26 Şubat 2011
MÖSYÖ Sarkozy Türkiye’yi onurlandırdı.<br><br>Ama Fransa Cumhurbaşkanı olarak değil, G-20 ülkelerinin başkanı olarak... Çankaya’ya gitti.
Cumhurbaşkanı ile G-20’nin sorunlarını görüştü.
İki lider basın toplantısı yapıp görüşlerini açıkladılar.
Sarkozy önceden açıklandığı gibi medyadan sadece iki soruyu yanıtladı.
Sonra Anıtkabir’e çiçek koydu, saygı duruşunda bulundu ve anı defterine duygularını yansıtan bir mesaj yazdı.
Oradan Başbakanlığa geçerek Başbakan Erdoğan’la görüştü.
Sonra havaalanına gitti ve uçağına atlayıp Türkiye’den ayrıldı.
Sarkozy G-20 ülkeleri başkanı olarak geldiği Türkiye’de topu topu 6 saat kaldı.
Bizimkiler gezisini uzatmasını istediler ama Sarkozy’nin programı değiştirilmedi.
G-20 Başkanı Türkiye’de daha fazla kalmaya gerek görmedi.
* * *
Bu şık bir ziyaret olmadı.
Önemsenen, yıldızı parlayan büyük bir ülkeye duyulması gereken saygıya hiç ama hiç uymadı.
Peki neden bu kadar kısa tutuldu gezi?
Fransa Dışişleri cumhurbaşkanlarını uyarmadı mı?
Uyardı da Sarkozy mi dinlemedi?
Türk tarafının daha uzun bir ziyaret olması gerektiği yolundaki görüşü neden dikkate alınmadı?
Bu sorulara yanıt verecek bilgilere sahip değiliz.
Ama bildiğimiz Sarkozy’nin gezisi diplomatik kurallara ve nezakete pek uygun düşmedi.
Sarkozy’nin Türkiye’yi Tunus ve Cezayir’in daha büyüğü olarak gördüğü biliniyor.
Ayrıca AKP’nin dinsel ağırlıklı dünya görüşünden kuşku duyduğu şeklinde bir kanı da oldukça yaygın.
Mösyönün, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyeliğine karşı çıkmasında bu etkenlerin rolü olduğu tartışma götürmez bir gerçek.
Hatta “70 milyonluk Müslüman bir ülkeyi aramıza nasıl alırız?” sorusunu da sık sık gündeme getirdiği de...
* * *
Sarkozy’nin Türkiye gezisini Cumhurbaşkanı şapkasıyla yapmaması ve çok kısa tutması Fransız kamuoyuna bir siyasi mesaj da olabilir.
Sanırım Fransa Cumhurbaşkanı’nın bu davranışının arkasında, Türkiye karşıtı bir politika ile seçim kazandığı inancı da yatıyor.
Sarkozy ayrıca gezisini kısa tutarak, ülkesindeki Türkiye karşıtlarına “Türk dostu” görüntüsü vermemeyi amaçlıyor olabilir.
Anlaşıldığı kadarıyla mösyönün inancı şu:
“Türkiye’nin AB’ye tam üye olması birliğe bir yarar sağlamaz. O nedenle Türkiye’ye tam üyelik verilmeden sıkı ilişkiler kurulmalıdır.”
Mösyö Ankara’da da “Sözünüzü yerine getirin” hatırlamasını “Üyeliğe değil, müzakerelere onay verdik” diye yanıtladı.
Sarkozy’nin bu tutumu, kendisi cumhurbaşkanı olarak kaldığı sürece etkilidir.
Yakında Fransa’da cumhurbaşkanlığı seçimi var.
Kamuoyu araştırmalarının sonuçlarına göre mösyönün durumu pek parlak değil.
Türkiye, Avrupa Birliği hedefini kişilere bağlı görmemeli ve engelleri aşmak için çaba harcamalı.
Mösyö bugün var, yarın yok.
Yazının Devamını Oku 25 Şubat 2011
BUGÜN bütün dünyanın nefret ettiği bir diktatör olan Muammer Kaddafi’nin bir zamanlar Türk toplumunun gönlünde ayrıcalıklı yeri vardı. Emekli Büyükelçi Taner Baytok devrimci, haksızlıklara karşı çıkan, ülkesini bir diktatör gibi değil, halkıyla birlikte yöneten bir zamanların Kaddafi’si ile ilgili ilginç bir anısını anlattı.
Yıl 1974... Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan hemen sonraki günler... Türk Silahlı Kuvvetleri adaya başarılı bir çıkarma yapmış ve oradaki Türkleri kurtarmıştı.
Onuru kırılan Yunanistan ayaktaydı. Türk-Yunan savaşı her an patlayabilirdi.
Türkiye’nin böyle bir savaş için silahlı kuvvetleri hazırdı ama ciddi silah eksikliği vardı. Taner Baytok o dönemde NATO’da görevli bir diplomattı.
Türkiye, İran ve Irak’a silah için başvurdu. İran biraz oyaladı, sonra uyduruk bazı malzemeler gönderdi.
Irak ise “Sizin istedikleriniz bizde yok. Ama Libya’da var” dedi.
Dışişleri, Libya ile hemen ilişki kurdu. Libya, Kaddafi’nin kapattığı ABD üssünde bol miktarda silah ve malzeme olduğunu, bunları gönderebileceklerini bildirdi.
