Tufan Türenç

Başbakan’ın öfkeleri ve yaşanmış bir hikâye

7 Aralık 2009
BAŞBAKAN Erdoğan artık kendisine övgüler sunmayan, kendisini göklere çıkarmayan gazetecilere bağırıp çağırmayı, hakaret etmeyi âdet haline getirdi.

Artık önemsemiyoruz çünkü Başbakan hemen herkese bağırıp çağırıyor. Doğruyu söyleyen hemen bütün meslek erbabı kendisinden fırça yiyor.Başbakan geçtiğimiz haftalarda diplomatlara da çatmış, onları “Monşer” diye aşağılamıştı. “Monşer” aslında Fransızca bir deyim, “aziz dostum” anlamına kullanılır.Ancak bizde fazlaca kibar, hatta züppe, her şeye dudak büken anlamında bir yakıştırmadır. Şimdi Başbakan’ın “Monşer” diye tanımladığı diplomatlarla ilgili yaşanmış hikâye anlatacağım. Olayı bizzat yaşayan DYP-RP koalisyon hükümetinin Turizm Bakanı Bahattin Yücel anlattı. * * *Bahattin Yücel ve beraberindeki milletvekili heyeti İsrail Turizm Bakanı Moşe Katsav’ın konuğu olarak Kudüs’e gider. Resmi görüşmelerden sonra bakan ve milletvekilleri üç dinin en kutsal mekanlarının bulunduğu Kudüs’ü gezerler. Son olarak da “Kubbet-üs Sahra” ile “Mescid-i Aksa”ya giderler. Müslümanlar için kutsal olan bu iki yapı Zeytin Dağı’na bakan bir tepenin üzerindedir. Kudüs Müftülüğü de aynı yerdedir. Doğruca müftüyü ziyaret ederler.Hal hatırdan sonra Kudüs müftüsü kentin İsrail işgali altında olmasından yakınır ve Müslümanlar olarak bundan rahatsızlık duyduklarını anlatır.Müftü Arap halkının karşı karşıya kaldığı zorlukları da gündeme getirir.Bahattin Yücel de koşulların çok zor olduğunu kendilerinin de gördüğünü belirtir, askeri yenilgileri inanç yenilgisi gibi değerlendirmenin doğru olmayacağını vurgular. Kudüs müftüsü bakana ve beraberindekilere “Kubbet-üs Sahra” ile “Mescid-i Aksa”yı bizzat gezdirir ve bilgiler verir.Bakanı ve milletvekillerini araçlarına kadar geçirir ve Bakan Yücel’e “Sana 30 yıl önce yaşadığım bir olayı anlatmak istiyorum” der.* * * Anlatmaya başlar:“1967 savaşında biz kaybettik. İsrail geldi, buraları istila etti. Büyük bir üzüntü içindeydik. Çaresizdik ve bir şey yapamıyorduk. İsrail askerleri geldiler ve Kubbet-üs Sahra’nın kubbesine İsrail bayrağını diktiler. Yani Davut’un yıldızını... Birileri gitmiş, Türk elçisine anlatmış ve bir çare bulmasını istemiş. Birkaç saat sonra buraya bir siyah otomobil geldi. İçinden bir adam indi ve İsrail askerlerine sert bir tonda ‘Nerede buranın komutanı? Derhal onu buraya çağırın!’ dedi.Koşup komutanı çağırdılar. Bir yüzbaşı geldi ve adama selam verdi. Hepimiz olayı nefes almadan seyrediyorduk. O adam İsrail yüzbaşısına aynen şöyle söyledi:Siz Arapları yendiniz. Burası kutsal bir İslam merkezidir. Siz İslam’ı yenmediniz. Yenemezsiniz de. Onun için derhal o bayrağı indirin.İsrailli yüzbaşı şaşırdı, ‘Emredersiniz” dedi ve derhal bayrağı indirtti. Hepimiz ağlamaya başladık. Sonra bu adamın Türk elçisi olduğunu öğrendik.” * * * Evet, İsrail bayrağını 1967’de işgal altındaki Kudüs’te indirten o adam Türk Elçisi Sakip Bayaz’dı. Başbakan diplomatlarımıza “Monşer” derken bir kez değil, bin kez düşünsün.

