Uğur Ergan

Yaşam sanatı

7 Kasım 2016
Geçen hafta bu köşede Japonya’da olduğumu duyurmuştum. Türk kültürünün dünyada tanıtılması için faaliyetlerde bulunan Yunus Emre Enstitüsü’nün Kurumsal İletişim Müdürü Selçuk Turan ve Basın Sorumlusu Taha Konak, Japonya’nın Shizuoka kentindeki Uluslararası Çay Festivali’ne Türkiye’nin de katılacağını belirterek davette bulundular. İşim gereği dünyanın birçok ülkesini gezdim. Ancak Japonya’yı görmemiştim. Bu nedenle daveti kabul ettim.

Festivalde Yunus Emre Enstitüsü’nün Tokyo Şubesi Müdürü Hüseyin Tuna’nın misafiri olduk. Enstitü, Türkiye’de çay kültürünü tanıtmak için festival alanında bir reyon hazırlamıştı. Çayla birlikte simidin de ikram edildiği Türkiye standı biranda Japonların gözdesi oldu. Japonlar bir yandan çaylarını yudumlayıp, simitlerini yerlerken, diğer yandan Türkiye’de çay denilince akla gelen Rize ve yöresini, Türkiye’nin diğer tarihi ve kültürel zenginliklerini tanıma fırsatı buldular. Tokyo’da eski televizyon kulesinin yanında bulunan Yunus Emre Enstitüsü şubesinde de Türkçe öğrenen Japonlarla tanıştık, birlikte burada açılmış hat sergisini gezdik. Türkiye hayranı ve çok iyi derecede Türkçe konuşan Tokyo Üniversetisi profesörlerinden Tadashi Suzuki ile tanışmanın mutluluğunu yaşadık.

MODERN VE GELENEKSEL YAŞAM

Japonya’yı görmem benim açımdan da çok iyi oldu. Çünkü modern ile geleneksel yaşamın birlikte yürütülmesinin de bir “yaşam sanatı” olduğunu yerinde gördüm. Japonların yüzlerce yıllık imparatorluk tarihini ortaya koyan, sarayları, tapınakları, değişik yapıtları, eserleri nasıl özenle ve gönüllülük anlayışla koruduklarına bizzat şahit oldum. Ancak bir yandan da Türkiye’nin tarihine, sanatına, sanatçılarına hoyratça davrandığını düşünüp, kahroldum.

KARŞILIKLI SAYGI VE KURAL

Japonya’yı görülmesi gereken bir ülke olarak değerlendiriyorum. Çok yoğun nüfusa rağmen Japonya’nın temizliğine hayran kaldım. Yaklaşık 14 milyon kişinin yaşadığı Tokyo’da müthiş kalabalığa rağmen hayatın bir uyum içinde akışı etkileyiciydi. Bir metro istasyonunda bir kenara çekilip, insanların birbirlerini ezmeden, karşılıklı saygı göstererek, bir kural içerisinde metroya biniş ve inişlerini izleyerek bile bu ülkedeki “yaşam sanatını” anlayabilirsiniz. Kimi yerlerde yerin beş kat altına kadar inen, teknolojinin sağladığı her türlü imkanlarla donatılmış toplu ulaşımı sağlamak bana göre köstebekleri bile kıskandıracak boyutta bir yaşam anlayışı. Suşi restoranlarında siparişinizi önünüzdeki dokunmatik monitörden verip, bir süre sonra seçtiğiniz suşinin raylı sistem üzerindeki tepsi ile önünüze kadar el değmeden getirilmesi de, sanırım Japonya’da artık normal hayatın akışı içinde yıllar öncesinde yer edinmiş çağdaş yasam sanatından sadece küçük bir kesit olarak görülebilir.

Yazının Devamını Oku

Japonya molası

30 Ekim 2016
Yunus Emre Enstitüsü’nün davetlisi olarak bir süredir Japonya’dayım.

Bu nedenle sizlerle önümüzdeki hafta buluşacağız. Dönüşte, gelenekle çağdaşlığın mükemmel şekilde işlediği bu ülkeden ilginç gözlemlerimi de sizlerle paylaşacağım...

