Nev’in tanıtımına göre, “Ruh Ambarı” ismini taşıyan sergi, sanatçının Ankara’daki ilk kişisel sergisi olma özelliğini taşıyor ve ilhamını Ankara’da geçirdiği çocukluk yıllarından alıyor. Geçtiğimiz yılı IKSV bursu ile gittiği Paris’te çalışarak geçiren Terkol, aynı zamanda orada izlediği antropoloji ve etnoğrafya müzelerinin etkisini de eserlerine taşıyor. Terkol böylece kendi yaşamının arkeolojisi ile sanatın arkeolojisini bir arada döküyor. Yedikleri ve içtikleriyle kumaşlarını boyayarak kendi renklerini oluşturan sanatçı, aynı zamanda, tıpkı Afrika ve Avustralya geleneklerinde olduğu gibi, kendi rüyalarından ve hayatının garipliklerinden de besleniyor. Böylece eserlerde, yalnızca arkeolojik değil, mitolojik ve masalsı öyküler beliriyor. Terkol birinin içinden bir başkasını görebildiğimiz şeffaf kumaşlardaki eserleri ile, tıpkı Binbir Gece Masallarında olduğu gibi, hem tek hem iç içe olan sonsuz öyküler yazıyor.
GILGAMIŞIN YAPRAKLARI
Yıldız’da Stillife’dayız. Ekrem Kahraman, 2016’nın ilkbaharında İstanbullu sanatseverlerle buluşturduğu “Gılgamışın Yaprakları” isimli sergisini bu yıl Ankara’ya taşıyor. Sanatçı önceki çalışmalarından bambaşka bir çizgide olan, parlak kırmızı renk ve yeni bir görsel dil üzerinden Gılgamış’ın 5000 yıllık sonsuz yaşam arayışını yorumluyor. Kahraman eserlerinde kırmızı hakimiyeti için “Kırmızı bir başlangıçtı benim için ve hala vazgeçemediğim bir imge” diyor. Sergi iki yıllık bir çalışmanın sonucunda oluşmuş. Çalışmaları süresince, Gılgamış ile ilgili tüm kaynakları okuyan Kahraman, var olan tüm Gılgamış destanlarının, özünde ilk yazım olan 3000 yıl önce Asurlu Unninni tarafından hazırlanmış destan olduğunu fark etmiş. Daha önce İstanbul’da açtığı sergisiyle eş zamanlı olarak yayınladığı, sergiyle aynı adı taşıyan kitapla da bir anlamda Gılgamış Destanı’nı yeniden kaleme alan Kahraman, “Gılgamışın Yaprakları” ile hayata dair bambaşka bir bakış açısı sunuyor. Gılgamış’ın ne kadar günümüzden ve bizden biri olduğunu bizlere gösteriyor, hissettiriyor. (İstanbul RenArt’taki serginin tanıtımından) Gılgamışın Yaprakları sergisi 3-27 Mart tarihleri arasında Stillife’da (Yıldız) görülebilir.
MİSMAN’DAN FARKLI SERGİ
Aynı semtte bu kez Galeri Akdeniz’deyiz. Gravür ustası Hayati Misman 4 Mart’a kadar sürecek sergisinde bu kez akrilik çalışmalarıyla çıkıyor karşımıza. Misman’ın resimlerinde dikkati çeken en önemli özellik, zemin ve çizgi gerilimi üzerine yoğunlaşılmış, coşkusal tavır. Bu nedenle eserlerini katman katman ve birkaç sürece yayarak yaratıyor. Çizgi ve leke kontrasına dayandırdığı figüratif resimlerde, realist bir yaklaşımdan çok soyut duygusal yoğunluk hakim. Desene çok önem vermesine rağmen birebir figüre bağlı kalmayı tercih etmeyen bir sanatçı Misman. Konularının temeli ise insan. Misman, insana dair her şeyi lirik, dramatik bir coşkuyla aktarmaya ve eserlerini diri tutmaya odaklanmış durumda.
