8 Mart 2006
MEHMET Bahadır, 15 yıllık eczacı; İzmir’de oturuyor. Dört yıl boyunca eczanesinin içinde gözlükçülük yapmış. Daha sonra gözlükçülerle uğraşmaktan bıktığı için kapatmış. "SSK, Bağkur, Emekli Sandığı ve yeşil kartın, gözlükçüler tarafından nasıl soyulduğu" iddiasıyla ayrıntılı bir yazı göndermiş; sanki bir tez çalışması. Kurumları ve gözlükçüleri ayrıntılı şekilde incelemiş, hesap kitap yapmış.
Sosyal sigorta kurumlarının yıllık sağlık harcamalarının toplamının %2’sinin gözlükçülere ödendiğini söylüyor.
"3000-4000 civarı gözlükçü olduğundan gözlük dükkanı başına düşen parayı hesap edebiliriz. Gözlükçüler birbiri ardına nasıl kolayca şube açabiliyorlar? Neden krizlerden etkilenmiyorlar? Cevabı gayet basit; devletimiz gözlükçüleri besliyor" diyor.
Türkiye’de yaklaşık 3000 göz doktoru olduğunu hesap ederek, bir göz doktorunun iki-üç gözlükçüyü beslediğini öne sürüyor.
Sigorta kurumlarının reçete başına yaptığı harcamalardan çerçeveye kadar çeşitli örnekler vererek "Gözlükçülerin gösterdiği kataloglardaki cam ve çerçeve fiyatları maliyetin en az 4-5 katıdır. Siz pazarlıkla kurumdan ödenen ek para ile onu maliyetin 3 katına indirebilirsiz" iddiasında bulunuyor.
"Güzel kár değil mi! Gözlükçülerin servetinin kazancının kaynağı devlettir: Devlet en iyi, en sadık, en cömert, en aptal müşterileridir" diyor.
Başkasının karnesine yazılan gözlüğün hakkı olmayan kişiye verilmesi; çerçeve, lens ve güneş gözlüğü alınması gibi çeşitli ’oyunları da anlatan Mehmet Bahadır daha sonra şu soruları yöneltiyor:
"Devlet gözlükçüleri beslemeyi ne zaman bırakacaktır? Bırakabilecek midir?
Devletin sırtından beslenen bu sistem nasıl devam edebilir? Dünyada başka bir örneği yoktur. Avrupa’da birçok ülkede gözlük parası sigorta kapsamında değildir. Özel sigortalar gözlük ücreti ödemezken, devlete bağlı sigortalar niçin ödemektedir? Devletimiz bu kadar zengin midir? Yoksa gözlükçülerle işbirliği yapan bürokratları mı vardır? Gözlükçülere ödenen ücret neye göre belirlenmektedir? Çok kazandıkları için mi gözlük dükkanı zincirleri artmaktadır?"
İddialarını ispata hazır olduğunu da belirten Mehmet Bahadır, "Gözlükçülerin hizmetine girmiş olan devletimiz, bunun hesabını iyi yapabiliyor mu?" notunu da düşüyor yazısının sonunda.
Atatürk’e ’1938’de ölen’ diyen öğretmen
BEN Kastamonu Eğitim Fakültesi Türkçe Öğretmenliği 1. sınıfta okuyorum. Fakültedeki beni rahatsız eden olayları sizinle paylaşmak istiyorum. Okulda kendilerine ülkücü diyen ve birçok öğretmen tarafından da yönlendirilen, desteklenen bir grup var. Bu kişiler kendilerine göre, özgürlüğü kısıtlayıcı bazı kurallar oluşturmuş ve öyle ya da böyle sözlerini geçirmeyi amaç edinmişler. Örneğin; top sakal bırakanlara, küpe takıp saç uzatanlara, düşük bel pantolon giyenlere karışıp, onları zorla kendi istedikleri şekle sokmaya çalışıyorlar.
(İsimleri bizde saklı) Bir öğretmenin dersine türbanlı öğrenci girebiliyor. Kimse bu duruma bir şey demiyor. Okulun her mekanında türbanlı öğrenci görmek mümkün. Benim bildiğim kadarıyla okul kapısında çıkarılması gerekiyor...
Okulun bir başka öğretmeni de, ülkücü gruptan aldığı bir liste ile kimin solcu, kimin sağcı olduğunu öğrenip, bu duruma göre not veriyor. Bu kadar saçma bir şey olabilir mi; hele öğretmen yetiştiren bir kurumda...
Sadece bunlar mı? Bu öğretmen derste Atatürk’ün ismini ağzına almamak için çirkin bir şekilde "1938’de ölen" tanımını kullanıyor; İsmet İnönü için de "O adam gebertmek bilmedi" diyebiliyor. Bu kişi nasıl oluyor da Türkiye Cumhuriyeti’nin bir üniversitesinde çalışabiliyor? Ve kişiliği oturmamış öğrencileri de kendi zihniyetinden insanlar olarak yetiştirmeye çabalayabiliyor? Gerçekten üzücü bir durum. Türklerden başka diğer ırkları sevmiyormuş.
Atatürk’ün şapka devrimi yaptığı Kastamonu’ya bu ’kafalar’ yakışmıyor.
Lütfen bunu gündeme getiriniz, bu sorunlar çözülmeli. YÖK veya birilerinin ilgilenmesi gerekiyor.
Asıl yangın yüreklerde
İSTANBUL İtfaiyesi’nde çalışan bir grup itfaiyeci, "İstanbul İtfaiyesi’nde yangın" (01.03.2006) başlıklı yazımız üzerine; "Yalçın Bey bizler memur itfaiyeciler olarak şu hususlara da değinmenizi istiyoruz" diyorlar.
Kendilerinin 750 YTL, işçi itfaiyecilerin ise 2.250 YTL aldıklarını belirterek, "İşçi itfaiyeciler kolilerce erzak alırken biz ağzımız açık bakıyoruz, onlar 90 gün biz 30 gün izin kullanıyoruz, onlar eğitim parası alırken biz çocuğumuzun cebine nasıl harçlık koyarız diye düşünüyoruz..."
’Onlar-biz’ listesi uzadıkça uzuyor.
"Sayın Bayer, işçi itfaiyeci şehit olduğunda ailesine hemen emekli maaşı bağlanırken, bizlere ’10 yılı doldurmadan ölmek yok ölürsen ailene beş kuruş bağlanmaz’ deniliyor.
Sormak istiyoruz; BİMTAŞ isimli şirketten getirdiği taşeron itfaiyecilerle kadroları şişiren Kadir Topbaş acaba doğru mu yaptı?"
Yıpratma taktiği
KARA Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt’ın şahsında yapılmak istenen, Türkiye’nin sağlam kalesi TSK’yı yıpratma taktiğidir. Siyasilerden destek almadan hangi savcı böyle bir iddiada bulunur? Lütfen siyasilerin beyanlarını inceleyin! Siyasiler işlerine gelince yargı ayrı, bizle bağlantısı yok diyor!
Ataman YILDIRIM
GÜNÜN SÖZÜ
"(Orgeneral Büyükanıt için) TSK hakkında endişeler üretilmesi, bu ülkeye yapılacak en büyük kötülüktür. Böyle bir düşünce uygulamaya sokulursa olabilecekleri önlemeye de kimsenin gücünün yetmeyeceğini, gelişmelerde rolü olanlara ve bu tehlikeli oyunlardan yarar umanlara hatırlatmak istiyoruz."
