Uğur Gürses

Bireysel tasarrufa kamu ‘direksiyonu’ olur mu?

8 Mart 2016
94 milyar TL’lik İşsizlik Fonu devlet tarafından enflasyonun altında bir getiri ile yönetilirken, politikacılar özel kesimin sağladığı getiriyi yetersiz buluyor.

Son dönemde, 6 milyon kişinin katılımıyla oluşan Bireysel Emeklilik Sistemi (BES) içinde biriken fonların getirisi ve yöneten kurumlar üzerine tartışmalar gündemde.

 

Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, bu konuda eleştirilerini yükseltiyor. Şimşek’in eleştirisi, BES fonlarının yönetilmesinde yüksek ücret ve düşük getiri eleştirisi ile başlamıştı. En son geçen hafta da, “Birçok kurum devlet katkısını bile buharlaştırıyor bir anlamda.

 

Genel olarak konuşuyorum, kurumların performansı çok iyi değil. Performansı son derece zayıf olan kuruluşlar var” diyordu.


BES’i büyütmek, yurttaşları tasarrufa teşvik etme çabasında, tabii ki bu fonları yöneten kurumların iyi bir performans göstermeleri de önemli.

 

Yazının Devamını Oku

Musluk kısılınca reel kesim tekliyor

1 Mart 2016
ESKİ ABD Merkez Bankası Başkanı Ben Bernanke 3 yıl önce konuştuğunda tahvil alımı yoluyla piyasaya giren para ‘musluğunun kısılacağının’ işaretini vermişti.

İşte ekonomide bugün tanık olduğumuz ‘teklemelerin’, gelişmelerin işareti o günden verilmişti. Bir süredir mali çevrelerde konuşulan şu; yılbaşı sonrasında şirketlerin iflas erteleme başvurularında hızlanan bir artış var. Bununla birleştirilerek işaret edilen bağlantılı bir tedirginlik ise bankaların kredi kalitesindeki bozulma.

 

Bu durum, ödemeler dengesinde finansman girişlerinin daralması ile de ilgili. Para girişi azalıyor, diğer taraftan bankaların da kredi verme olanakları azalıyor; kârları ve dolayısıyla sermaye yeterlilikleri düşüyor. Bu da, yeni kredi verme olanaklarını kısıtlıyor.

 

Bankacılık sisteminde BDDK verilerinden hesaplanan kötü kredilerin toplam kredilere oranı Ocak sonunda yüzde 3.3’de.  

 

Bu oran 2011 Temmuz ayından bu yana en yüksek oran. 2009 krizi sırasında ise yüzde 5.7’ye kadar yükselmişti. Bankacılık çevreleri, kötü kredi oranının fiiliyatta daha yüksek olduğunu ifade ediyorlar.

 

Yazının Devamını Oku

Küresel nüfusun 40 yıllık hatırı

26 Şubat 2016
BİR ülke için 40 yıl, göz açıp kapayıncaya kadar hızlı geçen bir zaman dilimi.

O halde, ‘yapılacak işler’ açısından dünyanın nereye gittiğine bakarak elimizi çabuk tutmamız gerekiyor; geleceği kurmak, kurtarmak için.

Son 100 yıl, insanlık tarihindeki en ivmeli nüfus, gelir ve teknolojik büyümenin yaşandığı bir çağ oldu. Öyle bir küresel demografik dalga var ki; işaret ettiği olgular yol haritası sunuyor.


‘Büyük mahallemiz’ dünya her yıl 83 milyon kişi artıyor. (57 milyon ölüm, 140 milyon doğum) Kabaca her 12-14 yılda bir, tam 1 milyar kişi ekleniyor mavi küremize. 40 yıl sonra 10 milyar kişi olacağız.


1800’lerin başlarında 1 milyar, 1920’lerde 2 milyar, 1960’larda ise 3 milyara ulaşan dünya nüfusu, 2011’de 7 milyara vurdu. 2015 sonunda ise 7.4 milyarız. 2024’e geldiğimizde 8 milyarı, 2038’de 9 milyarı, 2056’da ise 10 milyarı bulacağız.


Yazının Devamını Oku

İlk özel tahvil batığında ne olmuştu?

23 Şubat 2016
SERMAYE piyasalarında gelişmesi istenen yolda ilk kaza olduğunda yapılacak olan nedir?

