Paylaş
O halde, ‘yapılacak işler’ açısından dünyanın nereye gittiğine bakarak elimizi çabuk tutmamız gerekiyor; geleceği kurmak, kurtarmak için.
Son 100 yıl, insanlık tarihindeki en ivmeli nüfus, gelir ve teknolojik büyümenin yaşandığı bir çağ oldu. Öyle bir küresel demografik dalga var ki; işaret ettiği olgular yol haritası sunuyor.
‘Büyük mahallemiz’ dünya her yıl 83 milyon kişi artıyor. (57 milyon ölüm, 140 milyon doğum) Kabaca her 12-14 yılda bir, tam 1 milyar kişi ekleniyor mavi küremize. 40 yıl sonra 10 milyar kişi olacağız.
1800’lerin başlarında 1 milyar, 1920’lerde 2 milyar, 1960’larda ise 3 milyara ulaşan dünya nüfusu, 2011’de 7 milyara vurdu. 2015 sonunda ise 7.4 milyarız. 2024’e geldiğimizde 8 milyarı, 2038’de 9 milyarı, 2056’da ise 10 milyarı bulacağız.
Ülke ölçeğinde bakılırsa 2050’lere geldiğimizde, en yüksek nüfusa sahip iki ülke Çin ve Hindistan, küresel üretimin yüzde 45’ini yapıyor olacak. 2050’de Nijerya 400 milyona çıkıp üçüncü ülke olurken, Afrika ise 2 milyarı geçmiş olacak.
Tüm bunların bir anlamı var; küresel ekonominin büyüme merkezleri bu ülkelere kayacak demek. Genç nüfuslu ülkeler hane halkı tüketiminin güçlü olduğu ülkeler. Bu güçlü tüketim potansiyeli de, bu talebe ileride mal ve hizmet üretecek bugünkü yatırımın cazibesini artırıyor.
Özellikle gelişen ülkelerdeki nüfus patikası; eğitim, sağlık, iş yaratma gibi ihtiyaçları ön plana çekiyor. Yapılan bir tahmine göre, 2010-2030 arası dönemde dünyada her yıl 734 milyon yeni iş yaratılması gerektiği hesaplanıyor.
Bu demografik süreç, büyük altyapı ve kent yapılarını zorunlu kılarken; doğal kaynakların tüketimi devasa boyuta çıkıp, çevreye de büyük bir kirlilik yaratacak.
Küresel nüfus artış hızı bugünkü yüzde 1.08’den, 2050’ye yaklaştığımızda bunun yarısına gerileyecek. Teşviklerin işe yaramayacağı açık. Çünkü gelişen ülkelerde çocukların hayatta kalma oranlarının yükselmesi doğurganlığın azalması konusunda en önemli lokomotif. Eğitim ve gelirle birlikte kadınların doğurganlık oranı geriliyor. Ayrıca, az çocuk sayısı mevcut çocukların eğitimine ve refahına güç veriyor.
Küresel demografinin bugünden görünen önümüzdeki 40 yıllık potansiyel dönüşümü, bize açık bir yön gösteriyor; yaşlanan gelişmiş ülkeler ve genç gelişen ülkelerin, bugünden bu dönüşümü ayrı ayrı olsa da etkileşim içinde iyi yönetmesi gerekiyor.
Küresel yetişkin nüfusun kabaca yüzde 5’ine yakını, yani 244 milyon kişi doğduğu ülkeden farklı başka bir ülkede çalışıyor. Ülkelerine yolladıkları para da yıllık 441 milyar dolar. 2010 sonrasında, tanık olduğumuz Arap Baharı ya da sığınmacı akımlarının alt teması buydu; daha iyi bir yaşam kurabilmek.
Yaşlanan gelişmiş ülkeler, bir taraftan gelişen ülke bireyleri ile daha kapsayıcı bir yakınlaşma geliştirirken, diğer taraftan da gelir ve servet dağılımı ile ilgili adaletsizlikler konusunda gelişen ülke yönetimlerini iyileştirici adımlar açısından teşvik etmeleri gerekiyor. Zira ileride gerileyecek olan nüfus yapısıyla, ekonomileri kayda değer ölçüde dışarıdan işgücüne ihtiyaç duyacaklar. Hem de ‘mahallenin huzuru’ için şart.
Bizim gibi görece genç ama 2025’den itibaren yaşlanma ‘yarı sahasına’ girecek olan ülkelerin ise demografik fırsat penceresinden yararlanması için çoktan adım atması gerekiyordu. İşte hep reform-reform diye seslendirilen ‘yapısal politika inşası’ talebinin temelinde bu görünen gelecek var.
Not: Bu yazıdaki veri ve olgular için, David E. Bloom’un IMF’nin F&D dergisine yazdığı ‘Demografik Kabarma’ adlı makalesinden yararlandım.
Paylaş