Majestelerinin davetindeki hassas zamanlama, takdire ziyadesiyle şayan. Asalet işte.
Malum, 21 Kasım 1911’de kuruldu Hürriyet ve İtilaf. İttihatçıların “Almancılığına” karşı İngiliz dostluğunu savunarak.
Bir yerde AKP’nin atası sayılırlar. Demokrat Parti-Adalet Partisi-ANAP-AKP zincirinde.
“Bu mülkün atisi ve hali İngiliz dostluğu ile temin olunacaktır” dediler. Allah için, durdular sözlerinin arkasında.
Milli Mücadele’ye soğuk baktılar.
Hem İngilizlere ayıp etmek istemedikleri hem de Mustafa Kemal’i ittihatçı sandıkları için.
İngiliz’e güvenip Balkan Savaşı’na daldılar, sonuç facia oldu. Çatalca’ya kadar geldi düşman.
Dışarıda hava kadın çantası içi gibi. Külrengi bulutlar brekdans yapıyor. Bir kapuçino söylüyorum. Kulağım yan masadaki yaşlı teyzeyle yarenlik eden sarışın kadına salça.
Genç kız arkeoloji okuyormuş, sarışın kadın onun için Almanya’dan kitaplar getirmiş, bu mevsimde Berlin çok güzelmiş falan.
“Ne güzel” diyor yaşlı teyze sonunda: “Vallahi abla-kardeş gibisiniz.”
Birden soğuk ve gayet kadınsı bir rüzgâr. Başımı kaldırıp baktığımda, öbür kadının yüzü de sesi gibi sert: “Biz abla-kardeşiz zaten!”
Bu laf havayı iyice soğutuyor. Yaşlı kadın kızararak dönüyor kafelattesine.
Derken genç kız makyato püskürterek gülmeye başlıyor. Sarışın abla basıveriyor tokadı. Salak kız o kadar şaşırıyor ki, kahveyi ağlayarak terk etmesi saniyeler alıyor.
Sarışın şimdi yalnız. Bense her şey 30 saniye içinde olup bittiği için şaşkınım. Lanet olsun, neler dönüyor?
Ama Kürtleri sevmemizde sonsuz faydalar var. “Sevmenin de faydası mı olur?” demeyin. İnsan başkasını severse, onun yanındaki kendini de sever. İşte hayatın sık unutulan gerçeği.
Kürtleri sevmezsek, onlarla yaşayan kendimizi de sevemeyiz. O zaman hakim duygu sevgi olmaz.
Milli takımın sabık hocası Hiddink’in son sözleri doğruydu: Biz duygusal milletiz.
Bari bırakalım hayatımızı iyi duygular yönlendirsin.
Nasılsa bu saatten sonra karakter değiştirip Almanlaşacak halimiz yok.
Kürtleri çok seversek, kendimizi sahiden sevmeye başlayacağız. Bizi kavuran sorunların çözümü için bir ışık yanacak.
Kendini seven özgüvenli olur. Başkasıyla empati kurmakta, onun halinden anlamakta zorluk çekmez.
Modelin fotoğrafçısına çok güvenmediğini gösterir. Aynı zamanda sorulara ya da itirazlara bayılmadığını da. Yüz ifadesi bunu doğruluyor zaten.
“İşin-gücün ortasında bir de bunlarla uğraşıyoruz” der gibi bakmış. Bir nevi “bitse de gitsek” tavrı.
Aynı zamanda fotoğrafı çeken kişiye “Yanlış yaparsan bittin oğlum sen!” mesajı veren bakışlar.
Aynı mesaj fotoğrafa bakan herkese geçiyor ve Papua Yeni Gineli bile olsak 25 kuruşa simit olmadığına hemen uyanıyoruz.
Bakınız: “Taksi Şoförü” filminde aynadaki aksini “Bana mı dedin?” diye kalaylayan Robert De Niro.
Ama fotoğrafın Time’a kapak olacağının ve bunun öneminin de farkında. Sadece “cool” takılıp umursamaz görünmek istiyor.
Yine de en yakışan takım elbise giyilmiş, fotoğraf çekilirken dik durulmuş. Hafif fotoşop ihmal edilmemiş.
Kim bu cesur yürek? “Araştırmacı-gazeteci” Sefer Darıcı. Nerede? Favori kanalım Samanyolu TV’de.
Peki günahsız sabilere bu komployu kuranlar kim? Tabii ki din düşmanları.
Biz uyanana kadar kim bilir kaç kuşak heba oldu. Kaç koç yiğit dinden imandan çıktı.
Seks her yerdeydi ama biz göremedik. Oysa olaya kilitlenmemiz yeterliydi.
Hani Enver’in hayalleri yüzünden Sarıkamış’ta donan on binlerce asker vardır, onlar da.
Erzurum’daki askerliğim sonra. Mayıs sabahı uyanıp kar gören Mersinli çocuğun şaşkınlığı.
Rus romanlarındaki gibi yağan kar: “Doktor Jivago” filminden bir sahne midir?
Çocukluğumun kışlarını hatırlarım. Bir türlü ısıtılmayan yatılı okulun içeriden buğu yapan camları.
Şahsen çok üşüdüm şu hayatta. Ama bütün üşüdüklerimi toplasan Van çadırlarındaki bebeler kadar etmez.
Baktıkça üşüyoruz be Atam. Bu çocuklar kışı nasıl çıkaracak, onu merak ediyoruz.
Hadi çıkardılar, bu kış onları üşüten soğuk ruhlarından bir daha gidecek mi, hiç bilemiyoruz.
Entel olanları da Ergenekon sanır. Normaldir, öyle sansınlar diye çok uğraşıldı. Sonunda kafası çorbaya dönmüş bir aydın modeli yaratıldı yurdumuzda.
Batılı aydın “ulusalcıyım” demez. Gerek görmez. Kafadan öyledir çünkü: Solcusu da, liberali de, dindarı da...
Batılı, ulusal bilinçle düşünür.
Hem kültürde hem siyasette... Ulusal olunmadan evrensel olunamayacağını bilir.
Bunları ne zaman söylesem Ahmet Kekeç ve Cüneyt Özdemir yapıştırıyor cevabı: “AKP de zaten bunu yapıyor arkadaş!”
İyi güzel ama, AKP sağdan bakarak yapıyor. Muhafazakâr kapitalizm adına. Oysa bu düzenin mağduru milyonlar var: Başörtülü ve başörtüsüz. Dindar ve ateist. Kürt ve Laz. Hepsi de çocuğunu okula hangi parayla yollayacağını düşünüyor kara kara. Ama onların sesi olacak muhalefet yok.
“Ulusal sol” olsa, belki de siyaset dengesini bulacak.