Yalçın Bayer

3. havalimanında 3. ülke işçilerin çalışması yasal mı

10 Ağustos 2017
3. HAVALİMANI inşaatında binlerce TCN (3.ülke) işçilerinin çalıştığını gazeteler yazmıştır. Yasalarımıza göre, ülkemizde yabancı vatandaşların çalışması yasaktır. Ancak özel durumlarda, özel ihtisas isteyen mühendis, teknisyen gibi yabancı elemanlar, eğer benzer elemanlar, Türkiye’de yoksa Bakanlar Kurulu kararıyla çalışabilirler.

İstihdam eksikliğinden inleyen Türkiye’de havalimanda işçi istihdamı, istihdama büyük kan verecektir. Rakamlar yandaş bazı müteahhitlere ne büyük menfaat sağladığını gösteriyor.

Bu satırların yazarı, Suudi Arabistan’da binlerce TCN işçi istihdam etmiş olup, bu konuda uzmandır. TCN; Tayland, Hindistan, Bengaldeş, Filipin, Nepal, Sri Lanka gibi ülkelerin işçileridir. Bu tip işçilerde sendika yoktur. İşçiler, ‘recruıtment’ ajansları tarafından, Atatürk Havalimanı’nda teslim edilirler. Çalışan işçilere, yemek ve yatakhaneyi müteahhit sağlar. İstediğiniz kalitede, düz işçi, inşaat, boru, kaynakçı, şoför, mühendis, operatör gibi her türlü eleman seçilip, muhayyer sağlanabilir. Bu sistemle Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinde 10 milyon işçi çalışır. Ücretler dudak ısırtacak kadar ucuzdur.

1- Düz işçi 50 $/ay, 2- Kalifiye işçi (kaynakçı, şoför, sıvacı, beko operatoru=100 $/ay), 3-Mühendis, (teknisyen=300 $/ay)

Kabaca bir menfaat hesabı yaparsak: 50x12=600 $/yıl işçilik,

Tüm masraflar: İşçilik.+yeme, yatma giderleri: 4000 işçiX600= 24.000.00$/yıl işçilik+2.4 milyon$= 4.8 milyon $/yıl

Aynı işi Türk işçileriyle müteahhit yaparsa, 3000 TL/AYX12x4000 işçi= 144.milyon TL (41 milyon $)

Aradaki fark (41-4.8=37 milyon $) müteahhitlerin karıdır. Bu işçilerle çalışmak, yasal değildir. Aslan ÖZMEN-Y.Mühendis

GÜNÜN SÖZÜ

Yazının Devamını Oku

AİHM türbana karşı direniyor

9 Ağustos 2017
AİHM için önerilen son yargıç adayları, mülakata bile çağrılmaya gerek görülmeden refüze edilince, süresi dolan yargıç, 2018 başına kadar -zorunlu olarak göreve devam edecek.

Türkiye’de, AİHM’de yargıçlık görevi yapabilecek vasıflarda çok sayıda hukukçu var.

Aday olarak önerilenlerin de müktesebatları yeterli olabilir, sorunlardan biri iktidara angaje olma ile ilgili. Bürokratik hiyerarşi içinden aday gösterilmesi sorun yaratıyor (iki aday da iktidar tarafından atanan ve yüksek seviyede bürokratik görevde bulunan, müsteşar yardımcıları…)

Son önerilen adaylar arasında türbanlı bir hukukçunun olması, meseleyi, mahkeme içtihatları bakımından tartışmaya açıyor. AİHM, türban yasaklılığı konusunda verdiği kararlarda, ‘hak ihlali’ görmeme yönünde içtihat üretiyor. Daha sonra emsal kabul edilecek, Leyla Şahin kararında, türbanın politik sembol olarak kullanıldığına işaret etmiş ve din/vicdan özgürlüğü, ayrımcılık yasağı ve ilgili sözleşme hükümlerinin ihlal edilmediği hükmüne varmıştı.

Kılık kıyafet yönetmeliklerinde yapılan değişiklikler sonucu, türban, kamu kurum ve kuruluşlarında ve TBMM’de serbest...

Zamanın Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Yargıtay’ın başvurusu üzerine, hakim ve savcıların türbanlı(başörtülü) olarak görev yapabilecekleri hususunda görüş bildirdi ve uygulamada sorun yok.