(Emekli Subaylar Derneği)
Çekiç atma
ANTALYA Meltem Mahallesi’ndeki spor sahasının yanından geçerken çekiç atma çalışması yapan sporcuları gördük. Saha iki adet ağla çevrili, güvenli özel atış alanı olmasına karşın, sporcular açık alanda atış yapıyorlardı. Uyardığımızda ise "Biz milli sporcuyuz, buradan geçmeyin" cevabını aldık. Oysa o esnada etrafta birçok insan vardı. Sporcularımızın yanlışta ısrarlı ve disiplinsiz tavırlarını görünce, millilerimizin niye bu sonuçları aldığını çok iyi anladık. "Disiplinsizlik, boş vermişlik, ukalalık, nasılsa bir şey olmazcılık" bizim iflah olmaz sorunumuz. Antalya İl Gençlik ve Spor Müdürlüğü kimsenin canı yanmadan bu konuyla ilgilensin lütfen.
Dr. Ayşe UÇKAN
8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ
BİRLEŞMİŞ Milletler tarafından yapılan bir araştırmaya göre Türkiye’de; şehirlerde evli kadınların % 18’i, köylerde de % 76’sı eşleri tarafından dövülüyor. Kadınların % 57’si evliliklerinin ilk gününde şiddetle karşılaşıyor. Aile içi suçların % 90’ını kadına karşı işlenen suçlar oluşturuyor.
Biliyor musunuz
DİYARBAKIR’da, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla kadınların toplu taşıma araçlarından ücretsiz yararlanacağını... RIFAT Ilgaz Sempozyumu’nun bu yıl 10-12 Mayıs tarihlerinde Kastamonu’da yapılacağını...
MESAJ PANOSU
OKUMADIĞINIZ fazla kitaplarınızı lütfen bize bağışlayın!
Mehmet CAN-Morcalı Köyü Muhtarlığı, 70100 KARAMAN
morcali_koyu@hotmail.com
Yazının Devamını Oku 7 Mart 2006
İDDAA oyununda bahis oranlarının düşük olduğu yolunda bir okurumuzun yakınması üzerine Spor Toto Teşkilatı yetkilileri arayarak "Okurunuz çok haklı. Bu vesileyle de önemli bir sıkıntıya tercüman oldunuz" dediler. Türkiye’de futbol bahsinde yetkili Spor Toto Teşkilatı... 29.4.1959’da bir yasa ile futbol bahis oyunu bu kuruma verilmiş... Son yıllarda büyük bir ilgi gören İddaa da Spor Toto’nun bir oyunu oluyor. İddaa’nın sorunu da internet üzerinden oynanan yasadışı oyunlar...
Ülke dışından futbol bahsi oynatan internet sitelerine karşı henüz bir yaptırım geliştirilmediği için ülke kaynakları yabancılara akıyor. Çünkü onlar, vergi yükü olmadığı için daha fazla prim verebiliyor.
Ne kadar mı? Spor Toto yetkililerce bu miktar yılda 500-600 milyon dolar olarak tahmin ediliyor.
İddaa’nın 2005 yılındaki hasılatından, iştirakçilere, devlete, futbol kulüplerine ve sosyal kurumlara aktarılan toplam miktar 1 milyar 37 milyon YTL’yi bulmuş.
Dağıtım ise şu şekilde gerçekleşmiş:
674 milyon YTL iştirakçilere, 234 milyon YTL devlete KDV, Şans Oyunları Vergisi, Damga Vergisi olarak; 15 milyon YTL Çocuk Esirgeme Kurumu, Kredi Yurtlar Kurumu, Tanıtma Fonu, Savunma Sanayii Destekleme Fonu ve Gençlik Spor Genel Müdürlüğü olmak üzere kamu kurum ve kuruluşlarına; 114 milyon YTL ise % 37’si Turkcell Süper Ligi, % 25’i 2. Lig A Kategorisi, % 35’i 2. Lig B Kategorisi 1/2/3/4/5 ve % 3’ü 3. Lig 1/2/3/4 futbol liglerine kendi içlerinde eşit olarak dağıtılmış ve tüm birey, takım, kurum ve kuruluşlara ciddi bir katkı sağlanmış.
Spor Toto Teşkilatı’na, teknik altyapıyı oluşturup bir komisyon karşılığında bu oyunu oynatan İddaa’nın "Bilyoner.com" ismiyle faaliyet gösteren yasal, tek elektronik (internet) bayisi bulunuyor. Ama madalyonun öbür yüzü var.
25 BAHİS ŞİRKETİ VAR
Ülkemizde, ilgili yasayı hiçe sayarak yasadışı faaliyet gösteren bahis sitelerinin sayısının 25 dolayında olduğu belirtiliyor. Bunların adı geçen Türk kurumlarına hiçbir katkısı yok. İnternet üzerinden bayilik ağlarıyla yıllık 500-600 milyon dolar hasılat elde ediyorlar. Bir kısmı Avrupa menşeli olan bu şirketler, kurulu oldukları ülkelerdeki faaliyetlerini yasal zeminde yürütmekle birlikte, bu durum hiçbir şekilde bu faaliyetlerinin Türkiye’de yasadışı olmasını engellemiyor. Buna rağmen, yasadışı bahis oynatan şirketler özellikle Türkiye menşeli internet sitelerinde yoğun bir şekilde reklamlarını yapabiliyorlar.
KREDİ KARTLARI
Spor Toto Teşkilatı’nın yetkilisi şunları anlatıyor:
"Parasal trafiğinin % 90’ına yakın bölümünü kredi kartları üzerinden gerçekleştiren bu organizasyonlar, muhatapları sürekli olarak değişen çok çeşitli hesaplar üzerinden faaliyet gösteriyor. Bu nedenle, parasal trafiğin takibinin yapılması mümkün olamıyor.
Bu siteler, ülkemiz ekonomisine vergi anlamında hiçbir katkı sağlamamakta, sosyal kurumlarına herhangi bir pay aktarmamakta, zaten son derece zor ekonomik koşullar içerisinde rekabet etmeye çalışan futbol kulüplerine de herhangi bir ödeme yapmamaktadırlar. Söz konusu illegal bahis sitelerinin "İddaa"dan zaman zaman daha yüksek oranlar vermesinin sebepleri de budur.
SEBAT MAÇI ÖRNEĞİ
Diğer önemli bir nokta da, bu organizasyon üzerinden oynanan bahislerin takibinin yapılmaması ve yetkili kurumlara rapor verilmemesi, önümüzdeki dönemlerde Akçaabat Sebat-Kayserispor maçında yaşanan olayların yeniden organize edilebilmesine olanak vermektedir.
İddaa, Türkiye Futbol Federasyonu ile 2005 yılında ’Futbolda Etik Değerlerin Korunmasına’ ilişkin bir anlaşma imzalamıştır. Her iki kurum Türkiye liglerinde oynanan veya oynanacak herhangi bir karşılaşmadaki olağanüstü haller için ve veri paylaşımı yapma konusundaki mutabık kalmış ve süreç, her iki kurumun katkılarıyla sağlıklı bir şekilde yönetilmektedir."
NEDEN ÖNLENEMİYOR
Yetkiliye, yasadışı bu oyunların önlenip önlemeyeceğini soruyoruz; "AB içindeki düşünce yapısına göre, bunlar serbest rekabet koşullarıyla faaliyet gösterebiliyorlar. Buna rağmen bazı ülkeler ’regülasyonlar’ düzenleyebiliyor. Örneğin, Fransa’dan sonra 1 Mart’tan itibaren İtalya, bu anlamdaki bahis oyunlarının açılımlarını kapattılar; bu siteler hiçbir kullanıcıya ulaşmıyor bugün" karşılığını veriyor.
Türk insanı, yılda 4.5 YTL’lik (kupon başına) İddaa oynuyormuş.
Dışarıya giden para ise bunun dışında. Bu miktar da daha önce belirttiğimiz gibi 500-600 milyon doları buluyor ve kontrolsüz bir şekilde dışarıya gidiyor.
Dünyada futbol bahsine dayalı oyunların yıllık cirosu 300-400 milyar dolara ulaşmış. At yarışları ve casino oyunlarının hasılatları bunun dışında... Ancak hepsi hesaplanırsa yıllık 1.5 katrilyon dolarlık bir ’kumar pazarı’ ortaya çıkıyor.
