Fransa, 2006 Dünya Kupası’na 0-0’lık İsviçre beraberliğiyle başlayınca tüm oklar Domenech’in üstüne çevrilmişti. Deneyimli teknik adama daha ilk maçın ardından ağır eleştiriler yöneltiliyor, kadro seçiminin yanlışlığı ve sırf akrep burcu olduğu için Pires’i dışarıda bıraktığı hatırlatılıyordu. O akşam Domenech bir muhabire döndü ve şöyle dedi:
“Merak etme, final oynayacağız”...
“Nereden biliyorsun” diye sordu gazeteci... Domenech cevap verdi:
“Sen daha ilk 5 dakikasını izlediğin bir filmin iyi mi-kötü mü olduğunu anlayabiliyorsun değil mi? İşte ben de turnuvaların kaderini ilk maçların ardından okuyabiliyorum. Fransa final oynayacak.”
KÜÇÜK HATALAR DÜZELTiLDi
Galiba Arabistan yenilgisi sonrası soğukkanlı bir biçimde mikrofonların karşısına geçen Messi de aynen Domenech gibi olacakları aşağı yukarı tahmin edebiliyordu. Arabistan maçında son derece spesifik hatalar vardı, bunlar düzeltilecekti. Ve Arjantin yoluna devam edecekti. Öyle de oldu: Orta sahaya Enzo Fernandez takviyesi yapıldı. Ön tarafa hareketsiz Lautaro yerine dinamik Alvarez eklendi. Küçük hatalar düzeltildi. Daha büyük adımlar içinse bir dâhiye, Messi’ye ihtiyaç vardı.
MESSi DE DÜNYA KUPASI HAK EDiYOR
Bence net bir INTJ (İçedönük, sezgisel, yargılayıcı bir deha) olan Messi, turnuvanın geri kalanında sazı eline aldı ve sırasıyla Meksika, Polonya, Avustralya, Hollanda ve Hırvatistan’ın fişini çekti. Merak edenler araştırabilirler, INTJ’ler böyledir: Başkalarından farklı olarak büyük resmi görebilirler. Sahayı kuşbakışı gezebilirler. İçedönük, kuşkucu ve yargılayıcı olabilirler. Ama bu zaten dehalarının bir parçasıdır.
Meksika’86’yı Tanrı’nın eliyle, Amerika’94’ü Baggio’nun gözyaşlarıyla hatırlıyoruz. 2006’ya Zidane’ın kafası, 2014’e Messi’nin hüznü damga vurmuştu. Yıllar sonra Katar’2022’yi hangi fotoğraflarla hatırlayacağımıza dair bir öngörü yapmaya çalıştım bugün. Katar’daki insan hakları tartışmalarına, Almanya’nın ve İran’ın protestolarına, Japon taraftarların tribündeki saygı dersine daha önce değinmiştim, bugünse sportif pencereyi açtım sadece.
1) DOMİNİK LİVAKOVİC’İN SEVİNCİ
IFAB, HIRVAT STRATEJİSİNE KARŞI ÇÖZÜMLER BULMALI
İtiraf edeyim, bu turnuvayı kimin kazanacağıyla ilgili bir fikrim yok. Ama kimin kazanmaması gerektiğini biliyorum. Hırvatistan, büyük turnuvalarda oynadığı son 9 maçın 8’ini uzatmalara götürerek tarih yazdı. Ama kalecileri Livakovic sayesinde yazdıkları bu tarihin futbolu güzelleştirdiğini ya da seyir zevkini artırdığını düşünmüyorum. Hatta IFAB’ın Hırvatlar’ın bu her müsabakayı penaltılara taşıma stratejisinin üzerine kafa yorup, berabere biten maçlarla ilgili yeni formüller üretmeleri gerektiği kanaatindeyim.
