Uğur Vardan

Beyler, neyi paylaşamıyorsunuz?

25 Mart 2016
‘Batman v Superman:

Adaletin Şafağı’, zorlama öyküsü ve yama gibi duran felsefi yaklaşımlarıyla türünün en vasat örneklerinden biri olmuş. Filmin tek artısı ‘Wonder Woman’ı bize tekrar hatırlatması...

 

 

Superman’i farklı bir okumayla önümüze atma niyetindeki ‘Man of Steel’e ilişkin eleştiri yazımda da altını çizmiştim. Etliye sütlüye fazla karışmadan işi sadece dünyayı kurtarmak olan ‘Süper kahramanlar’la büyüyen bir nesle mensup bazı yönetmenler, kendi meslek hayatlarında aynı sulara geri dönmek isteyince, “Bari farklı bir dokunuşumuz olsun” diyerek işe Freudyen öğeler, felsefe, hafiften sosyoloji katma yoluna gittiler. Bu konuda başı, malum Christopher Nolan çekti ve ‘Batman’ üzerinden yeni bir yolun tarifine soyundu.
Popüler kültür açısından, alt okumasında bariz şekilde ‘Ari ırk’a övgülere rastladığımız ‘300 Spartalı’ gibi talihsiz bir hamleyle tanınan Zack Snyder, aslında ‘Watchmen’ gibi muhteşem bir filmle Nolan’vari bir yola sapmış ve türünün belki de en iyisine imza atmıştı. Kuşkusuz bu krediyle ‘Man of Steel’ de ona emanet edildi.


Yazının Devamını Oku

Kuyularda ışıksızım...

18 Mart 2016
Sinema yoluyla ‘Balkan coğrafyası’nda gezinmeye devam ediyoruz.

Geçen hafta ‘Annemin Yarası’yla çıktığımız yolculuğun bu haftaki rehberi ‘Mükemmel Bir Gün’ (‘A Perfect Day’). O çok sevdiğimiz ‘Güneşli Pazartesiler’in yönetmeni olarak tanınan Fernando Leon de Aranoa’nın imzasını taşıyan bu yapım, 1995’te söz konusu coğrafyanın en çalkantılı ve acılı günlerini yaşadığı dönemde geçiyor.

Filmin kısaca öyküsü şöyle: Bir grup Batılıdan (Porto Rikolu, Amerikalı, Ukraynalı, Fransız, İspanyol vs.) oluşan gönüllü yardım ekibi, darmadağın olmuş bir coğrafyada yöre insanlarının dertlerine olabildiğince derman olmak için çabalamaktadır. Önlerindeki somut vaka da insanların en temel ihtiyaçlarından biri olan suyun sağlandığı az sayıdaki kuyudan birinde bulunan cesedi çıkarmaktır. Lakin önce fiziki koşullar, sonra da bürokrasi önlerindeki en önemli engeller olarak belirir. 

De Aranoa, filmine bir yandan Balkan coğrafyasının kendine özgü mizahını ve yöre insanının ironik bakışını yedirirken öte yandan da uzaktan uzağa Robert Altman klasiği ‘MASH’e selam yolluyor. Ayrıca müzik de filmin güçlü unsurlarından.

 

Yazının Devamını Oku

Bu sene o sene mi?

13 Mart 2016
EKONOMİK ve kültürel potansiyellerine rağmen ‘Süper Lig’e uzaktan bakan’ iki kent var ülke sathında: Adana ve İzmir...

Bu ikiliden Çukurova yöresinin hasreti bitebilir mi?

 

Şehrin temsilcileri Adanaspor ve Adana Demir’in bu sezonki PTT 1. Lig performansları, böylesi bir beklentinin çıtasını çoktan yükseltti.

 

Malum, lig uzun bir maraton ama turuncu beyazlılar da mavi lacivertliler de geride kalan 25 hafta itibariyle “Geliyoruz” sinyalini en güçlü şekilde yakan ekiplerden.

 

ÖNCE DiREK, SONRA AĞLAR

 

Yazının Devamını Oku

‘Hasret’inle yandı gönlüm...

11 Mart 2016
Ben Hopkins imzalı ‘Hasret’, İstanbul’a dair tutkulu bir bakışın ifadesi.

Kurmaca belgesel türündeki yapım, seyircisini ‘Yedi tepeli şehrin’ görünen ve görünmeyen yanlarına doğru hem neşeli hem de hüzünlü bir yolculuğa çıkarıyor. 

