Hani bir sahnede Aynur türkü barda Kürtçe söyler, Meltem Cumbul başlar ağlamaya.
Şener Şen, “Sen Kürtçe biliyor musun?” diye sorunca hıçkırarak cevaplar: “Bu türküye ağlamak için Kürtçe bilmek mi gerek?”
İyi bari, filmi hatırladığımıza göre hiç olmazsa olayın gönül meselesi olduğuna uyanmışız. Buna da şükür.
Bendeniz siyasete inanmaz. Türkülere inanır. Siyaset insanları ayırmak için var. Türkülerse kavuşturmak.
Siyasette buzdağının altını bize göstermezler. Resmin tamamını önümüze koymazlar. Her zaman gölgelidir.
Türkülerse yukarıdan bakınca dibi görünen sular kadar berrak her zaman.
Bu yüzden benim kitabımda ulusallık, birbirimizin türküleriyle gülüp ağlayabilmek. Bunu yapabilen bir toplumu hiçbir siyaset ayıramaz.
Mevzunun kaynamasına razı değil deli gönlüm. Hele Cüneyt’in Başbakan’a yazdığı mektuptan sonra.
Meğer AKP bir nevi ulusalcıymış. Uyarısı için Cüneyt’e minnettarım. Ama bunu “kötü haber” sayacağımı nasıl düşündü, aşk olsun.
Mesela, “kapitalizm mağdurlarına sahip çıkmayı” önce AKP düşündüyse niye üzüleyim? Tam tersine, vatandaş olarak sevinirim. Sonuçta vicdan kimsenin tekelinde değil.
AKP sahiden “ulusal olunmadan evrensel olunmaz” bakışına sahipse de ne âlâ.
Hele Mustafa Kemal’in mirasına sahip çıkıp Galiyev’den, İzzetbegoviç’ten feyz aldılarsa susar otururum aşağı. Daha güzel müjde mi olur?
Cüneyt şaşkınlığımı mazur görsün, bunları daha önce kimseden duymamıştım. Erdoğan seçim konuşmalarında ulusalcı takıldıysa kaçırmışım, affola.
Sevgili Cüneyt her şeyi bizim göremediğimiz kadar yakından görmüş, şifreleri çözmüş demek ki.
Elif Şafak’ın son romanı ve kapakta bıçkın bir erkek!
Fakat yeterince bakamadan yayınevindeki arkadaşlar dikkatimi dağıtacak sorular sordular. Cevap verip masaya döndüğümde artık orada değildi kapak.
“Demin burada duran Elif’in kapağı mıydı?” diye sorduğumda “yok canım, ne alakası var?” deyip havalara baktılar.
Ben de sıcaklardan etkilenen beynimin oyunu olduğunu düşündüm. Ta ki aynı kapağı Ayşe Arman’ın röportajında görene kadar.
Meğer kapaktaki delikanlı Elif Şafak’ın ta kendisiymiş. Gayet yaratıcı bir şekilde, erkek kılığında resimlenmiş yazar. Samimiyetle söyleyeyim, bayıldım. Bence kapak tasarımında bir devrimdir.
Kitabın iyi olduğuna eminim (bir Elif Şafak kitabı ne kadar kötü olabilir) ama yayınevinin sürprizi koruma konusundaki ciddiyeti de bence takdire şayan.
Erkeğin kadın kılığına girmesi süper itici bir şeydir. Kabızlık çeken sit-com senaristleri bu numaraya başvurur ve komik olduklarını sanırlar.
Son günlerde başka kolay hedefler tespit ettim. Hedef göstermek gibi olmasın, işte aklıma gelenler.
Ayşe Özyılmazel: Garibim, magazin ikonu haline geldiğinden beri magazine çakmak isteyen herkesin menzilinde. Gerçi şikayetçiymiş gibi bir hali yok. Aksine, flaşların karşısında olmanın tadını çıkarıyor. Ama bu yine de “kolay hedef” olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Ertuğrul Özkök: Ona saldırmak entel camiaya giriş yeterlilik sınavı gibi. Malzeme vermekten kaçınmayan hali de buna niyetlenenleri tahrik ediyor. Ama modası geçmeyen entel faaliyetlerden birinin Özkök’e sallamak olduğunu söylesek herhalde başımız ağrımaz.
Hakan Şükür: Memleket meseleleri hakkında “ben bilmem, büyüklerimiz bilir” diyerek milletvekilliği sonrası kendisine saldırmak için pozisyon arayanlara pas verdi. Hem de “al da at dercesine” güzel bir pastı. İlker Yasin’in deyimiyle “kaçırmak daha kolaydı”. Kimse de kaçırmadı tabii.