Yazının Devamını Oku

Sanat ve para

23 Ekim 2016
Sanatın artık günümüz dünyasında bir yatırım aracı olduğu kesin.

Batıda çıkan sanatla ilgili yayın ve yazıları incelediğinizde, sermaye sahibi kişi ve kuruluşların sanat eserlerine yönelik güçlü yatırımlar yaptığını görebiliyorsunuz. Büyük sermayelerin dışında, kişisel bazda sanata ilgi duyanlar arasında koleksiyonerlerin sayısının da her geçen gün arttığını söylemek mümkün. Elbette sanata yatırım yapmak için her şeyden önce ilgi duymak ve belli bir birikime sahip olmak gerekiyor. Bu birikime sahip insanlar ve kurumların büyük bir kesimi, özel sanat danışmanlarıyla çalışmaktan da gocunmuyor.
Sanatın ve sanatçının gerek yaşanılan yerde, gerekse üretildiği toprakların dışında etkin olabilmesi için “özgürlük” kadar “kolaylıkla yer değiştirebilme imkanı” da olması gerekiyor. Avrupa Birliği’nin (AB) önemli ilkelerinden olan “insanların ve malların serbest dolaşımı” birlik dahilinde sanat ürünleri için de geçerli. Bu nedenle Türkiye’nin AB’den kopmayıp, inatla bu birlik yolunda yürümesi, özellikle genç ve çağdaş Türk ressamları için önemli. Türkiye’nin AB üyeliği ülkemize siyasi ve güvenlik konusunda sağlayacağı katkılar kadar, yaşamın normal akışını dolayısıyla hayatın bir parçası olan sanat ve sanatçıyı da olumlu yönde etkileyecektir.
Türkiye’de şu anki yönetim anlayışının AB istikametinden uzaklaştığını ve bunun doğru bir tutum olmadığını düşünüyorum. AB yolunda ilerlenilmesi için sanatçılara da büyük görevler düşüyor. AB yolu her şeyden önce sanatçı için tartışılmaz bir ilke olan “fikir ve düşünce özgürlüğü” için çok önemli. Ayrıca sanatçının ürettiklerinin AB ülkeleri içinde gümrük sorunu yaşamadan sorunsuz bir şekilde dolaşacağını, Avrupalı sanatseverlerle buluşacağını da unutmamak gerekir. Bu öylesine önemli ki, geçenlerde bir gazetede referandum sonucu AB’den çıkma kararı alan İngiltere’de sanatçıların ve galeri sahiplerinin ciddi endişeler duymaya başladığını okudum. Haber şöyleydi:
“Britanya’nın AB’den çıkması durumunda İngiliz sanatçıların ve galeri sahiplerinin ülke değiştirme özgürlüklerinin etkilenmesi korku yaratıyor. İngiliz sanat danışmanı Hugo Nathan ‘Sanat sektörünü ileri götürenler koleksiyonerlerdir. İngiltere’nin AB’den ayrılmasıyla yaşanacak olan paranın değerindeki değişimler koleksiyonerleri, dolayısıyla sanat dünyasını etkileyecektir’ dedi. Sanat hukukçusu Pierre Valentin de, İngiltere’den AB’ye sanat eserlerinin taşınmasının ithalat vergisinin artmasını tetikleyebileceğini, bu durumun da diğer AB ülkelerinin İngiltere’den sanat eseri alma konusunda caydırıcı olabileceğini açıkladı.”
Görüyor musunuz, şu ufacık paragraf bile, Batının sanata nasıl baktığını ve yatırım aracı olduğunu ortaya koyuyor. Bu nedenle Türkiye’de yıllardan beri süre gelen “Sanat sanat içindir, para için yapılmamalı” anlayışını artık bir kenara bırakmak gerekiyor. Sanatın ekonomik boyutu olmak zorundadır. Aksi durum sanatçının yaşamını sürdürmesinin önünde engeldir. Örneğin, ressam tuval alacak, boya alacak, fırça alacak, emek verecek bunun karşılığında hiçbir şey talep etmeyecek. Böyle bir şey mümkün mü?
Türkiye’de sanatın ekonomik boyutunu, diğer birçok sektörde olduğu gibi belirleyen kent İstanbul. Önümüzdeki Kasım ayında İstanbul’da yapılacak olan iki sanat etkinliği Ankaralı ressamlar ve galericiler için de önem taşıyor. İlki bu yıl 11’inci kez düzenlenecek olan Contemporary Istanbul. Diğeri de TÜYAP Kitap Fuarı kapsamındaki Sanat Fuarı. Geçmiş yıllarda iki etkinlik anlamsız bir rekabet anlayışıyla aynı tarihlere denk getirildi. Bu yıl bu anlamsızlığa son verilmesi doğru bir karar. Contemporary Istanbul 3 Kasım’da, TÜYAP ise 12 Kasım’da başlayacak. Her iki etkinlikte çok sayıda Ankaralı sanatçı ve galerinin yer alması, başkentin sanat dünyasına ekonomik olarak biraz olsun rahat nefes aldıracaktır diye düşünüyorum.