 

Ben Hopkins, enikonu ‘bizden’ sayılır. 2000’lerin başında uğradığı İstanbul’a ilgisini hiç kaybetmedi, sadece şehre değil buralı bir kadına da âşık oldu (nihayetinde onunla evlendi de). Asıl işi sinema olduğu için de hislerini peliküle dökme fırsatı var; ‘Hasret’ (‘Sehnsucht’) bütün bu hissiyatın bir ifadesi sayılabilir. Geçen yıl İstanbul Film Festivali’nde gösterilen ve son olarak ‘SİYAD En İyi Belgesel Film Ödülü’nü alan yapım, bu haftadan itibaren de vizyonda.


Kurmaca bir belgesel olan ‘Hasret’in konusu kısaca şöyle: Almanlar için çalışan bir film ekibi, önceliği İstanbul’un turistik güzellikleri olan bir belgesel çekmek için şehre gelir. Ekibin yönetmeni zaman içinde kentin farklı yüzlerine vurulur ve asıl hedeften uzaklaşarak farklı bir noktaya savrulur.
Filmde ekibin dönüşüm yaşayan yönetmenini bizatihi Ben Hopkins (‘Simon Magus’, ‘Pazar: Bir Ticaret Masalı’) canlandırıyor. Bu tercih bir bakıma Hopkins’in kentin nesine âşık olduğunu, nerelerine vurulduğunu gösterme yolunda işlevsel bir hamlenin de ifadesi olmuş.


Yazının Devamını Oku

Aykut Kocaman dokunuşu

5 Mart 2016
KONYASPOR’la Beşiktaş arasında oynanan Ziraat Türkiye Kupası çeyrek final ikinci maçı, bir teknik direktörün uzun yürüyüşünün ifadesi açısından bence fazlasıyla malzeme içeriyordu.

Ev sahibi ekibin teknik direktörü Aykut Kocaman, kendine özgü stilini ve futbola olan bakış açısını yeşil beyazlı takıma artık iyiden iyiye özümsetmişti.

 

Neydi o bakış açısı?

 

Kendi sınırlarını bilmek, bu sınırlar içinde rakibe açık oynama şansı vermeyen, fizik ve savunma ağırlıklı bir futbol.

 

Fırsatını bulduğunda atılacak gol ya da gollerle de gelecek bir galibiyet.

 

Yazının Devamını Oku

Sevgi emektir

4 Mart 2016
Biz, meseleye bu coğrafyadan dahil olanlar, ‘Selvi Boylum Al Yazmalım’ sayesinde çok iyi biliyoruz ki, “Sevgi emektir...’

Haftanın mönüsünde yer alan ‘Babalar Savaşıyor’ (‘Daddy’s Home’) bu tezi bir komedi filmi formatında önümüze atıyor. İşinde başarılı Brad, iki çocuklu bir dul olan Sarah’la evlenmiştir. Bütün derdi Sarah’nın önceki evliliğinden olan iki çocuğuna kendisini ‘baba’ olarak kabul ettirmektir. Lakin miniklerin bu yöndeki adımları çok yavaş ilerlemektedir. Brad tam belli ölçülerde mesafe kat ettiğini düşündüğü anda, çocukların gerçek babası olan Dusty çıkıp gelir. Brad’ın her konudaki iyimser yaklaşımı ve genel olarak pozitif karakterini fırsat bilen Dusty, evi bir rekabet alanına çevirir ve ‘karizma’sını da kullanarak başta minikler olmak üzere eve gelen tamirciden Dusty’nin işyerindeki patronuna kadar herkesi yanına çeker...

 

 

Will Ferrell Amerika’nın hatırı sayılır komedyenlerinden. ‘Babalar Savaşıyor’ onun üzerinden gelişen bir öyküye sahip. Sürekli vücudunu göstererek fiziksel üstünlüğünü vurgulayan, gençliğini ve dinamizmini ortaya koyarak girdiği yarışta ipi göğüslemeye çabalayan Dusty’de de Mark Wahlberg’le belli ölçülerde iyi bir ikili olmuşlar (ki Wahlberg bu karakteriyle hafiften ‘Boogie Nights’ esintileri sunuyor). Eve gelen tamirci Giff’te Hannibal Buress’in, Dusty’nin patronu Leo’da Thomas Harden Church’ün (ki onu da özellikle ‘Sideways’den bu yana çok seviyoruz), Doktor Francisco’da Bobby Cannavale’nin kayda değer performanslar ortaya koyduğu, Sarah’ı da Linda Cardellini’nin gayet iyi oynadığı ‘Babalar Savaşıyor’, aslında daha iyi bir komedi olabilirmiş. Lakin klişe konusu ve üç-beş esprili anının dışında çok şey sunamıyor. Duygusal sahneleriyle de daha çok ‘Aile komedisi’ formatına yakın olan filmin sanırım en önemli mesajı, şiddeti gündelik hayatın seçeneklerinden çıkarma yolundaki çabası. Ama bu mesajın da öykünün geneli içinde çok naif durduğunu söylemeliyim.
Sonuç itibariyle ‘Horrible Bosses 2’ ve ‘That’s My Boy’ gibi filmlerin yönetmeni olarak tanınan Sean Anders imzalı ‘Babalar Savaşıyor’, özellikle Will Ferrell hayranlarına tavsiye edilecek vasat bir komedi.           

