Döviz rezervlerinin yeterliği üzerine uluslararası standartlar çerçevesinde oranlar ve karşılaştırmalar yapılmış.
Geriye doğru Merkez Bankası’nın ne kadar döviz aldığı, ne kadar sattığı verileri bakanlara gösterilmiş. Son üç yılda TL karşılığında yaklaşık 43 milyar dolarlık döviz satıldığı görülüyor.
Sunumda 67 milyar dolarlık zorunlu karşılık dövizi girişi sağlandığı da gösterilmiş.
İçeride nasıl anlatıldı bilemeyiz; ancak sunumun bütününden çıkan sonuç şu; döviz rezervlerimiz azalıyor, emanet dövizle oluşan rezervler büyük bir güvence değil.
Bunu, ‘her yıl enflasyonu tek hanede, misal yüzde 8’de tut’ diye anlayanlar olabilir; ama değil.
Fiyat istikrarı basit tanımı ile enflasyonun gündelik yaşamda hissedilmeyeceği ya da dikkate alınmayacağı bir yere getirip orada tutmak demek.
Yıllık yüzde 2 seviye olarak karşılığı. Altı da üstü de dengesizlik olarak kabul ediliyor.
Yüksek bir seviyeden bu seviyeye gelmek de hemen olmuyor.
Bunlardan çok etkili biçimde hissedilecek olanı ise turizm kısıtlamaları olacak. Rusya’dan operatörler aracılığı ile toplu biçimde doğrudan turist akımı olamayacak. Petrol fiyatlarındaki sert düşüşle girdikleri ekonomik kriz nedeniyle Rusya’dan Türkiye’ye gelen turist sayısı, 800 bin kişi azalmıştı. Hem de turist getiren charter uçaklarına 6-7 bin dolar teşvik vermemize karşın. Putin yönetimi, uçak krizi ile birlikte Türkiye’ye yıllık 3.5 milyona yakın turist getiren charter (tarifesiz) uçuşlarını yasaklayarak ‘kökten’ kısıtlamaya gitti. İşte bu turizmde etkili olacak.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın en güncel verileri olan 2013 yılı verilerine göre; iniş-kalkış noktası Antalya olan 86 bin charter uçuşun 26 bininin diğer yönü Rusya idi. Bu uçuşlarla Antalya’ya 2.9 milyon Rus turist gelmişti. Diğer havalimanlarına inip-kalkan uçuşlarla birlikte toplamda 29.500 charter seferi yapılmış. İşte bunları bıçak gibi keserek, turist gidişini de kesmiş olacaklar.
İşte bu yüzden, Rusya ile kriz bu şekilde kalırsa turizm krizi sektörde ve bağlantılı diğer sektörlerde, özel olarak da Antalya’da yaz aylarında giderek daha fazla hissedilecek. Mayıs’tan Eylül sonuna kadar olan 5 aylık dilimde, tüm yılda aldığımız Rus turistin yüzde 83’ü geliyor.
İş sadece Rusya’dan gelen turist kaybı ile kalacak mı? Orası şüpheli; işin bir de özellikle Paris’teki saldırılarla Avrupa’nın kalbine salınan terör korkusunun getirdiği kayıplar da var. Bu eğilim 2016’da da sürerse turizmin hasar alacağı kayıp bir yıl olacak demektir.
Avrupa’da terör korkusu
Bu sorunun yanıtının aranacağı yer tabii ki reel ekonomi olacaktır. Çeyreklere hareketli olarak bakıldığında ekonomik büyümenin yüzde 2.5-3.5 arası bir yerde olduğu gözleniyor. Ancak son çeyrekte ortaya çıktığı gibi ekonominin her sektörüne yaygın bir büyüme yok. Milli gelirin yüzde 25’ine yakın hasıla yaratan imalat sanayinde büyüme ivmesi yüzde 2.5 civarında. İnşaat sıfır büyüme gösteriyor. Ticaret ise yüzde 1-1.5’luk bir büyüme ivmesinde. Ulaştırma ve iletişim sektörü de yüzde 2’ye yakın bir büyüme ivmesi gösterdi. Ekonominin yüzde kabaca 55’ini oluşturan bu çekirdek sektörlerin büyüme ivmesi yüzde 1.9 civarında.
GSYH büyümesinde yüzde 3’lere çıkmamızı sağlayan ise tarım ve finans kesimindeki yüksek büyüme oranları oldu. Tarımdaki yüksek büyümenin devamlılığı yok, finansta ise yükselen kur ve faizin etkisi büyük. Örneğin, kredi stoku artışı yavaşlarken faizler yükseliyorsa finans kesiminin katma değeri yükseliyor. Bu da finans ve sigorta sektöründeki yüksek hasıla demek oluyor. Böylelikle GSYH içinde yüzde 13 payı olan sektör, yüzde 10 civarı bir büyüme ivmesi gösterdiğinden toplam büyümeye 1 puandan fazla katkı veriyor.
Son çeyrekte yüzde 2.5 büyüme gerçekleşmiş olsa yıl toplamında yüzde 3.2 büyümüş olacağız. Ama her kesimin eşdeğer biçimde hissettiği yaygın bir büyüme olmayacak.
2.Ödemeler Dengesi
Yapacağı iş, fiili olarak yaptığını ‘tabelaya’ yansıtmak idi. Ama yapamadı. Bu defa, ‘oynaklığın azalmasını’ beklediğini söyledi.