16 Nisan, Anayasa halk oylamasında, yargının tarafsız ve bağımsız olduğuna dair düzenleme de kabul edildi.

Türkiye’deki uygulamada, türbanlı yargıç; din ve vicdan özgürlüğünü kullanıyor, yargının tarafsız ve bağımsızlığı bakımından, bir mahzur görülmüyor.

AİHM içtihatlarında; türban, politik bir sembol olarak kabul ediliyor. Muhtemelen, bu nedenle, tarafsız ve bağımsız olamayacağı gerekçesi ile, türbanlı yargıç adayı, değerlendirmeye alınmıyor.

Yazının Devamını Oku

Bir daha böyle bir ülke kurulamaz: Türkiye’ye yazık etmeyin

8 Ağustos 2017
CUMHURİYET değerleri ve onun getirdiği kazanımların hızla yitirilmeye girdiği bir süreçteyiz.

AOÇ’nin yok edilmesinin ardından, Anıtkabir yerleşkesinin bir bölümünün inşaata (ranta) açılması; tarikat şeyhinin dizinin dibinde poz veren ABD vatandaşı Merve Kavakçı’nın büyükelçi olarak atanması; Siverek’te Atatürk anıtına saldırı, MEB’ye danışmanlık için Ensar Vakfı ile protokol yapılması; İl ve ilçe müftülüklerine nikâh yapma/nikâh kıyma yetki ve görevinin verilmesi konuları son günlerin ülke gündemidir.

Diyanet İşleri Başkanlığı kuruluş ve görevlerini düzenleyen 633 Sayılı yasa bu kuruma “İslam dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek” görevini vermiştir. Medeni Hukuk anlamında, ‘evlenme’, “Aile kurmak amacıyla yapılan hukuk sözleşmesi”dir. Yasal, evlenme işlemi, belediye başkanı veya görevlendireceği memurlar ile köylerde muhtarlar tarafından gerçekleştirilir.

- Ülkemizde, Belediye ve Köy muhtarlıklarında akdedilen resmi nikâh uygulaması 80 yılı aşkın bir süredir sorunsuz olarak süregelmekte iken Müftülüklere Resmi geçerliği olacak şekilde nikah kıyma yetkisinin istenmesinin hiçbir haklı nedeni yoktur. Müftülüklere nikâh kıyma yetkisi verilmesi toplumda aile kurumundan başlayan yeni bir ayrışma nedeni olabilecektir.

Din görevlisini resmi nikâh kıymakla yetkilendirmek, din ve devlet işlerini birbirine karıştırmak demektir. Bu da laiklik ilkesinin çiğnenmesidir, Anayasa’nın 2. ve Devrim Yasalarını güvence altına alan 174/4 maddelerini hiçe saymaktır.

- Cumhuriyet, Türk Hukuk Devrimi ile Tekli Hukuk’u (Hukuk birliğini) esas almışken Anayasa’nın Laiklik ilkesine aykırı olarak Din görevlilerine Resmi nikâh yetkisi tanınmak suretiyle ‘çoklu hukuk’ sistemine kapı aralanmaktadır. Getirilen tas arıda, ayrıca; yeni doğan çocukların nüfus idaresine bildirilmesi zorunluluğuna da esneklik sağlanmakta, “mülki idare amirlerinin emriyle aile hekimlerinin-yeni doğan çocuk hakkında-araştırma yapabileceği öngörülmektedir.

Yeni doğan çocuklarda ‘sözlü bildirim’in yeterli olması küçük kızlara istismarın gizlenmesine olanak sağlayabilecektir.

Sonuç olarak Anayasa’nın Laiklik ilkesine aykırı içerik de ‘Nüfus Hizmetleri Kanunu ve Bazı Kanunlarda değişiklik yapılmasına ilişkin Kanun Tasarısı’, yasalaşması durumunda evlilik kurumunu, aileyi ve tüm toplumu olumsuz şekilde etkileyecektir. Oysa ülkenin gereksinimi ayrışma değil ulusal birliktir.         

Av. Yaşar ÇATAK-Türk Hukuk Kurumu Başkanı

Yazının Devamını Oku

TSK’nın teamülleri bir alt lige düştü

4 Ağustos 2017
‘SON YAŞ toplantısından sonra, artık TSK’de hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı, hiyerarşik teamüle uyulmayacağı anlaşılıyor.