Yazının Devamını Oku

Türkiye’de olan bitene akıl sır ermiyor...

5 Aralık 2009
MECLİS Başkanı Mehmet Ali Şahin Finlandiya Parlamento Başkanı Suali Niinistö onuruna yemek veriyor. <br><br>Heyette bulunan estetik cerrahı Sırpa Asko Seljavaana Prof. Mehmet Haberal’ı soruyor.

“Hükümeti devirme” suçundan cezaevinde olduğu söyleniyor.

Doktor hanım çok şaşırıyor.

Bunun üzerine Mehmet Ali Şahin şöyle diyor:

“Sayın Haberal tutuklandığında ben Adalet Bakanı’ydım. Kendisi benim eşime de nakil yaptı. Yargı bağımsızlığı çerçevesinde bir şey yapmamız söz konusu olamaz. Ama sonunda inşallah beraat eder.”


Dr. Seljavaana “Kendisiyle iki kez görüşmüştüm. Görüşürseniz üzüntümü ve iyi dileklerimi iletin lütfen. Hükümeti devirme iddiasına nasıl muhatap oldu anlayamıyorum, öyle birisine benzemiyordu” diyor.

* * *

Yazının Devamını Oku

Uygar İsviçreliler ve Voltaire’in seslenişi

4 Aralık 2009
1768 yılında Paris’te koyu bir Protestan olan Jean Calas adlı burjuva sınıfından bir adam Katolik olmak isteyen oğlunu öldürmekle suçlanır.

Jean Calas önyargılı Katolik bir mahkemede yargılanır. Suçu kabul etmez, oğlunu öldürmediğini söyler ama bunu mahkemeye anlatamaz.

Jean Calas ölüm cezasına çarptırılır. İnfaz, işkence edilerek yerine getirilir, sonra da ceset yakılır.  

Bu dramatik olay, bazı dürüst Katoliklerin vicdanlarını rahatsız eder.

Bunların başında da ünlü düşünür ve yazar Voltaire (1694-1778) vardır.

Voltaire yaşamı boyunca hoşgörüsüzlüğe, zulme ve karanlığa karşı çıkmış, yapıtlarında hep öfkenin sağduyuya, ateşin ışığa dönüştürülmesini savunmuş, daima özgür düşünceden, akıldan yana olmuş ve sürekli bunun savaşını vermiştir.

* * *

Bu haksızlığa, kamuoyunun dikkatini çekmek için bir kampanya başlatır ve “Hoşgörü üzerine söyleşi” adlı bir yazı yazar.

Büyük yankılar uyandıran bu yazıda hoşgörüsüzlüğün kötülüklerinden söz eder, tarikatlardan, Hıristiyanlardan bağnazlıktan vazgeçmelerini ister.

Yazı ünlü “Tanrı’ya yakarış” bölümüyle sona erer. Bu bölüm şöyledir:

“Artık insanlara değil, Sana, bütün yaratıkların, bütün dünyaların ve bütün zamanların Tanrısı’na sesleniyorum.

Sonsuzluk içinde yitip gitmiş evrende bir zerrecik olan zavallı yaratıklara her şeyi veren, yasaları tartışılmayan Senden eğer bir şeyler istemeye cesaret ediyorlarsa bunu bizlerin doğamızda olan hatalarımıza ver ve bizleri bağışla.

Bu hatalar bizlerin felaketi olmasın!

Yüreklerimizi birbirimizden nefret etmek için, ellerimizi birbirimizi boğazlamak için vermedin.

Fani ve zahmetli bir yaşamın yükünü taşımamız için karşılıklı yardımlaşmamıza yardım et!

Çelimsiz vücutlarımızı örten giysiler, yetersiz kalan sözlerimiz, bütün gülünç alışkanlıklarımız, bütün kusursuz olmayan yasalarımız, bütün anlamsız düşüncelerimiz arasındaki küçük farklılıklar, bizlerin gözünde eşit olmayan, ancak Senin önünde eşit olan bütün davranışlarımız, kısacası insan denilen atomları birbirlerinden farklı kılan bütün bu ufak ayrıntılar, nefret ve baskı belirtileri olmasın.