Diğer taraftan piyasadaki faizler Merkez Bankası’ndan çok çok önce yükseldi. Örnek mi? Ticari kredi faizleri yüzde 15-16, tüketici kredileri ortalaması ise yüzde 16.50’de. Çok doğal olarak bu faizlere bakan iş kesimi ‘Merkez Bankası faizleri yüzde 7.50, ama krediler burada’ diyerek isyan ediyor. Bu itirazlar da çoğalıyorsa bankanın aynayı kendine tutması gerekiyor; tabelayı böyle tutarak ekonomide kafaları karıştırıp çapa tarıyor muyum diye?
Bugün ‘oynaklık azalsın, koridoru daraltırım’ diyen Merkez Bankası ister istemez akla şu soruyu getiriyor; geçmişte ne yapmıştı?
Merkez Bankası’nın ekonomistlerle olan toplantıda oynaklık ölçümü için sunduğu endeksler ABD’deki hisse senedi ve tahvil opsiyonlarının zımni oynaklığını ölçen endeksler. Sırasıyla VIX ve MOVE endeksleri.
Son çeyrek yüzyılda ‘tüm oynaklıkların anası’ denilebilecek mali piyasa çalkantısı 2008 krizi sırasında yaşandı. O kadar ki; buna en yakın sert çalkantıda bile oynaklık göstergeleri 2008’in yarısı kadardı. VIX, 2008’de 80 değerine ulaşırken, bugünlerde 15 değerinde.
Merkez Bankası 2008’de Lehman Krizi’nin ardından hızlı biçimde faizleri indirirken, faiz koridorunu da daraltmıştı. Her ikisi de doğru adımlardı. Krizden önce 4 puan olan faiz koridorunu, krizle birlikte 2.5 puana kadar düşürmüştü. Ayrıca, krizden öndeki yüzde 20’lik faiz seviyesinde 4 puanlık bir faiz koridoru zaten görece dar bir koridor demek. Bankanın koridoru 7.5 puan kadar genişlettiği dönem, sermaye girişlerinin rekor olduğu ve bunu frenlemek için yaptığı dönemdi. Yani, sermaye akışı daralır ya da çıkarken koridor daraltılmış, içeriye ‘gürül gürül akarken’ de genişletilmiş. Özeti şu; son 10 yılın en dar faiz koridoru, mali piyasa oynaklığının en zirve olduğu dönemde uygulandı. Bunu, yapan da unutmuş!
2009’dan bu yana ilk kez portföy çıkışı
Para politikasında ‘sadeleştirme’ çerçevesinin içine faiz indirimi de giriverdi. Nitekim önceki günkü ‘oynaklıkta gözlenen düşüşün kalıcı olması’ vurgusunun, içerideki döviz kuru oynaklığının azalması olduğu anlaşılıyor.
Oysa analistler 5 aydır Merkez Bankası’nın söylemi doğrultusunda, faiz koridorunun alttan yukarı yarım puan, politika faizinin de yarım puan yukarı çekileceğini bekliyordu. Banka, sadeleştirmede oynaklıkla ilgili bir koşul vurgusu yapmamıştı. Önceki günkü açıklamaya bu ‘paraşütle’ iniverdi.
Banka geçmişte, bugün yüzde 10.75’de olan faiz koridorunun üst bandının mali piyasa oynaklığına karşı bir kalkan oluşturduğunu vurguluyordu. Döviz kurundaki yukarı hareketlerde, faizler üst banda yaklaştırılarak sıkılaşma yaratılarak kur frenlenmeye çalışılıyordu.
Şimdi şu ortaya çıkıyor, içeride döviz kuru sakin seyrederse ki oynaklıktan nihai kastın bu olduğu anlaşılıyor; Merkez Bankası bandın üstünü de aşağı doğru çekme niyeti gösterebilecek. Yani yüzde 7.25-10.75’lik bandın her iki ucu da içe doğru daraltılabilecek. Nihai anlamı ‘sadeleştirmeye’ faiz indirimini de ilave etmek demek.
Çekirdek enflasyondaki artış eğiliminin yüzde 11-12’lerde seyrettiği bir dönemde, enflasyonu, parasal sıkılaştırmayı bir adım öteye götürme gerekliliği bir tarafa, banka tersine parasal gevşemeyi yani faiz indirmeyi gündeme sokuverdi.
Düne kadar mali piyasalara bakarsanız ‘yarım puanlık bir artırım yapılarak’ normalleşmede ilk adım atılacaktı.
Dün ‘dağ fare doğurdu’. Doların faizini koşarak artıran banka, kendi parası için hiçbir adım atamadı.
Sadeleşme, herkesin anladığı şekli ile ‘kulağı tersten göstermeden’ yüzde 7.50’lik politika faizinin, piyasaya sürülen paranın ortalama faizi olan yüzde 8.85’lik efektif faize yaklaştırılması idi.
Temmuz’daki koşullara göre kademeli olması anlaşılabilir bir yoldu. Ancak Temmuz’dan bu yana koşullar daha kötüleşti.
Merkez Bankası ülkedeki makroekonomik gereklilikler sanki ‘dışsalmış’ gibi, ‘kulağı düzden göstermeyi’ FED kararı sonrasına bırakmıştı.
Yarınki toplantısında bunu yapacak.
Ne mi yapacak? Nerdeyse Nisan ayından beri arasındaki makas açılan politika faizi ile efektif fonlama faizini tek çizgiye getirecek.
Sebebi iktisat birinci sınıf okuyan öğrenciler bile biliyor; o malum faiz takıntısı yüzünden.