KENTTE NE VAR?

Yazının Devamını Oku

Umarım işler iyiye gider

16 Ekim 2016
Yaz bitti, sonbaharı da yarıladık. Yaklaşık 4.5 ay aradan sonra yeniden başkentte resim dünyasına merhaba diyoruz. Ancak bu yaz yaşadıklarımızı dikkate alırsak, geçmiş yıllarla karşılaştırma yaparsak, bu kez merhabamız oldukça buruk.

Nedeni malum; 15 Temmuz darbe girişimi ve sonrasında yaşadıklarımız. Ben darbe girişimine Yunanistan’da tatil yaparken yakalandım. Tatilimi yarıda keserek, hemen Türkiye’ye geri döndüm. O zamandan bu yana, arada çıktığım dört günlük tatil dışında işten kopamadım.

SORUNLAR YUMAĞI

Nasıl kapacaksınız ki? Bana göre Türkiye gerçekten çok kritik bir süreçten geçiyor. Birçok bilinmeyeni çözmeye çalışıyoruz. Ancak sorunlar yumağı Türkiye’nin peşini bırakmıyor ve adeta bir çığ gibi büyüyor. Hala, eğer 15 Temmuz başarılı olsaydı bunun siyasi ayağında kimler olacaktı, bilmiyoruz. Bilinmeyenler zinciri o kadar uzun ki, her geçen günde bu zincire yeni bir halka ekleniyor. 15 Temmuz sonrası FETÖ’yü devletin tüm kurumlarından temizlemek için başlatılan operasyonlar daha ne kadar sürecek? FETÖ’nün devlet içinde bu kadar yuvalanmasından kimler sorumlu? Türkiye bir yandan FETÖ ile uğraşırken, diğer yandan PKK terörüyle de çevreleniyor. Suriye’da ister istemez bir cephenin içerisinde kendimizi bulduk. Acaba Irak’ta da Musul operasyonu başımıza başka belalar açacak mı?...
Sorular çok. Bu sorular çoğaldıkça, ister istemez ekonomik belirsizlik de artıyor. Kim ne derse desin, piyasalar kötü. Yazıya başlamadan önce resim dünyasında biraz tur attım. Kimse memnun değil. Herkes “ne olacak bu memleketin hali?” klişesi etrafında dönüp dolaşıyor.

ÖNCE SANATTAN KISILIYOR

Yazının Devamını Oku

Sezon biterken ustadan tavsiye

5 Haziran 2016
Bir sezonu daha bitiriyoruz. Haziranla birlikte artık yaz tatili dönemi başlamış oluyor. Okullar da tatil olduktan sonra büyük kentler boşalmaya, tatil beldeleri dolmaya başlar.

Bu yıl zaten turizm sektörünün gözü yerli müşterilerde. Özellikle dış politikada birbiri ardına yapılan hataların turizm sektörünü olumsuz etkilediğini hepimiz biliyoruz. Aslında ülke genelinde ekonomide ciddi bir durgunluk var. Bu durum elbette sanat piyasasını da olumsuz etkiliyor.