Bu oyunların ’kara para’ aklamak için kullanılan yöntemlerden biri olduğu da biliniyor.
Maliye Bakanlığı, böyle bir engellemeyi niye hálá düşünemez.
Cam bilye plastik oldu
İSTANBUL’dan bir tüketici okurumuz yazıyor:Geçen yıl yaşadığımız sahte rakı olayından sonra üretici firma Mey Gıda, piyasadaki metal kapaklı rakıları toplayıp yerine taklidi zor olan bilyeli kapaklı rakılar sürdü ve biz tüketiciler bunu memnunlukla karşıladık.
Ancak, ilk zamanlar cam bilye kullanırken son tükettiğim 100 cl’lik II08 02 070/02 02 06 PCN ve II 08 02 079/02 02 06 PCN seri nolu şişelerde cam bilye yerine plastik bilye kullanıldığını gördüm.
Cam bilyeden plastik bilyeye dönüş teknik bir zorunluluk mudur? Yoksa tasarruf amaçlı mıdır? Amaç tasarruf ise bu maliyet düşüklüğü fiyatlara yansıtılacak mıdır?
Biliyor musunuz
DSP Genel Sekreter Yardımcısı Hasan Erçelebi’nin, Meclis’teki tasarıda polislere ve din görevlilerine verilmesi öngörülen aylık 100 YTL’lik ödemeden öğretmenlerin de yararlanması gerektiğini söylediğini...
İP’in, İzmir, Kemalpaşa’ya bağlı Sarılar Köyü’nde Fethullah Gülen cemaatine bağlı oldukları bildirilen 50 köylünün, cemaati terk ederek partilerine katıldıklarını ve ‘Gülen, ABD’nin peşini bırak, ülkene dön’ çağrısında bulunduklarını açıkladığını...
TANSU Çiller’in eski danışmanlarından yazar Memduh Bayraktaroğlu’nun anılarını ‘Çillerli Yıllarım’ (Marka Kitabevi) adlı kitapta topladığını...
TERME’de (Samsun) 2001’de Cengiz İnşaat tarafından kurulan ve halkın büyük tepkisini çeken termik santralın kapatılması için Samsun Barosu’nun açtığı davanın Danıştay tarafından kabul edildiğini, Baro Başkanı Ahmet Gürel’in, bu karar üzerine devletin şirkete ödediği 33.6 milyon doları geri alması gerektiğini söylediğini...
MESAJ PANOSU
8 Mart Dünya Kadınlar Günü etkinlikleri kapsamında düzenlenen ’Cumhuriyetin Kadınları Sempozyumu’ 11.00-14.00 saatleri arasında Beşiktaş Belediyesi Akatlar Kültür Merkezi’nde. Konuşmacılar: (Sanat ve Edebiyatta Kadın) Prof. Nazan Erkmen, Canan Beykal, Feyza Hepçilingirler; (Toplumsal ve Siyasal Yaşamda Kadın) Gülseven Yaşer, Şükran Soner, Banu Avar; (Cumhuriyetin Aydınlık Yüzleri) Prof. Muazzez İlmiye Çığ, Doç.Dr. Yıldız Sertel, Jülide Gülizar ve Nedret Güvenç.
Yazının Devamını Oku 5 Mart 2006
ERZURUM Atatürk Üniversitesi’nin 1-3 Mart tarihleri arasında düzenlenen’Avrasya’da Yükselen Güçler ve Değerler Uluslararası Sempozyumu’ önceki akşam sona erdi. 11’i Rusya, İngiltere, Azerbaycan, Çin ve Kırgızistan’dan gelen 40’a yakın bilim adamı sempozyumda ilginç konuşmalar yapıyorlar.
Sempozyum nedeniyle bilim adamlarına önce valilik, sonra da Erzurum Büyükşehir Belediyesi resepsiyon veriyor.
Büyükşehir Belediyesi’nin önceki akşam Palan Oteli’nde verdiği resepsiyonda ’içki’ verilmemesi kriz yaratıyor.
Bize durumu aktaran bir üniversite mensubu, "AKP’li belediyelerde kafaların değişmediği bir kez daha ortaya çıktı. Davet sahibi Belediye Başkan Vekili Eyüp Tavlaşoğlu’nun tutumu böyle uluslararası bir toplantıda kendi anlayışlarını dayatamaz" diyor.
Kriz, bilim adamları Abdul Vahit Niyazov (Azeri), Alexandr Rusetsky (Rus) ve Alexandr İvanoviç Zotov’un (Rus) birer duble rakı istemesiyle başlıyor.
Yazının Devamını Oku 4 Mart 2006
OSMANLI İmparatorluğu parçalanırken, imparatorluğun içindeki bütün azınlıkların medyası vardı. Bunlar bağımsızlık hareketleri için birbirleriyle haberleşiyorlardı. Bir tek imparatorluk unsurlarından Türklerin olup bitenlerden haberi yoktu.
Aynı durumu, bugün için de geçerli kılmak istiyorlar. Demokrasi nutukları ata ata iktidara gelen bir Başbakan, şimdi demokrasinin vazgeçilmez unsurlarından biri olan medyayı, halk gözünde karalamaya çalışıyor. Halbuki iktidara taşınmasında o medyanın yadsınamaz payı vardır.
O medya olmasaydı, halk Maliye Bakanı'nın kaçak villalarından nasıl haberdar olacaktı? 2B arazilerini kim bilecekti? Galataport denilen yerin ne olduğunu, getirisinin, götürüsünün ne olduğu nereden bilecekti? Dubailileri, Oferleri nereden öğrenecekti? Kimi işadamlarının, siyasilerin çocuklarını yurtdışında okuttuklarının farkına nereden varacaktı?
Laik Cumhuriyet'in temelleri yerinden sarsılmaya çalışılırken, yolsuzluklar, vurgunlar ayyuka çıkmışken, medya bunları yazmayacak mı? Medyadan davacı olması gereken biri varsa o da halktır. Asıl biz davacıyız. Çünkü, bu kadar olumsuzluğun üzerine bütün güçleri ile gitmediler, gitmiyorlar.
Evet, bir kısım medya iktidarların goygoyculuğunu yapmakta ve halk iradesinin sabote edilmesine alet olmaktadırlar. Ama, bu ülkenin henüz tükenmemiş, yürekli, namuslu, fazilet ve erdem sahibi kalemlerinin olduğu da unutulmamalıdır. Türk halkı onlara sahip çıkmalıdır.
Cemal YEŞİLYURT- ANKARA
’Acul’ Unakıtan
ÜSKÜDAR, Bulgurlu Mahallesi, Küçük Çamlıca'da SİT alanına yapılan Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın kamuoyunda büyük tartışmalara yol açan iki villasının yıkımına hemen başlandı.
Unakıtan, yıkım için görevlendirdiği kepçeye günde 800 YTL veriyor. Yıkım, polisin 'koruma'sı altında yapılıyor.
3 numaralı Koruma Kurulu, Büyük ve Küçük Çamlıca’nın planlarında %5, 10 ve 15 gibi değişiklikler yapmasından sonra 26.1.2006’da 'Villa Kurtuldu' manşetiyle Tercüman'dan Erhan Öztürk bölgeyle ilgili gelişmeleri ve perde arkasını kamuoyuna duyurdu.
Unakıtan planların geçmesiyle ilgili, "Bu planlar sadece benimle ilgili değil. Bölgede binlerce vatandaşı ilgilendiren bir düzenleme" demişti.
Unakıtan bu hakkı hemen kullanırken, çevrede öteki gayrimenkul sahiplerinden hiç kimsenin Üsküdar Belediyesi'ne başvurup yıkım veya tıraşlama izni almadığı dikkati çekiyor.
