Santraller 26.08.2013 tarihinde özelleştirme kapsam ve programına alınmıştır. Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun 07.08.2014 tarihli kararıyla özelleştirilmiş ve şirketimiz tarafından 2.671 milyar ABD doları bedelle devralınmıştır. Enerji kaynağı yerli kömür olan bu santrallerin ham madde ihtiyacı, bölgedeki kömür havzasından karşılanmaktadır.
Ören Akbelen, aynı zamanda Orman Genel Müdürlüğü’nün (OGM) orman gençleştirme planlaması kapsamında yer alan bölgelerden biridir. Bölge, halihazırda ‘2019 yılı endüstriyel plantasyon alanı’ olarak tanımlanmış ve maden faaliyetlerine uygun olarak teslim edileceği tarafımıza bildirilmiştir.
Bir kamu hizmeti olan elektrik üretimi ve madencilik faaliyetleri, 28.11.2020 tarihinde OGM tarafından uygun görüşü ile Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından onaylanan orman izinlerine istinaden ‘görevli şirket’ sıfatıyla yürütülmektedir. Bahsi geçen orman izinleri için ağaçlandırma bedelleri ve yıllık kullanım bedellerinin tamamı, OGM hesaplarına zamanında yatırılmıştır. İzne konu orman alanının maden faaliyetlerine uygun şekilde şirketimize teslimi ise Orman İşletme Müdürlüğü’nün sorumluluk alanındadır.
“Yeniköy-Kemerköy Termik Santralleri” olarak yangın başladığı andan itibaren ortakların Türkiye’de mevcut tüm şantiye ve işletmelerindeki iş makinaları, yangın araçları ve teçhizatlarını uzman personellerle beraber yangın bölgesine gönderdik. Sadece Termik santrallerin değil aynı zamanda bölgedeki yerleşim alanlarının da yangından etkilenmemesi için olağanüstü çaba gösterdik. Ayrıca Belarus’tan 1 adet MI26 tipi 12 ton kapasiteli helikopteri kiralayıp orman yangınlarında kullanılmak üzere tahsis ettik. Helikopter halihazırda bölgede yangın söndürme faaliyetlerinde kullanılmaktadır.
Ülkemizin yaralarını elbirliğiyle sardığımız bu dönemde, yangınların bir an önce kontrol altına alınmasını ve söndürülmesini diler, bu mücadelede canla başla çalışan herkese tekrar teşekkür ederiz.
Abdullah KELEŞ
Mühendis-Çeçen Grubu
GÜNÜN SÖZÜ
Hele iktidar mensuplarının ilçeyi ziyaretinde söyledikleri halkın acılarıyla ilgi ve alakası yoktur.
Bozkurt sakinlerinin yaşadığı afet bir doğa olayı veya kerestelerin köprüye birikmesiyle alakalı değil konu suç teşkil eden olaylar zinciridir. Mansabında kocaman bir şehir bulunan henüz 5 yaşındaki bir barajın, planlama, projelendirme, imalat ve işletmesi sırasında yapılan yanlış işlerin sonucunda Bozkurt’taki videolar kaç kişinin öldüğünü göstermektedir.
Dolayısıyla “Baraj taşıverdi, biz de kapakları açıverdik ve suyu salıverdik, kapakları açınca Bozkurt ilçesini su aldı götürdü, yüzlerce insan hayatını kaybediverdi. Biz ne yapalım” diyemezsiniz. TV kanallarında bunu savunamazsınız. Devletin Bakanı dahi bunu savunamaz. Bu bir doğa felaketi değil, proje safhasından başlayarak işletme haline kadar yapılan yanlışlıkların bedelinin halka canıyla malıyla ödetilmesidir!
RÜŞVET VE İLTİMAS
35-40 yıl önce çalıştığım ve mensubu bulunmakla şeref duyduğum DSİ’de eskiden bilgili, vatansever mühendisler vardı. Şimdi projeler deneyimsiz özel şirketlere yaptırılıyor. İşler rüşvet ve iltimas ile yürüyor.