Sana dua etmek için gündüzleri mum yakanlar, senin güneşinin ışıkları ile yetinenlere katlansınlar.

Seni sevdiklerini göstermek için vücutlarını beyaz örtü ile örtenler, aynı şeyi siyah elbiselerin altında söyleyenlerden nefret etmesinler.

İsteyen istediği dilde Sana seslensin...

Bütün insanlar kardeş olduklarını hatırlasınlar!

Ruhlar üzerinde uygulanan zorbalığı, başkasının hakkıyla elde ettiği malı zorla alan haydutları lanetledikleri gibi lanetlesinler!

Savaşların yıkımlarından kaçınılamıyorsa, hiç olmazsa barış zamanında birbirimizden nefret etmeyelim ve varlığımızın her anını binlerce çeşitli dillerde, Siam’dan Kaliforniya’ya kadar, bize bu anı veren Senin iyiliğine dua edelim.”* * *

* * *

Yazının Devamını Oku

Meslek liseleri bahane imam hatipler şahane

2 Aralık 2009
DANIŞTAY’ın katsayı uygulamasının kaldırılmasını durdurma kararına sert tepki gösterenlerin derdi meslek liseleri değil.<br><br>Onları kızdıran, imam hatip mezunlarının istedikleri üniversitelere girebilmesinin önünün kesilmesi.

Onun için Bülent Arınç kendisine kararı soran gazeteci arkadaşlarımıza “Bayramdan sonra ne Danıştay kalacak, ne de Arınç” diye garip bir söz söyledi.

Başbakan da Danıştay’ı bu nedenle sert bir şekilde eleştirmişti.

Bundan anlaşılıyor ki bugün yarın Danıştay’la ilgili bir dizi kararlar alınabilir ve kıyametler kopabilir.

Şurası bir gerçek ki, katsayı uygulamasının YÖK tarafından kaldırılmasının esas nedeni, din görevlisi yetiştirmek amacıyla kurulan imam hatip mezunlarının bütün üniversitelere girmesinin önünü açmaktı.

Meslek liselerinde okuyan öğrenciler, AKP iktidarının ve onun oluşturduğu YÖK’ün umurunda bile değildi.

Ama konu, imam hatipleri de meslek lisesiymiş gibi gösterip bu okullardan mezun olanların katsayı uygulamasıyla haklarının yendiği şeklinde dramatize ediliyor.

Sürekli olarak “Bu çocuklara yazık değil mi? Neden önleri kesilip hakları yeniyor?” deniyor. * * *

Uzmanlara göre YÖK’ün katsayı eşitliği zaten meslek liselerine bir kazanç getirmez.

Yazının Devamını Oku

Köşe yazarlığının kötü cilveleridir bunlar...

30 Kasım 2009
BİZİM mesleğin en önemli, en yaşamsal kuralı şudur:

En kısa zamanda en mükemmel gazeteyi yapmak...

“Gazeteye istersen kuş kondur, eğer zamanında tezgâha çıkaramazsan hiçbir işe yaramaz” derler.

Ancak ne kadar dikkatli ve özenli çalışırsanız çalışın böyle bir hız içinde hatalar kaçınılmaz olur.

Bunları bir gerekçe olarak ileri sürmüyorum.

Çünkü okurlar haklı olarak hatasız ve mükemmel bir gazete isterler.

Cumartesi günkü yazımı defalarca okumama karşın bir hata yapmışım.

Yazının birinci bölümünde, Eskişehir Anadolu Üniversitesi’ndeki rektör atamasını eleştiriyordum.

Önce adayların aldıkları puanları vererek seçim sonuçlarını yazdım.

Yazının Devamını Oku

Trajikomik atama

28 Kasım 2009
ESKİŞEHİR Anadolu Üniversitesi’ndeki rektör seçimi tam anlamıyla trajikomik bir tablo oluşturuyor. <br><br>Demokratik açıdan ise kabul edilemeyecek bir olay...