Unakıtan’ın arsalarının olduğu bölgenin planlarındaki inşaat izninin %15 olması da tartışmaların başka boyutu. Çünkü inşaat yoğunluğu %15 olursa Unakıtan arsaya üç villa yapabiliyor.
Unakıtan yeni yapacağı villalarında ailesiyle güle güle otursun.
Yok sayılan 3 devrim yasası
BUGÜN üç devrim yasasının kabulünün 82. yıldönümü.
Tevhid-i Tedrisat (Eğitim Birliği) Yasası'nın kabulü,
Hilafetin kaldırılışı,
Şer'iyye ve Evkaf Bakanlığı'nın kaldırılışı.
Bu üç simge yasanın 3 Mart 1924'te kabulünün ardından 17.2.1926'da kabul edilen Medeni Kanun ile laik hukuk sistemi oluşturuluyor.
Türkiye'nin çağdaşlaşmasında önem taşıyan üç devrim yasasıyla din ve devlet işleri birbirinden ayrılıyor.
1950'lerden sonra görev yapan partiler 'din tacirliği' yapıyor. Tarikat ve cemaatleri iktidara sızıyor, okullarda yoğun bir cumhuriyet karşıtlığı ve Atatürk düşmanlığı yapılıyor.
Cumhuriyet tarihine saygısızlık yapılıyor.
Kadın Araştırmaları Derneği'nin İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği, üç devrim yasasının kabulü yıldönümünde bugün Harbiye Askeri Müze'de 11.00'de '82. Yılında Yok Sayılan Üç Devrim Yasası' konulu bir toplantı düzenliyor. Konuşmacılar; Prof. Necla Arat, Nazan Moroğlu, Aydeniz Alisbah Tuskan, Meriç Velidedeoğlu, Yrd. Doç. Firdevs Gümüşoğlu, Vural Savaş ve Mustafa Balbay.
'İddaa' pintilik yapıyor
RESMİ bir bahis oyunu olan İddaa günden güne daha az hasılat elde ediyor galiba... Bahis oranları internetteki bahis firmalarına göre daha düşük olduğu için bahisçiler internete yöneliyor.
Örneğin, İddaa, Vestel Manisa-Trabzon maçı için Vestel'e 2.50, beraberliğe 3.10 ve Trabzon’a 2.30 veriyor. İnternetteki bahis şirketlerinin oranları ise şöyle: Vestel'e 2.55, beraberliğe 3.20, Trabzon'a 2.65. Bu durumda bahis sitelerinin oranları, İddaa'dan yaklaşık %20 daha fazla oluyor. Böylece oyuncular, internet üzerinden oynuyor, devlet gelir kaybına uğruyor.
Kimseyi suçlamak istemiyorum ama bu oranları daha profesyonel bir ekibin hazırlaması gerekmez mi?
Adnan DERİNCE
Devlet malı deniz
BEN Şanlıurfa'dan bir esnafınım. PTT Şanlıurfa Müdürü'ne diyorum ki; Merkez Müdürlüğü'ne her uğradığımda oradaki düzensizlikleri görüp içim sızlıyor. Büyük bir başıboşluk var. Kimin ne yaptığı belli değil. İnşaat çalışması nedeniyle bahçedeki o sökülen demir ve kalorifer petekleri ne oldu; kim sattı, kime? Devletin malına neden sahip çıkılmıyor? Bu sizin işiniz, alt müdürlerinizi bir sorgulayın lütfen."
Polis niye yakalasın ki
YAKIN zamanda patlayan suç artışları yeni çıkan TCK'nın suçlulara prim tanıyıp polisin elini kolunu bağladığını gösteriyor. Bu gidişle hırsızlık, gasp, yankesicilik gibi asayiş suçları teşvik edilmektedir.
Gasp suçluları bırakılacaksa polis niye yakalasın ki. Hangi ülkede suçlular bu derece cezasız ya da az ceza ile kurtulabilmektedir. Yakında sokaklarımız daha da geçilmez hale gelecektir.
Kısacası 'Adalet reformu' bekliyoruz.
Dr. Kemal BEYKAL-KOCAALİ (Sakarya)
Otobüs fiyatına havale ücreti
ÇANKAYA, Turan Güneş Bulvarı'ndaki Oyak Bank'tan İstanbul Tuzla Piyade Okulu Şubesi ile Altunizade Şubesi’ne ayrı ayrı 20 YTL havale etmek istedim. Memur, her 20 YTL için 22 YTL (toplam 44 YTL) havale ücreti alınacağı biraz da sıkıntı duyarak söyledi. Ben de havaleden vazgeçtim.
Ben bu ücrete Ankara'dan otobüsle İstanbul'a gider,seyahat ederim. Bu nasıl bir bankacılık anlayışı, anlamak güç.Amaç hizmet değil de vatandaşın cebinden haksız kazanç mı acaba?
Şevki ÜNSALDI-ANKARA
Lanetliyorum
"30 yıl bilfiil şerefle, namusla doktorluk yapmış, 10.000 insanı ameliyat etmiş, bir tanesinden kötü söz duymamış, gecenin bir yarısı, gerektiğinde, kendi kolundaki kanı hastasının koluna dayayıp ameliyatını yapmış bir cerrah olarak, bir Türk doktoru, bir Türk cerrahı olarak, Türk doktoruna, her kim olursa olsun dil uzatmaya, hakaret etmeye, onları aşağılamaya ya da onlara, onların yerine birilerini bulmaya kalkan herkesi burada lanetliyorum."
(TBMM'de konuşan
Prof. Mehmet Uğur Neşşar)
Dışişleri mensuplarının 'cepsel' durumunun öteki yüzü
1 Mart 2006'da, CHP İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü'nün, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'e verdiği yurtiçinde ve yurtdışında görev yapan kamu görevlilerinin maaş açısından ciddi bir sıkıntı yaşadıklarını belirten ayrıntılı soru önergesini "İşte Dışişleri Mensuplarının 'cepsel' durumu" başlığıyla köşemize taşımıştık. Konu hakkında bir dışişeleri mensubu şöyle diyor:
"Dışişleri Bakanlığı'nda ve yurtdışı teşkilatında fazla mesai diyebir kavram olmadığı gibi, tayin edildiği yerden borçla geri dönen birçok arkadaşımız vardır. Yurtdışında görev yaparken, şehir içindeki görevlere kendi şahsi arabasıyla gitmesi istenen memurların sicilleri bozulur, aslında asli amacı temsilcilik görevlilerini evlerine güvenli olarak götürmek ve getirmek olan servis taşıtları ise misyon şeflerinin eşlerinin hizmetlerine tahsis edilir.
Atina'da görev yaparken 17 Kasım örgütü tarafından öldürülen Müsteşar Haluk Sipahioğlu'nu evinden servis aracının alması gerekiyordu. Bu olay üzerine temsilciliklerdeki servis araçlarının durumlarının gözden geçirilmesi gerekirken bir genelge ile yurtdışındaki temsilciliklerde görev yapan memurlara 'servis taşıtını kendi isteğimle kullanmak istemiyorum' şeklinde bir beyanname imzalatılmak istenmiş olması da düşündürücüdür.
Bakanlık tarafından verilen cevap düşündürücüdür. Kadrolarının 3.katip kadrosu ile sona erdirildiğini görüyoruz. Oysa bakanlıkta yine üniversite mezunu olan idari memurlar, bölge uzmanları gibi kadrolar da bulunmaktadır.