Birçok galericiden bu yıl işlerin pek iyi gitmediğini bizzat duydum. Burada isim vermeyeceğim ama ne yazık ki bazı galeriler kapandı. Ben de bir gözlemimi burada kayda geçirmek isterim. Piyasa bu kadar durgunken özellikle bazı genç ressamların eserlerine koydukları fiyatları ben şahsen anlamakta zorlanıyorum. Ankara gibi memur kenti bir yerde uçuk rakamlarla kim resim alabilir? Ressam dostlarla sohbet ederken, ünlü ressamlarımızdan Yalçın Gökçebağ da bu konuya değindi. Genç ressamlarla sohbet ettiğinde kendisinin de resim fiyatlarıyla ilgili bazı önerilerde bulunduğunu, tavsiyelerinin kesinlikle yanlış anlaşılmaması gerektiğini belirtti. Fiyat politikası konusunda Gökçebağ ile kendi bilgi dağarcığımı da zenginleştirmek için bayağı sohbet ettik. Gökçebağ’ın, benim sorularım üzerine verdiği yanıtları özetle şöyle toparladım:

“Genç meslektaşlar fiyat politikasında çok dikkatli olmalılar. Ressam için yaptığı resimler elbette çok değerlidir. Ama bir ressam için resim satmak da önemlidir. Yaptığınız resimleri birileri satın alıp, evine asabilmeli. Bunun en önemli sırrı öncelikle iyi iş çıkarmak, sonra da toplumun büyük bir kesiminin satın alabileceği veya fiyatı görünce ‘Bu kadar da olmaz ki kardeşim’ dedirtmeyecek bir bedel koymak. Resim satmak, her şeyden önce sanatçıyı motive eder, olumlu yolda olduğunu gösterir. Bir şekilde test niteliğindedir. Ama sağolsun bazı genç arkadaşlar var, eserlerine koydukları fiyatla bir memurun toplam yıllık maaşını istiyor. Kardeşim bu para nasıl ödenecek? Bu insan ne yiyip, ne içecek? Çoluğunun, çocuğunun okul masrafını nasıl karşılayacak? Dengeyi bulmak ve tutturmak lazım. Bunları söyleyince bazıları hemen sitem edip, ‘E ama Avrupa’da, ABD’de öyle değil. Alsınlar efendim’ diyorlar. Ancak bu işler, ‘Alsınlar’ demekle olmuyor. Sanki yaşadıkları ülke Avrupa’nın, ABD’nin bir parçası. Türkiye’de resim daha çok yeni, en fazla 150 yıllık geçmişi var. Batı’nın ise 500 yılı aşan bir temeli var. Rönesans öncesi var. Nasıl resimde denge önemliyse, Türkiye’de ortalama gelir sahibi insanların sahip olabileceği bir şekilde fiyat dengesini de bulmak önemli.”
Gökçebağ’ın bu sözlerine katılmamak mümkün değil. Evet, yazının başında dediğimiz gibi, bir sezonu daha kapatıyoruz. Umarım yeni sezonda özellikle genç ressamlar fiyat politikalarında daha dengeli olurlar. Eğer bir aksilik olmaz ise sonbahar ortalarında yeniden görüşmek üzere hoşçakalın.
Şimdiden iyi tatiller.

KENTTE NE VAR?

Merkez Bankası Koleksiyonu’ndan başyapıtlar-31 Temmuz’a kadar (CerModern/Sıhhiye), Peker ödülleri sergisi-22 Haziran’a kadar (Peker Sanat/Yıldız), Canan Özgür-8 Haziran’a kadar (Sepa Sanat/Ümitköy), Hayati Misman-Abdurrahman Kaplan-14 Haziran’a kadar (Emin Antik/Kale), Erkan Geniş-10 Haziran’a kadar (Dünyagöz Sanat Galerisi/Kavaklıdere), Hülya Kandemir-11 Haziran’a kadar (Nurol Sanat/Çankaya), Artı+Yorum karma sergi-23 Haziran’a kadar (Platform A/Taurus AVM), Karma sergi-18 Haziran’a kadar (Galeri Akdeniz/Yıldızevler), İbrahim Ünay-10 Haziran’a kadar (Ziraat Kuğulu).

