Tuna Kiremitçi

Gerçeğin çölüne hoş geldin Pucca

6 Aralık 2011
Sevgili eski gizemli yazar; tatlı dergi “Mecmua” için Ayşe Arman’a verdiğin röportajı ben de ilgiyle okudum.

Merak etme, Engin Ardıç gibi “Aman bacım dikkat et, Yakup Meyhanesi’nde kurda-kuşa yem olma!” muhabbeti yapacak değilim.
Açıkça görülüyor ki, böyle geyiklere ihtiyacın yok. Hepimizin bir zamanlar olmadığı gibi.
Ama demişsin ki: “Pucca benken, kendimi yazarken, bir anda sanki o başka karaktermiş gibi bahsetmeye başladı insanlar.”
Sana kötü bir haberim var; bu olay değişmeyecek. Yani Selen Işık’tan da başka karaktermiş gibi bahsedecekler. Hatta gün gelecek, aynanın karşısına geçip “Ben sandıkları kim?” diye soracaksın.
İstediğin kadar harbici ol, herkes kafasında başka Selen yaratacak. Vereceğin her röportaj, çektireceğin her resim artıracak bu tanımadığın Selen’lerin sayısını.
Böyle böyle yazdıkların okunmaz hale gelecek. Şöhretinden oluşan bir sisle örtülecekler.
Çünkü kendi matriksinin vahasından gerçeğin çölüne düştün. “Pucca” senin oyunundu. Şimdi başkalarının oyunundasın.

Yazının Devamını Oku

Kadın istemezse yaprak düşmezmiş

5 Aralık 2011
Kabul edelim, Ahmet Çakar haklı: Şu alemde kadın istemezse hiçbir şey olmaz. Anamız istemezse doğmayız mesela. Henüz bunu gerçekleştirecek bir teknoloji geliştiremedik.
Hadi doğduk diyelim, kadınlar olmadan büyümeyi başaramayız. Sıkıysa git kendin al bakkaldan sütünü, emziğini. Hadi aldın, altını kim değiştirecek?
Ormanda kurtlar tarafından büyütülsen bile nafile. Mehtaba karşı ulumakla adam olunmadığı belli. Hiçbir erkek yoktur ki kadınlar olmadan erkek olmayı başarsın.
Gülümsemelerine muhtacız, şefkatlerine muhtacız, bakış açılarına, kokularına, sürdükleri ojeye göre renklenen dünyalarına kabak gibi muhtacız.
Hakkımızda iyi düşünmelerine, bizi adam etmelerine, erkek olmayı öğretmelerine...
Nihat Doğan da, Fazıl Say da şiddetle muhtaç bir kadın tarafından mutlu edilmeye.
Tıpkı Truva önlerinde cenkleşen Hektor ve Aşil’in ortak hayallerinin bir kadının vereceği mutluluk olması gibi.
Tıpkı Truva savaşından sonra kadınına dönmek için denizler aşan, canavarlarla boğuşan Odiseus gibi.
Savaş meydanından sevdikleri kadınlara mektuplar yazan Napolyon ve Dük Wellington gibi.
Bu ihtiyaç, doğduğumuz gün başlıyor ve son nefesimize kadar terk etmiyor bizi.
Kılıç şakırtısından fırsat bulsak duyacağız.
Kulağımızı tezahürattan alıp dinleyebilsek vicdanımız söyleyecek: Hepimiz bir kadının içinden çıkıyor ve içinde mutlu olacağımız bir başka kadını arıyoruz.
Bazılarımız buluyor aradığını, bazılarımız ise umudu kesip iyice geyiğe sarıyor.
İşte bu yüzden kadın istemezse hiçbir şey olmaz. Stadyum dolusu mutsuz erkek olur en fazla.

