Bunların içinde en büyük heyeti Rusya oluşturuyor; Türkiye’den gideceklerin sayısı da 75...

GULİYEV’E AĞIR SUÇLAMA

Amerika’
da yaşayan ve bu seçimler için muhalefetin başına geçmek isterken son anda Kiev’den geri dönen eski Meclis Başkanı Resul Guliyev hakkında ağır eleştiriler yaptı İlham Aliyev... ‘Petrol şirketi müdürü iken kendisinin iktisadi cinayetleri var, çıkıp adalete hesap vermeli’ dedi. Guliyev’in, 107 milyon dolar yolsuzluğunun belgelendiğini söyleyen Aliyev şöyle konuştu:

‘Kendisine diyalog çağrısında bulundum. Gel yargılan dedim. Ancak halkın desteğini göremediği anlayınca Ukrayna’dan İngiltere’ye dönmek zorunda kaldı. Azerbaycan’a ‘renkli’ devrim getirmek ne demek? O devirler artık bitti.’

‘Muhalefet gruplarının arkasında Amerika olabilir mi?’ sorumuza gülerek şöyle dedi:

‘Onu Amerika’ya sorun!’

Aliyev, Türk gazetecilere, petrol gelirleriyle ülkenin ekonomik gelişmesinin sağlanacağını anlatırken, ‘Petrolün 60-65 dolar seviyesinde uzun süre kalabileceğini tahmin ettiğini’ söyledi.

Aliyev, Türkiye’ye dönük dostluk mesajlarını yinelerken, ‘Türkiye’siz Azerbaycan yoktur. Dünyada birbirlerine bağlı başka iki ülke de yoktur’ diye konuştu.

İlginç bir belge

AZERBAYCAN ‘Kaçkın Dairesi’nden bir yetkili, Türkiye’den gelen 25 medya mensubuna, Ermenilerin Karabağ’ı işgaliyle ilgili bir ‘malumat’ kitabı dağıttı. Kitapta, tarihte Ermenilerle yaşanan süreç ve Azerilerin uğradığı haksızlıklar anlatılırken, Ermenistan ve Karabağ topraklarının hiçbir zaman Ermenilere ait olmadığı vurgulanıyor.

İddia şu şekilde aktarılıyor:

‘Ermeniler, bugünkü Ermenistan topraklarına, İran ve Türkiye’den Rus Çarlığı’nın çabalarıyla göç ettirildiler. Dönem içinde bu topraklarda yaşayan Azeri Türklerine karşı etnik temizliğe kalkıştılar; topraklarından kovulup sürüldüler. Yerlerine de bu iki coğrafyadan getirilen Ermeniler yerleştirildiler. Bunun çeşitli belgeleri var. Örneğin, şimdiki işgal bölgesindeki (Karabağ’da) Ağdere kentinde Ermenilerin, bölgeye getirilişlerinin 150. yıldönümü nedeniyle 1978 yılında diktikleri Ermeni anıtı, bunun bir kanıtı... Karabağ’ın işgalinden sonra Ermeniler, kendi yaptıkları bu anıtı, ne yazık ki kanıt kalmasın diye yerle bir ettiler. Yani Ermenistan, sonradan yaratılan bir devlettir.’
Yazının Devamını Oku

Bir milyon ‘kaçkın’ ve ‘göçkün’

29 Ekim 2005
BAKÜ’den ayrıldıktan yarım saat sonra, Bakü-Ceyhan boru hattından yıl sonuna doğru petrol basacak olan dev platformun önünden geçiyoruz. Çevre genellikle bitmez tükenmez kıraç topraklarla kaplı ve bu yolculuk sırasında Kafkasya’nın kendine özgü büyüsüne kapılıyorsunuz.  Ama bir süre sonra Karabağ’dan, öz topraklarından 13 yıl önce gelen göçmenlerin yaşadığı kamplara vardığınızda acı tablolarla karşılaşıyorsunuz. İçinizden bir şeyler kopuyor adeta.

Ortada çözülmesi zor bir sorunlar yumağı var; dünya diplomasisi de çözemiyor henüz. Zaman da gittikçe Azerbaycan’ın lehine gelişiyor.

Azerbaycan’ın eski Cumhurbaşkanı Elçibey’in, 1992’de gazeteci Arslan Bulut’a söylediği bir sözü hatırlıyoruz:

‘Karabağ, Türk dünyasının gırtlağıdır.’

Gerçekten, Ermenistan’ın Karabağ’ı işgal etmesiyle ‘Türk dünyasının’ gırtlağı kesilmiş.

Ortak ‘Kafkas vatanı’ üzerinde tarih boyunca oynanan oyunlar hiç bitmiyor. Son oyun 1988-92 yılları arasında yaşanıyor bölgede... Ermenistan, Azerbaycan’ın beşte birini ve ona bitişik olan 7 Azeri kentini (Ağdam, Füzuli, Laçin, Kubadlı, Cebrayil, Zengilan ve Kelbecer) işgal ediyor.

Karabağ’ın coğrafi açıdan hiçbir öneminin olmadığı gibi yeraltı zenginliği de yok.

Karabağ, Türkiye-Ermeni ilişkilerinin önünü tıkayan da bir faktör... Ermeni lobilerinin etkisiyle ABD ve AB’nin soruna ‘dudak bükmesi’ barışı ve geleceği karartıyor. Savaş ve katliam sonrası yaşadıkları toprakları terk eden Azeri Türklerinin sayısı 1 milyonu buluyor.