Yazının Devamını Oku

Nihat Sırdar ve Sivrisinek

29 Mayıs 2016
Bu hafta köşenin ilk bölümünü, alıştığınız şekilde ressam tanıtımına değil, sevgili dostum Nihat Sırdar ve onun ayrılmaz partneri Sivrisinek’e bırakıyoruz.

Nihat Sırdar Türkiye’de radyoculuğun önde gelen duayenlerinden, tüm baskılara rağmen Türkiye’de özgür medyanın sesini yükseltebilen nadir isimlerden birisi.
Sırdar’ın geçen yıl Aralık ayında Ankara’da “Bütün Kazlar Toplandık” isimli sahne oyununa yaptığı davete, yurtdışında olduğum için gidememiştim. Geçen hafta CEPA Kültür Merkezi’ndeki şovunu ise kaçırmadım. Ailece Nihat ve gerektiğinde “acımadan sokan” Sivrisinek’i izlemeye gittik. Özellikle oğlum Sivrisinek’i çok merak ediyordu, sonunda görmeyi başardı.
Nihat Sırdar, bir siyasi hiciv ustası. Sırdar, Ankara programına elinde içi “dinozor oyuncak” ve “dolarcık”larla dolu bir ayakkabı kutusu, üzerinde ise “ekose ceketle” çıkınca, salonu hınca hınç doldurmuş izleyici mesajı aldı, coştukça coştu. Programını, “Zaten bunu Türk’ten başka kimse yapmaz” diyeceğiniz komik ama bir o kadar da acınacak durumumuzu ortaya koyan görsel unsurlarla süsleyen Sırdar’ın, gösterinin akışı sırasında eski siyasetçileri hatırlatıp, “Onları da eleştirirdik ama yarın bir gün başımıza ne gelecek diye endişemiz olmazdı. Şimdi düşünüyorum da, ister istemez haksızlık yapmışız o insanlara” demesi, bugün biz medya mensuplarının karşı karşıya olduğumuz tehdit ve zorlukların tercümesi niteliğindeydi.
Sivrisinek’in esprileri ve hayvanların insanlarla karşılaştırıldığında masumiyetlerini ortaya koyan slaytlar gösteriye farklı bir hava kattı. Nihat’ın vazgeçemediği Sivrisinek’le radyodan alışık olduğunuz muhabbeti de gösterinin arlarına serpiştirilmişti.
Sırdar, Türkiye’nin içinde bulunduğu sıkıntılı durumu ortaya koyarken, hiç ara vermeden sürdürdüğü iki saati bulan gösterinin sonuna doğru tüm olumsuzluklara rağmen umudun yitirilmemesi gerektiğini Kıbrıs’tan verdiği bir “İncir ağacı” örneği ile anlattı. Bunun ne olduğunu merak ediyorsunuz, Nihat Sırdar ve Sivrisinek’in bir sonraki Ankara gösterisini kaçırmayın o zaman. Umudun yitirilmemesi gerektiği mesajı verilirken, Gezi eylemlerinde kaybettiğimiz gençlerin sahne duvarına yansıması, alkış sesini gözyaşlarıyla buluşturdu. Teşekkürler Nihat Sırdar ve Sivrisinek.

LOZAN HEYKELİ

Çankaya Belediye Başkanı Alper Taşdelen ile birlikte bu köşeye daha önce konuk olmuş Türkiye’nin önde gelen heykeltıraşlarından Metin Yurdanur’ın atölyesini ziyaret ettik. Ziyaretin amacı Çankaya-Yıldız’daki Lozan Parkı’na dikilecek heykelle ilgiliydi. Hürriyet Ankara Temsilcisi Deniz Zeyrek, Çankaya Belediye Başkan Yardımcısı Nafiz Kaya, Siyasi Danışman Ali Haydar Fırat ve Basın Müşaviri Mahmut Aydın’ın da eşlik ettiği bu ziyarette Metin Hoca, bize Lozan Parkı’na yerleştirilecek heykelin proje aşamasındaki maketini gösterdi. Heykelin ön planında Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü görülüyor. Heykelde, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun temeli olan Lozan Anlaşması’ndan önemli ifadelerin yansıtıldığı bir bölüm de bulunuyor. Sanırım heykel, önümüzdeki sene Lozan Anlaşması’nın 94. yılını kutlayacağımız 24 Temmuz 2017 tarihinden önce parka yerleştirilmiş olacak.