RENGİN KIYISINDA
Yıldız’dan Balgat’a Mustafa Ayaz Müzesi’ne geçiyoruz. Genç sanatçı Kadir Öztoprak, geçmiş yıllardaki çalışmalarının devamı niteliğindeki eserleri “Rengin Kıyısında” ismini verdiği sergiyle sanatseverlerin beğenisine sunuyor. 15 Mart’a kadar sürecek olan sergide sanatçı, rengin ve lekelinin gücünü kadın-erkek ilişkisiyle aktarıyor. Sevgi ve aşkın tetiklediği buluşmayı veya bulşmanın düşünü eserlerine yansıtan Öztoprak, duyguların en saf ve temiz hallerini ortaya koyuyor. Kısaca Öztoprak’ın eserlerinde aşkla yeniden hayat bulmanın coşkusunu hissetmek mümkün.
AYGENÇ’İN KUŞLARI
Genelde resimlerini isimlendirmeyen Yüksel dolayısıyla sergiyede bir isim vermemiş. Ama bu sergide de Gülay Yüksel’in fırçasından çıkmış, güçlerini ve güzelliklerini göstermekten çekinmeyen kadınlar sizi bekliyor. Yüksel, bir kadın olarak resimde kadın çalışmayı, en çok kendisinin, diğer kadın meslektaşlarının hakkı olarak görüyor. Aslında erkek sanatçılara neden kadın teması çalıştığı sorulmazken, kendisine bu yönde soru sorulmasını da anlamsız buluyor. Haksız da değil...
TÜRKİYE’DE KADIN
Kadınlardan yana tavır koymasıyla bir anlamda “feminist yanını” da göstermiş olduğunu düşünen Yüksel, kadın resimleri yaparak, bir kadının kendisini nasıl gördüğünü, kendi içindeki kadınların farkında olup olmadığını ortaya çıkarmayı hedeflediği görüşünde. Ona göre her kadının içinde bildiği ya da bilmediği kadınlar saklı. Yüksel, eserlerinde neler anlatmak istediği sorusuna, “Kadının yeteneklerini ve zorluklarla mücadelesini” diye yanıt verebilir. Resimlerine dikkatlice bakılırsa özellikle Türkiye’de kadın olarak yaşamanın zorluklarını, bu zorlukların neden kaynaklandığına dair sorgulamaların olduğunu görebilirsiniz. Elbette mücadele yöntemi de mevcuttur Yüksel’in resimlerinde. Ve o resimleri izlediğinizde günümüz kadınının erkek dünyasına isyanını da ayırt edebilirsiniz. Bir kadınının, ev kadını, iş kadını, anne olmasının getirdiklerinin yanısıra erkek baskın toplumda karşı karşıya kaldığı sorunları, onun tuvallerinde çarpıcı yerlere gizlendiğini hissedebilirsiniz. O gizemi bulup çıkarmak ise size kalmış.
BİR ROMANCI GİBİ
Türkiye ile İsrail arasındaki normalleşme sürecinin başlamasının ardından bu ülkeye 7 yıl aradan sonra giden ilk bakan olması nedeniyle, Avcı’nın ziyareti önemliydi. Ziyaretin siyasi ve turizm sektörünü ilgilendiren ekonomik boyutu ile ilgili haberleri Hürriyet’in sayfalarından izlediniz.
Resime bir haftalık ara verip, ziyaret sırasında görme fırsatını yakaladığımız Tel Aviv, Tel Aviv’in tarihi kent kesimi olan Yafa, Kudüs ve Ramallah (Filistin) izlenimlerimi kısaca anlatmaya çalışacağım. Yazının başında, bu kentleri hiçbir sorunla karşılaşmadan gezmemize katkı sağlayan Kültür ve Turizm Bakanlığı Basın Müşaviri Kerem Eskigün’ün teşekkürü hakettiğini belirtmem lazım. Bu benim İsrail ve Filistin’e üçüncü gidişimdi. Daha önceki iki ziyareti eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Dışişleri Bakanlığı döneminde yapmıştım.
