<B>ŞİLE </B>eşrafından saygın bir isim; ‘‘<B>Şile'</B>de meydana gelen tutuklamaların arkası gazetelerde pek yer almadı. Çünkü burada gazeteci yok. Tiyatrocu
İsmet Ay Beyefendinin, cumartesi günü
Şile Çarşısı'nda yüksek sesle neler söylediğini bildiğimizden bazı şeylerin çözülmesi gerekiyor.’’ Ayrıntıları almak üzere kendisini dinliyoruz:
‘‘Turistik
Şile'yi geniş kitlelere ilk kez
Zeki Müren tanıtmıştı. Şimdi rant, orman işgalleri ve beton üretme kavgaları var
Şile'de... Yani yeşil, betona yenik düşürüldü.
Ahmetli Köyü vardır; orada
Hazine'den 10 yıllığına yer kiralayan bir şahıs beton santralı kurmuş. Fakat iflas edince belediye devreye girip
Hazine'den satın almış... Hiç parası bulunmayan belediyenin bunu nasıl aldığını bilemem. Ve kalktılar, kontratla başkasının kirasında olan yeri ihalesiz-mihalesiz Fransız
Lafarge'nin bayisi olan birine verdiler. Duyduğumuza göre ortada 1 trilyonluk bir menfaat varmış.’’
Sözü rant pazarına getiriyor: ‘‘Bir söz vardır; çekirge bir sıçrar, iki sıçrar üçüncüsünde ele geçer. Fakat buradaki ekip, neredeyse 20'nci sıçramada ele geçirildi.
ANAP'lı Belediye'nin maceraları 1999'dan beri herkesçe biliniyor, fakat burası küçük bir yer olduğu için insanlar korkuyor. Beton santralı üzerindeki oyunlar ayaklarına dolaştı ve jandarmanın operasyonuyla içeri atıldılar.
Şile'deki olayları açar mısınız?
- Sahillerin peşkeş çekilmesi, imar planı tadilatları; iskan verilmesi ve bunların arkasında turnike durumları... İki Mal Müdürü'nün arka arkaya sürülmesi; hatta bir Emniyet Müdürü'nün tayininin çıkartılması...
Turnike ile ne diyorsunuz.
- Canım turnike işte... Adam turnikeye girip parasını ödeyip çıkıyor. Merak eden varsa
Şile'ye gelip kahvelerde konuşulanları dinler.
Şile'nin nasıl acınacak hale düşürüldüğü, çirkinleştirildiği, son
Maşatlık'ta yapılan restoran...
Belediyenin mali durumu...
- Borç içinde yüzdüklerini söylüyorlardı. Ama belediyeyi yönetenlerin durumu hiç öyle değil. Belediye Başkanı
İhsan Çayıroğlu 4 yıllık başkanlık sürecinde bir yıl
Şile'de kalmıştır; çünkü bir gün
Avusturalya'da, bir gün
Paris'te, bir gün de
Antalya'da
'dinlenme ve tetkik gezileri'nde idi; zaten ikinci kez seçildiğinde
'ben gezmeye geldim' demişti.
ANAP’tan kaçtı GP’ye sığındı
Sekiz kişinin tutuklanmasıyla belediyede adam kalmamış...
- Evet, belediye boşalmış...
Şile Belediye Başkanı
İhsan Çayıroğlu hakkında gıyabi tutuklama kararı var... Başkan Vekili
Meliha Özen, Meclis üyesi
Kamil Tan, Yazı İşleri Müdürü
Abdullah Güllüce, Belediye Fen İşleri Müdürü
Soner Berksan, Kontrol Mühendisi
Ahmet Yerişenoğlu ve
GP İlçe Başkanı
Rahmi Kaçar...
Bunlar ANAP'lı, GP nereden çıktı?
- Doğrudur...
Rahmi Kaçar, 15 yıldır
ANAP İlçe Başkanıydı. Özellikle 3 Kasım'a kadar
ANAP'ın nimetlerinden istifade etmesini çok iyi bildi. Ama
ANAP'ın battığını anlayınca, batan geminin malları olarak 20 gün önce tepeden inme yapılan tayinle
GP İlçe Başkanı oldu. Gazetelerde tutuklamaları okuyunca yüzümüz kızardı.
Cem Uzan nedense
ANAP ve
DYP'nin şaibeli isimlerini toplamakla neyi amaçlıyor, bilmiyoruz. Bu isimlerle mi Türkiye'yi kurtaracak?
Bayındırlık’ı yağmaladılar
‘
BEN bir ilin (adı bizde) Bayındırlık Müdürü'yüm.
Bingöl depremi dolayısıyla söyleyeceklerimin dikkate alınmasını diliyorum. Bu okulun inşaatı üç yıl önce
Milli Eğitim'ce yapılmış; o okulu kim denetlemiş acaba? İşte vahim durum burada başlıyor.