Edebi ülkeyiz vesselam

Aydınların bitmeyen tutukluk hali yürek parçalıyor: Mustafa Balbay’dan Tuncay Özkan’a, Doğan Yurdakul’dan Mehmet Perinçek’e...
Üstelik çoğu daha suçunu bilmiyor.
Haliyle, biz de bilmiyoruz. Her şey Kafka’nın “Dava” romanındaki gibi: Mahkum gani, suç meçhul.
Kafka’yı gerçekçi olmamakla suçlayan bir eleştirmen, “Bir sabah beni aldıkları zaman anladım, elemanın ne kadar gerçekçi olduğunu” demiş.
Biz de Silivri’deki aydınlar sayesinde anlıyoruz, bir Kafka romanında bulunduğumuzu. Bir de Türkler edebiyata uzak derler. Kim demişse kuru iftira!

tatlı Sözlük:
Erkeklik: Tek birimi kadınların mutluluğu olan şey.
Yazının Devamını Oku

İyi seks efsanesi

3 Aralık 2011
Gittikçe şehir efsanesine dönüşen “iyi seks” olayı, aslında basit bir prensibe dayanıyor.

Efendim, bu prensibe kısaca “senkronize orgazm” diyoruz. Geri kalan her şey teferruattan ibaret.
Günümüzde iyi seks dışında her şey teferruat sayıldığına göre, bahsettiğimiz hayatın özü.
Haliyle, senkronize orgazm meselesine hak ettiği önemi vermeliyiz. İster kadın ister erkek olalım. Yoksa hiçbir işimiz rast gitmez.
Malum, “senkronizasyon” olayının temeli zamanlama. Bu da genellikle erkeğin eline bakıyor. Doğa bize böyle bir gol atmış, yapacak bir şey yok.
Bu konuda başarılı olmanın tek şartı: Başarılı olmayı istemek. “İstemek başarmanın yarısıdır” hesabı.
Gayet ciddiyim: Bencilliğimizden istersek vazgeçer, diğerkâm oluruz. Gözümüz kulağımız sevdiğimizde olur. Yani her şeyi kendi arzularımızın değil onun etrafında tahayyül ederiz. Ruhsal ve bedensel tepkilerini izleyerek.
Tabii bunun 5 dakikada Beşiktaş’tan çok daha zevkli bir güzergâh olduğunu anlamak eğitim gerektiriyor. Hem ruhsal hem de bedensel manada.

Yazının Devamını Oku

Yaşasın gıcıklar

2 Aralık 2011
Gazetemizin kare asından ilhamla, ‘en gıcık tarihi şahsiyetler’ listesi yaptım. Sonuç çarpıcı oldu.

Hazreti Muhammet: Araplar puta tapıp kızlarını toprağa gömerken, adaletsizlik almış başını giderken ortaya çıkmış, Allah’ın kelamını getirip yoz sistemi altüst etmiş. Ona ne kadar gıcık olduklarını tahmin etmek zor değil. 
Hazreti İsa: Çarmıhta kıvranırken Tanrı’ya “Affet onları, ne yaptıklarını bilmiyorlar!” diye seslenerek gıcıklığın zirvesine çıkmış. “Kardeşim giderayak ne eziyorsun bizi?” dememişler midir? Bence demişlerdir.
John Lennon: “İsa’dan daha meşhuruz!” sözüyle ne sinir bir eleman olduğunu ortaya koymuş.
Clara Zetkin: Dünya Emekçi Kadınlar Günü” bu ablanın başının altından çıkmıştır. Zaten efsane devrimci Rosa Luxembourg’un kankası olur. Al birini vur ötekine.
Galileo Galilei: Bugün balinalar tarafından yönetildiğimiz ispatlansa ne olur? Gıcık oluruz değil mi? İşte Galileo da “Dünya dönüyor” çıkışıyla bu efekti yaratmış, layığını da bulmuş.
Pete Best: “Tipim biraz kayık olsaydı Pele’nin esamesini okumazdınız” diyebilecek kadar sinir bir futbol dehası. İnsanın hakkında dedikodu yapası, ileri-geri atıp tutası gelmiyor mu? Geliyor, geliyor.
Spartaküs: Bir hareket yap, yüzlerce yıl efsane ol. Ne âlâ memleket! İşte Spartaküs efendi budur arkadaşlar. Ne zaman yetim hakkı yense, laf döner dolaşır Spartaküs’e gelir. Listelere giresice.

Yazının Devamını Oku

Atatürk’ü bitirme planı

30 Kasım 2011
Niye bitirilmek isteniyor Atatürk? Aydınlanmanın simgesi diye mi? “Diktatör” olduğu için mi yoksa?

Belki de “Atatürk’s Way” markasının eskidiğini düşündüler. Malum, tüketim toplumunda her şeyin raf ömrü var.
Kalabalık çabuk unutur. Bu yüzden her kuşak kendi davasını, heyecanını arar. Mümkünse morukları kızdıracak şekilde.
Dedelerimiz için cumhuriyet, babalarımız içinse 68 ruhuydu dava. Atatürk’e mesafeli ilk entel kuşağı bizimkidir. Kenan Evren onu sabah akşam kafamıza kaktığı için. 
Şimdiki kuşaksa heyecanı başka yerde arıyor.
Hatta bazılarına göre “Ilımlı İslam” ya da gerilla romantizmi “cool...”
Yani ihtiyarları deli edecek şeyleri savunmanın karşı konulmaz cazibesi.
Geçmişi unutmanın dayanılmaz hafifliği.