Sistematik bir hata yapılmışsa, bir açık ya da boşluk varsa bir sonraki potansiyel kazaya önlem olarak kapatılmaya çalışılır.

 

Şubat başında Denizlili Aynes Gıda’nın 2 Şubat günü tahvil faizlerini ödeyemeyeceğini açıkladıktan birkaç gün sonra yapılan SPK kurul toplantısında apar-topar bir karar çıktı.

 

Geçen yılın ilk çeyreğinde benzer biçimde iflas koruma başvurusu yaparak temerrüde düşen GÇS Metal şirketinin tahvil ihracında rol alan bağımsız denetim şirketi ile sorumlu ortağının sermaye piyasasında bağımsız denetim yetkisi iptal ediliyor, şirkete de 280 bin TL ceza kesiliyordu.


Bir yılı aşan uzun bir süre sonunda, Aynes Gıda temerrüdü ile SPK’nın aklına gelmişti harekete geçmek.


Yazının Devamını Oku

Nakit kral olacak

19 Şubat 2016
Banka mevduata aylık faiz ödüyor.

Peki tersi olsaydı, yani banka sizden faiz isteseydi. Bu soru artık fantezi değil. Avrupa ve Japonya’daki negatif faizin yayılması bu sonucu doğurabilir. Bu durumda parayı nakit olarak kasada tutmak en mantıklı yol olabilir.


5 YIL sonrasını düşünelim; bankanız, orada tuttuğunuz mevduatınızdan faiz almaya başlasaydı ne yapardınız? Yanlış okumadınız, mevduattan faiz elde etmekten bahsetmiyorum; bankada tuttuğunuz mevduata sizin faiz ödemenizden...Bu duruma gelinmiş ise artık negatif faiz uygulamasının derinleştiği bir ülkedesiniz demektir. Peki, ne yapardınız? Aynı parasal değeri taşıyan başka bir parasal varlık; bono, tahvil ya da altın mı alırdınız? Olabilir. Ama olasılıkla bu noktaya gelinmişse tahvil faizleri de negatif olmuştur. Başka bir yol daha var; parayı nakit olarak çekerek kasada tutmak. Bu sorular fantezi değil. Avrupa’da daha fazla biçimde sorulmaya, düşünülmeye başlanıyor. Nedeni de; Avrupa ve Japonya’daki para politikalarında negatif faiz uygulamasının ağırlık kazanmaya başlaması ve yayılma olasılığı.

 

NEGATİF FAİZ NEDİR?

 

Yurttaşların bankalarda tuttuğu hesaplar gibi, bankalar da merkez bankalarında mevduat tutarlar. Bankaların merkez bankalarında tuttukları hesaplardan, merkez bankalarınca faiz alınmasıdır. Merkez bankaları böylece bankaları kredi kullandırmaya zorlamaktadır. Nedeni ise ekonomide derinleşen durgunluk ya da deflasyonist (fiyat düşüşlerinin eğilim halini alması) bir tehlikenin belirmesidir. Negatif faizi ilk kez 2009’da İsveç merkez bankası uygulamaya başladı. Şu anda Danimarka, İsviçre, Japonya ve Avrupa Merkez Bankası uyguluyor. Bu ülkelerin toplam milli geliri küresel milli gelirin yüzde 25’i. Yani dünyanın dörtte birinde merkez bankaları negatif faiz uyguluyor. Peki, önümüzdeki 5-6 yılda ekonomik durgunluk küreye yaygınlaşır, enflasyon ortadan kalkar deflasyonist bir sürece girilirse başka ülkelerin merkez bankaları da negatif faiz uygulamasına katılırlarsa ne olur? Soruyu daha ileri götürelim; mevcut negatif faiz uygulayan merkez bankaları faizleri daha da ‘eksiye’ götürürlerse ne olur?

 

Yazının Devamını Oku

Emekleyen piyasadaki küçük ‘sinek’

18 Şubat 2016
ŞİRKETLERİN hisse senedi veya tahvillerini alarak sermaye piyasası ‘otobanına’ giren yatırımcılar, ‘yolun’ düzenleyici otorite (SPK) tarafından belirlenen izin ve kurallarla işletildiğini bilerek giriyor.

Bu ‘yolda’ ciddiye alınmayan küçük bir ‘taş’ bile kazaya neden olabiliyor.

Konu çok teknik gibi görünse de, fon arz edenlerin yeni gelişen özel tahvil piyasasına bakışını olumsuz etkileyecek cinsten.