Yüksek komuta terfileri konusunda cari öngörülerin geçerliliğini yitirdiğini, sivil otoritenin takdirinin, kurumsal geleneğin önüne geçtiğini gösteriyor. Son yıllarda, YAŞ toplantılarındaki isabetsiz kararlar ile komuta kademelerindeki terfilerin, TSK’yı ne hale getirdiğini, kripto cemaatçilerin, darbeye bu nedenle cesaret edebilecek hale nasıl geldiğini gözler önüne seriyor.

İşin tuhafı bu eğilime bazı eski askerlerin de katılması...

Yarın yeni bir iktidar gelse TSK’ya dönüp, “Askerlik ayrı bir uzmanlık alanı, kurum kendi değerlendirmesini yapıp getirsin” talimatı verse, Türkiye demokrasi liginde bir alt kümeye mi düşecek?

TSK’da mevzi kazanmış çapulcular ile ilgili davalar cemaate hoşgörü gösterilmesi sonucu meydana gelmemiş midir?

Türkiye neredeyse üç taraftan kuşatılmış durumda, ‘mengene’ her gün biraz daha sıkılıyor. Bu tablo, ülke bekası bakımından da endişe vericidir.

GÜNÜN SÖZÜ

“Siyasi iktidarlar memurları önce sendikalara bölüyor, sonra kendinden yana olanları alıp masaya oturuyor. Memur hakkını savunacaksa ve adil bir artış istiyorsa, sendikalar konusunda daha bilinçli olmalıdır.” Prof. Dr. Esfender KORKMAZ

AVM YA DA REZİDANS ÜRETİLMİYORSA O TOPRAĞIN HİÇ KIYMETİ YOK ALPU’DA...

Yazının Devamını Oku

Büyükerşen hep haklı mı çıkar

3 Ağustos 2017
ESKİŞEHİR Büyükşehir Belediyesi binasına girdiğinizde karşınıza çıkan, Atatürk’ün 15 Ocak 1927’de söylediği şu satırlar dikkat çekiyor:

Eskişehir halkı, seçkin özellikleri ile bezenmiş bir halktır. Eskişehir halkı bize çok yardımda bulunmuştur.”

Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen’in, İTİA Başkanlığı, Anadolu Üniversitesi Rektörlüğü, Eğitim Gönüllüleri Vakfı, RTÜK üyeliği ve 4 dönemini yapmakta olduğu Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanlığı gibi hizmetlerinin toplam süresi 50 yılı buluyor.

Eskişehir’de hizmetle geçen koca bir ömürden söz ediyoruz. Hakkında bir tespit vardır; hoca hep haklı çıkar... Tanıdığımız kadarıyla, iş bilir, aldığı kararlarda anlık değil geleceğe yönelik düşünür. Günü kurtarma telaşında değildir. Siyasette oy kaygısı ile hareket etmez. Üniversite yıllarında diplomasına imza attığı öğrenci sayısı (Açık Öğretim’dekiler dahil) bugün milyonlarla ifade ediliyor. Büyükşehir belediyesinde de CHP ve AKP’li çok sayıda öğrencisi vardır. EBB’de 46 meclis üyesinin 29’u AKP’li, biri MHP’lidir. CHP’li sayısı da 16’dır. AKP’lilerle ‘tatlı-sert’ bir mücadele içindedir her zaman... Diplomasında hocanın imzası bulunan AKP’li bir meclis üyesinin bir tartışma sırasında “Hocam diplomamda sizin imzanız var” şeklindeki savunmasına karşı şu sözleri akıllara kazınır: “Arada defolular da çıkabiliyor.”

Büyükerşen 50 yıllık bir süreçte ilk kez böyle çirkin bir saldırıya uğrasa da onun Eskişehir’e neler kattığını kimse inkâr etmiyor. Zira Eskişehir, müzeleri, orkestra, tiyatro ve operasıyla yüzlerce dönüm park ve yeşil alanlarıyla aydınlık bir Cumhuriyet kenti olduysa bunu Yılmaz Büyükerşen’e borçludur.