NTV'de eski Bayındırlık Bakanı, avukat
Yaşar Topçu da söyledi; 8 yıllık eğitime geçince okul yapımları bir protokolle
MEB'e devrildi. Maalesef bu koalisyonlar döneminde oldu.
Bayındırlık Bakanlığı, inşaat yetkilerini
Milli Eğitim, Sağlık, Adalet vs. gibi bakanlıklara devretti. Kökten yanlış bir uygulamaydı;
Türkiye'ye faturası ağır oldu.
BAYINDIRLIK'I MAHVETTİLER
Size bir örnek vermek istiyorum:
17 Ağustos depreminde
Kocaeli'nde hiçbir okulun sıvası bile çatlamadı. Ancak kimse de
Bayındırlık Müdürlüğü'nde çalışanları kutlamadı. Yıkılsaydı çoktan sürülürlerdi oradan.
Öğrendiğim bir şey var;
Bayındırlık'ın yaptırdığı
Kocaeli Adliye Sarayı inşaatının temelleri o kadar sağlam atılmış ki, arkasındaki rektörlük binası yıkılması gerekirken orta derecede hasar görmüş... Çünkü sağlıklı atılan temeller, deprem dalgasını kesmiş, bina yıkılmaktan kurtulmuş.
Bizler bakanlığın tecrübeli bürokratıyız. Bakanlık bize sormadan inşaat yetkilerini
Milli Eğitim'e devretti örneğin... O ne yaptı, iki mimar ve bir inşaat mühendisiyle inşaat şubesini kurdu; başına da şube müdürü olarak bir öğretmeni getirdi. Teknik kadro, kontrol mühendisi nerede; yok! Bayındırlık Bakanlığı, genelge yayınlar; haberleri olmaz.
SİYASETTE AL GÜLÜM-VER GÜLÜM
Öbür yanda, o ilin Bayındırlık Müdürlüğü'nde kadrolu 40
inşaat mühendisi, mimar, elektrik, makine, harita, jeoloji, feofizik vs. mühendisi var... Ama işsizler. Garipliğe bakın öğretmen inşaat yaptırıyor! İnşaatı, mühendis yaptırır; öğretmen ders verir; doktor hastasına bakar... Hákim ve savcı inşaattan ne anlar?
İçişleri Bakanlığı'nın İnşaat Daire Başkanlığı olur mu? Ne yazık ki bunlar ihale yapıyorlar.
Bizim siyasetçiler,
‘‘al gülüm-ver gülüm’’ pazarlıklarıyla bu işleri batırdılar; sistemi bozdular.
Şimdi
Bayındırlık Bakanlığı, illere son beş yıl içinde yaptığınız ihalelerin sayısını bildirin diye genelge göndermiş... Ben diyeceğim ki; bizim ilde Bayındırlık 14-15 ihale yaptı,
Milli Eğitim ise 50 ihale yaptı.
Milli Eğitim'in yaptığı
Bingöl'deki o okulu yaparken kim denetlemiş, sorun öğrenin bakalım. Belki Milli Eğitim'in orada mühendisi bile yoktur; sadece teknikeri vardır. Bunlar acı gerçeklerdir.’’
Ve çözüm;
Bayındırlık Bakanlığı; Milli Eğitim, Sağlık ve
Adalet gibi bakanlıklara verdiği ihale yapma yetkilerini acilen geri almalı, sorumluluğu eskisi gibi kendisinde toplamalıdır.
Tanrı’nın selamını bile esirgemiş
IRAK'a zafer gösterisi, minik bölge ülkelerine de teşekkür ziyareti yapan ABD Savunma Bakanı
Rumsfeld, İncirlik'te uçak değiştirmiş ve bir saat kadar dinlendikten sonra
Londra'ya doğru yoluna devam etmiş. Ve de topraklarında kaldığı ülkenin hükümetine yalancıktan da olsa Tanrı selamı göndermeyi,
Bingöl depreminin acısından yürekleri parçalanan yurttaşlarımıza
‘Geçmiş olsun, başınız sağolsun’ demeyi aklının köşesine dahi getirmeden...