KENTTE NE VAR?

Yazının Devamını Oku

Sanat için cumhuriyet

22 Mayıs 2016
Eskiden milli bayramlar yaklaştığında toplumun her kesimini sevinç kaplardı.

Evlerde bayram nedeniyle hazırlıklar yapılır, dini bayramlarda olduğu gibi özellikle çocuklar için en güzel elbiseler hazırlanırdı. Şimdilerde ise bu ülkenin kurucusu, ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün bizlere armağan ettiği bu bayramları kutlamayalım diye her türlü bahane uyduruluyor. Çocuklar “Bugün 23 Nisan, neşe doluyor insan” diyecekler, “Hayır diyemezler, terör var, şehitlerimiz var” gerekçesiyle kutlama iptal ediliyor. Sanırsınız ki, bu ülke ilk kez şehit veriyor, ilk kez şehit kavramıyla tanışıyor. 19 Mayıs’ta gençler Ata’larına koşmak istiyorlar, “Hayır gidemezsiniz, IŞİD tehditi var” deniliyor. Geçen hafta kutladığımız 19 Mayıs’ta gençlerin her türlü baskıyı hiçe sayarak Anıtkabir’e yürümesini çok önemli bulduğumu belirtmek isterim. Bu, Atatürk’ün unutturulmak istenmesine karşı önemli ve anlamlı bir yanıttır.
“Bu yazdıklarının, sanatla ilgisi ne?” diye sorabilirsiniz. Yanıtını hemen vereyim: “Cumhuriyet’in bizlere getirdiği kazanımları kaybettiğimizde en büyük darbe vurulacaklar arasında sanat ve sanatçıların ilk sıralarda yer alacağını unutmayın. Bu nedenle Atatürk Cumhuriyeti’ne canınız pahasına sarılıp, onu savunun.”
Başkenti geçici süreliğine saran bu kasvetli ortamdan uzaklaşmakta da sanatın önemli bir işlevi olduğunu düşünüyorum. İsterseniz gelin bir süreliğine de olsa sizi Ankara’nın bu ortamından çıkarıp, önce başkentin batısına sonra doğusuna doğru götüreyim.

CİMOK’LA İSTANBUL

İstanbul denilince, bu muhteşem kenti tuvalin üzerine işleyerek evimize sokan ressamların arasında Faruk Cimok’un yeri ayrıdır. Aslında Cimok’u dinlediğinizde onun ilk önemli çalışmalarının “Çukurova resimleri” olduğunu işitirsiniz. Cimok, uzun dönem doğup büyüdüğü toprakları, Çukurova’nın pamuk işçilerini resmetmiş. Cimok’un “Peki neden İstanbul?” sorusuna verdiği yanıtları derleyip topladığımızda karşımıza çıkan tablo ise şöyle:
“İstanbul’da belli merkezleri ele alıyorum. Nişantaşı resimleri yaptım. Beyoğlu resimleri, Taksim Anıtı’nı ayrıca ele aldım, buralar Türk resminde pek işlenmemiş. Benden önce bir Çiçek Pasajı resmi yapılmadı. Yabancı ressamlar Beyoğlu’nu resmetmiş ama Türk ressam yoktu, ben yaptım. Taksim Meydanı, sadece Nazmi Ziya’nın bir resmine konu olmuştur, başka da yoktur. Kaldı ki, buralar çok özel mekanlar. Ben o mekanları, içlerindeki biçimli biçimsiz insanları, zengin fakir insanları yan yana getirirken çelişkiler yumağı yarattım. İstanbul resmime yansıyanlar güvercinler, şapkalı bayanlar. Bunlar bir asalet görüntüsü bence. Çünkü, İstanbul’da yaşayan, mali durumunu yitiren ama hatıraları zengin olan, eski İstanbul hanımefendilerini dinlemeyi çok severim.”
Cimok’un Ankara’da şu anda sergisi yok. Ama başkentin yaz başında olmamıza rağmen halen hakim olan gri havasından kurtulmak için internette “www.farukcimok.com” adresine girdiğinizde, İstanbul’un havasını soluyacağınıza eminim.

