Merak etme, Engin Ardıç gibi “Aman bacım dikkat et, Yakup Meyhanesi’nde kurda-kuşa yem olma!” muhabbeti yapacak değilim.
Açıkça görülüyor ki, böyle geyiklere ihtiyacın yok. Hepimizin bir zamanlar olmadığı gibi.
Ama demişsin ki: “Pucca benken, kendimi yazarken, bir anda sanki o başka karaktermiş gibi bahsetmeye başladı insanlar.”
Sana kötü bir haberim var; bu olay değişmeyecek. Yani Selen Işık’tan da başka karaktermiş gibi bahsedecekler. Hatta gün gelecek, aynanın karşısına geçip “Ben sandıkları kim?” diye soracaksın.
İstediğin kadar harbici ol, herkes kafasında başka Selen yaratacak. Vereceğin her röportaj, çektireceğin her resim artıracak bu tanımadığın Selen’lerin sayısını.
Böyle böyle yazdıkların okunmaz hale gelecek. Şöhretinden oluşan bir sisle örtülecekler.
Çünkü kendi matriksinin vahasından gerçeğin çölüne düştün. “Pucca” senin oyunundu. Şimdi başkalarının oyunundasın.
Efendim, bu prensibe kısaca “senkronize orgazm” diyoruz. Geri kalan her şey teferruattan ibaret.
Günümüzde iyi seks dışında her şey teferruat sayıldığına göre, bahsettiğimiz hayatın özü.
Haliyle, senkronize orgazm meselesine hak ettiği önemi vermeliyiz. İster kadın ister erkek olalım. Yoksa hiçbir işimiz rast gitmez.
Malum, “senkronizasyon” olayının temeli zamanlama. Bu da genellikle erkeğin eline bakıyor. Doğa bize böyle bir gol atmış, yapacak bir şey yok.
Bu konuda başarılı olmanın tek şartı: Başarılı olmayı istemek. “İstemek başarmanın yarısıdır” hesabı.
Gayet ciddiyim: Bencilliğimizden istersek vazgeçer, diğerkâm oluruz. Gözümüz kulağımız sevdiğimizde olur. Yani her şeyi kendi arzularımızın değil onun etrafında tahayyül ederiz. Ruhsal ve bedensel tepkilerini izleyerek.
Tabii bunun 5 dakikada Beşiktaş’tan çok daha zevkli bir güzergâh olduğunu anlamak eğitim gerektiriyor. Hem ruhsal hem de bedensel manada.
Hazreti Muhammet: Araplar puta tapıp kızlarını toprağa gömerken, adaletsizlik almış başını giderken ortaya çıkmış, Allah’ın kelamını getirip yoz sistemi altüst etmiş. Ona ne kadar gıcık olduklarını tahmin etmek zor değil.
Hazreti İsa: Çarmıhta kıvranırken Tanrı’ya “Affet onları, ne yaptıklarını bilmiyorlar!” diye seslenerek gıcıklığın zirvesine çıkmış. “Kardeşim giderayak ne eziyorsun bizi?” dememişler midir? Bence demişlerdir.
John Lennon: “İsa’dan daha meşhuruz!” sözüyle ne sinir bir eleman olduğunu ortaya koymuş.
Clara Zetkin: Dünya Emekçi Kadınlar Günü” bu ablanın başının altından çıkmıştır. Zaten efsane devrimci Rosa Luxembourg’un kankası olur. Al birini vur ötekine.
Galileo Galilei: Bugün balinalar tarafından yönetildiğimiz ispatlansa ne olur? Gıcık oluruz değil mi? İşte Galileo da “Dünya dönüyor” çıkışıyla bu efekti yaratmış, layığını da bulmuş.
Pete Best: “Tipim biraz kayık olsaydı Pele’nin esamesini okumazdınız” diyebilecek kadar sinir bir futbol dehası. İnsanın hakkında dedikodu yapası, ileri-geri atıp tutası gelmiyor mu? Geliyor, geliyor.
Spartaküs: Bir hareket yap, yüzlerce yıl efsane ol. Ne âlâ memleket! İşte Spartaküs efendi budur arkadaşlar. Ne zaman yetim hakkı yense, laf döner dolaşır Spartaküs’e gelir. Listelere giresice.