Adayın birisi, ki eski rektör Prof. Fevzi Sürmeli 334 oy, ikinci Prof. Hasan Mandal 295, üçüncü Prof. Davut Aydın da topu topu 96 oy topluyor.

YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan ve genel kurulu üyeleri seçimde belirlenen sıralamayı meslektaşlarının iradesini hiçe sayarak tersyüz ediyor. 

Üçüncü sıradaki Prof. Davut Aydın’ı bire, birinci sıradaki Prof. Fevzi Sürmeli’yi üçe yerleştiriyorlar.

İkinci sıradaki Prof. Hasan Mandal ise yine yerinde kalıyor.

Sonra bu garip sıralama normal bir işlemmiş gibi Çankaya’ya gönderiliyor.

Cumhurbaşkanı Gül de 96 oy olan Prof. Aydın’ı rektörlüğüne atıyor.

Bu atama ile üniversitenin 334 akademisyenin oyları yok sayıyor.

Bunu kendisi de akademisyen olan cumhurbaşkanı yapıyor.

Yazının Devamını Oku

Ankara’dan gönderilen bilgilendirme yazısı

27 Kasım 2009
PAZARTESİ günkü yazımda ekonomik durumla ilgili devletin resmi rakamlarını vererek Türkiye’nin geldiği noktayı anlatmaya çalışmıştım.

Dün Çevre ve Orman Bakanlığı’ndan gelen bilgi yazısında bazı ilginç rakamlar verilerek Türkiye’nin ekonomik yönden parlak bir noktada olduğu vurgulanıyor.

 Ayrıca AKP iktidarında yapılan hizmetlerle, bitirilerek hizmete alınan tesislerin özeti sunuluyor:

Eğitim: AKP iktidarında 6 yılda 132.790 yeni derslik yapıldı (Vatandaşların yaptıkları dahil). 740 milyona yakın ders kitabı ücretsiz olarak dağıtıldı. Okullara 722.240 adet bilgisayar gönderildi. 63 yeni üniversite kuruldu (22’si vakıf üniversitesi).   

Sağlık: Vatandaşların kamu ve özel hastanelerde hizmet alma olanağı sağlandı. 1.200 sağlık tesisi hizmete girdi.

Ulaşım: 11 bin kilometre duble yol yapıldı. Bolu Dağı Tüneli açıldı. Ankara-Eskişehir arasında hızlı tren hizmete sokuldu. Marmaray tüp geçidi devam ediyor.  

Konut: 387.856 adet konut yapıldı. Bu, 10 bin nüfusu barındıracak 15 şehir demek.

Turizm: Turist sayısı 9 milyondan 28 milyona, gelirler 8.5 milyar dolardan 22 milyar dolara yükseldi.

Türkiye Doğu ile Batı’nın enerji koridoru oldu.

Yazının Devamını Oku

Kırk yıllık dostun önlenemez öfkesi

25 Kasım 2009
GEÇENLERDE kırk yıllık bir arkadaşıma rastladım. Öfkeden gözleri çakmak çakmaktı, burnundan soluyordu:“Kırk yılın solcusuyum. Ömrüm darbelerle didişmekle geçti. Hapislere girdim, eziyetler çektim. Şimdi ben ulusalcı, ırkçı, faşist oldum. Ama kırk yılın şeriatçıları, yobazları, gericileri liberal demokrat, reformcu, darbe karşıtı kahramanlar oldu. Bu nasıl şey anlayamadım.”

Güldüm. Arkadaşım ilkeli, dürüst, çizgisi bazı solcu arkadaşları gibi oynak olmayan bir insandı.

Anlayamaması doğaldı. Zaten anlasaydı o cepheye geçer, kendisine köşeler açılır, televizyonlarda programlar yaptırılır, çeşitli fonlarla beslenir, para içinde yüzerdi.

 

Bunları söyledim daha çok kızdı:

“Nasıl olur? Nasıl bakarım insanların yüzüne? Öyle rezil bir insanı kendim nasıl sevebilirim, nasıl kabul edebilirim?”

 

“Evet haklısın” dedim, “Onlar gibi senin de ar damarının çatlaması gerekir. Eee her şeyin bir faturası var dostum.”

* * *

Yazının Devamını Oku