BAKÜ’den ayrıldıktan yarım saat sonra, Bakü-Ceyhan boru hattından yıl sonuna doğru petrol basacak olan dev platformun önünden geçiyoruz. Çevre genellikle bitmez tükenmez kıraç topraklarla kaplı ve bu yolculuk sırasında Kafkasya’nın kendine özgü büyüsüne kapılıyorsunuz.
Ama bir süre sonra Karabağ’dan, öz topraklarından 13 yıl önce gelen göçmenlerin yaşadığı kamplara vardığınızda acı tablolarla karşılaşıyorsunuz. İçinizden bir şeyler kopuyor adeta.
Ortada çözülmesi zor bir sorunlar yumağı var; dünya diplomasisi de çözemiyor henüz. Zaman da gittikçe Azerbaycan’ın lehine gelişiyor.
Azerbaycan’ın eski Cumhurbaşkanı Elçibey’in, 1992’de gazeteci Arslan Bulut’a söylediği bir sözü hatırlıyoruz:
‘Karabağ, Türk dünyasının gırtlağıdır.’
Gerçekten, Ermenistan’ın Karabağ’ı işgal etmesiyle ‘Türk dünyasının’ gırtlağı kesilmiş.
Ortak ‘Kafkas vatanı’ üzerinde tarih boyunca oynanan oyunlar hiç bitmiyor. Son oyun 1988-92 yılları arasında yaşanıyor bölgede... Ermenistan, Azerbaycan’ın beşte birini ve ona bitişik olan 7 Azeri kentini (Ağdam, Füzuli, Laçin, Kubadlı, Cebrayil, Zengilan ve Kelbecer) işgal ediyor.
Karabağ’ın coğrafi açıdan hiçbir öneminin olmadığı gibi yeraltı zenginliği de yok.
Karabağ, Türkiye-Ermeni ilişkilerinin önünü tıkayan da bir faktör... Ermeni lobilerinin etkisiyle ABD ve AB’nin soruna ‘dudak bükmesi’ barışı ve geleceği karartıyor. Savaş ve katliam sonrası yaşadıkları toprakları terk eden Azeri Türklerinin sayısı 1 milyonu buluyor.
HÖRMETLE GELDİNİZ
2.5 milyon nüfuslu Bakü’den otobüsle yaklaşık 320 km gittikten sonra Sabirabad Kenti’nde 10 bin kişinin, naylon ve sazdan kurulu ‘köhne’ barakalarda yaşam savaşı verdiklerini gördük.
Boyunları bükük ama onurlu ‘kaçkın’lar bizi ‘hörmetle’ karşılıyor.
Son yıllarda, hükümetin ayırdığı bütçe ile ‘barakalara’ dönüşmeye başlayan 12 büyük kamptan dördünü gezdik gün boyu... Bilesuvar’da yaşam biraz düzenli hale gelmiş.
İmişli ilinde de 600 aile 40 vagona yerleştirilmiş.
Azerbaycan yılda 300 bin göçmene 120 milyon dolar harcıyor; bütçesi için ağır bir yük.
Türkiye’ye sonsuz selam gönderiliyor; gençlerin çoğu ‘Biz Galatasaraylıyığ’ diyorlar.
Sabirabad’ın girişinde, Ermenilerle savaşta ölenlerin yattığı bir abide var.
Bizi karşılayan kentin valisinin yanındaki, 71 yaşındaki Tamara Büyükağa siyahlara bürünmüştü, 13 yıl önceki gibi hálá matem tutuyor. Ama başı dik.
Anıttaki bir heykeli göstererek, ‘Bu şehit olan oğlum Ahmetov Mübariz’dir, temiz Türk kanlıdır’ diyor.
Azerbaycan toprağı Karabağ’ın işgalinden gelenler ‘kaçkın’, Ermenistan’dan gelenler de ’göçkün’ olarak tanımlanıyor Azeri dilinde.