ÇORUM’DA GÖKÇEBAĞ

Yazının Devamını Oku

Malik Bulut'un mesajcı kuşları

15 Mayıs 2016
Türkiye’de “Plastik sanatlar” veya “Görsel kültür” olarak tanımladığımız kavram içinde heykel, ne yazık ki en az ilgi gösterilen alandır.

Heykelle ilgili İslam’ın yanlış yorumlanması, dini siyasete alet edenlerin “ucube” veya “tükürürüm böyle sanatın içine” gibi tanımlamaları da heykele “üvey evlat” muamelesi yapılmasında önemli rol oynamıştır, oynamaya da devam ediyor. Oysa heykel, görsel kültürün diğer alanlarında olduğu gibi ilgilenildikçe sevilen bir sanattır. Heykeltıraş atölyeleri, ressamların atölyelerinden her zaman farklıdır. Bu farkındalığı kıymetli dostum Metin Yurdanur’un atölyesinde sıkça yaşıyorum.
Bu hafta heykelden bahsetmemin nedeni genç sanatçılardan Malik Bulut’un 16. kişisel sergisini Armoni Sanat Galerisi’nde açmış olması. Bulut, eserlerinin işyerlerine, özel kurum ve kuruluşların yanısıra evlere de girmesini sağlayabilmiş sanatçılardan. “Heykellerimin evlere girmesiyle birlikte, insanlar heykeli canlı bir varlık olarak özel hayatlarına da dahil etmiş oluyorlar. Bunları bilmek bana devam etme gücü ve heyecanı veriyor” diyor Bulut.
Sanatçının “Haberciler” adını verdiği sergisi 28 Mayıs’a kadar görülebilir. Sergideki eserlerde kavramlar ve formlar arasında zaman zaman zıtlık, zaman zaman uyum ihtimalleri beliriyor. Çalışmalarda görülen kuş formları aslında bir haberi iletmekle yükümlü değiller. Ama düşünceyi çağıran forma büründükleri için varoluşlarının merkezine yerleştirilen kavramlar bir habere dönüşmekte. Bir heykel olarak, estetik bir form içerisinde görünen kuşlar, bugünün insanlığına bir uyarı, her şeyi kendi gövdesinin arzularına kurban eden insanoğluna, yok ettiği doğa aracılığıyla verilen bir mesajdır. Kuru dalların üzerinde kendi gölgelerine konmuş olan bu kuşlar, madde olarak mermerin ve tüyün kavramsal zıtlığında buluşturulmuş, yok etmeye devam eden insanın sonunu gösteren kehanetin tatlı bir sunumu gibi.
Bulut’un heykele olan düşkünlüğü nereden kaynaklanıyor? Daha çocuk yaşlarda ileride heykeltıraş olacağının emareleri var mıydı? Bulut, değişik zamanlarda verdiği röportajlarda bu soruların yanıtlarını özetle şöyle dile getirmiş:
“Küçükken heykeltıraş olacağım diye bir düşüncem hiç olmadı. İlkokul öncesinde, 4-5 yaşlarındayken, bir bıçağım, bir de çekicim vardı. Küçük materyalleri şekillendirirdim. Alet kullanma yeteneğini o yaşlarda edindim. Küçüklüğüm doğada geçti. Doğayı, çiçekleri, otları ve taşları çok iyi bilirim. Onlarla yaşadım ve büyüdüm. Bunlar beni besledi. Ağaç kabuklarından oyuncaklarımı oyardım. Ne oynamak istiyorsam arabalar, hayvan figürleri kendim yapardım. Yeni bir şey gördüğümde, mesela bir iş makinesi, hemen onu beynime kaydeder, sonra onu tasarlar ve yapardım. Çocukluğumda çamurla oynar, çamurdan koç, inek, boğa gibi hayvanlar yapardım. Yontusu kolay ağaç kabuklarından, araba ve tekerlek gibi hareketli mekanizmalar tasarlardım. Aslında ben heykeli hiç düşünmüyordum. Resime ise ilgim vardı. Bu ilgi, gitgide güçlenmeye başladı. Artık başka şeyler ilgimi çekmiyordu ve sonra da tek derdim resim oldu. Hafta sonları bütün gün yağlı boya tablolar ve karakalem resimler yapardım. Bütün arkadaşlarım futbol oynamaya çağırdıkları zaman resim yapma tutkusu daha ağır bastığı için onlardan ayrı kalırdım. Lise 1’de resim öğretmenimle tanıştım ve hayatım değişti. Bir resim dosyam vardı. Ders çalışıyormuşum gibi yapıp dosyanın içinde desen çiziyor ve resim yapıyordum. Lise bittikten sonra, Mersin Güzel Sanatlar Fakültesi’nin sınavlarına girmeye karar verdim. 1996’da fakülteye girdikten sonra, taşla tanıştım. Kendimi taşla ifade edebildiğimi fark ettim. Fakülte bittikten sonra İstanbul’da atölye açtım. Taş bulamadığım dönemler de oldu. O zaman da İstanbul’da patlamış kaldırım taşlarını sokaktan toplayarak ‘heykel’ yaptım. Kaldırım taşlarından heykel yaptığım günlerden bugünlere geldim. Ben akşam yatmadan önce yaptığım işlerimi görür, ziyaret eder, onları okşar, sever ancak ondan sonra yatarım. Kısacası sanatsal açıdan ben taşa, taş da bana aşık...”