Malum, çarşamba yazmıştım; iflas ertelemeye giden bir şirketin tahvilleri borsa kotundan çıkarılmasıyla piyasada oluşan bir fiyat olmadığı için, SPK’nın belirlediği kurala göre çeşitli fonlar içindeki bu tahvilin değeri de sıfırlanacaktı.

Sermaye piyasası otoritesi SPK da, önceden yaptığı düzenleme ile yatırım fonları ve emeklilik fonlarının içinde yüzde 1’de az oranda bulunan ancak fiyatı olmayan tahvillerin zarar olarak bir kalemde yazılmasını, eğer yüzde 1-5 arasında ise 30 güne yayarak zarar yazılması gerektiğini söylüyor. Bu durum, hiçbir şeyden haberi olmayan fon yatırımcısının zarar görmesi demekti; durumu bilenler ya da tesadüfen birinci günden itibaren çıkmaya başlayanlar daha az, sona kalanlar ise daha yüksek zarar göreceklerdi.

Bu duruma çarşamba günü değinmiştim.

Yazının Devamını Oku

İstanbul finansal seyir merkezi

16 Şubat 2016
İSTANBUL’u finans merkezi yapma iddiası, bir inşaat projesi olarak ciddiye alındığı için o kısmı başarılı oldu.

Gerisi emekleme halinde.


Bugün itibariyle; Türkiye’de ihraç edilen özel sektör tahvillerinin hacmi 45 milyar TL. Bunun 25 milyarını bankalar, 11.7 milyarını leasing ve faktöring şirketleri, 8 milyarını ise diğer şirketler ihraç etti.


100 milyon TL’lik tahvil ihracı olan Denizlili bir firma (Aynes Gıda), içinde bulunduğu mali koşullar nedeniyle 26 Ocak’ta iflas erteleme talebiyle mahkemeye başvuruyor ve tedbir kararı alınıyor. Şirketten asıl bankalar alacaklı. Bir de nitelikli yatırımcılara yapılan ihraçtan tahvil borcu var.


İflas erteleme, mali durumu bozulan anonim ve limited şirket olarak kurulan sermaye şirketleri ile kooperatiflerin, iflas masasına oturmadan önceki bir durak; ‘borca batık’ şirketler için, alacaklıların hücumuna karşı bir yasal ‘koruma kalkanı’ temelde. Amaç, şirket faaliyetlerine devam edebilsin, borçlarını ödesin ve düze çıkabilsin.


Yazının Devamını Oku

Kim 500’lük Euro banknot ister?

12 Şubat 2016
Soruyu şöyle soralım; kim özellikle 500’lük Euro taşır?

Bunun yanıtı belli; yüksek kupürlü banknotları uyuşturucu tacirleri, kara para aklayanlar ile terör örgütleri tutma heveslisi. Bir de yolsuz ve rüşvetçi siyasetçiler ile bürokratlar, kayıt dışı çalışıp vergi kaçıranlar.

 

Şimdi Avrupa’da, suçlarla ve terörle mücadelede parasal akışı kaynağında kesmek için, en başta yüksek taşınabilirliği ve değer aktarımı sağlayan 500’lük banknotların dolaşımdan çekilmesi konusunda çabalar ön plana çıkıyor.

 

Yüksek kupürlü banknot tutmak, görece daha yüksek bir parasal varlığı, yükte hafif yani taşınabilir bir varlık olarak tutmak demek. Basit bir karşılaştırmada; TL’deki en yüksek banknot kupürü 200’lük TL banknot yaklaşık 70 dolara karşılık gelirken, dolardaki en yüksek kupür olan 100 dolarla yaklaşık 300 TL’lik bir değeri, euroda 500’lik banknotla ise 1650 TL’lik bir değeri elimizde tutuyor oluyoruz.

 

Avrupa Polis Teşkilatı Europol’ün basit hesap örneğiyle; 2 bin adet 500’lük euro banknot, tam 1 milyon euro ediyor. Ağırlığı ise 2.2 kilo. Bu tutar, 3 litre gibi ve bir laptop çantası kadar yer kaplıyor. Oysa aynı tutarda parayı 50’şer euroluk banknotlarla tutmak ya da taşımak isteseydik; 22 kilo ağırlığında kocaman bir bavulumuz olacaktı.

 

Yazının Devamını Oku