BİRİ OYNUYOR BİRİ UZATMA DÜŞÜNÜYOR
Dünya Kupası eleme turlarında da daha önceki turnuvalardaki patern değişmiyor: Bir takım oynuyor, diğeri daha ilk dakikadan itibaren maçı uzatmalara götürme stratejisini benimsiyor. Hele 60’larda skor dengedeyse iki takım da başlıyor vites küçültmeye. Bu durum, büyük turnuvaların kaderini oyunun değil, penaltıların belirlemesi anlamına gelmeye başladı artık. Bu turnuvaya penaltılarla veda eden Japonya, İspanya ve Brezilya’nın elenmelerinin hakkaniyetli olduğunu söyleyebilir misiniz rahatlıkla? Ben söyleyemem.
90 DAKİKANIN SONUNA MLS STİLİ 11’ER ADET PENALTI ATIŞI EKLENEBİLİR
Lineker bundan yaklaşık 30 yıl önce kendisinin de forma giydiği ve Almanlar’a penaltılarla kaybettikleri bir maçtan sonra söylemişti o efsanevi cümleyi. Bence 30 yıl sonra bugün sözlerini şöyle revize etmeli: “Futbol 90 dakika oynanan ve sonunda İngilizler’in penaltılarla kaybettiği bir oyundur”.
Dün İngilizler %57 ile topla oynadılar. Şutlarda 15-8, kornerlerde 5-2 üstündüler. Ama yakın tarihte defalarca şahit olduğumuz bir engele takıldılar yine: Kritik penaltıyı gole çeviremediler. Soğukkanlı olan kazandı yine.
Dünkü maçın en çok konuşulan detayları arasında verilen penaltılar kadar, verilmeyenler de vardı. Özellikle 27’deki Upamecano-Saka pozisyonu konusunda hemen tüm otoriteler hemfikirdi, Shearer’dan Lineker’a kadar sayısız efsane isyan etti karara. Onlara göre Upamecano’nun faulü dışarıda başlıyor ama içeride devam ediyordu. Yani VAR’ın orta hakemi monitöre davet etmesi gerekiyordu. Kolombiyalı monitör hakemi Gallo aynı fikirde değildi İngilizler’le.
CÜNEYT ÇAKIR’A KULAK VERiN
Bu tarz pozisyonları izleyince aklıma Cüneyt Çakır’ın fikri gelir: Her maçta her bir teknik direktöre 1’er itiraz hakkı verilsin. Her bir hoca sadece bir kez olmak koşuluyla dördüncü hakeme monitör inceleme talebini iletsin. O durumda da orta hakem monitöre gelip pozisyonu izlesin. Ben Cüneyt Hoca’nın bu fikrini iki açıdan değerli buluyorum:
1-) Hem futbol daha âdil bir oyun olur.
2-) Hem de teknik direktörlere adeta bir gol atma fırsatı, oyuna direkt tesir etme fırsatı tanınmış olur.
Kim bilir, belki 2026’da Amerika’da teknik adamlara tanınır böyle bir hak...
Turnuvanın son altı maçının dördü uzatmalara gitti. Özellikle Hırvatlar adeta penaltılar için oynuyorlar her maçı! Türkiye’yle karşılaştıkları Euro 2008 çeyrek finalinden beri büyük turnuva eleme turlarında neredeyse her maçı uzatmalara taşımışlar (9’da 8). Japonlar’ın kötü penaltıları sayesinde çeyrek finale çıktılar 4 gün önce. Brezilya önünde de buldukları tek isabetli şutla maçı uzatmalara taşıdılar ve penaltı sihirbazlıklarını bir kez daha kanıtladılar.
HIRVATLAR OTOBÜSE BiNMEDi
Tüm zamanların en iyi penaltıcılarının sanırım Dünya’nın kalanına mesajı şu: Hırvatlar otobüse binmeden maç kazanılmış sayılmaz. Onları 90 dakikada yenemezseniz, sonrasında alt etmeniz biraz zor olur. Hırvatlar’a şu anda yarı final maçının direkt seri penaltılarla başlamasını teklif etseniz sanırım hemen kabul ederler. Neyse ki Dünya’nın geri kalanı sıkıcı ve adaletsiz penaltıları değil, Messi’nin sihrini seyretmek istiyor.