Tel Aviv, İzmir’e benzeyen bir kent. Denize herkesin rahatlıkla girebileceği 15 kilometre kumsala sahip bu şehir, nüfusu dikkate alındığında belki dünyanın en sportif kenti. Düz olması nedeniyle, sahil boyunca uzanan kordonda günün her saati koşan, yürüyen, kumsallarda kültür-fizik hareketi yapan, daha sonra denize giren (Evet şubat ayında üşümeden denize girebilirsiniz) veya “ayakta sörf” olarak bilinen “sup sörf” yapan insanları görüyorsunuz. Son derece düzenli ve temiz bir kent Tel Aviv.
Tel Aviv’in hemen yanı başındaki tarihi kent bölümü dünyanın en eski yerleşim merkezlerinden biri kabul edilen liman şehri Yafa. Yunus Peygamber, Süleyman Peygamber ve Aziz Peter hikayeleri ile meşhur Yafa’da Osmanlı döneminden kalan tarihi saat kulesini, Mahmudiye Camii’ni, surlarını ve daha birçok yapıtı görme imkanına sahipsiniz. Kentin tarihi dokusunun nasıl korunduğunu gördüğünüzde, biraz geçmişinize saygınız varsa, inanın Türkiye’nin kendi tarihi yapıtlarına karşı hoyratlığı nedeniyle utanç duyuyorsunuz. Hem Tel Aviv, hem Yafa’nın gece hayatı da hareketli. Damak tadımıza uyan yemeklerin ikram edildiği lokantalar, nargile kafeleri, barlar, diskolar cıvıl cıvıl.
Kudüs’ü burada anlatmaya sayfalar yetmez. Türkiye’den ve diğer İslam ülkelerinden Kudüs’e gelenlerin “Kutsal Mekan Harem-i Şerif” içinde önceliği Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahra. Tabii bu alan içinde Yahudiler için kutsal olan Ağlama Duvarı’nı da görmek mümkün. Kudüs’te Hristiyanlığın hemen her mezhebi için kutsal olan kiliseleri de unutmamak lazım.
Konuğumuz Barış Cihanoğlu. Ankara’da geçirdiği yaşamının ilk yıllarının, bugün sanatında önemli yer tuttuğunu söylüyor. “O zamanlardan çok fazla insan hikayesi vardır belleğimde, Anadolu’nun her kesiminden farklı kimliklerle ve kültürlerle daha o zamanlar tanıştım, kendimi çok şanslı sayarım bu yüzden. Samimi insanların yaşadığı zamanlardı o yıllar, sonradan resmime etkisi büyük olmuştur o dönemlerin” diyor Cihanoğlu. Sanırım en iyisi 42 yaşındaki ressamın sanatını kendi ağzından dinlemek. İşte Cihanoğlu’nun çalışmalarıyla ilgili anlattıklarından kesitler:
DÜNYA İLE KAVGALIYIM
“Ben bu dünyayla kavgalıyım, onu sanat ile değiştirmek istiyorum. İnsanlara söyleyecek yeni duyulmamış sözlerim var, beni rahatsız eden şeyler var, işte bunların hepsini sanatımla dışa vuruyorum. Benim eserlerimde insanlar var, hayatın katmanları ve yansıması var. O yüzden yaşam kadar acı, yaşam kadar ağır ve yaşam kadar karmaşıklar. Aslında varoluşumu ispatlamaya çalışıyorum her yaptığım işle. Sanatımda kendi parmak izimi arıyorum ve dünyada parmak izimi bırakmak istiyorum.
