2 Kasım 2011
Gel kardeş kardeşe konuşalım: Pek çok Kürdün gönlünde bağımsızlık olduğunu ikimiz de biliyoruz.
Allah için, meclistekinde de var bu hayal, dağdakinde de. Şimdilik federasyona fit görünüyorlar. Federasyon onlar için bağımsızlık öncesi bir nevi staj.
Eğer bu vatanın parçası olmaktan 30 yıl daha çarpışacak kadar nefret ediyorlarsa, eyvallah. Hatta yarın Sulukule halkı aynısını yapsa, onları da zorlamak saçma olur.
Sonuçta Diyarbakır Cezaevi’ni, yakılan köyleri, sokak ortasında infazları biz yaşamadık. Ahkâm kesmemiz zor. Ama zorladık bugüne kadar.
Misak-ı Milli aşkına, Müdafaa-i hukuk aşkına, Allah aşkına... Elimize geçen 40 bin ölü.
Yazının Devamını Oku 1 Kasım 2011
Bizim oğlanın okulunda sınıf başkanlığı seçimleri yapıldı. En az 10 sınıfta “öğretmenle öğrenciler arasında köprü olacak” isimler belirlendi.
Can onlardan biri olmadı. Hatta adaylığını bile koymadı. Annesiyle ağzımız açık kaldık.
Hele sorduğumuzda mistik bir edayla “şu an bununla uğraşamam” deyince daha beter şaşırdık.
Oysa diğer adaylar kadar onun da şansı vardı.
Aday olsaydı sınıfa proje sunması, vaatte bulunması gerekiyordu.
Mesela bir arkadaşı, reklamcı babasıyla afiş hazırlamış. Sloganı: “Beni seçin, dostluk kazansın!” Annesine “Dostluk kazansın ne demek?” diye soruyormuş garibim.
Bir başkası, daha somut vaatlerde bulunmuş: “Oyuncak getireceğim, kalem getireceğim!”
Bizimkiyse oralı değil: “Nasılsa bütün adaylar arkadaşım” diyor: “Hangisi kazansa benim için fark etmez.”
Yazının Devamını Oku 31 Ekim 2011
Cumhuriyet günlük güneşlik, keyfimizin gıcır olduğu günlerde kutlanmaz.
Tam aksine, asıl milletçe zorluk yaşadığımız, külrengi zamanlarda kutlanır.
Çünkü böyle zamanlarda kuruldu. Depremlere ve kahpe kurşunlara göğüs gererek, nefes nefese.
Yağmurlu günlerde kuruldu cumhuriyet. Çamura bata çıka ilerleyen kağnıların taşıdığı mermiler sayesinde.
Harcı fişeklikli köylü kadınların sırtlarında ıslanan bebelerin gözyaşıyla karıldı.
Dikensiz gül bahçesinde kurulmadı. Kasasında dolarlar, arkasında küresel güçler falan yoktu.
Ama kuranların ayakta kalmasını sağlayan bir maneviyat vardı. Bıyıklarında barut kokusu, bir ceplerinde Kuran, diğerinde Namık Kemal şiirleri...
Aslında cumhuriyet 29 Ekim’de bile kurulmadı. Mustafa Kemal’in aklında Balkan Savaşı’nın en karanlık ve soğuk günlerinde bile fikir olarak vardı.
Yazının Devamını Oku 29 Ekim 2011
Uyandığımdan beri tavana bakarak düşünüyorum ama nafile. Şeytan diyor kalk yataktan, git Google’a gir.
Oh my god, sanki tarihi bir önemi vardı bugünün. Holy shit! Kafa kalmadı ki.
Tayyip Erdoğan’ın şiir okuyuşunun yıldönümü olmasın? “Minareler miğferimiz, minareler süngümüz” falan şeklinde. Ulan tersi miydi yoksa?
Yoksa Ergenekon operasyonun yıldönümünü mü kutluyoruz? Bak o zaman hatırlamazsak tam küme düşeriz ha. Yılmaz Vural gelse kurtaramaz.
Acaba Fener’in deplasman fobisini yenişinin kaçıncı yılı? Cimbom’u yenişini falan kutlayacaksak da süper olur bak! Küçük Osman’ın boğulmaktan kurtuluşunun sene-i devriyesini idrak ediyor olmayalım?
Sahi, oldu mu o kadar yahu?