Onların acılı öykülerini dinledik. 10 yaşındaki çocuklar bugün 24 yaşına başmış. Küçükler çocukluklarını yaşayamıyor, erkeklerin çalışabileceği hiçbir iş yok; yani yokluk ve yoksulluk içinde bir yaşam.
Bölgede bulununca Karabağ sorununun boyutları daha iyi anlaşılabiliyor.
ÖZ TOPRAKLARIMIZ
İlkokul öğretmeni bir bayanın anlattıkları sanki yaşanmamış öykü gibi. Herkes bir şey söylemek istiyor. Dinlediğimizin çarpıcı satır başları şu noktalarda toplanıyor:
‘Eski başkanımız Elçibey bir kültür adamıydı, siyasete yabancıydı. Devlet idaresini beceremedi, savaşta topraklarımızı kaybettik.’
‘Vatan toprağımızın işgali, devletin bir numaralı problemidir. 2003’te ölen Haydar Aliyev ‘Bu yerler önce sulh yoluyla azad edilecek, yoksa savaş edilecek’ demişti. Oğlu İlham Aliyev de önce ‘sulh’ diyor ama ne zaman?’
‘Ne un, ne yağ istiyoruz, önce öz topraklarımıza dönmek istiyoruz.’
Azerbaycan hükümeti, her göçmene ayda 5 kilo un, birer kilo şeker, pirinç ve sıvı yağ ile her ay 30 bin manat harçlık (yaklaşık 6 dolar) veriyor; ayrıca yılda 400 litre petrol yakıtı...
Gerçekten de yaşam için acı bir tablo.
SULTAN DA
ATATÜRK DE BİZİM
Bir başka sohbette ‘Türkiye bizi kurtarsın’ diye bir ses duyuyoruz. Görmüş geçirmişliği konuşmasından belli yaşlı Azeri, Türkiye’ye bağlılıklarını şöyle ifade ediyor:
‘Sultan da bizim, Atatürk de bizim.’
Yanımıza sokulan bir kadın, hüzünlü bir şekilde ‘Bir karın aç, bir karın tok. Gördüklerinizle biz şimdi yaşamış mı oluyoruz? Bu toprak tuzlu; yağmur yağdığında çamurla boğuşuyoruz. Hastamız çoktur. Bizim körpe uşaklarımızın geleceği ne olacaktır?’ diyor.
Yürekler parçalıyor adeta. Dinliyoruz:
‘Bütün bunlara Gorbaçov sebep oldu. Sovyet hükümeti silahlarımızı toplamıştı. Savaşta Ermenilere silah verdi, bize vermedi. Şimdi Ermenistan gelişmelerin kendisini ilgilendirmezmiş gibi geride duruyor, ‘Meselenizi gidin Özerk Karabağ ile halledin’ diyor. Ermeni diasporasının, Karabağ’ın, ikinci bir Ermeni devleti ilan edilmesi için Erivan’a baskı yaptığı biliniyor.’
‘Kasabanızdan, köyünüzden haber var mı?’ diyoruz:
13 yıldan beri ne gören, ne de bilen varmış. Ev ve barklarının dozerlerle yerle bir edildiğini duymuşlar sadece. Kayıp 1400 kişiden de hiç haber yokmuş; işkence edilerek öldürüldü mü, yoksa yaşıyorlar mı?
Başta İran olmak üzere dünyanın çeşitli ülkelerine dağılmış 50 milyona yakın Azeri Türkü’nün yaşadığı anlatılıyor bize.
Azerbaycan’ın, yurtdışında yaşayan Azerilerden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nda genel müdür olarak çalışan Ramil Hasanov, ‘Ermeni lobisine karşı güç birliği, Azerbaycan ve Türkiye’nin stratejik ortaklığından geçer’ diyor. Bu sözlerin altında derin anlamlar var.
Çözülemez ve anlaşılamaz Karabağ, uluslararası bir sorun olarak duruyor.