ÇOCUK GELİNLER
Bülent Aytaç, Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi mezunu. Öğrencilik yıllarında Hacettepe Drama Topluluğu’nda sahne tasarımları da yapmış olan sanatçı, eserlerinde yaşadığı Ankara’dan kent manzaralarına, çoğunlukla da başkentin Cumhuriyetin başlangıç yıllarında popüler olan yerlerine ağırlık veriyor. Ulus ve Kızılay’ın günümüzde ayakta kalma mücadelesi veren tarihi dokuları, kamu binaları Aytaç’ın resimlerinde kendilerine yer bulmuş durumda. Aytaç, formlarda yalınlığa önem veren “İtalyan Primitifleri” ile Balkan ülkelerinde sıkça görülen naif türü çalışmalardan etkilenmiş bir sanatçı. Resimlerinde renk uyumları, doku ve desen duyarlılığının yanısıra hayatın hareketliliğini de yaşatıyor. Aytaç, sokak aralarında dolaşan öğrenciler, çoluk-çocuk alışverişe çıkmış aileler, satıcılar, sokak hayvanları, binaları kaplayan tabela ve levhalar, yol kenarında müşteri bekleyen taksiler, toplu taşıma araçları gibi bir sürü ayrıntıyla resimlerini canlı tutmayı hedeflemiş. Resimde çok figürü sevenlerin, Aytaç’ın eserlerinde ilginç sürprizlerle karşılaşabileceklerini söylemek mümkün.
BARIŞ KARA’DAN SOYUTLAMA
11 Şubat’a kadar sürecek olan sergide eserleri yer alan diğer sanatçı Barış Kara da Ankara doğumlu. Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nden mezun olduktan sonra sanat yaşamını İstanbul’da sürdürmeyi tercih eden Kara, çalışmalarıyla ilgili şunları söylüyor:
“Bana göre sanat yeryüzünün en büyük gücü ve ben sanatın gücünü şifa için kullanıyorum. Resmim temelde soyut dışavurumcu bir mekana sahip olsa da, o anlatının içine kendi köklerimden gelen masalı yerleştirmeyi seviyorum. Hayatla başetme yöntemim ne ise resimlerime de o yansıyor aslında. Şiir ve müzik resmimin temel yapı taşları. Günlerce içimde döndürdüğüm bir dize, renklerle oluşan bir armoniye, armoni ise tüm bunları gerçekleştirecek masalsı bir kahramana veya onun imgesine dönüşüyor. Çünkü masal, bildiğim en güzel büyü ve büyüme yöntemi. Kısacası şu kötülük dolu dünyada kendim olma ve iyi kalma çabam aslında resim yapma nedenim. Yüksek veya güncel sanatla, orada yer bulmakla ilgilenmeden, 20 yıldır içimdeki mitolojinin resimlerini yapıyorum.”
ÜÇ USTAYA ANMA SERGİSİ
Son altı yıl içinde kaybettiğimiz Türk resminin önemli isimleri Kayıhan Keskinok, Hüseyin Yüce ve Nihat Tandoğan’ın eserlerinden oluşan karma sergi 3 Şubat’ta Galeri Valör’de (Yıldızevler) açılıyor. Ustaların anısına açılan ve 25 Şubat’a kadar sürecek sergide bu üç önemli ressamın, sanatseverlerce bilinen klasik eserlerinin yanısıra, nadir görebileceğiniz eski tarihli eserlerini de görmek mümkün. Örneğin Keskinok’un “Sarı sendikacılar” serisi, Yüce’nin Kütahya’daki köyünden özel peyzajlar, Tandoğan’ın natürmort, nü ve soyutsal çalışmaları. Özellikle resimle yakından ilginenlerin ve güzel sanatlar resim bölümü öğrencilerinin görmesi gereken bir sergi diye düşünüyorum.
ÖZGÜN DOKU
Bu haftaki konuğumuz, 1943 yılında Ankara’da doğmuş ve başkentten kopamamış ressam Nusret Orçan. Orçan empresyonizme tutkun bir ressam. Doğa, müzik ve dans ögelerinden çokça etkilenmiş ve izlenimlerini yapıtlarına yansıtan bir sanatçı. Kendine özgün bir fırça tekniği ile çalışıyor. Her fırça dokunuşu spatula ile belli bir kaygıyla tekrar biçimleniyor ve tuvalin her köşesinde titreşen bir doku oluşturuyor. Orçan, oluşan bu özgün doku ile yapıtlarının daha güçlü bir anlatma kolaylığı kazandığını düşünüyor.