Bugün cumartesi olduğuna göre, Sertab’ın örövizyonu kazanışını yad ediyor da olabiliriz. Hey gidi günler be, nasıl da geçip gitti.
Erdoğan’dan önceki, neydi adı... Hah! Ecevit! İşte onun vefat yıldönümünü şey ediyor olabilir miyiz?
Yazının Devamını Oku 28 Ekim 2011
Çok af edersiniz, elinizin körü oldu! Hay deprem vergisi kadar başınıza taş düşsün.
Tutturmuşsunuz “99’dan beri toplanan paralar ne oldu?” diye.
Aklınız sıra “Niye o paralarla bugüne kadar doğru düzgün kışlık çadır alınmadı?” demeye getireceksiniz, değil mi? Yemezler.
Maksadınızın hükümeti ve devleti yıpratmak olduğunu anlamıyoruz sanki.
Ama illa çıkıntılık yapacaksınız ya, Allah bilir devletin televizyonunda bile yaparsınız siz bu densizliği. Sansürü de aynen yersiniz.
Kardeşim ne olduysa oldu, elbet devlet baba en iyi şekilde şey etmiştir paranızı. Değerlendirmiştir yani. Onun hikmetinden sual olunur mu?
Adı üstünde, “devlet baba.” Nerede görülmüş evlatların babalarından hesap sorduğu? Hele birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde.
İyi ki üç kuruş vergi verdiniz. Şimdi abuk sabuk laflarınızdan pirelenen vatandaş yardım yapmaya çekinse vebali boynunuza kalacak, haberiniz yok.
Yazının Devamını Oku 26 Ekim 2011
Bizler adına “Türkiye” denen güzel memlekette birbirine muhtaç bir avuç kavimiz. Kimimiz Kürt, kimimiz Laz, kimimiz Arap, Arnavut, Makedon ya da Türkmen.
Yüzyıllardır sevişe dövüşe, sonunda dünyaya parmak ısırtacak benzersizlikte bir harman olmuşuz.
Hatta bir ara itin-kopuğun elinden vatanımızı kurtarmış, bayrağımıza ve namusumuza helal getirtmemişiz.
Şimdi bu kan davası niye?
Birbirimize ne kadar muhtaç olduğumuzu anlamamız için illa depremler mi gerekiyor?
Birleşmek için ille de acılara tutunmamız mı lazım?
Acılarda birleşmeyi bildiğimiz gibi mutlulukta da birleşmeyi ne zaman öğreneceğiz?
Yoksa başka depremler, yanardağ patlamaları, sel baskınları ve düşman işgalleri mi bekliyoruz?
Bakınız, memleketin her yanından Van’a yardım yağıyor. Herkes karınca kararınca el uzatmanın derdinde. Ne güzel!
6 yaşındaki oğlum battaniyesini Erciş’teki çocuklara nasıl yollayabileceğini sordu.
Oğlum yarın büyüyecek, kısmetse asker olacak. Belki de o battaniye yollamaya çalıştığı Ercişli çocukla dağda tüfek tüfeğe gelecek.
Türk olarak değil, baba olarak bile değil, sırf insan olarak soruyorum: Buna nasıl izin veririz?
Hangi siyasi ya da maddi ihtiras vatan evlatlarının saf ve temiz duygularından daha önemli?
Bugün 6 yaşındaki çocuklarımız da büyüdüklerinde 20 sene önceki gibi saçma sapan bir kardeş kavgasının ortasında kalsınlar mı istiyoruz?
O gün geldiğinde bize Türkçe, Kürtçe ya da Lazca sormazlar mı “siz niye adam olmadınız, 7.2 bile yetmedi mi?” diye?
Zaz, bunu saymayız
Gerçi şu an en son üzüleceğimiz şey bu ama, felaketler arasında Zaz konseri güme gitti.
Oysa her Türk müziksever gibi, sadık bendenizin de dört gözle beklediği bir konserdi. Aylar öncesinden bilet almış olmama rağmen içimden gelmedi gitmek.
Bence Amy Winehouse’dan sonra gezegenin en iyi sesi olan Isabelle Geffroy’u dinlemek başka bahara, pardon kışa kaldı.
Ne diyelim, geç olsun da güç olmasın.
İsteyelim Zaz seneye yine gelsin, daha iyi günlerimizi taçlandırmak için.
tatlı Sözlük
Türkiye: Büyük ve hüzünlü ülke.
