Seyirciler kendisini çılgınca alkışlıyor, sevinç naraları atıyorlar.
Gladyatör ünlü kılıcını sallayarak halkı selamlıyor.
Sonra da avazı çıktığı kadar bağırarak rakiplerine meydan okuyor:
“Hani neredeler? Neden çıkamıyorlar karşıma? Bunlarda bu meydana çıkacak yürek yok, yürekkkk!
Ben bugüne kadar gelmiş geçmiş en usta ve büyük dövüşcüyüm. Karşıma çıkamazlar. İçlerinde bir tane bile yürekli yok!”
Oysa rakipleri içerde muhafızlar tarafından demir kapılar arkasına kapatılmışlar.
Arenaya çıkmalarına izin verilmiyor.
Bizim Başbakan, günde beş vakit nutuk atarak, bütün televizyon ekranlarını kaplayarak tıpkı o gladyatör gibi rakiplerine meydan okuyor.
“Tescilli koleksiyoner” olan bir arkadaşımı aradım. Rekor fiyatı şöyle açıkladı:
“Artık klasik resimler bitti. Onlar şimdi koleksiyonerlerin duvarlarında. Onun için çağdaş resme yönelindi. Önümüzdeki dönemde çağdaş resme ilgi daha da artacak.”
Arkadaşım bu ilginin fiyatları tırmandıracağını söyledi ve şu tavsiyede bulundu:
“Sen de tablo toplamaya başla. Çünkü bugünün en iyi yatırımı resimdir.”
İnsanlar günahlarından arınmak için Tanrı’ya daha çok sığınmak gereksinimi duyarlar.
Türkiye’de AKP iktidarının yönetim anlayışı, haktan, adaletten, hukuktan yoksun iktidar etme yöntemi toplumun kimyasını bozdu.
Bu nedenle kavgalar, iftiralar, şantajlar, ihanetler günahların tepe yapmasına neden oldu.
Sabancı Üniversitesi’nden Prof. Ersin Kalaycıoğlu ile Prof. Ali Çarkoğlu’nun hazırladığı bilimsel araştırmanın sonuçları da bunu gösteriyor.
Adalet Bakanı:
“Yargıtay dinlenmedi, Eminağaoğlu dinlendi.”
Adalet Bakanlığı müfettişlerinden TİB’e:
“Dinleme kayıtlarını imha edin.”
TİB Başkanı:
“Başbakan’ın 6 yıl dinlenmesine kimse ses çıkarmıyor, ötekilere tepki gösteriyor. Bu çifte standarttır.”
Semineri Alman Konrad Adenaur Vakfı ile Türkiye Gazeteciler Cemiyeti düzenlemişti.
Seminerde konuşmacı olan Türk ve Alman gazeteciler iki gün süreyle medyada yeni açılımları ve yerel basının sorunlarını tartıştılar.
Benim konuşmacı olduğum “Siyaset-Medya İlişkilerinde Yerel Basının Konumu” başlıklı bölümde ağırlıklı olarak basın özgürlüğü üzerinde yoğunlaşıldı.
Benim hemen solumda Alman gazeteci
AKM'nin yıkılmasını istiyor.
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'a şöyle sesleniyor:
“Ertuğrul Bey'e hiç dokunma öyle kalsın diyorum. Çünkü ben orda güçlendirme, restorasyona razı değilim. Orayı yıkıp yeniden yapmak, arkadaki bütün alanları da oraya katmak gerekir. Ben israftan yana değilim.”
Anladığım kadarıyla Başbakan bu konuda iyi ve doğru bilgilendirilmemiş.
Gelişmeler Vahdettin ile İstanbul’da düşmanla işbirliği yapanları panikletmişti. Artık sadece halife unvanı kalan Vahdettin çevresinde kalan birkaç kişiye “İngiliz elçisi ve görevlendireceği biriyle çok acele konuşmak istiyorum. Gizlice bağlantı kurup bu ricamı iletin” dedi.
* * *
Tepebaşı’ndaki İngiliz Elçiliği’nin önünde bavullu, torbalı, çantalı, sarıklı, fesli insanlardan oluşan bir kalabalık toplanmıştı. Birbirleriyle itişerek panik halinde içeri girmeye çalışıyorlardı.
Görevliler bunları tek tek içeri alıyor, bahçede sırayla sokuyorlardı.
Düşmanla işbirliği eden bu hainler arasında kimler yoktu ki...
Eski Şeyhülislam Mustafa Sabri, eski Adliye Nazırı Ali Rüştü, Maarif Nazırı Fahrettin, Sevr’i imzalayan filozof Rıza Tevfik, her karanlık işte parmakları olan Ayan’dan Vasfi Hoca ile Zeynel Abidin, İngilizci Hürriyet ve İtilaf Partisi Başkanı Albay Sadık, bu partinin yöneticileri, İzmir’i Yunanlılara teslim eden Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa, eski İstanbul Emniyet Müdürü Arnavut Tahsin, yazarlar Refik Halit Karay, Refi Cevat Ulunay ve Mevlanzade Rıfat...
Kalabalık giderek artıyordu. Çevredeki esnaftan biri dayanamayıp öfkeyle “Ne kadar çok hain varmış” diye söylendi. İngilizler kendilerine hizmet eden bu insanları hava kararınca siyasi sığınmacı olarak Taşkışla’ya gönderdiler.
* * *
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’a şöyle sesleniyor:
“Ertuğrul Bey’e hiç dokunma öyle kalsın diyorum. Çünkü ben orda güçlendirme, restorasyona razı değilim. Orayı yıkıp yeniden yapmak, arkadaki bütün alanları da oraya katmak gerekir. Ben israftan yana değilim.”
Anladığım kadarıyla Başbakan bu konuda iyi ve doğru bilgilendirilmemiş.
İzin verirlerse ben bunu yapayım.
AKM bugün Türkiye’nin opera ve bale oynanabilen tek binası.
Bir ikincisi yok.
O nedenle de bugün Türkiye’de opera ve bale dünya standartlarına uygun şekilde “icra” edilemiyor.
Örneğin Aida, Macbeth, Nabucco gibi büyük prodüksiyonlar oynanamıyor.