Bu her iki memur da ne yazık ki büro işlerinde kullanılır. Bayanların bir kısmı ise kalemlerde oturarak sekreterlik yaparlar. Oysa Türkiye, üniversite mezunu devlet memurlarının sekreter olarak istihdam edilebileceği kadar zengin bir ülke olmadığı gibi, bu durum herhangi bir ülke için de lüks sayılmalıdır. Bu memurlar merkez görevlerinde 700 YTL maaş alırlar, kararname dönemlerinde, para biriktirebilecekleri ülkelere tayin olmak için özel ilişkilerini kullanmaya çalışır ve dış görevde de, yurtiçi görevinde geçinmek üzere para biriktirmeye çalışırlar. Oysa Hong Kong'a giden evli ve çocuklu bir memur ise görevi bitince parasız olarak merkeze döner.
Diğer yandan, maddi imkanlardan daha önemli hususlar var. O da Dışişleri Bakanlığı idarecilerinin, bakanlığın sahip olduğu insan kaynaklarını kamu yararına daha etkin kullanma kaygısına sahip olmamalarıdır. 2000 yılında Sayın İsmail Cem'in TV'lerde yaptığı 'Personel reformu yapacağız, artık öyle yüzlerce odacı, çaycı olmayacak' sözleri üzerine umutlanmış fakat bu sözde reformun çaycıların işten çıkarılarak yerlerine 'kahve makinaları'
konmasıyla hitama erdiğini gördüğümüzde, Sayın Cem'in yazarı olduğu 'Türkiye'nin Az Gelişmişliğinin Tarihi' adlı kitapta bu örneğe yer verilmesinin makus talihimizin daha iyi anlaşılması için yararlı olacağına karar vermiştik.
Biliyoruz ki bu zihniyet 'diplomasiyi bulunduğu ülkedeki gazetelerde çıkan haberleri merkeze bildirmek' sanan, vatandaşlarından uzak mecralarda kendisini 'fil dişi' kulelere kapatan ve 'Türkiye'nin geri kalmışlığının tarihinde' önemli yer tutan zihniyetin bir devamıdır. Genel olarak Türkiye şartlarında daha iyi maddi imkanlar sunduğunu düşünerek bu maddi imkanlar için bakanlığa giren her kesimden memurların da 'Bakanlıkta yeni bir bilincin tesis edilmesi' gibi bir dertleri de yoktur. Memurların çoğu bir an önce tayin olmak için merkezdeki süreyi idarecilerin serin gölgesinde geçirir. Değişimi dile getiren, bunu her fırsatta ifade eden memurlara ise, merkezde daha fazla bekletme veya kötü olarak telakki edilen ülkelere tayine gönderme gibi diplomatik cezalar verilir.
Son söz olarak, CHP İzmir Milletvekili Sayın Hakkı Ülkü tarafından sorulan soruya bir soru ile kısa bir cevap vermek isterim:
Diplomatik temsilciliği kendi ulusal bayramlarında mesai yapan, bulunulan ülkenin bayramlarında ise tatil yapan dünyada başka hangi ülke biliyorsunuz?"
MESAJ PANOSU
ANTİSMOKİNG
Sigara Bırakma Sistemi ile ilgili ayrıntılı bilgiye www.antismokesistem.com'dan ulaşılabilir.
Yazının Devamını Oku 4 Mart 2006
AKP İstanbul Milletvekili İnci Özdemir, Türkiye Yarış Atı Yetiştiricileri ve Sahipleri Derneği (TYAYSD) Başkanı... Son yıllarda çeşitli ’kesintiler’le at yarışçılığının önü kapanmaya başlayınca çevresi kendisini göreve çağırmış; Başbakan Erdoğan da "hadi çözüm bul" diyerek başkanlığına izin vermiş. Adana’da iki atı var; aile kökleri Sokullu Mehmed Paşa’ya kadar uzanıyor.
Torun sahibi sempatik bir milletvekili; parti çevrelerinde Özdemir’in gelecekte önemli görevler yüklenebileceği söyleniyor. Derneğin yemeğine 4 bakan ve 11 milletvekilinin katılması, atçılık camiası bakımından önemli bir olay olarak karşılandı.
Sektörün sorunlarını gidermek amacıyla iki yasal düzenleme hazırlandığını söylüyor Özdemir... Biri komisyondan geçip genel kurula indi. Teknik bir düzenleme, fonda atçının biriktirdiği paranın yarış müessesesi tarafından daha rahat kullanımını amaçlıyor; doping cezalarına ilişkin değişiklikler getiriyor.
Öteki... Kesintilerle ilgili olarak sektörün yıllardır beklediği yasa; bugün yüzde 58 olan kesintilerin 35-36’lara çekilmesini öngörüyor. Yasanın mart sonuna kadar çıkması bekleniyor. Özdemir diyor ki:
"Dünyada müşterek bahiste bizdeki gibi bir kesinti yok. Dünyada yüzde 20’yken benim atçımın ayakta durması mucize... Ancak bu kötü halimizle bile 524 milyon 197 bin YTL aktarılıyor devlete... Ayrıca 1500 YTL üzerinde ikramiye kazananların ödediği yüzde 10 veraset ve intikal vergisi var. Kesintiler düşerse, yasal ciroya yakın olduğu tahmin edilen kayıtdışı oyunlar da kayıt içine çekilebilecek, gelirler artacak."
DUBAİ’NİN ÇILGINLIĞI
İnci Özdemir’e göre, atçılık sektöründen direkt olarak 40 bin, dolaylı olarak da 200 bin kişi ekmek yiyor. Türkiye’nin ’iyi atlar, iyi kanlar’ ortaya çıkararak yurtdışına açılması gerektiğini belirten Özdemir, "Bakırköy kadar bir coğrafyada bulunan İrlanda, atçılıktan 2.5 milyar dolar kazanıyor. Fransa’da yıllık yarış cirosu 8 milyar Euro... Biz niye bu pastadan pay almayalım? Dubai at yarışları için 25 milyar dolar yatırım yapmış. Mart ayında yine yarış festivali var; en az 160 bin kişi izliyor. Dünyanın zenginleri oraya akıyor. Bilet fiyatları 700 dolara kadar çıkıyor" diyor.
Son 25 yılda Jokey Kulübü’nün üzerinden devlete 9 milyar dolar kaynak aktarılmış... Bugün 7’si devlete ait 250’ye yakın hara var. 10 bini damızlık, 5 bini yarışan olmak üzere 15 bin at varlığı, 72 milyonluk Türkiye için hiç yeterli değil. 9 yerde de hipodrom; bu yoksunluklar içinde bile yurtdışında at koşup başarılı olabilen, kazanabilen Selman Taşbek, Yasin Ekinci, Aziz Yıldırım, Aydoğan San, Yıldırım Gelgin ve Kerem Alkan gibi atçılarımız var. Baştan, bu sektöre ’kumar’ anlayışıyla yaklaşan ve "Veliefendi’yi özelleştireceğim" diyenlerin, son gelişmeler karşısında bundan vazgeçildiği anlaşılıyor Özdemir’in çabalarıyla...
FORMULA 1 ÖRNEĞİ
Özdemir, "Dubai, kendini satabiliyorsa, at yarışlarının payı büyük. Hiç yoktan Formula 1 yaratabiliyorsak, altyapısı büyük ölçüde hazır at yarışlarını uluslararası organizasyonlara açamıyoruz?" diye soruyor; yeni yasal düzenlemelerden sonra turizm ve tanıtım atağına başlayacaklarını söylüyor.
Başbakan Yardımcısı M.Ali Şahin, Tarım Bakanı Mehdi Eker, YKK, TJK ve at yarışı basını uyum içinde sektörün güzel günlerine doğru yelken açmış durumda...
Rumsfeld bilmiyor
ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, 2. Dünya Savaşı’nın ardından Türkiye ve Yunanistan’ı komünizmin eline düşmekten, ABD’nin o dönemde uyguladığı ’Truman Doktrini’nin kurtardığını savunmuş.
Bu beyanı kabul etmiyoruz. Rumsfeld bunu bilmiyor.