 

BABALAR SAVAŞIYOR

Yazının Devamını Oku

Gönlümüzde yatan aslan ‘Spotlight’...

27 Şubat 2016
Ve Oscar’lar sahiplerini buluyor.

Türkiye saatiyle 03.30’da başlayacak törende, Leonardo DiCaprio ve Brie Larson’ın heykelciğe uzanması bekleniyor. 

 

 

‘En İyi Film’ dalında çekişme ‘Diriliş’le ‘Spotlight’ arasında yaşanacak. Fransa adına yarışacak olan ‘Mustang’ de ‘Yabancı Dilde En İyi Film’in favorileri arasında.

 

Amerikan Sinema Akademisi’nin oy kullanmaya muktedir 5830 üyesi, tercihlerini yaptı ve kararlar bugün açıklanacak. Yani Oscar’lar bu gece Türkiye saatiyle 03.30’da, Kaliforniya’daki Dolby Theatre’da düzenlenecek törenle sahiplerini bulacak. Önce, bir nevi organizasyonun kalbinin attığı dal olarak değerlendirilen ‘En İyi Film’deki adaylar üzerinden kısa bir yoruma girelim. Malum son dönemde yerli sinemada gördüğümüz gişeye yönelik yapımlar ısrarla havadan sudan bahsediyor ve üzerinde yaşadığımız topraklarla, bu coğrafyanın kendine özgü gerçekleriyle hiç ilgilenmiyor. İlginçtir Amerikan sinemasının popüler türdeki örnekleri başta olmak üzere birçok yapım uzak, çok uzak, yakın ve yakın gelecekteki yaşanmış ve yaşanacak onca dertten, problemden, sorundan bahsediyor, kimi günahların, hukuk dışı olayların, skandalların, hak ihlallerinin üzerine gidiyor. Yani hemen hepsinin bir derdi, tasası var. Ayrıca Akademi sinematografik açıdan da daha sofistike, daha incelikli anlayışların ifadelerine hayat hakkı tanıyor, bu türdeki filmleri aday gösteriyor (küçük bir sır: Biz ‘buralı’ sinema yazarları, aramızda konuşurken bu tercihlerden dolayı “Akademi de artık SİYAD’laştı” der olduk).

 

Yazının Devamını Oku

Kadronun hakkını verememiş

26 Şubat 2016
Hesaplaşma’ (‘Misconduct’), sinemanın bir takım oyunu olduğunu gösteren yapımlardan.

Kadroda Al Pacino ve Anthony Hopkins gibi iki dev ismi görmek, kâğıt üzerinde hem heyecan yaratıyor hem de beklenti çıtasını yükseltiyor amma velakin karşımıza gelen film, asıl meselenin reji ve senaryo olduğu gerçeğini hatırlatmaktan başka bir işe yaramıyor. Hoş, Pacino ve Hopkins’in filmin geneli içinde aldıkları süre çok kısa ama yine de bu tür isimleri ‘Ustalara saygı’ kabilinden de olsa karşımıza getiren birçok yapımın, sinematografik açıdan da seyircisini memnun ettiği malum. ‘Hesaplaşma’ ise bütün enerjisini son derece girift ve de gizemli olmak için çabalayan senaryo yönünde kullanmış ama Simon Boyes-Adam Mason ikilisi, metnin üzerinden gelemedikleri gibi ortalığı daha da karıştırmışlar sanki.




‘Garez’ serisinin Amerikan versiyonunun ortak yapımcılarından Shintaro Shimosawa’nın ilk yönetmenlik çabası olan ‘Hesaplaşma’, eski sevgilisinin yeniden hayatına girmesiyle hem aile yaşantısı hem de mesleki kariyeri sallanan genç bir avukatın, Ben Cahill’in yaşadıklarını anlatıyor. Bir ilaç tröstünün sahibinin kirli çamaşırlarını ortaya dökerken kendisini, iki yaşlı kurdun çekişmesi arasında bulan ‘çaylak’ hukukçu attığı yanlış adımlarla içinde bulunduğu girdapta çırpındıkça batıyor...

 

Yazının Devamını Oku