COŞKU VE MELANKOLİ
Sanatçının resimlerinde yer, gök, hava ve bütün objeler ile figürler, kontursuz birbirleriyle taraklar halinde bir pasajla birleşerek kaynaşıyor. Orçan’ın eserlerinde konularına göre coşkulu bir sevinç yaşayabilirsiniz. Veya hüznün ağır bastığı bir atmosferin yaydığı melankolik duyguları da. İlkbaharın neşesini, coşkusunu, umut dolu yaşam sevincini; yaz aylarının rahatlığını, miskinliğini; sonbaharın hüznünü; kışın beyaz güzelliğinin yanısıra günlük hayatın akışına getirdiği zorlukları bazen yalın bir peyzaj olarak, bazen de insan ve hayvan figürleri katarak resmeder Orçan.
PEHLİVANLI’YI ANIYORUZ
Sevgili Aynur abla aramızdan ayrılalı bir yıl olmuş. Zaman gerçekten su gibi akıp geçiyor. Geçen yıl 19 Ocak’ta kaybettiğimiz Aynur Pehlivanlı kurucusu olduğu Armoni Sanat’ta, onun ve heykeltraş Malik Bulut’un eserlerinden oluşan karma bir sergiyle anılacak. 21 Ocak’ta açılacak serginin teması Pehlivanlı’nın çok sevdiği kediler. Pehlivanlı’nın tuvale yansıttığı, Bulut’un taşa yonttuğu kedi figürleri sanatseverlerle buluşacak. Aynur abla hayvanları çok severdi ama kedilere olan sevgisi bir başkaydı. Armoni Sanat’ın balkonuna yavrulamış bir sokak kedisi ile yavrulara bakışını hiç unutamam. Sevimli yavrular pencerenin demir parmaklıklarına tırmanıp haylazlık yaparken çok mutlu olurdu. Yavrulardan birinin sokak köpeği tarafından öldürüldüğünü duyunca nasıl da hüzünlenmişti. Aynur Pehlivanlı’yı bir kez daha rahmetle anıyoruz.
FİGÜRATİF YORUMLAR
Yıldızevler’deki Armoni Sanat’tan, Ümitköy’de Güler Sanat’a geçiyoruz. Güler Sanat, 18 Şubat’a kadar sürecek olan sergide Türk resminin usta sanatçılarını “Figüratif Yorumlar” adı altında başkentteki sanatseverlerle buluşturuyor. Konularını İstanbul’un güncel yaşamından alan Resul Aytemür, otobüs durağında bekleyen insanları sarı, yeşil ve kırmızı renklerin hakim olduğu canlı renklerle betimliyor. Hakan Esmer’in kafelerle dolu bir caddede resmettiği insan kalabalıkları kent yaşamını ve kargaşasını yansıtıyor. Selçuk Togul naif resim anlayışında inşa ettiği kompozisyonunda, açık hava bir eğlence mekanındaki insanların diyaloglarını, hareketlerini tasvir ederken, İsmet Birsel diplomatik bir resepsiyondaki insan hallerini izleyiciye hissettirdiği keskin bir gözlem gücüyle aktarıyor. Muhsin Kut kübist etkiler içeren bir bar betimlemesinde, müşteri ile barmeni resmediyor. Nevzat Akoral’ın bir kahvehanede satranç oynayan ve izleyen ahaliyi resmettiği çalışması ise sıradan güncel yaşamdan kültürel bir kesit ortaya koyuyor. Kısa süre önce kaybettiğimiz Türk resim sanatınının duayen isimlerinden Adnan Turani’nin imza işi niteliğindeki dört ayrı eserle yer aldığı sergide, sanatçının keman çalan kadın tasvirleri, Mustafa Ayaz’ın şarkı söyleyen kadınlar ve Hayati Misman’ın dans eden kadınlar kompozisyonları ile bir bütünlük oluşturuyor. Diğer taraftan bu kentsel unsurlara zıt olarak, İbrahim Balaban’ın folklorik özelliklerle bezeyip olağan bir köy kutlamasından sunduğu kesit, güncel yaşamın ögelerinden olan eğlence anlayışına farklı bir bakış sunuyor.