MESSi VE VAN GAAL’iN DEHALARI
Gecenin diğer maçındaysa bir doz Messi’nin, bir doz da Van Gaal’in dehasını izledik. Lusail’de dakikalar 75’i gösterdiği sırada herkes artık Hırvatistan-Arjantin yarı final eşleşmesinin hikayesini konuşmaya başlamıştı. Zira o dakikaya kadar sahada 21 sıradan insan, bir de sıra dışı adam vardı. Ve o sıra dışı adam, bir senaryonun daha başrolünde olmaya hazırlanıyordu. Ta ki Messi’nin tek kişilik öyküsünün son bölümüne Van Gaal müdahalesi gelene kadar...
YERDEN BAŞARAMADI HAVADAN DELDi
71 yaşındaki kurt teknik adam, yerden çözemediği Arjantin savunmasını havadan delmeye karar verdi; dörtlü savunmaya döndü ve öne iki kuleyi, Weghorst’la Luuk De Jong’u ekledi. Beşiktaşlı Weghorst öyküyü sarsmakla kalmadı; tüm kupalar tarihinin en güzel frikik gollerinden birine de imza attı. Yaşı tutanlar İtalya’90’da David Platt’ın Belçika’ya uzatmaların son dakikasında attığı müthiş golü hatırlayacaklardır. Ona selam yollayan bir goldü dünkü de.
2020’lerin futboluyla ilgili en müthiş tespitlerden birini Arsene Wenger’den duymuştum: “Futbol artık eskisi gibi değil. İnsanlar benim gibi güzel oyunla değil, sadece istatistiklerle ilgileniyorlar.
Futbol Ronaldolaştı artık, önemli olan tek şey gol atmak.” Belki eski kafalıyım, belki fazla romantiğim ama ben de Arsene Wenger gibi düşünenlerdenim. Oyunu seviyorum, skoru değil.
Belki de bu yüzden hiçbir maçın kazananının kim olacağı umurumda değil. Gönlüm hep iyi oynayana kayıyor. Malumunuz, futbol profesyonelleri arasında kalan az sayıda romantikten biri Guardiola... Onun hemen yanı başına da gönül rahatlığıyla Luis Enrique’yi yazabilirsiniz. Hatta Luis Enrique son iki turnuvada vitesi öyle artırdı ki, pratikte başarılı olamasa da, teoride Guardiola’dan çok Guardiolalaştı adeta!
iLK 11’DE 7 ORTA SAHA OYUNCUSU
EURO 2020’de 26 oyuncu hakkı olmasına rağmen turnuvaya 24 kişilik kadroyla gitmesi aldığı ilk büyük riskti. Dünya Kupası 2022’de de De Gea, Ramos, Thiago, Moreno gibi deneyimlileri dışarıda bırakması devam filmi gibi. Oyunun liderliğini Gavi-Pedri’ye verdi. Savunma göbeğinde bir ön libero olan Rodri’yi, en uçta bir orta saha oyuncusu olan Asensio’yu kullandı. Hatta dün Fas önünde Guardiolalık vitesini bir tane daha artırdı, ilk 11’de 7 orta saha oyuncusu kullandı. 3 merkez orta saha Gavi, Pedri, Busquets’in yanı sıra stoper Rodri, sağ bek Llorente, sol açık Olmo ve santrfor Asensio’yla tam 7 orta saha orijinli futbolcu çıkardı sahaya.