Yetkililere sesleniyorum: “Mansabında şehir kurulmuş bir yeri meydana gelebilecek feyezan durumunda yaşanabilecek olayları en ince ayrıntılarına kadar etüt etmeden HES yapılmasına nasıl müsaade edersiniz?”
Biz HES yapılmasın demiyoruz! Planlaması, projesi, imalatı, işletmesi doğru dürüst yapılsın, yapılan işler vatandaşa zarar vermesin istiyoruz.
Keban Barajı yapılalı 55 yıl oluyor. 50 misli dev bir tesis. Bir felaket oldu mu?
Sıkıntılı bir gündemimiz var. Orman yangınlarına, sel felaketlerine ilaveten gözler giderek artan Afganlara da çevrilmiş durumda. Acil çözülmesi gereken fiili bir durum var. Türkiye’ye akan ‘düzensiz Afgan göçü’, toplumdaki hassasiyetlerin zirve yapmasına yol açıyor. Salgının tetiklediği ‘işsizlik’, ‘hayat pahalılığı’ gibi herkesi etkileyen olumsuzlukların faturasının düzensiz göç ile gelenlere çıkarılmak istenmesi toplumda gerginlik yaratıyor. ‘Düzensiz göç’ bir ülkeye yasadışı yollardan girmektir. Resmi verilere göre, 7 Temmuz 2021 itibarıyla yakalanan 63 bin düzensiz göçmenin 26 bini Afganistan vatandaşıymış. Sorun biraz da ‘göçe sebep ülke’ ile ‘göçün hedefi ülkeler’ arasında olmamızdan kaynaklanıyor. Saha araştırmaları Afganların bir bölümünün Türkiye’de kalmak istediğini de gösteriyor. Sorun pek çok katmanlı.
Göz ardı etmeyelim. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne göre, şu anda Türkiye’de ‘uluslararası koruma altında’ 116 bin Afgan yaşıyor. ‘140 bini Almanya’da’ olmak üzere Avrupa ülkelerinde 500 bin civarında Afgan var.
Derin siyasi analizi bir yana bırakalım. ABD, 7 Ekim 2001’de girdiği Afganistan’dan tam 20 yıl sonra çekiliyor. NATO müttefikleri bu haberi duyar duymaz ABD’den önce tası tarağı toplayıp kaçıp gitti. Taliban yönetimi çökmüş ama silinememişti. Şimdi Taliban harap haldeki ülkeye hâkim oldu. Taliban’dan kaçanlar, NATO müttefikleriyle çalışanlar ülkeyi terk ediyor. Yıllardır devam eden ama göze batmayan ‘düzensiz göç’ şimdi tetiklendi, hızlandı. Dileriz vahim sonuçlar yaşanmaz!
Alman filozof Kant’ın sorduğu felsefi sorulardan biri de “Ne yapabilirim”dir. Öyleyse bizim ne yapmamız gerek? Cevaplar muhtelif. ‘Derhal göç bakanlığı kurulsun’, ‘Kaçak geleni derhal geri gönderelim’ ‘Bayramda veya bir işi için Suriye’ye gideni tekrar ülkeye sokmayalım’... Bunlar soruyu karşılamıyor aslında. Dışişleri Sözcüsü Tanju Bilgiç’in dediği gibi “Türkiye ne kimsenin bekleme odası, ne de AB’nin sınır muhafızı”. Türkiye göçmen havuzu da değil. Erdoğan ne demişti: “Burası yolgeçen hanı da değil!”
Duvar göçü engelleyemez. Geniş konsensus sağlayacak bir göç politikası belirlememiz gerekiyor, hem de acilen.
GÜNÜN SÖZÜ
“BİR ağaç kökleri kadar güçlü, dalları kadar gösterişli, meyvesi kadar faydalıdır. Köklerine sarıl, ülken için çalış, ailen için güzel yarınlar hazırla.” Aziz SANCAR
İKTİDAR ZAMDA AYRIMCILIK YAPIYOR
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, rapor için ‘insanlık için kırmızı kod’ diyor. Sözlerine şöyle devam ediyor: “Dünyayı yok eden fosil yakıtları sonlandırmanın zamanı geldi, fosil yakıtların yeni keşif ve üretimine son vermeli, sübvansiyonları da yenilenebilir kaynaklara kaydırmalı.” Bunlar herkesin katılacağı birer dilek; çabuk gerçekleşse keşke, ama mümkün değil. Çünkü dünyada müthiş bir paylaşım savaşı yaşanıyor. Dünyayı felakete sürükleyen sera gazını atmosfere en fazla salan Çin ve ABD sanki başka bir gezegende gibiler.