Yazının Devamını Oku 25 Ekim 2011
Ben de biliyorum Başbakan’ın annesi vefat edince programını sırf babasının hayrına ertelemediğini... Yaptığının alt tarafı eğlence programı, üst tarafı sabun köpüğü olduğunu...
Ama yine de Acun’cuyum işte.
Kendisine gösterilen tepkileri haksız ve ağır buluyorum. Kimse kusura bakmasın.
Asabımızın fena halde bozulduğu şu günlerde, iç açıcı programlarıyla millete moral takviyesi yapmasının ne gibi bir mahsuru var, anlayabilmiş değilim.
Acun bu işi şahane yapıyor. Türkiye’de “show business” olayını evrensel standartlara taşıdı.
Herhalde terörün ve depremin ardından göbek attıracak hali yok. İlla ki bulur ortasını.
Terör dediğiniz neticede kanlı bir PR faaliyeti.
Amacı önce medyayı, sonra da milletin psikolojisini etkilemek.
Teröristin kafası popçunun en tırt olanı gibi çalışır.
Tek derdi medyada bahsedilmektir.
Karakol basınca değil, yaptığını ertesi gün birinci sayfada görünce zafer sarhoşluğu yaşar.
Asıl şuursuzlarsa “şehit aileleri işte böyle yıkıldı” diye çarşaf çarşaf haber yapanlar. Şehit anaları bile gözyaşlarını saklarken terör örgütünü sevindirenler.
Şahsen Acun’u tebrik ediyorum, millete moral vermek de bir yerde vatana hizmettir.
Savaşlarda bile şovmenlere ve din adamlarına bu düşer: Maneviyatı ayakta tutmak. Enseyi karartmamızı önlemek. “Hayat devam ediyor” demek.
Biz de bu sayede “her yer karanlık” hissine gark olmaktan kurtuluruz.
Bu acılarımızı unutacağımız anlamına gelmez.
Zaten o acılar Acun seyredince unutulacaksa, demek ki bizim ciğerimiz beş para etmez!
Sevdiğim spor yazarları
Mehmet Demirkol (Fanatik): Futbolun basit bir oyun olduğunu unutmadığı ve unutturmadığı için.
Kanat Atkaya (Hürriyet): Bir takımı sevmenin diğerlerine ayıp etmeyi gerektirmediğini gösterdiği için.
Hakan Ünsal (Hürriyet): Sol bekte oynadığı “kalın” futbolun aksine, “ince” tespitleri başarıyla yaptığı için.
Banu Yelkovan (Radikal): “Kadından spor yazarı olmaz” önyargısını tarihe gömdüğü için.
Sergen Yalçın (Habertürk): O meşhur zekâsı ve özgüveniyle hem nalına hem mıhına çaktığı için.
tatlı Sözlük
İdeal kadın modası: Kot, tişört, topuklu ayakkabı.
Yazının Devamını Oku 24 Ekim 2011
Cuma, “bölünelim anasını satayım” diyerek hayatımın en kötümser ve en iyimser yazısını yazdım.
Kötümserdim, çünkü Kürt olmayan pek çok vatandaşın hissine tercüman olduğuma emindim.
Nitekim “nihayet şunu söylemeye cesaret eden biri çıktı” diyenler oldu. Tabii “bu dediğin vatana ihanettir!” diyenler de.
İçimdeki iyimser ise, Kürtlerin bölünmeye razı gelmeyeceğini umuyordu gizlice.
Neyse ki Kürt okurlar yetişti: “Halt etmişsin sen! İstanbul Diyarbakır’ın, Diyarbakır İstanbul’undur. Her Kürt terörist değil. Vatan falan bölünmeyecek!”
Kürt işadamları ve aydınların kamuoyuna yansıyan tepkileri de aynı yöndeydi. En karanlık günde bile umudun ölmediğini göstermek ister gibi.
Gerçek şu ki, bir kez daha müdafaa-i hukuk noktasındayız. Bu deveyi ulus bilincimizi pekiştirerek güdeceğiz.
Kendimize Avşar, Türkmen, Kürt, Çerkez, Boşnak ya da Laz desek de aslında “Türk ulusu” dediğimiz şahane harmanın parçası olduğumuzu yeniden idrak ederek.
Yazının Devamını Oku