LUiS ENRiQUE’NiN iFLAS BAYRAĞI
Ancak yazının başında değindiğim gibi teoride kaldı dün bu Guardiolalaşma... Pratikteyse dünkü 90 dakika, toplam sadece 9 şut ve 3 kornerle kupanın belki de en sıkıcı maçı olarak son buldu. İspanya birinci-ikinci bölgede City gibi topu çeviriyor ama üçüncü bölgede olağanüstü kısır. Gol atmadan maç kazanamazsınız. Luis Enrique’nin iflas bayrağı oldu sanırım dünkü yenilgi.
Katar’daki 32 takımdan iki tanesini, Amerika ve Japonya’yı ayrı bir kategoride değerlendiriyorum. Sebebi de şu: Dünya Kupası’na gelen hemen herkes fiziksel olarak birbirine yakın seviyede. Senegal’in Hollanda’dan, Uruguay’ın Kosta Rika’dan ikili mücadelelerde, sprintlerde ya da havada çok farkları yok. Ancak Amerika’yla Japonya farklı. Amerika çok genç ve atletik. Japonlar’ın da adeta farklı bir motor seviyesi var. Her ikili mücadelede ayaktalar, her koşuda hızlılar.
HER 100 KiŞiDEN BiRi ÖN LiBERO!
Üstelik Hırvatlar dün sahaya 29 yıl 330 gün yaş ortalamalı, tarihin en yaşlı takımlarından biriyle çıktılar. Japonlar ilk devrede sahanın her alanında bir kişi fazla gibilerdi, hep çok mücadele ettiler, hep çok koştular. Ancak Perisic’in dehasına karşı koyamadılar 55’te. O dakikadan sonraysa başka bir müsabaka başladı Al Janoub Stadı’nda. “4 milyonluk bir ülkeden bu kadar fazla sayıda kaliteli merkez orta saha oyuncusu çıkıyorsa, sokaktaki her 100 kişiden biri ön libero olmalı” demişti Shearer bir seferinde. Hırvatlar, orta sahadaki yüksek standartlarıyla maçı penaltılara taşıdılar. Ve o aşamada da zaten sonucu duygusallık seviyesi belirledi.
BÜYÜKLER BÜYÜK GiBiLER ARTIK
Saat 20:45 sularında penaltı atışlarında şahit olduğumuz Japon duygusallığı, 22:10’da yerini Koreliler’e bıraktı. Brezilyalılar maça iştahlı başladılar, Vinicius’la da daha yedinci dakikada öne geçtiler. Kalan 83 dakikadaysa sahada artık iki değil, sadece bir takım vardı adeta! Koreliler dün 22:10’da turnuvaya veda ettiler, sadece uçağa valizleri yükleme işi kaldı geriye.
Şu ana kadar 6 maçı tamamlanan eleme turu için sanırım şunu söyleyebiliriz: Sürprize yer yok. Duygusallığa yer yok. Dünya Kupası 3 Aralık’ta adeta yeniden başladı ve büyükler büyük gibiler artık. Bugün de İspanya’yla Portekiz turu geçerlerse, sürprize tamamen kapalı bir ikinci tur bırakmış olacağız geride.
Fransa, Katar 2022’de olduğu gibi 1998’de de ilk iki grup maçını kazandı. Teknik direktörleri Aime Jacquet, aynen burada Deschamps’ın yaptığı gibi neredeyse tümü yedeklerden oluşan bir kadroyla son grup maçına çıktı, aslarını dinlendirdi.
ASLAR DÖNÜNCE İŞLER DEĞİŞTİ
Aslar, ikinci turdaki Paraguay maçıyla sahaya döndüler ve 1-0 kazanarak final yolculuğunu başlattılar. Fransa’98’de de Katar’2022’de olduğu gibi iki final rotası vardı: Bir rotada Fransa, Almanya, İtalya gibi Avrupalı favoriler; diğer rotadaysa Brezilya ile Arjantin... Hemen herkes yarı finallerden birinin Brezilya-Arjantin arasında olacağını düşünüyordu ama çeyrek finalde Hollanda’yı geçemeyen Arjantin’in nefesi ilerilere yetmedi. Ancak kamuoyunun genel beklentisi gerçekleşti, Fransa-Brezilya finali izledik Saint-Denis’te.