POLİMETRİK MÜCADELELER
Ümitköy’den sonra Gaziosmanpaşa’ya dönüyoruz. 20 Ocak’ta Galeri Nev’de Fatih Aydoğdu’nun “Polimetrik Mücadeleler” isimli sergisi açılıyor. 2013 yılından bu yana üzerinde çalıştığı desen ve nesneleri biraraya getiren Aydoğdu’nun, ara tonlar kullanmadan, yalnızca siyah ve beyaza indirgediği büyük boy çini desenleri, savaşın göndere çekildiği bir dönemde, küresel ekonomiyi, kimlik politikalarını, otokratik yönetimleri belgelemek, anlamak, yorumlamak ve sorgulamak için alan açıyor. Aydoğdu sergide, yine ses alanından hareketle, geleneksel müzik enstrümanlarının tarihini ve anatomisini kurcalayan nesnelere de yer veriyor. Bu “çalınamayan enstrümanlar”, Kafkaesk idari yapıların içindeki işlemeyen alt sistemlere göndermede bulunuyor.
Galeri Soyut’un vitrininden dışarıya vuran ışık, soğuk havada insanın içini ısıtıyordu. İçeride hummalı bir çalışma. Yılbaşı için duvarları kaplayan “küçük ebatlı” resimler indirilirken, yerlerine yeni serginin resimleri asılıyordu. Galeri Soyut’ta, yeni yılın ilk sergisinde 4 ayrı sanatçının eserlerini görmek mümkün.
Geçen çarşamba günü açılan sergide Zuhal Baysar, Hasan Çağlayan ve Yiğit Altıparmakoğulları’nın resimleri; Özer Aktaş’ın heykelleri sanatseverlerle buluştu. Galeri Soyut, sanatçıları ve sergilenen eserleri, sanatseverlere tanıtma geleneğini bu yıl da sürdürüyor. Subaşı’nın ilettiği bilgiler ne yalan söyleyeyim benim de işimi kolaylaştırdı. Gelin isterseniz 19 Ocak’a kadar sürecek olan dört sanatçının eserlerinin yer aldığı sergide, Subaşı’nın paylaştığı bilgiler eşliğinde bir tura çıkalım.
BİLİNÇ KATMANLARI
Zuhal Baysar, sergisine “Bilinç Katmanları” adını vermiş. Sanatçının yeni resimlerinde biçimler, resim plastiğinin doku ve renk olanakları ile iki boyutu zorlayan yanılsamalara sahip. Bu resimlerde üst üste bindirilmiş katmanlar halinde çeşitli yaşamlara ait görüntüler yer alıyor. İnsanın iç dünyasına, ruh durumlarına ait her bir görsel öge, insanın varoluş durumunu anımsatacak hayvan figürleri de olmak üzere bir arada saydam katmanlar oluşturuyor. Sanatçı, önceki resimlerinin olduğu gibi, bu resimlerinin odak noktasının da yine insanın kendisi olduğunu vurguluyor. Sergi, insanın karmaşık, ikircikli doğasını sorgularken, aynı zamanda “insan oluş”tan “toplum oluş”a doğru giderek büyüyen bir önerme de sunuyor. Sergi ayrıca toplum dinamiklerinin birbiriyle çatışmasına, daha büyük ölçekte toplumların birbiriyle çatışmasına ve genel boyutuyla içi içe olan tüm bu yapıların birbirine etkisine de işaret ediyor.