Rapor büyük çapta yankıya yol açtı. Çünkü büyük çapta can ve mal kayıplarına yol açan sel baskınlarının, orman yangınlarının yaşandığı bir dönemde yayınlandı. Halbuki bu ilk rapor değil. Her 5 ila 7 yılda bir ‘Değerlendirme Raporu’ yayınlanıyor. 1990, 1996, 2001, 2007 ve 2014 yıllarında beş rapor yayınlanmıştı. Hafızalarımızı yoklayalım; kim, neyi, ne kadar hatırlıyor. Örneğin beşinci raporun ana teması ‘Küresel İklim Değişikliğinin Nedeni Biziz. Harekete Geçmemiz Gerekiyor’ idi. Harekete geçtik mi, hayır!
60 ÜLKE 234 BİLİMİNSANI
Hiç merak ettiniz mi, nedir bu IPCC. BM’ye bağlı ‘Çevre Örgütü’ ve ‘Dünya Meteoroloji Örgütü’ tarafından 6 Aralık 1988’de kurulmuş. Merkezi Cenevre’de. Başkanı Ekim 2015’ten beri Güney Koreli 76 yaşındaki Prof. Hoesung Lee; 2007 Nobel Barış Ödülü’ne IPCC ile ABD Başkan Yardımcısı Al Gore layık bulunmuştu. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 200 civarındaki ülke IPCC’nin üyesi, kurucusu. Yönetim kademesinde sanırım Türk biliminsanı yok, belki de var veya vardı. Almanya’dan gazeteci dostumuz Halit Çelikbudak’a sorduk, o da bulamadı. Bilen varsa severek duyururuz.
6.Değerlendirme Raporu, 60’dan fazla ülkeden seçilen 234 biliminsanı tarafından yazılmış. Binlerce araştırma, makale, yayın taranıp incelenmiş. Raporun ilk ve ikinci taslağı için binlerce uzman ve hükümet temsilcisinin yorumu alınmış. Sera gazı emisyonunun hızla radikal biçimde azaltılmaması halinde sıcaklığın sanayileşme öncesi döneme göre 1,5 derece artmasını engellemek artık mümkün değil, diyor rapor. Küresel ısınmanın yüzyılın sonuna kadar 2 derece ve üzerinde seyredeceği tahmininde bulunuluyor.
Raporun altını çizdiği en önemli mesaj şöyle. İklimin değişmekte olduğuna dair tartışma artık sona erdi. Felakete doğru giden küresel ısınmanın tek sebebi ‘insan’. Biliminsanları diyor ki, 1,5 derece ısınmada insan sağlığı, bitki örtüsü, gıda güvenliği, su temini, ekonomik büyüme gibi pek çok konu ağır darbeler alacak. Şimdi artık ‘düşünme zamanı değil, harekete geçmeliyiz’.
Zaman daralıyor!
GÜNÜN SÖZÜ
Hazine arazilerinin yapılaşmaya karşı korunmasında geçmişte çok büyük görev üstlenen çam ormanları günümüzde de ne yazıktır ki barut fıçısı gibi İstanbul’u tehdit etmektedir.
İstanbul’da dikim yoluyla oluşturulan söz konusu çam ormanları Beykoz, Sarıyer, Sultanbeyli, Ümraniye ve Kartal gibi ilçelerde yoğun yerleşim alanları ile iç içedir. Orman yangınları ile iklim değerleri arasında çok sıkı bir ilişki vardır. En donanımlı yangın filoları bile ekstrem hava koşullarında yanıcı özelliği çok yüksek olan çam ormanlarındaki yangının büyük bir faciaya dönüşmesine engel olamayabilir. Bundan dolayı İstanbul’da orman yangınlarının önlenmesinde sıra dışı, kalıcı ve köklü tedbirlerin alınması kaçınılmaz olmuştur.
