Paylaş
Semineri Alman Konrad Adenaur Vakfı ile Türkiye Gazeteciler Cemiyeti düzenlemişti.
Seminerde konuşmacı olan Türk ve Alman gazeteciler iki gün süreyle medyada yeni açılımları ve yerel basının sorunlarını tartıştılar.
Benim konuşmacı olduğum “Siyaset-Medya İlişkilerinde Yerel Basının Konumu” başlıklı bölümde ağırlıklı olarak basın özgürlüğü üzerinde yoğunlaşıldı.
Benim hemen solumda Alman gazeteci Wolfgang Molitor oturuyordu.
CV’sinden çok deneyimlerden geçmiş bir meslektaş olduğu anlaşılıyordu.
Stuttgarter Gazetesi’nde çalışıyordu. Birçok gazetede yöneticilik yapmıştı.
Oturum sonunda, Wolfgang’la gazeteci olarak aramızda büyük uçurumlar olduğunu anladım.
İki ayrı dünyada yaşayan iki insan gibiydik.
Bu ayrılık benim ve ülkem adına üzücüydü, hem de çok üzücüydü.
***
Onun ülkesinde demokratik rejim tıkır tıkır işliyor.
Bireylerin özgürlüğüne ve haklarına kimse dokunamıyor.
Basın özgürlüğüne ise devletin ve iktidarların ufacık bir müdahalesi bile söz konusu değil.
Gazetelere baskı yapmak ülkeyi yönetenlerin aklından bile geçmiyor.
Gazeteler ve gazeteciler mesleklerini hiçbir baskı altında kalmadan özgürce yerine getiriyorlar.
Ne haberler, ne de ilanlar konusunda herhangi müdahale söz konusu.
Gazeteci, insan onur ve haysiyetine dokunmamak, özel yaşamına saygı göstermek ve hakaret etmemek koşuluyla herşeyi yazma, herkesi eleştirme hakkına sahip.
Onların ülkesinde, yazdıkları için hapislere tıkılmış bir tek gazeteci yok.
Bir gazeteciye, gazetecilik yaptığı için değil tutuklamak, sorgu bile yapılamıyor.
Onun ülkesinde, siyasi iktidarın baskısıyla gazetecilik yaptırılmayan gazeteci de yok.
***
Onun ülkesinde kimsenin makamı, evi, telefon konuşmaları dinlenmiyor.
Kimse yaptığı telefon konuşmaları yüzünden tutuklanıp hapse atılmıyor.
Kimse hayali bir terör örgütünün üyesi olmak, yönetmek ve darbe yapma girişiminde bulunmakla suçlanmıyor.
Onun ülkesinde üst düzey subaylar, dünyaca ünlü bilim adamları, rektörler, gazeteciler, yazarlar, bürokratlar çete üyesi olmakla suçlanmıyor.
Adalet bakanlığı kendi savcılarının, yargıçlarının telefonlarını dinletmiyor.
Onun ülkesinde hükümet, “Benim istediklerimi yapmıyor, cumhuriyet mitinglerine katılıyor” diye bir yargıç ile bir savcıyı meslekten ihraç etmeye kalkışmıyor.
Sendikalara, sivil toplum örgütlerine, meslek odalarına, derneklere, seslerini soluklarını çıkartamayacak kadar korku salmıyor.
Onun ülkesinde işadamlarından, bürokratlardan, bilim adamlarından, aydınlardan, meslek sahiplerinden sokaktaki adama kadar hiç kimse, başıma bir bela gelir diye konuşmaya korkmuyor.
Onun ülkesinde silahlı kuvvetler dahil kurum ve kuruluşlara ilerici, aydınlıkçı, demokratik laik cumhuriyetçi olduğu için iktidar tarafından savaş açılmıyor.
Onun ülkesinde iktidar yargıyı, üniversiteleri, devlet kurumlarını ele geçirmek için her türlü baskıyı yapmıyor.
Onun ülkesinde gazeteci gazeteciliğini, meslek sahipleri mesleklerini iktidarın istediği gibi değil, ülkesinin ve toplumun çıkarlarının gerektirdiği gibi özgürce yapabiliyor.
Gerçekten de Wolfgang Molitor’un dediği gibi “İki farklı dünyalardan bahsediyoruz.”
Ne acı değil mi?
Oysa o da gazeteci, ben de...
Paylaş