KENTTE NE VAR?

Yaşar Kemal’e bir Ara’lık Bakış Sergisi-31 Mayıs’a kadar (Galeri Çankaya/Çankaya Belediyesi Ana Bina-Kızılay), Vahap Demirbaş-28 Mayıs’a kadar (Sevgi Sanat-Çankaya), Nevnadir-21 Mayıs’a kadar (Galeri Nev/GOP), Hayati Misman-Abdurrahman Kaplan-14 Haziran’a kadar (Emin Antik/Kale), Nur Esen-2 Haziran’a kadar (Fırça Sanat/Hilal Mah.), O. Zeki Demirkale-Evrensel Baş-Ekrem Kutlu-4 Haziran’a kadar (Galeri Akdeniz/Yıldızevler), Hakan Arıkan-31 Mayıs’a kadar (Valör Sanat/Yıldızevler), İmren İyem Aslan-28 Mayıs’a kadar (Galeri Gözde/A.Ayrancı), Nina Narma-David Ughrelidze-21 Mayıs’a (Alev Sanat/Çayyolu), Hüseyin Sartaş-20 Mayıs’a kadar (RC Art/Bilkent Center), Ali Düzgün-27 Mayıs’a kadar (Galeri N/GOP), Erkan Geniş-20 Mayıs’ta açılacak (Dünyagöz Sanat Galerisi/Kavaklıdere), Önder Bora -20 Mayıs’ta açılacak (Galeri Kara/Kızılay), Değişmeyecek Değerler-18 Mayıs’ta açılacak (Kent Sanat/Yıldız), Zehra Sengir-Nizam Güner-Bugün açılacak (Stillife Sanat/Yıldızevler), Gülfuruz Solmaz-Yarın açılacak (YV Butik Otel/Or-An), Aydan Aksoy-20 Mayıs’a kadar (Ziraat Kuğulu), Günay Günver-Rezzan Çakı-Sonat Şen-29 Mayıs’a kadar (Ankara Barosu Sanat Galerisi/Kızılay).

Yazının Devamını Oku