HÖRMETLE GELDİNİZ

2.5 milyon nüfuslu Bakü’den otobüsle yaklaşık 320 km gittikten sonra Sabirabad Kenti’nde 10 bin kişinin, naylon ve sazdan kurulu ‘köhne’ barakalarda yaşam savaşı verdiklerini gördük.

Boyunları bükük ama onurlu ‘kaçkın’lar bizi ‘hörmetle’ karşılıyor.

Son yıllarda, hükümetin ayırdığı bütçe ile ‘barakalara’ dönüşmeye başlayan 12 büyük kamptan dördünü gezdik gün boyu... Bilesuvar’da yaşam biraz düzenli hale gelmiş.

İmişli ilinde de 600 aile 40 vagona yerleştirilmiş.

Azerbaycan yılda 300 bin göçmene 120 milyon dolar harcıyor; bütçesi için ağır bir yük.

Türkiye’ye sonsuz selam gönderiliyor; gençlerin çoğu ‘Biz Galatasaraylıyığ’ diyorlar.

Sabirabad’ın girişinde, Ermenilerle savaşta ölenlerin yattığı bir abide var.

Bizi karşılayan kentin valisinin yanındaki, 71 yaşındaki Tamara Büyükağa siyahlara bürünmüştü, 13 yıl önceki gibi hálá matem tutuyor. Ama başı dik.

Anıttaki bir heykeli göstererek, ‘Bu şehit olan oğlum Ahmetov Mübariz’dir, temiz Türk kanlıdır’ diyor.

Azerbaycan toprağı Karabağ’ın işgalinden gelenler ‘kaçkın’, Ermenistan’dan gelenler de ’göçkün’ olarak tanımlanıyor Azeri dilinde.

Onların acılı öykülerini dinledik. 10 yaşındaki çocuklar bugün 24 yaşına başmış. Küçükler çocukluklarını yaşayamıyor, erkeklerin çalışabileceği hiçbir iş yok; yani yokluk ve yoksulluk içinde bir yaşam.

Bölgede bulununca Karabağ sorununun boyutları daha iyi anlaşılabiliyor.

ÖZ TOPRAKLARIMIZ

İlkokul öğretmeni bir bayanın anlattıkları sanki yaşanmamış öykü gibi. Herkes bir şey söylemek istiyor. Dinlediğimizin çarpıcı satır başları şu noktalarda toplanıyor:

‘Eski başkanımız Elçibey bir kültür adamıydı, siyasete yabancıydı. Devlet idaresini beceremedi, savaşta topraklarımızı kaybettik.’

‘Vatan toprağımızın işgali, devletin bir numaralı problemidir. 2003’te ölen Haydar Aliyev ‘Bu yerler önce sulh yoluyla azad edilecek, yoksa savaş edilecek’ demişti. Oğlu İlham Aliyev de önce ‘sulh’ diyor ama ne zaman?’

‘Ne un, ne yağ istiyoruz, önce öz topraklarımıza dönmek istiyoruz.’

Azerbaycan hükümeti, her göçmene ayda 5 kilo un, birer kilo şeker, pirinç ve sıvı yağ ile her ay 30 bin manat harçlık (yaklaşık 6 dolar) veriyor; ayrıca yılda 400 litre petrol yakıtı...

Gerçekten de yaşam için acı bir tablo.

SULTAN DA

ATATÜRK DE BİZİM

Bir başka sohbette ‘Türkiye bizi kurtarsın’ diye bir ses duyuyoruz. Görmüş geçirmişliği konuşmasından belli yaşlı Azeri, Türkiye’ye bağlılıklarını şöyle ifade ediyor:

‘Sultan da bizim, Atatürk de bizim.’

Yanımıza sokulan bir kadın, hüzünlü bir şekilde ‘Bir karın aç, bir karın tok. Gördüklerinizle biz şimdi yaşamış mı oluyoruz? Bu toprak tuzlu; yağmur yağdığında çamurla boğuşuyoruz. Hastamız çoktur. Bizim körpe uşaklarımızın geleceği ne olacaktır?’ diyor.

Yürekler parçalıyor adeta. Dinliyoruz:

‘Bütün bunlara Gorbaçov sebep oldu. Sovyet hükümeti silahlarımızı toplamıştı. Savaşta Ermenilere silah verdi, bize vermedi. Şimdi Ermenistan gelişmelerin kendisini ilgilendirmezmiş gibi geride duruyor, ‘Meselenizi gidin Özerk Karabağ ile halledin’ diyor. Ermeni diasporasının, Karabağ’ın, ikinci bir Ermeni devleti ilan edilmesi için Erivan’a baskı yaptığı biliniyor.’

‘Kasabanızdan, köyünüzden haber var mı?’ diyoruz:

13 yıldan beri ne gören, ne de bilen varmış. Ev ve barklarının dozerlerle yerle bir edildiğini duymuşlar sadece. Kayıp 1400 kişiden de hiç haber yokmuş; işkence edilerek öldürüldü mü, yoksa yaşıyorlar mı?

Başta İran olmak üzere dünyanın çeşitli ülkelerine dağılmış 50 milyona yakın Azeri Türkü’nün yaşadığı anlatılıyor bize.

Azerbaycan’ın, yurtdışında yaşayan Azerilerden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nda genel müdür olarak çalışan Ramil Hasanov, ‘Ermeni lobisine karşı güç birliği, Azerbaycan ve Türkiye’nin stratejik ortaklığından geçer’ diyor. Bu sözlerin altında derin anlamlar var.

Çözülemez ve anlaşılamaz Karabağ, uluslararası bir sorun olarak duruyor.
Yazının Devamını Oku