Paylaş
Bir canlının doğasına müdahale etmek, yaradılış düzenini değiştirmeye yeltenmek Tanrı’yı oynamak’ demek. Simyacılardan, antik zaman büyücülerinden bu yana bilinen bir kavram. Üstelik teknoloji geliştikçe, Tanrı’nın marifetlerini keşfetme iştahımızın kabardığını, bugün yapay zekânın her fırsatta ‘insan aklını geçecek’ iddiasıyla sunulmasından görebiliyoruz. Doğmadan genetiği geliştirilmeye çalışılan tasarım bebekler, insan biyolojisiyle teknolojiyi buluşturmayı amaçlayan ‘transhümanizm’ gibi konseptler, modern dünyada ‘Tanrı’yı oynama’ fiilinin en tartışmalı hallerini yansıtıyor. Fakat öyle bir zamanda yaşıyoruz ki bazı özel koşullarda gezegeni ve canlıları korumak adına Tanrı’yı oynamak son çare gibi görünüyor. Avustralya’da ve dünyanın farklı bölgelerinde biliminsanları soyu tükenmek üzere olan canlıları kurtarmak için ‘evrime müdahale’ seçeneğine yönelmeye başlamışlar.
Milyonlarca yıllık zengin biyolojik çeşitliliğiyle ‘evrimin oyun bahçesi’ olarak anılan Avustralya tüm dünyada soyu tükenen canlıların sayısındaki korkutucu artıştan ve küresel biyolojik çeşitlilik krizinden en fazla nasibini alan kıta. Vaziyet öyle seviyeye gelmiş ki canlıları korumaya yönelik alışılmış yöntemler işe yaramaz olmuş. Biliminsanlarının bulduğu çareyse hayvanların biyolojik yapısını değiştirmek, yani evrime müdahale etmek.
Victoria Hayvanat Bahçeleri’nde görevli kıdemli ekolojist Dan Harley “Düzeni bozulan bir dünyada yeni çözümler araştırıyoruz. Risk almamız ve daha cesur olmamız gerekiyor” diyor. Klasik yöntemlerin işe yaramaz hale gelmesinin bir sebebi hayvanlar arasındaki genetik çeşitliliğin azalması. Soyu tükenmekte olan canlıları bir araya getirip hayatta tutma çabası da her zaman verimli sonuç vermez olmuş. Çünkü yaşamın sağlıklı biçimde evrilmesi için gen çeşitliliğine ihtiyaç var. Hayvanları bir araya kapatıp çoğaltmaya çalışmak sürekli akraba evliliğine zorlamak gibi bir şey. Türün devamlılığını sağlayacak sağlıklı ve güçlü genlerin seçilmesi zorlaşıyor. Belirli kuş türleriyse bu konuda iyice hassaslar. Kuşların eş seçiminde ne kadar özenli olduğunu ünlü belgesellerden, eşini tavlamak için nice zahmete katlanan erkek kuşların hikâyelerinden hatırlayabilirsiniz. Yani 50 tane kuşu bir araya koymak da hemen eşleşip çoğalabilecekleri anlamına gelmiyor.
Peki, ormanda o kuş türünden yalnızca 50 tane kalmışsa ne yapabilirsiniz? Avustralya’nın kıymetli kuşlarından miğferli balyiyeni (Helmeted honeyeater) kurtarmak için biliminsanları çareyi kıtanın uzak bir bölgesinde yaşayan başka bir balyiyen türüyle genlerini karıştırmakta bulmuş. Uygulanan tekniğe ‘genetik kurtarma’ deniyor. Ancak bir garantisi yok. Ortaya çıkacak yeni türün her iki ortamda da barınamama olasılığı var ve türlerin eşsiz özelliklerini bulandırma riski taşıyor. Türleri karıştırmanın hastalık bulaştırma, yeni istilacı popülasyonlar yaratma veya ekosistemleri öngörülemez biçimde dengesizleştirme riskleri de cabası. Yine de biliminsanları türü toptan yitirmek yerine eldeki imkânları kontrollü biçimde değerlendirmeyi seçebiliyor. Neyse ki balyiyenler açısından çalışmalar olumlu sonuç vermiş ve kardeş türün güçlü evrimsel özelliklerini taşıyan onlarca yeni miğferli balyiyen doğaya salınmış.
Doğa izin vermeyebilir
Başka denemelerde doğanın takdirinin farklı olabileceğini düşündüren ilginç durumlar da yaşanmış. Avustralya’da bir adada, istilacı zehirli kurbağaların bir sansar türünün soyunu tehlikeye sokmasına müdahale ederek, kurbağaya karşı dayanıklı bir sansar türüyle genetik kurtarma yapılmak istenmiş. İlk başlarda sansarlar doğal seçilimle dayanıklı hale gelir gibi görünmüş ancak henüz adapte olamayan bazı sansarlar zehirli kurbağaları yiyip telef olmuş. Üzerine adada büyük bir doğal orman yangını çıkmış. Bir de tayfun gelince yeni tür tamamen yeryüzünden silinmiş. İlahi takdir mi yoksa tesadüf mü bilinmez ancak neticede doğal büstün bilincin duruma müsaade etmediği açık.
Paylaş