Paylaş
Mayıs ayıyla birlikte ilkbaharın yaza dönüşümünü hazırlayan mevsim döngüsünün belirginleştiği, renklerin daha parlak, daha canlı ve daha neşeli bir hal aldığı günler geliyor.
Bütün bu özellikler Mayıs ayını bir ümit ayı yapıyor.
Mayıs ümitleri önümüzdeki günlerde yaza ve yaz ötesine bakışımızın dayanaklarını hazırlayacak.
Her alanda olduğu gibi Türkiye'nin Dış Politikası'na bakışta da yeni ümitler aranıyor.
Geçirdiğimiz onca karamsar günler, haftalar, aylar ve mevsimlerden sonra 2016'nın Mayıs ayında önümüzdeki ümit kırıntılarına sarılmak ve geleceği onlar üzerinden düşünmek gerekiyor.
Türkiye'nin artık kronikleşmeye başlayan dış politika çıkmazlarının önünde gerçekten ümit veren pırıltılar olup olmadığına bir bakalım.
Doğal olarak önce bitişik komşu coğrafyamız olan Ortadoğu akla geliyor.
Havalar ısındıkça Ortadoğu da ısınıyor, üstelik küresel iklim değişikliği Ortadoğu'yu belki de mevsim normallerinin üzerinde bir "sıcak hava"ya doğru yönlendiriyor.
Irak'ta parlamentonun basılmasının buna örnek oluşturduğu dahi düşünülebilir.
Türkiye'nin Ortadoğu'ya bakışını sanki uzağı görme özürlüsüymüşüz gibi Suriye ve Irak üzerinden okumak sık rastlanan bir yaklaşım olmaya başladı.
Irak'ın geleceği ile ilgili projeler hakkında düşündürücü ve ürkütücü fikirler ortaya atıldıkça, bunların Irak'ın bölünmesine yol açacağı ve Irak'la birlikte Suriye'nin de bu anafor içinde sürüklenmeye başlayacağı söylendikçe Türkiye'nin endişeleri de artıyor, savunma ve güvenlik refleksleri devreye giriyor.
Irak parçalanır mı?
Parçalanırsa bu süreçten yeni bağımsız oluşumlar çıkar mı?
Bunlar Suriye'ye yansırsa nasıl bir tablo ile karşılaşılır?
Bağımsız Kürdistan söylentileri gerçekleşir mi?
Bu sorular haksız değil elbette...
Ancak bu soruların sorulması Türkiye'nin Ortadoğu ile ilgili dış politika oluşumunda karşı karşıya olduğumuz temel soruna odaklanmak yerine ayrıntılarla zaman kaybetmekten başka bir sonuç doğurmuyor.
Oysa Ortadoğu politikamızdaki temel sorun yapısal.
Bu yapısal sorunu da "Ortadoğu'ya bir bütüncüllük içinde bakamamak" diye tanımlamak yararlı olur.
Türkiye'nin Ortadoğu'da tarafsız, dengeli, tüm aktörlere eşit mesafede duran yapıcı, sağlam ve tutarlı bir dış politika anlayışına geri dönmesi sağlanmadıkça bu soruların sorulması pek bir anlam ifade etmiyor.
Önümüzdeki kısa vadeli dönemde Türkiye'nin Ortadoğu'da atması gereken en önemli adımın İsrail ile ilişkilerin normalleştirilmesi olduğunu vurgulamak gerekir.
Son haftalarda bu konuda olumlu işaretler ve haberler yer aldığı halde bir türlü sonuca ulaşılamıyor ve beklenen açıklama gelmiyor.
Türkiye'de de İsrail'de de iç politika ile ilgili bir çok engel olduğu muhakkak.
Türkiye'deki durumu ayrıca irdelemeye pek gerek yok.
Her gün neyle yatıp neyle kalktığımız belli.
İsrail'de de Türkiye'deki bu durum yakından izleniyor ve şayet normalleşme için bir adım atılacaksa bunun gerçekten kalıcı, güvenilir ve sürdürülebilir olup olmayacağına dair kuşkular tam son anda "bir kez daha düşünelim" denmesine yol açıyor.
Öte yandan, İsrail'in kendi içinde de çok hassas ve kritik dengelere dayalı bir koalisyon hükümetinin iş başında olması atılacak adımın getirebileceği riskleri büyütüyor.
Bu durum bu defa "aman dikkat, iki kez daha düşünelim" sonucunu doğuruyor.
İsrail ile ilişkilerin normalleşmesi Türkiye'nin Ortadoğu politikasının yeniden bir bütüncüllük içinde değerlendirilmeye başlandığının en güçlü işareti olacak.
Ancak bu adım Ortadoğu'daki temel ve yapısal sorunların aşılmasına tek başına yeterli olmayacak.
Bu adım, şayet olumlu bir başlangıç oluşturacak şekilde hayata geçirilebilirse, başka adımlarla da desteklenmeli ve bütüncüllüğü sağlayabilmeli.
Türkiye'nin yeniden dengeli, Ortadoğu ülkelerinin tümüne ilham kaynağı olabilen, ümit veren ve güvenilir, öngörülebilir bir referans oluşturan bölge politikası Mısır'la olan ilişkilerin de normalleştirilmesini gerektiriyor.
Bu dosyada ise henüz İsrail ile olduğu kadar ümit veren bir pırıltı görülmüyor.
Türkiye'nin Ortadoğu'da oluşan yeni dengelerde "tarafsızlık" ilkesine ne kadar sadık olduğu sürekli sorgulanan bir konu.
Suudi Arabistan ve Katar ile yıllardır artan biçimde süren yakınlaşma Ortadoğu'daki Sünni-Şii fay hattında Türkiye'nin nasıl bir konum alacağına ilişkin soruları da yıllardır gündemde tutuyor.
Bu soruların net ve tereddüte yer bırakmayacak biçimde yanıtlanmasına en çok ihtiyaç duyan komşu da İran.
İran ile mezhepler üstü bir mutabakata ulaşılması Türkiye'nin genel olarak Ortadoğu'da izlediği dış politikanın yapısal sorunlarını aşmaya yardımcı olacağı gibi, Suriye ve Irak bağlamındaki ayrıntılarda da önemli ilerlemeler sağlayacak.
Türkiye'nin Ortadoğu'da yeniden barışın en güvenilir ve en güçlü dayanağı olma özelliğine kavuşması bütün bu gelişmelerle sağlanacak.
Bu hafta Türkiye ile AB arasında Suriye'li mülteciler konusunda varılan mutabakatın ilerleme raporunun da açıklanması bekleniyor.
Türkiye'nin AB ile olan ilişkilerinin Suriye'li mülteciler krizi üzerinden normalleştirilmesi ve üyelik müzakereleri sürecinin bu perspektiften bakılarak canlandırılmaya çalışılması sağlam, kalıcı ve sürdürülebilir bir yol haritası oluşturmuyor.
Bu yol haritasını güçlendirmenin, Türkiye ile AB'yi yeniden birbirlerini bütünleyen aktörler haline getirmenin yolu da Türkiye'nin Ortadoğu politikasındaki yapısal dönüşüme bağlı.
İşte Mayıs ümitleri bu açıdan önem taşıyor.
Beklentilerin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinin ve bu konulardaki ilerlemelerin Pazartesi ve Perşembe günleri bu köşede takipçisi olmak üzere, tüm okurlara yeniden merhaba...
Paylaş