TCDD HESAP VERMELİ

İlk önce şunun bilinmesi gerekiyor. Büyükerşen, hızlı tren geçişini yeraltına alan TCDD’den hat boyu olarak bilinen bu alanı büyükşehir belediyesine bir bulvar yapması için vermesini ister. Ancak TCDD bu alanı EBB’ye vermek yerine ihale eder ve alanda büfeler oluşur. Büfe ihalesini alan kişi ise sabıkası kabarık eski bir polistir. Bu kişinin ihaleye nasıl girdiği, kimden torpilli olduğu da büyük merak konusudur bugün... Söz konusu şahsın 800’ün üzerinde masa-sandalye ile çay bahçesine çevirdiği yeşil alanları korumaya kalkan Büyükerşen’in başına gelen de ortada... İşin bir acı tarafı da TCDD’den Büyükerşen’e yönelik bir ‘geçmiş olsun’ mesajı gelmemiş olmasıdır.

TCDD Genel Müdürü İsa Apaydın ile bu projenin başlatıcısı Süleyman Karaman, “Hoca yine haklı çıktı” diyorlar mı? Yahut ihaleyi iptal etmek akıllarına gelir mi acaba?...

ESKİŞEHİR BELEDİYE MECLİSİ’Nİ AŞMAK

Yazının Devamını Oku

Ölüdeniz gerçekten öldürülmüş

2 Ağustos 2017
DÜNYANIN en özel koyu olan Ölüdeniz’e on yıllık aralarla gitmiş kişi olarak, üzülerek tanık olduğum dehşet verici değişimini size aktarmak istiyorum.

Türkiye’nin en güzel milli parklarından biri olan ve içeri girmek için kişi başına 7 lira ödediğiniz Ölüdeniz’in semt pazarını aratmayacak hale dönüşmesini şaşkınlıkla izledik. Plaj işletmecilerinin daha fazla para kazanmak için her santimetrekareye şezlong ve şemsiye koymasından mı başlasak? Öyle bir karmaşadan söz ediyoruz ki... Şezlonglardan denize girmeniz ve çıkmanız mümkün değil. Başınızı sudan kaldırdığınızda sizi suyun dibine kadar sokulmuş şezlonglardaki ayaklar karşılıyor.

Uyumsuzlukla yaratılan çevre kirliliği, duşlarda oluşan uzun kuyruklar, çam ağaçlarının altında naylon poşetlerle getirdikleri yiyecekleri yiyip çöplerini orada bırakan tatilciler, inşaat çakılı dökülen güzelim sahil, tüm dünyanın ‘blue lagoon’ diye bildiği Ölüdeniz’in iç bölümüne plastik oyuncaklarla kurulan aquapark’ın görüntüsü sizi yarım saat içinde sersemletmeye yetiyor. Her bir taraftan gelen farklı farklı müziklerden de hiç bahsetmiyorum. Her şeye rağmen bu karmaşa, çevre ve gürültü kirliliğinin içinde yer almak istiyorsanız, dört kişilik bir aileye maliyeti de günlük 150 lira...

Doğa harikası, tüm dünyanın tanıdığı bir mekânın kötü görüntüsü, yabancı turistleri özellikle de o bölgenin gözbebeği olan İngilizleri birer birer uzaklaştırmış.

Patara ve İztuzu gibi Ölüdeniz de çok değerli bir milli park... Buralardaki işletmeleri belli şartnamelere bağlayıp, dünyadaki örnekleri gibi kullanılmasını sağlamak çok zor olmasa gerek. Ahşap kullanım alanları, şezlonglar arasında zorunlu mesafe, ortalama ziyaretçi sayısına göre duş ve tuvalet, sadece asgari ihtiyaçları karşılayacak doğaya uyumlu şekilde tasarlanmış büfeler yapmak ve doğanın sesini dinlemek için sessizliğe özen göstermek çok mu zor? Bütün bunlara izin veren kamu yöneticilerinin sorumluluğu bilet kesmekle bitmiyor. Önce turistler, sonra kaplumbağalar terk ettiğinde, inşaat kumu ile baş başa kalınacağı görülemiyor mu? Nuray BABACAN Hürriyet Gazetesi Parlamento Büro Şefi

ASSOS’U YAKIN ZAMANDA GÖREN VAR MI?