Reklamcılar: Bendenizin de içinde bulunduğu yazar-çizer tayfası için kapitalizm eleştirisinin en kestirme yolu reklamcılara girişmektir. Çünkü reklamcının malı meydandadır ve kendilerini savunmaya pek tenezzül etmezler.
Ulusalcılar: Her yeni rejim eskisini kötüleyerek kendisini bulunmaz Hint kumaşı gibi göstermeye çalışır. Şimdiki rejim de ne kadar sol görüşlü, Kemalist, millici varsa hepsini “ulusalcı” olarak yaftalayıp kavanoza tıkmak istiyor. Gören, ‘demirperde’ ülkesiydik, özgürlüğe yeni kavuştuk sanır.
Fethullah Gülen: Allah için, hakkında bu kadar az şey bilinip de bu kadar çok şey söylenen fazla kişi yok. Zaten çok şey söylenmesi de bundan. Yeni rejime dair beğenmediğimiz her şeyi Gülen’e fatura etmek, muhalifler olarak en sevdiğimiz spor. Ne kadar haklıyız, zaman gösterecek.
Neyi bu kadar yıl yapsanız bağımlılığa dönüşür. En kötü şey bile hayatınızda 30 yıl kaldıktan sonra çıksa boşluk yaratır.
O boşluğa bakınca kapıldığınız baş dönmesinden korkarsınız. Bırakmaktan vazgeçersiniz.
Kokaini niye bırakmadığını soranlara “O kadar uzun zamandır kullanıyorum ki kokain çekmeyen halimi hatırlamıyorum” diyen bir cazcı vardı: “Kokainsiz nasıl yaşanır, hiçbir fikrim yok.”
Biz de aynı durumdayız. O kadar uzun süredir savaşıyoruz ki, savaşmadan nasıl yaşanır, fikrimiz yok.
Adrenalinden vazgeçmek de zor geliyor. Ne de olsa savaş insanoğlunun en eski sporu. Erkeklik şovu.
İnsanlık hâlâ sağda solda savaştığına göre, Türkler ve Kürtler olarak bizim de aynı arzuyla yaşamamız herhalde doğal.
Barışı kim istiyor ki biz isteyelim?
“Akdeniz akşamları bir başka oluyor” diye başlayan bu ölümsüz eser şöyle devam eder: “Hele bir de aylardan temmuz ise bambaşka...”
Bu sözlerden de anlaşılacağı gibi, temmuzla beraber plaj gitaristlerinin sezonu açılmış bulunuyor.
?imdi sahillerimiz geceleri ateş başında akortsuz gitarla la-sol-fa-mi çalan gençler ve onlara iç geçirerek bakan hindistancevizi kokulu kızlarla dolu.
Vaktiyle bu zanaatın ekmeğini yemiş bir büyükleri olarak plaj gitaristlerine tavsiyelerde bulunmak isterim.
Arkadaşlar, bir kere, “Akdeniz Akşamları” olayına hemen dalmayın. Onu ancak istek geldiği zaman, hatta hafif nazlanarak çalmak çok daha tesirli olacaktır.
“Issız Adam”la patlayan tapon 45’lik modası ise çok şükür bitmiş görünüyor. Ama yine de repertuvarda birkaç tane bulundurun. Kızlarımızın Melis Birkan gibi hissetme arzusuna hürmeten.
Modalar değişse de Türk plaj müziğinin kraliçesi her zaman Sezen Aksu’dur. Ondan “Sezen” diye bahsedin ve şahsen tanıyormuşsunuz havası yaratın. Pişman olmayacaksınız.
Özetle, “Senin söylediklerin zaten bizim AKP’nin görüşleri, uyan da balığa çıkalım” diyor.
Yazımda ulusal soldan bu saatten sonra neler beklediğimi anlatmıştım. Cüneyt ise beklentilerimi Erdoğan iktidarının zaten yerine getirdiğini söylemiş. Bombayı da yazının sonunda patlatmış: “Tuna AKP’li olmuş, haberi yok!”
Kendimce cevap yazdım.
Neden AKP’li olmadığım, AKP’nin de neden ulusal solcu olmadığı falan... Ekonomiyi yıllardır ulusal kaynakları satarak döndürdükleri, sendikal hakları iç ettikleri için zor olmadı.
Ama sonra, tam yazıyı gönderecekken durdum. Cüneyt’in lafının sandığımdan çok daha “derin” olduğunu fark etmiştim çünkü: “Tuna AKP’li olmuş, haberi yok.”
Birden lafın asıl anlamı kitap gibi açıldı önümde. Kendimi insan doğasının derinliklerinde buldum. Bu bana daha ilginç geldi.
Asıl mesele Cüneyt’in yeni adresindeydi. Sonradan AKP destekçisi olmuş arkadaşlardan biriydi Cüneyt.