Orman yangınları açısından büyük bir risk taşıyan İstanbul’daki çam ormanlarını zaman kaybetmeden yangına daha dayanıklı ve İstanbul’un asli ağaç türlerinden olan “meşe, kestane ve kayın” ormanlarına dönüştürmek zorundayız. Söz konusu çalışmalara hemen başlamalıyız ve hızla bitirmeliyiz.
Aksi takdirde yarın çok geç kalabiliriz ve büyük orman yangınları İstanbul’u cayır cayır yakabilir.
GÜNÜN SÖZÜ
“Onlara doğruyu söyleyin; birincisi yapılacak en doğru şey bu olduğu için, ikincisi nasıl olsa doğruyu öğrenecekleri için.” Paul GALVİN
ANAYASA’NIN ORMAN HASSASİYETİ
T.C.
Selçuk Bayraktar; SİHA’ların efendisi. Mütevazı, çalışkan, yorulmaz, dirençli kimliği ile bu başarının arkasındaki adam... Evet, Erdoğan’ın damadı. Bu olgu SİHA’ların üretiminde, babadan havacı bu delikanlının önünü açtıysa ne mutlu Türkiye’ye. Şimdi sözümüz Selçuk Bayraktar’a; 2022 yazı başına kadar Türkiye sizden 20 adet YİHA istiyor... YİHA, Yangın İnsansız Hava Aracı. Sizin elinizdeki teknolojik düzeyde bunu üretmenin çok zor olmayacağına inanıyoruz.
Hele SİHA’larda milli motor denemeleri artarken. Sizin dünyanın parmak ısıracağı en gelişkin YİHA’ları kısa sürede üretip devreye sokacağınıza inanıyoruz.
İlk planda belki bir, iki, üç, beş YİHA... Ama Türkiye gibi bir ülkenin en az 20 uçaklık bir yangın söndürme filosuna ihtiyacı var. Sadece orman değil, her türlü yangında hemen devreye girebilecek YİHA’lar filosu. Üstelik, önümüzdeki yıllarda, daha da ısınacak ve muhtemel yine yanacak olan Akdeniz ülkelerine ve kuzey ülkelerine de kiralanabilecek, destek için yollanacak YİHA’lar. Maksimum su, kimyasal, köpük kapasitesine sahip, yangınların dibine kadar girebilecek yüksek manevra kabiliyeti taşıyan Türk yangın uçakları. Dünyanın kıskandığı uçaklar. Akdeniz’de yangınlarda efsane olacak, herkesin yardımına koşacak uçaklar. Türk SİHA’larından sonra Türk YİHA’ları. Evet Selçuk Bayraktar’dan bunu istiyoruz, bunu bekliyoruz. Tarih önünde cümleyi daha net yazalım: Türk milleti sizden bunu bekliyor.
Kerem ÇALIŞKAN-Gazeteci
GÜNÜN SÖZÜ
“İtibardan tasarruf olmaz zihniyeti değişmeli, tedbirden tasarruf olmaz.”
(Muhammet TOKAT-Milas Belediye Başkanı)
İBB’nin Bakırköy’deki ek hizmet binası işi biraz karışık
Ankara’da bulunan adliye binalarının nerede olduğunu, hangi binada hangi mahkemelerin olduğunu artık avukatlar bile bilmemektedir. Her gün bölünüp, parçalanıp, değil duruşma salonu, yangın merdiveni bile olmayan, kime ait olduğu, kaç lira kira ödendiği bilinmeyen binalara taşınmaktadır.
Ceza ve Aile Mahkemeleri Sıhhiye Adalet Sarayı’nda, Asliye Hukuk, Sulh Hukuk ve Tüketici Mahkemeleri Dışkapı Ek Hizmet Binası’nda, İş Mahkemeleri ve Ticaret Mahkemeleri Balgat Ek Adliye Binası’nda, İcra Hâkimlik ve mahkemeleri Eskişehir yolunda, İcra Müdürlükleri Söğütözü’nde, Fikri ve Sınai Haklar Mahkemeleri Yenimahalle’de, Bölge Adliye ve İdare Mahkemeleri Eskişehir yolunda ayrı binalarda, Yargıtay Daire ve Savcılıkları’nın kimi Çankaya Ehlibeyt Mahallesi’nde, bir kısmı Bakanlıklar’da bir kısmı Kızılay’da bulunmaktadır. Adli tatile girdiğimiz bugünlerde yeni bir bölünme yapılarak Aile Mahkemeleri, Asliye Ticaret ve Çocuk Mahkemeleri Söğütözü semtinde bulunan ayrı bir binaya taşınmaktadır.