Yazının Devamını Oku

Özel Kızılay’a mecburuz

29 Kasım 2011
Buradan Gülen Cemaati mensubu işadamı ve işkadınlarına sesleniyorum.

Buradan Mason Locası mensubu işadamı ve işkadınlarına da sesleniyorum.
Hatta TÜSİAD’a, MÜSİAD’a ve organizasyonda deneyimli tüm sermaye gruplarına sesleniyorum. Hem de çığlık çığlığa!
Lütfen el ele veriniz ve özel bir Kızılay kurunuz. El ele vermezseniz de müstakil olarak kurunuz.
Ama mutlaka ve acilen kurunuz. Yeni bir deprem, sel baskını ya da yanardağ patlaması gelmeden.
Bunu sosyal sorumluluk projesi sayınız. Buzdolabınızı kullanan, gömleğinizi giyen, bisküvinizi yiyen, çimentonuzu alan, arabanıza binenleri koruyunuz.
Siz bunu yapmazsanız ilk doğal afette aynı şeyler yaşanacak. Millet yine dandik çadırlarda donacak, yardım malzemesi küflenecek, siyasi çekişmeler organizasyonu felç edecek.
Ey Gülen Cemaati’nin, Mason Locası’nın, TÜSİAD ve MÜSİAD’ın değerli simaları.

Yazının Devamını Oku

Fanatik bir hayranım var

28 Kasım 2011

Kendisine “gazeteci” diyor. Maşallah bakımlı da. Televizyonculuk deseniz onda, reklam yıldızlığı onda, köşe radikalliği, patronluk, twitter’da ergen coşkusu onda...
Kendisinin iktidara çaktırmadan yanaşma niyetini ifşa edenlere      elini beline koyup çemkirmek de...
Yani hayat ona güzel. Ama yine de bendeniz ona kafayı takacağına o bana takmış.
Söyleyenlerin yalancısıyım: Sağda-solda sürekli benden bahsediyor, millete illallah dedirtiyormuş. 
Hatta sokakta yürürken tanımadığı insanlara yapışıp beni anlatmaya çalışıyormuş. Bu yüzden kaç kez dayak tehlikesi atlatmış.
Yazılarımı cüzdanında taşıdığı, duvarlarını fotoğraflarımla süslediği de rivayetler arasında.
Bir ara takıldığım yerlerde görülmeye başlamış. Kaçta gelip gittiğimi, ne yiyip içtiğimi soruyormuş garsonlara. Cevap alamazsa arıza çıkarıyor, gitmek bilmiyormuş.

Yazının Devamını Oku

Siyaset yazmak boş

26 Kasım 2011
Biz köşeciler, daha fazla ciddiye alınmak için siyaset yazarız. Oysa dünyanın en boş işidir.

Hayatı boyunca siyaset namına ne bulduysa hatmetmiş biri olarak konuşuyorum. Cemil Meriç şahidim.
Hatta daha da ileri gidiyor ve diyorum ki: Kadın ayakkabıları hakkında yazmak siyaset yazmaktan çok daha doludur. En azından neden bahsettiğini bilirsin.
Bir Louboutin seni asla yanıltmaz. Tıpkı bir Stiletto’nun yanıltmadığı gibi. 
Siyasetse kapalı devre bir oyun. İçinde olmadığın takdirde görüp göreceğin ancak buzdağının ucu.
Hatta içinde olanların bile çoğu o kadarını görür. Asıl oyunu görmeye rütbeleri yetmez.
İnsan buna rağmen siyaset yazarsa, hortumu elleyerek fil tasvir etmeye çalışan gözü bağlı adama benzer.
Süper bir illüzyondur siyaset: Aslında kimin kimle müttefik olduğunu tahmin bile edemezsin. Manipülasyonun, dezenformasyonun bini bir paradır.

Yazının Devamını Oku