Türkiye, Atatürk’ün dış politikasıyla kurtuldu; o da ’Yurtta Sulh Cihanda Sulh’ anlayışıdır.
M.A-SİVAS
GÜNÜN SÖZÜ
"1 Mart, ’Tezkere Günü’ olmalıdır."
(Deniz Baykal)
Hortumun yönü nereye
ÜMRANİYE’deki Kulvar gazetesi sahibi Haşim Karakaş, Başbakan’ın sözlerinden yola çıkarak "Bundan sonra nasıl gazetecilik yapacağız" diye sorarak başından geçenler için şöyle diyor:
"Fatih Altaylı’nın, bir eleştirisi üzerine Büyükşehir Belediyesi ’Bizde beklentileri vardı!’ demişti. Bu tür ifadelerde bulunanlar basını ’zan’ altında bırakıyor.
Ümraniye Belediye Başkanı Hasan Can çöp ihalesini 1. firmadan 3 trilyon daha fazla fiyat veren (KDV dahil) eski dava arkadaşına verirken "Ne yani kardeşim! İhaleyi Alevilere mi verseydim" dedi. (Ses kayıtları var) Can, Belediye yönetimini kendi iş ortaklarından oluşturan bir başkan. Gazete olarak, başkanın hortumu hangi yöne (kendilerine) çevirdikleri ile ilgili haber yapınca şunu söyledi: "Kulvar gazetesi sahibi Haşim Karakaş’ın bizde beklentileri vardı!" (Zabıtlarda var)
Hep aynı savunma; basına çamur atmak. Biz bu çamuru üzerimizden atmak için kendimizi mi yakmalıyız? Yoksa ’intihar’ mı etmeliyiz? Hangisi?"
Biliyor musunuz
ESKİ milletvekili ve bakan Kamran İnan’ın, bir önceki dönem Meclis’te kurduğu ’Diyalog’ grubunun Prof. Mehmet Haberal’ın ev sahipliğinde önceki gün Ankara’da yeniden bir araya geldiğini, toplantıya katılan 45 kişi arasında Aydın Menderes, Hurşit Tolon, Hasan Ekinci, Selçuk Pehlivanoğlu, Ali Ilıksoy, Yaşar Okuyan, Sümer Oral, İstemihan Talay, Tahir Köse, Fatih Karaca, Ufuk Söylemez, Sinan Aygün, Halit Dağlı, Ali Bozer, Yaşar Nuri Öztürk, Yaşar Yazıcıoğlu ve Turgut Özakman’ın isimlerinin dikkat çektiğini... İP Genel Başkanı Doğu Perinçek’in, Kemalpaşa’da "CHP ve DSP kabul etsin, birlikte seçime girelim" dediğini... AKP İstanbul İl Başkanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nun, gazeteci İdris Akyüz’ün, Kemal Derviş’in ekonomik programın başarılı olup olmadığı sorusuna "Allah ondan razı olsun" diye konuştuğunu (İnternethaber.com)... 12 Eylülle ilgili sözleri nedeniyle Av. Noyan Özkan’ın suç duyurusu üzerine Muğla C. Savcılığınca Kenan Evren hakkında inceleme başlatıldığını...
Erzincan’da TOKİ heyecanı
TOKİ konut politikasının temelini, ’piyasa koşullarında konut sahibi olamayanların konut sahibi olmalarının desteklenmesi’ olarak belirliyor.
BM Habitat Gündemi’nin ana temalarından olan ’herkese yeterli konut’ ilkesini benimsiyor. ’Gecekondu dönüşüm programı’ kapsamında 70 belediyeyle gecekondu dönüşüm protokolleri imzalamış; ilk etapta 38 belediye ile 36 bin konutluk uygulama çalışmalarına başlamış... Bunlardan biri de Erzincan. TOKİ, Belediye ile Çarşı Mahallesi’nde 1939 depremi sonrasında geçici olarak yapılan, bugün sosyal açıdan yarattığı olumsuzluğun yanında görüntü kirliliğine de yol açan alan temizlenerek 880 konut, bir ticaret merkezi ve bir semt konağı yapılmış. 3545 kişi talip olmuş dairelere... Çekiliş bugün. Fiyatlar 46-72 bin YTL arasında; en düşük başlangıç taksiti ise 291 YTL.
Çömez yorumu
AKP ile ilgili haberleriyle dikkati çeken 8sutun.com’da "Turhan Çömez’in arkasında kim var?" yazısının sonuç bölümü çok şeyler anlatıyor:
"AKP’nin bugün karşılaştığı iç muhalefetin arkasında hükümetin kolladığı ekonomik çevrelerin rekabeti var. Albayraklar; Ramsey ve Kamerler karşısında geri plana itildikçe hükümete karşı aldıkları tutumu sertleştirdiler. Bugün, ipler kopmuş durumda. Turhan Çömez’in sertliği de buradan geliyor."
MESAJ PANOSU
78’LİLER Girişimi Sözcüsü Celalettin Can, "12 Eylül darbesinden pişmanlık duymadığını" belirten Evren’e sesleniyor: "12 Mart’ın yargılanmayışının ürünü 12 Eylül’ün yargılanmayışıdır. 12 Eylül’ün yargılanmayışının ürünü Susurluk’tur, Şemdinli’dir."
ADANA’nın göbeğinde bulunan Huzur Taksi durağının olduğu 1500 metrekarelik arsa yeşil alandır. Burası G.Paşa Bulvarı üzerinde İstanbul Bağdat Caddesi gibidir. Çivi bile çakılmaması gerekirken burada 10 baraka dükkán yapılıyor; her birinin kirası 30 milyar. Yeşil alanlardaki kaçak yapılar hani yıkılacaktı?
TAYYİP Erdoğan cumhurbaşkanı olursa, Unakıtan da başbakan olmalıdır.
Süleyman EKİM
Yazının Devamını Oku 2 Mart 2006
YARGILAMA süreci davanın açılmasıyla başlar, verilecek hükmün kesinleşmesiyle son bulur. Bu süreç içinde Anayasa’nın 138. maddesinde yer alan yargılama ile ilgili yasaklar hemen yürürlüğe girer. Yani görülmekte olan bir dava hakkında hiçbir organ, makam, merci, kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında hakimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz. Yargılama sonunda verilecek hükmün kesinleşmesine kadar sözü edilen yasaklar devam etmelidir. Zira, yargılama sonunda verilecek ilk hüküm itiraz, temyiz ve sair sebeplerle (karar tashihi, kanun yararına bozma gibi) değişikliğe uğrayabilir. O halde, mahkemenin ilk verdiği kararı her şey olmuş bitmiş gibi eleştiriye kalkışmak yanlıştır. Güncel olayımızda, imam hatipliye çifte diploma sağlanmasını öngören yönetmeliğin iptali davasında, Danıştay’ın verdiği iptal kararı üzerine Milli Eğitim Bakanı’yla Başbakan’ın hemen eleştiriye başlayıp (Milli Eğitim Bakanı’nın Danıştay Dava Daireleri Genel Kurulu’na itiraz edeceğiz demesine rağmen) karara itiraz sürecini beklememiş olmaları, söz konusu 138. maddenin ihlali olarak nitelendirilebilir. Yargı kararı kesinleştikten sonra, o kararın alınmasında herhangi bir etki söz konusu olmayacağı için, enine boyuna eleştiriye açıktır ve açık olmalıdır. Zira artık düşünce özgürlüğünü kısıtlayarak bir durum söz konusu değildir. Herkes serbestçe düşüncesini söyleyebilir.