Sıhhiye semtinde özel olarak yapılan Ankara Adalet Sarayı’nın arkasında, bu binanın üç mislinin sığacağı bir alan varken, buranın boş bırakılarak, uzak ve değişik yerlerde, kiralık ve yetersiz binalara gidilmesi tamamen yanlış bir harekettir. Bütün bu bölünme ve taşınmaların, güven olarak en alt seviyede bulunan adaletin, yapı ve bina olarak da parçalanmasından başka hiçbir anlamı yoktur. Adaleti parçalamanın ek versiyonu olarak icat edilen ‘Çoklu Baro’ da savunma gücünü parçalamanın bir diğer yönüdür.
Bütün bunlardan beklenen sonuç; adaletin de özelleştirilerek köprülerde, otoyollarda araç geçiş garantisi verilmesi gibi, dava garantisi verilerek özel şirketlere devredilmesidir.
Av.A. Erdem AKYÜZ-Hukukun Egemenliği Derneği Onursal Genel Başkanı
GÜNÜN SÖZÜ
Güneyde Osmaniye’den güneybatıda Muğla’ya uzanan orman yangınlarını önlemek, yangını söndürmekten daha öncelikli bir görevimizdi. Yangın ekologlarının belirttiği üzere birkaç milyon yıldan beri orman yangınları Akdeniz bölgesinin bir gerçeği. Akdeniz’in kızılçamı ve maki bitki örtüsü, bu yangın düzeni altında yaşamını sürdürecek ya da yeniden var edecek biçimde evrilmiştir. Çıkan yangınlar erken uyarı sistemleriyle belirlenip erken müdahale edilmediği takdirde, bugün yaşadığımız gibi önü alınamaz boyutlara ulaşabiliyor.
OGM’nin ‘resmi istatistikler’ adıyla düzenli olarak yayımlanan verilerine göre 2020 yılında ülkemizde orman yangınlarının; yüzde 28,4’ünün ihmal, yüzde 5,6’sının kaza, yüzde 2,1’inin kasıt, yüzde 9,2’sinin doğal ve yüzde 54,7’sinin de bilinmeyen nedenlerle çıktığı görülüyor.
Bazı yerlere ‘yangın tehlikesi var’ şeklinde tabela asmakla bu görev yerine getirilmiş olmuyor. Liyakate değil sadakate göre atamalar ve rotasyon uygulaması yangınlarla mücadelede zaaf yaratmaktadır. OGM, bir yandan orman mühendisleri ile orman muhafaza memurlarını sözleşmeli olarak çalıştırmayı yaygınlaştırırken bir yandan da ‘rotasyon’ düzenini sürdürmektedir.
AKDENİZ İKLİMİNE KIZILÇAM
Orman köylülerinin orman ile sistematik biçimde azaltılan bağı yeniden tesis edilmelidir.
Anayasaya göre yanan ormanları ağaçlandırmak OGM’nin görevidir. Herkes içinden geldiği şekilde, bulabildiği fidanlarla yanan yerlerde ağaçlandırma yapamaz, yapmamalıdır.
Milyonlarca yıldır o yöreye uyum sağlamış ağaç, çalı ve otsu bitki türlerinin o yörenin koşullarında daha fazla yaşam şansına sahip olacağı açıktır.
Ağaçlandırma gereken hallerde dikilecek fidanlar mutlaka yanan alanda doğal yetişen ağaç türlerinden ve yörenin ekolojik koşullarına benzer özellikteki bölgeden seçilmelidir. Ülkemizde kızılçam ve maki bitki örtüsü dışındaki türlerin Akdeniz’in yangın koşullarına uyum sağlaması çok zordur.