Bizim basınımız
‘Ah tezkere, vah tezkere’ deyip dursun bakalım. Savaş sonrası oluşacak yeni
Irak yapılanmasında 200 kişilik göstermelik asker katılımıyla
Polonya'nın baştacı edilmesinin gerçek nedeni üzerinde bir türlü durmayalım bakalım. Takvim yapraklarını geriye çevirelim ve 12 Eylül 1683 tarihinde duralım. Başvezir
Merzifonlu Karamustafa Paşa komutasındaki Yeniçeri ordusu
Viyana'yı ikinci kez kuşatmıştı. Kuşatma başarılı olsaydı, dünya tarihi kuşkusuz tersyüz olacaktı. Başarılı olmadı, Polonya Kralı
Jan Sobieski'nin komutasındaki 15-20 bin kişilik Polonya ordusunun
Alman, Bavyera, Avusturya, Fransız koalisyon güçleriyle birleşerek
Osmanlı'yı arkadan kuşatmasıyla her şey bitmiş oldu. O günden bu güne değin Katolik alemi
Polonya hayranıdır. Üstüne üstlük
Vatikan'daki Papa da Polonyalıdır. Anlaşıldı değil mi
ABD, İngiltere ile birlikte niye bir de
Polonya var. Ve yine anlaşıldı değil mi, niye
Türkiye hava ve deniz sahalarını ardına kadar
ABD'ye açtığı halde,
Türkiye'ye neden bir selamın dahi çok görüldüğü.
Başkan
Bush ve adamlarının bilinçlerinin ardında tek bir düşünce yatıyor:
‘Crusade’ (Haçlı Seferi)... Gerisi hikáye!..
Dr. Hüseyin PEKİN-ZÜRİH (Tel/faks: 00411-362 09 12) Afet bilinci
TÜRKİYE'de ilk ve orta öğretim dersleri ve kitaplarında afetlere verilen önem, toplumu oluşturan tüm bireylerde güçlü bir afet bilinci oluşturmak için yeterli değildir. Benzer şekilde, yüksek öğretimde mühendislik, fen, sosyal ve sağlık bilimleri programlarında da afetlerle ilgili konulara ve derslere yeterince yer verilmemektedir. İlk ve orta öğretimde afet bilincini vermeye ve doğru davranış şeklini öğretmeye yönelik konular yaşama dönük bir şekilde ders programlarına entegre edilmeli, yüksek öğretim programlarında ise afet tehlikesi ve riski ile afet zararlarının azaltılması konularında temel bilgileri içeren zorunlu dersler açılmalıdır. Sertifikalı mühendis uygulamasına da bir an önce geçilmelidir.
(İTÜ'nün, Kocaeli'99 Acil Durum Yönetimi Konferansı sonuç bildirisinden.) Raffi Portakal’da müzayede günleri
ÜLKEMİZDE iyi şeyler de oluyor demek zorundayız. Bu gerçeğe
Türk kültür ve sanatına üç kuşaktır hizmet eden
Portakal Ailesi'nin günümüzdeki temsilcisi
Raffi Portakal ile görüşürken tanık olmamak mümkün değil.
Raffi Portakal geleneksel müzayedelerinin bir yenisi önümüzdeki pazar günü Beşiktaş'taki
Conrad Otel'de yapacak... Müzayedede sadece sanat ürünlerinin açık arttırma ile satışları yapılmıyor! Uzunca bir zamanı alan süreçte uzmanların titiz ve yorucu ekspertiz çalışmaları sonucu,
Osmanlı'dan günümüze hepsi de medeniyetimizin birer yüzakı olan sanat eserleri bir araya getiriliyor. Olağanüstü güzellikteki bir katalog ve tanıtım günleriyle sanatseverlere sunularak müzayede günü satışları yapılıyor. Eserlerin tanıtıldığı
Portakal Sanat ve Kültür Evi'nden içeri girer girmez
‘Saksıdaki Kırmızı Zambaklar’ sizi karşılıyor. Ünlü ressam
Feyhaman'ın başyapıtlarından biri... Salonun başköşesinde yer alan
tombakların ihtişamlı görünümleri karşısında elinizde olmadan etkileniyorsunuz. Bunları alanın parasından öte zevki olmalı değil mi?
Hepsi birbirinden değerli
tabloların, hatların, gümüşlerin olduğu müzayedede çok önemli bir el yazması kitaptan da söz etmek gerekiyor.
‘Yedikule’nin yazdığı ve
Türk hat sanatının en ünlü müzehhiblerinden
Ali Üsküdari'nin tezhiplediği
Kuran-ı Kerim müzayedenin önemini bir kat daha artırıyor. Müzayede için hazırlanan ve başlı başına bir değer olan kataloğun kapağını tombak bir şerbetlik süslüyor. Kataloğun sayfalarını çevirirken
Nazmi Ziya, Fikret Mualla, İbrahim Çallı, Halil Paşa, Hikmet Onat, Hoca Ali Rıza gibi ünlü ressamların tablolarının yanı sıra
Türk hat sanatının usta hattatlarından
Ahmet Karahisari, Hafız Osman, Kazasker Mustafa İzzet ve Mahmut Celaleddin'e ait levhalar ile de karşılaşıyorsunuz.
Bu çarpıcı eserlerin yer aldığı galeriden, kültür ve sanat adına son derece güzel duygularla ayrılıyorsunuz.