Ancak her söz söylemenin bir adabı olduğu gibi, eleştiride bulunmanın da bir adabı vardır. Başbakan, "Düz lise mezunları fark dersleri sınavını verip meslek lisesini bitirme hakkına sahip oluyor da, neden meslek liseliler bu hakka sahip olmasınlar? Danıştay bu kararı nasıl veriyor? Eğitimde eşitlik bu mu? İmam Hatip’ten çekindikleri için meslek liselerini feda ediyorlar. İnsaf edin" (Hürriyet Gazetesi 12.2.2006) diyerek eleştiriyi ithama kadar götürüyor. Bu olmamalı, bir Başbakan bir yüksek yargı organı kararlarında kasıt aramamalıdır diye düşünüyorum.
Hilmi ÖZER- Yargıtay Onursal Üyesi
GÜNÜN SÖZÜ
"Türk kimliği bilinçli bir operasyonla zihinsel olarak çökertilmiş durumda. Kaçakçılık, yolsuzluk, soygun had safhada. Helal para yok ediliyor. Siyaset sadece hükümetten ibaret değildir. Türkiye’nin kimliksiz siyasetçilerden arındırılması için yeni bir Türk devriminin yapılmasına ihtiyaç var."
(YP Genel Başkanı Sadettin Tantan)
İstanbul’da 19 Tekirdağ’da 10 vali muavini var
İSTANBUL, Avrupa’daki birçok devletten büyük; nüfusu 10-12 milyon arasında olduğu biliniyor. İstanbul’da 19 vali muavini görev yapıyor.
Tekirdağ’ın merkez nüfusu 100 bin dolayında, il nüfusu da son göçlerle 500 bini buluyor.
Peki Tekirdağ’da kaç vali muavini var?
Tam 10 tane...
Bir odada iki vali muavini oturuyor; bunların sekreterleri ve şoförleri var.
Peki bu israf değil mi?
Trafolar çöküyor
İSTANBUL’da son üç aydan beri elektrik kesintilerinin artması nedeniyle günlük yaşam olumsuz şekilde etkileniyor.
Okurlarımızdan birçok şikayet alıyoruz.
Gece-gündüz belirsiz saatlerde ve sürelerde ’göz kırpma’ ve ’dalgalanma’ biçiminde gerçekleşen kesintiler elektronik aygıtlarında arızalar yaratıyor.
BEDAŞ’ın Zeytinburnu yetkilileri, trafoların yetersiz kaldığını bildiriyorlar.
Ataköy 7, 8, 9 ve 10. Kısım Mahalle Muhtarı Aylin Keserya "Arızaları önleyici bir çözüm üretilmiyor. Bu kez bir imza kampanyası başlatarak Enerji Bakanlığı’na gönderdik. İlgi bekliyoruz" diyor.
TÜPRAŞ ve ERDEMİR
TÜPRAŞ’ın özelleştirilmesine karşı açılan davanın sonucu beklenmeden devir işlemi gerçekleştirildi. Ancak yargıdan yürütmenin durdurulmasına ilişkin karar çıktı. Bazı çevrelerde ’devir işleminin yapılmış olmasının yargı kararının uygulanmasını imkansız kıldığı’ yorumları yapıldı. Ancak bir hukuk devletinde yargı kararlarının idarenin işlemleriyle hükümsüz kılınması mümkün değil, idarenin işlemleri yargı kararlarıyla hükümsüz kılınabilir.
TMMOB Makine Mühendisleri Odası Genel Başkan Emin Korkmaz, TÜPRAŞ’ın devrine benzer bir durumun, Erdemir özelleştirilmesinde de yaşandığını belirtiyor. "Çünkü" diyor, "Yargıdan, odamızca açılan dava sonucu Erdemir özelleştirilmesinin yerinde olmadığı yönünde bir karar çıkması olasıdır ve bu durumda TÜPRAŞ özelleştirilmesinde yaşanan karmaşa yeniden gündeme gelecektir. Erdemir’deki kamu payının özelleştirilmesi kamu yararına aykırıdır ve 4046 sayılı kanun kapsamında özelleştirilmesi mümkün değildir."
Özelleştirme İdaresi’nde bu sözleşmeleri hangi görevli yapıyor? Koç ve Oyak’ı mahcup edenler kim? Bu kişiler hakkında hiç soruşturma yapılmıyor mu?
Biliyor musunuz
SEZER ve Erdoğan’ın telefonlarından başka hükümetten hiçbir üyenin ’geçmiş olsun’ ziyaretinde bulunmadığı KKTC Devlet Başkanı M. Ali Talat’ın eşini telefonla arayan Rauf Denktaş’ın (Aydın Denktaş, Oya Talat’ı Florance Nightingale’de ziyaret etti), daha önce geçirdiği by-pass nedeniyle "Talat Denktaşlaşıyor diyorlarsa da bu kadar ileri gitmesine gerek yoktur" diye takıldığını...
Performans zammında haksızlık
"BEN Ankara Dışkapı SSK Hastanesi’nde çalışan bir doktorum: Sizin ’pipetleme’ haberlerinin bir başka örneğini de anlatayım. Dışkapı ve Etlik’teki dahiliye kliniklerinde, uzmanlarla birçok hastaya bakıyoruz. Klinik şefleri, polikliniklere hiç gelmedikleri halde hasta reçetelerine onların kaşelerini basıyoruz. Çünkü bizim imza atma yetkimiz yok. Bu yolla da performans bedellerini onlar alıyorlar. Ne kadar çok hastaya bakarsak, puan topluyorlar. Bu bir haksızlıktır, usulsüzlüktür; sonuçta ezilen biziz..."
Yazının Devamını Oku 1 Mart 2006
BÜYÜKŞEHİR Belediye Başkanı Kadir Topbaş’a, bir grup itfaiye çalışanı sesleniyor:
İtfaiye teşkilatında yangın var, sayın Başkanımız... Lütfen yayıılmadan söndürünüz. Avrupa Yakası Müdür Yardımcısı olarak atanan Mehmet Emin Koçan’ın Mısır El-Ezher Üniversitesi tefsir bölümü, Anadolu Yakası Müdür Yardımcılığına getirilen Ethem Keskin de İlahiyat mezunu olduğunu biliyor musunuz?
Her ikisi de Daire Başkanı Ali Karahan’ın pasifliğinden yararlanarak deprem etkisi yaratacak görevlendirmeler yaptılar. Avrupa bölgesindeki müdür yardımcıları Anadolu’ya; Anadolu bölgesindeki müdür yardımcıları Avrupa yakasına verildiler. Başarılı grup amirleri, pasif görevlere ve evlerine çok uzaklara sürüldüler. Kendilerine yakın olan personeli onbaşı, çavuş, başçavuş, amir yardımcısı ve amir olarak atadılar. Partizan kadroları getirdiler. 25 yıllık personel Hüseyin Şişman gibi yangınlarda tecrübelerini kanıtlamış bir çok personel, baskılarına dayanayarak emekliliğini istedi. Daha geçen temmuz ayında eski İtfaiye Daire Başkanı Köksal Tandıroğlu’nun yaptığı değişikliklerin üzerinden daha 6 ay geçmeden bunlar ne atamalarıdır?
Gruplarda görev yapan personel olarak hem huzursuz, hem de sıkıntılıyız.
Lütfen gecesini gündüzüne katan personelin sıkıntıları araştırtınız. Asabi, ağzı bozuk ve görevi kaldırmayacak insanlar istemiyoruz.
Yazının Devamını Oku 28 Şubat 2006
’SAVAŞ alanlarının tarihi dokusu yağma edilemez’ (25.2.2006) başlıklı yazımız üzerine OPET Petrolcülük A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi Nurten Öztürk "İlgiyle takip ettiğim köşenizdeki yazıyı okuyunca üzüldüm" diyor. Gelibolu Yarımadası'nda savaş alanları üzerinde bulunan köylerde 5 milyon dolarlık bir projeye öncülük eden Nurten Öztürk, eski koruma kurullarında görev almış bir mühendisin görüşlerine karşılık konuya ne kadar hassasiyet gösterildiğini şöyle anlatıyor:
"Bu bölgeye her Türk vatandaşı gibi ben de çok ilgi duyuyorum, her fırsatta ziyaret ediyorum. Bölgenin özel durumunu, orada yaşayan insanların sıkıntılarını ve ziyaretçi olarak bizlerin çektiklerini (tarlaya tuvaletini yapmak zorunda kalan dostlarımız oldu) ben de kısaca size aktarmak istiyorum.