Belki de “Atatürk’s Way” markasının eskidiğini düşündüler. Malum, tüketim toplumunda her şeyin raf ömrü var.
Kalabalık çabuk unutur. Bu yüzden her kuşak kendi davasını, heyecanını arar. Mümkünse morukları kızdıracak şekilde.
Dedelerimiz için cumhuriyet, babalarımız içinse 68 ruhuydu dava. Atatürk’e mesafeli ilk entel kuşağı bizimkidir. Kenan Evren onu sabah akşam kafamıza kaktığı için.
Şimdiki kuşaksa heyecanı başka yerde arıyor.
Hatta bazılarına göre “Ilımlı İslam” ya da gerilla romantizmi “cool...”
Yani ihtiyarları deli edecek şeyleri savunmanın karşı konulmaz cazibesi.
Geçmişi unutmanın dayanılmaz hafifliği.
Buradan Mason Locası mensubu işadamı ve işkadınlarına da sesleniyorum.
Hatta TÜSİAD’a, MÜSİAD’a ve organizasyonda deneyimli tüm sermaye gruplarına sesleniyorum. Hem de çığlık çığlığa!
Lütfen el ele veriniz ve özel bir Kızılay kurunuz. El ele vermezseniz de müstakil olarak kurunuz.
Ama mutlaka ve acilen kurunuz. Yeni bir deprem, sel baskını ya da yanardağ patlaması gelmeden.
Bunu sosyal sorumluluk projesi sayınız. Buzdolabınızı kullanan, gömleğinizi giyen, bisküvinizi yiyen, çimentonuzu alan, arabanıza binenleri koruyunuz.
Siz bunu yapmazsanız ilk doğal afette aynı şeyler yaşanacak. Millet yine dandik çadırlarda donacak, yardım malzemesi küflenecek, siyasi çekişmeler organizasyonu felç edecek.
Ey Gülen Cemaati’nin, Mason Locası’nın, TÜSİAD ve MÜSİAD’ın değerli simaları.
Kendisine “gazeteci” diyor. Maşallah bakımlı da. Televizyonculuk deseniz onda, reklam yıldızlığı onda, köşe radikalliği, patronluk, twitter’da ergen coşkusu onda...
Kendisinin iktidara çaktırmadan yanaşma niyetini ifşa edenlere elini beline koyup çemkirmek de...
Yani hayat ona güzel. Ama yine de bendeniz ona kafayı takacağına o bana takmış.
Söyleyenlerin yalancısıyım: Sağda-solda sürekli benden bahsediyor, millete illallah dedirtiyormuş.
Hatta sokakta yürürken tanımadığı insanlara yapışıp beni anlatmaya çalışıyormuş. Bu yüzden kaç kez dayak tehlikesi atlatmış.
Yazılarımı cüzdanında taşıdığı, duvarlarını fotoğraflarımla süslediği de rivayetler arasında.
Bir ara takıldığım yerlerde görülmeye başlamış. Kaçta gelip gittiğimi, ne yiyip içtiğimi soruyormuş garsonlara. Cevap alamazsa arıza çıkarıyor, gitmek bilmiyormuş.
Hayatı boyunca siyaset namına ne bulduysa hatmetmiş biri olarak konuşuyorum. Cemil Meriç şahidim.
Hatta daha da ileri gidiyor ve diyorum ki: Kadın ayakkabıları hakkında yazmak siyaset yazmaktan çok daha doludur. En azından neden bahsettiğini bilirsin.
Bir Louboutin seni asla yanıltmaz. Tıpkı bir Stiletto’nun yanıltmadığı gibi.
Siyasetse kapalı devre bir oyun. İçinde olmadığın takdirde görüp göreceğin ancak buzdağının ucu.
Hatta içinde olanların bile çoğu o kadarını görür. Asıl oyunu görmeye rütbeleri yetmez.
İnsan buna rağmen siyaset yazarsa, hortumu elleyerek fil tasvir etmeye çalışan gözü bağlı adama benzer.
Süper bir illüzyondur siyaset: Aslında kimin kimle müttefik olduğunu tahmin bile edemezsin. Manipülasyonun, dezenformasyonun bini bir paradır.