EĞİTİMCİ Erol Altaca “Ben Assos’tayım” dedi ve üzüldüğü konuyu anlatmaya başladı:

Yazının Devamını Oku

Yolsuzluk bulaşıcı hastalık gibi...

1 Ağustos 2017
PAKİSTAN Anayasa Mahkemesi, Başbakan Navaz Şerif ve Maliye Bakanı’nı yolsuzluk suçlaması ile görevlerinden uzaklaştırıp siyasetten ömür boyu men etmiş...

Suçlama, Panama belgeleri ile kamuoyuna intikal eden, aile üyelerinin offshore hesapları ile ilgili; mahkeme kararı oybirliği ile almış..

Yüksek mahkeme, ayrıca ‘yolsuzluk mahkemesinde’ yolsuzluk davası açılacağını ve 30 gün içinde bir karar verileceğini duyurmuş. Davalıların mal varlıkları ile gelirleri arasındaki kayda değer farka işaret etmiş ve hükmünü bu argüman üzerine inşa etmiş.

İşin ilginci, Pakistan yasalarında, offshore hesap sahibi olmayı engelleyici hüküm de bulunmuyor. Parayı doğru yoldan kazanıyorsan, offshore veya onshore da hesap açabilirsin; keyfine kalmış. Ama gelirin ile servetin arasındaki makası açıyorsan ve bunu açıklayamıyorsan, başbakan, maliye bakanı olman fark etmiyor, ensenden yakalayıp önce kapı önüne, sonra da hapishaneye koyuyorlar.

İsrail Cumhurbaşkanı da geçenlerde ufak sayılabilecek bir miktarda yolsuzluktan hüküm giydi ve paşa paşa yatıp cezasını tamamladı.

Brezilya devlet başkanı Dilma Rouseff de yolsuzluk suçlaması ile Senato tarafından açığa alındı. Eski Başkan Lula da Silva kısa zaman önce yolsuzluk suçlaması ile mahkûm oldu, 9 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Örnekler pıtrak gibi çoğalıyor, iktidar zirvelerinde yolsuzluk bulaşıcı bir hastalık gibi yayılıyor: Adaletin tecellisini sağlamak için... Yargının gerçek anlamda bağımsız ve tarafsız olmasının ne kadar önemli olduğu son örneklerde ortaya çıkmıyor mu?

BUĞDAY FİYATI 4 YILDIR DEĞİŞMİYOR

TRAKYALI ÇİFTÇİ CEZALANDIRILIYOR

Yazının Devamını Oku

Fındık bol ama üretici kaygılı

28 Temmuz 2017
FINDIK hasadına sayılı günler kaldı. Karadenizli üreticinin neredeyse tek geçim kaynağı olan fındık, önceki yıllara göre bu yıl oldukça fazla.

Resmi rakam henüz açıklanmasa da tahminler bu yıl rekoltenin 700 bin ton dolayında olabileceği yönünde.

Fındığın bol olması sevindirse de düşük fiyat korkusu üreticiyi yine kaygılandırıyor. Geçen yıl 14-15 liradan serbest piyasada işlem gören ürün, geçen süreçte 9-8 liraya kadar geriledi. Fiyatı yükselir diye ürününü pazara indirmeyen köylü büyük zarara uğradı. Hâlâ evinde geçen yılın fındığını ‘ha bugün ha yarın artar’ diyerek saklayanlar bile var. Geçen yılki ürün piyasada halen 7-8 liradan alıcı bulabiliyor. Hem de Toprak Mahsulleri Ofisi’nin (TMO) üç ay önce piyasaya müdahale etmesine karşın. TMO’da durduramadı fiyatların gerilemesini. Ordu’da üreticiler düşük fiyatı protesto etmek, kamuoyu oluşturmak amacıyla minarelerde sala okuttu, cenaze namazı kılarak çuvallarla toprağa gömdü. Ama boşuna...

‘Atı alan Üsküdar’ı geçmeden’ ister TMO ister başka bir kurum aracılığı ile olsun devlet ürünlerin pazara indirilmesi ile birlikte hemen alımlara başlamalı. Yoksa, bu sezon da üretici yokları
oynar, kan ağlar.

Şükrü KARAMAN

 

GÜNÜN SÖZÜ

“İnsan sevgisiyle başlayan yeni bir düzene ihtiyaç var!” 

Yazının Devamını Oku