Bölge 1973 yılında Milli Park ilan edilmiş, fakat imar planı yapılmamış. Ancak, yasa, 'bir bölge milli park ilan edilmeden koruma amaçlı imar planının yapılması gerekiyor' diyor. Çünkü, o bölgede yaşayan insanların mağdur edilmemesi için koruma amaçlı imar planı yapılır ve ondan sonra bölge milli park ilan edilir. Fakat bu bölgenin 33 yıldır milli park ilan edilmesine karşın hálá bir koruma planı yok. Bu ne demektir biliyor musunuz? Bölgede yaşayan 7-8 bin insan 33 yıldır evlerine çivi çakamıyorlar demektir. İnanmayan varsa bölgedeki köyleri ziyaret etsinler. Bütün evlerin çatısı akıyor, kapıları ve pencereleri kırık, duvarları yıkılmak üzere.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında çok önemli rolü olan Çanakkale Savaşları’nın yaşandığı bu toprakların bakımsız, sahipsiz olması bir yana, gelen ziyaretçileri yeme-içme, tuvalet ihtiyaçları için bile saatlerce sıra beklediği virane köyler karşılıyor.
PROJELERE TALİBİZ
Yalçın Bey, tarihe saygı hamasi nutuklar atmayı değil, aynı zamanda bugün yaşayan insanlarımıza da değer vermeyi, saygı duymayı gerektirir. Tabii ki bölgenin tarihi dokusu, şehitliklerimizin korunması konusunda hepimiz çok hassasız. Ve biz de Koruma Amaçlı İmar Planı’nın onaylanmasını bekliyoruz. Çünkü, bu plan doğrultusunda tarihi eserler ve çevresinde yapılması planlanan projelere de talibiz. Şu anda, bölge için yapmak istediklerimizin izin alabildiğimiz kadarını gerçekleştiriyoruz. En önemlisi de OPET olarak bir yatırım, gelir vb. beklentimiz yok.
Bunu yapan bir firmayı takdir edip desteklemek yerine eleştirenlerin, 33 yıldır yapılamayan koruma amaçlı imar planları ne durumda önce bunun hesabını vermeleri gerekir. 33 yıl daha mı o bölge bu haliyle kalsın?
Bölgeye bir tuvalet yapmak için iki kere değil 33 yıldır düşünüyoruz. Acaba daha kaç 33 yıl düşünmemiz gerekir diye sormak istiyorum."
Ya ’şehitlikler’ ranta dönüşürse
BU açıklamaya karşı iddianın sahibi eski koruma kurullarında görev almış olan mühendis okurumuz ise bize şunları söyledi:
"Sayın Nurten Öztürk'ün iyi niyetli girişimine karşı söylenecek bir şey olamaz... Ancak, Gelibolu Yarımadası'nda halen uygulanmakta olan bir 'Uzun Devreli Gelişme Planı' olduğu biliniyor mu? Bu, 'Barış Parkı' projesinin hemen akabinde merhum Prof. Raci Bademli tarafından uzun ve detaylı bir çalışma sonucu hazırlanmış ve yasa haline getirilmiştir. Firmalara ve sivil toplum kuruluşlarına düşen, bu planı desteklemek olmalıdır. Sorun, Sayın Öztürk'ün de işaret ettiği gibi siyasi iktidarların bunu hayata geçirmemesi ya da sadece 'cımbızla' çekilen bazı noktaları uygulamasıdır. Örneğin; orijinal şehitleri 'ihya' adı altında yarımadayı bir beton yığınına çevirme girişimi... Ancak buradaki temel tespit, bu iyi niyetli girişimlerin suiistimal edilmesi ve yarımadanın giderek 'imara' açılması yolundaki adımlara cesaret teşkil edebilmesidir. Yani sorun sadece Milli Park ilan edilip imar planı yapılmaması değildir. Bölge, rantçı çevrelerin beklediği gibi imara açılırsa bölgeyi elden kaybeder, tarihi bölgeyi 'şehir'e dönüştürürüz o zaman."
Sağlıkta ’pipetleme’
SAĞLIK Bakanlığı, bundan bir süre önce performans yasası çıkardı. Yani, doktorlara hasta başına prim verilmesi amaçlandı.
Ancak, hükümet inanılmaz bir biçimde başhekim yardımcıları kadrolarını artırdı. Çünkü 'arayarak, tarayarak' buldukları doktorlarla kadrolar o kadar şişti ki, geçenlerde gazetelerde yazıyordu, Ankara SSK'daki başhekim yardımcılarının sayısı 34'e yükselmiş. Buna devleti 'pipetlemek' denilebilir.
Sağlıkla ilgili bir milletvekili bunu, Sağlık Bakanlığı'na sorabilir mi?
Türkiye'de kaç başhekim yardımcısı vardır? Ne kadar başhekim yardımcısına ne kadar 'performans zammı' verilmektedir? İç Anadolu'daki bir kentten bunları bize anlatan doktor okurumuz, "Bu olay Unakıtan olayından daha önemlidir. Atananların çoğu pratisyen hekimlerdir. Yine çoğu 'AKP' etiketini taşımaktadırlar. Ve de en önemlisi, çalışmadan sadece imza atarak bu parayı almaktadırlar" diyor.
Peki, bu hasta bakan doktorlara karşı bir haksızlık değil midir?
Kıbrıs ’kalp hastası’ yapıyor
KKTC'de, eski Cumhurbaşkanı Denktaş by-pass oldu; eski Başbakan Derviş Eroğlu kalp ameliyatı geçirdi. Şimdiki Başbakan Fevzi Sabit Soyer'in kalbinden rahatsız olduğu biliniyor. Bir süre önce UBP kongresi öncesinde kalbi rahatsız olan Salih Miroğlu kalp krizi sonucu vefat etti. Şimdi Cumhurbaşkanı M. Ali Talat by-pass oldu. Kıbrıs sorunu, KKTC'deki politikacıları kalp hastası yapıyor. Türkiye ve KKTC'deki siyasetçilere ’aman dikkat’ diyelim.
Büyüme ve yolsuzluk
BAŞBAKAN, 'Ulusa Sesleniş' programında ekonomideki başarı ve büyümeyi anlatırken, MHP Genel Başkan Yardımcısı Dr. Oktay Vural, "Başbakan ve AKP'nin yolsuzluk batağında ve mücadelede acz içinde olduğunu", TBMM'de Başbakan dahil olmak üzere 116 üye hakkında yolsuzluk dosyasının bulunduğunu, bunların 52'sinin yolsuzluk, zimmet, zimmet, irtikap ve dolandırıcılık konularını içerdiğini, iktidarında Türkiye'nin yolsuzluk sıralamasında 64'üncülükten 77. sıraya çıktığını açıklıyor.
GÜNÜN SÖZÜ
"Türkiye’de son dönemde yaşanan işsizlik, açlık, sokak gösterileri, hırsızlık, kapkaç, intihar gibi olaylar 2001 yılının Arjantin'ini anımsatıyor."
(CHP İstanbul Milletvekili Bülent Tanla)
Biliyor musunuz
AKP'nin Türkiye Bülteni, CHP'nin Halk, DSP'nin Güvercin adlı yayın organlarından sonra DYP'nin de aylık 'Doğruyol' isimli bir dergi çıkarmaya başladığını... DİGİTÜRK'ün, abonelerin gecikmeli ödemelerinde aylık %6 faiz (ceza) uyguladığını...
Yazının Devamını Oku