MBAPPE'YE DUR DİYEBİLECEK Mİ?
Fransa’98’in bu remake’inin (yeniden yapımının) Zidane’ı da Mbappe olacak gibi görünüyor bu kupada. Başladığı üç maçta da mükemmel oynadı, hepsinde attı-attırdı. Ceza alanının sol köşesi onun için penaltı noktası gibi adeta. Bu tempoyu yitirmezse kupanın altın adamı da olmaya aday elbette. Peki cumartesi gecesi 22’de İngiltere savunması, bu Mbappe’ye dur diyebilecek mi?
FRANSA MAÇININ PROVASIYDI
Dün İngiltere, Al Bayt’ta Senegal önünde bir Fransa provası yaptı desek aslında yanılmış olmayız. Henderson ve Kane’le gelen ilk iki golü kurulu setle değil, geçişle buldular. Southgate, Katar’a gelirken pragmatik anlayışıyla eleştirilse de, üç ayrı turnuvada son 8’e kalarak artık kendini kanıtladı. Belki eğlendirmiyor ama sonuç almayı biliyor. İngiliz medyasının doz aşırı tutucu bulduğu İngiliz orta sahasının dün gollerin kalbinde olması, Southgate’in hanesine bir kredi daha yazdı şüphesiz.
Bu oran, tüm kupalar tarihinde galip bir takımın yakaladığı en düşük yüzde idi. Dün de Khalifa International’da benzer bir tablo izledik: Amerika, ilk devrenin son 15 dakikasında yüzde 78’le topla oynadı ama golü tüm hatlarıyla kapanan Hollanda buldu. Bu turnuvanın hakim duygusu Guardiola değil Simeone oldu bugüne kadar. Katar’2022, topu bırakıp maçı alanların turnuvası olma yolunda.
HOLLANDA TAM BİR VAN GAAL ROBOTU
Amerika, turnuvanın en genç ilk 11’ine sahip. Pulisic ve McKennie’nin 28, Adams’ın 27, Musah ve Reyna’nın 24 yaşında olacağı 2026 Dünya Kupası’nda kendi evlerinde daha olgun bir Amerika takımı izleyeceğimiz kesin. Hollanda ise 2014’te olduğu gibi 2022’de de tam bir Van Gaal robotu. 2014’teki gibi net bir fırsat futbolu oynuyorlar. Beşli savunmayla blok halinde doğru duruyorlar, çiçek gibi açıldıkları hücumlarda bekler Dumfries-Blind’le oyunu genişletip sonuca gidiyorlar. Dün üç golün tümünde sağ bek Dumfries, ikisinde de sol bek Blind’in rol oynaması, hücum stratejilerinin net bir çıktısı. Muhtemelen bugünden sonra Hollanda’ya karşı oynayacak her teknik direktör, beşli savunmanın kanat beklerine özel önlem almak zorunda kalacak.
ARJANTİN TUZAĞA DÜŞER Mİ?
Peki önümüzdeki cuma akşamı pragmatik Hollanda’ya karşı Arjantin de benzer bir tuzağa düşer mi? Arjantin’in Amerika’ya göre bence en önemli iki artısı şu: Birincisi, kaybettikleri toplara çok çabuk baskıya geliyorlar. Geri kazanma süreleri daha kısa. O yüzden de gerek Polonya, gerekse Avustralya’ya net kontratak fırsatları vermeden geçtiler bu aşamaları. İkinci artıları da turnuvaya Arabistan yenilgisiyle başlamaları. Scaloni’nin o maçta rehavetin bedelini ödemesi, sonrasında Fernandez-Alvarez gibi konsantrasyonu yüksek gençlere dönmesi, Messi’nin de en iyi versiyonunu izleyebilmemize yaradı bir anda.