Kısa bir süre sonra da 4 uçak dolusu silah ve malzeme Türkiye’ye gönderildi.
* * *
O sırada Ecevit iktidardaydı. Hasan Esat Işık Milli Savunma Bakanı’ydı. Işık, Taner Baytok’u çağırıp Kaddafi’ye teşekkür mektubu gönderileceğini bildirdi.
“Sen atla Libya’ya git ve yeni silah isteğimiz de olduğunu ilet” talimatı verdi.
Genç diplomat bakana şu öneride bulundu: “Efendim, gönderilen ve yeni alacağımız silahların parasını da vereceğimizi bildirelim.”
Bakan bu öneriyi kabul etti ve Baytok Libya’ya uçtu.
Baytok Libya genelkurmay başkanına Türkiye’nin silahların parasını ödemek istediğini iletti ve yeni silah isteğinde bulundu.
Libya Genelkurmay Başkanı “Sizden para almayız. Depolarda ne kadar silah, malzeme varsa hemen gönderelim” dedi.
Heyetteki Türk subaylar üsse giderek işe yarayacak silah ve malzemeleri belirledi. Bunlar 4 DC 9 uçağına yüklenerek Türkiye’ye gönderildi.
Her şey Kaddafi’nin kesin emri ile olup bitivermişti.
* * *
Bu kadar büyük jest karşısında Türk heyeti Libya’nın 4 Eylül kurtuluş günü törenlerine kaldı. Törenlere Maliye Bakanı Deniz Baykal da gelmişti.
Ama Kaddafi ile görüşmek olanaksızdı. Baykal “Teşekkür mektubunu vermeden gitmem. Kaddafi ile mutlaka görüşmem gerekir” diye ısrar etti.
Öykünün gerisini Taner Baytok şöyle anlatıyor:
“Kaddafi’nin çevresi öyle kalabalık ki, sokulmak olanaksız. İte kaka yol açtık ve Deniz Baykal’ı Kaddafi’nin yanına götürdük.
Kaddafi, Baykal’a iltifatlarda bulundu. Türklerle gurur duyduklarını söyledi. ‘Birkaç gün kalın, konuğum olun’ dedi ve ertesi gün saat 10.00’da randevu verdi.
Ertesi gün gittik. Deniz Bey Kaddafi’ye Kıbrıs harekâtını anlattı.
Kaddafi ‘Neden tamamını işgal etmediniz?’ diye sordu, sonra da ‘Eğer Yunanistan kıpırdarsa size elimizden gelen bütün yardımı yaparız’ dedi.
Libya lideri, Baykal’dan ‘Ben askerlerle yemek yiyeceğim. Siz de gelin ve onlara Kıbrıs harekatını anlatın’ diye ricada bulundu.
Baykal ‘Sevinerek kalırız ama uçağı kaçırırız’ dedi. Bunun üzerine Kaddafi ‘Önemli değil, benim uçağımla gidersiniz’ deyince kaldık.
Sonra Türkiye’ye Kaddafi’nin ucağıyla döndük.
Ben bir diplomat olarak Türkiye’nin çok zor günlerinde Kaddafi’nin gösterdiği bu dostluğu hiç unutamam. Bunu bir vefa borcu olarak anlatıyorum.”
Evet o dönemde Kaddafi hiçbir ülkenin yapmadığını yapmıştı Türkiye için.
Ama yıllar içinde iktidar hırsı Kaddafi’yi kanlı bir diktatöre dönüştürdü.
Bugün ise, kendi halkı ve dünya ondan nefret ediyor.
Yazının Devamını Oku 23 Şubat 2011
1931 yılında Libyalı yurtseverler “Çöl Aslanı” Ömer Muhtar’ın liderliğinde Avrupalı sömürgecilere karşı ayaklandı.
Ancak Ömer Muhtar İtalyanlar tarafından yakalanıp asıldı. Onun ölümü direnişin başarısızlıkla sona ermesine neden oldu.
Aslında Libya 1511’den 1912 yılına kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetiminde sorunsuz bir yaşam sürdü.
Osmanlı gücünü yitirince Libya (Trablusgarp) emperyalistlerin pençesine düştü.
Trablusgarp 1912’de uzun savaşlardan sonra Osmanlı’nın elinden koparıldı.
Yazının Devamını Oku 21 Şubat 2011
KÜÇÜKKUYU Beldesi Ege’nin başladığı yerdedir. Farklı kültürlerin izlerini taşıyan otantik köyleri, Ege’nin en bereketli zeytin ağaçlarıyla bezenmiş dağlarıyla doğa harikası bir gölgededir.
Küçükkuyu’da Ege’nin mavisiyle, Kaz Dağları’nın yeşili büyük bir coşkuyla kucaklaşır.
Bu küçük beldenin varı yoğu bereketli zeytin ağaçlarıdır.
Zeytin ve ondan elde edilen yağ halkın tek geçim kaynağıdır.
Zeytin ağaçları nesilleri besler.
Bölgede bin yıla kadar uzanan zeytin ağaçları vardır.
Bu kutsal ağaç mitolojik çağdan günümüze kadar uzanan süreçte barışı, bereketi ve ölümsüzlüğü simgeler.
Verdiği meyvesiyle Anadolu’da 6 bin yıldır insanlara barış, bereket ve sağlık getirmektedir.
Küçükkuyu bölgesinde Kaz Dağları’nın eteklerinde bulunan zeytinliklerden elde edilen zeytinyağları üstün lezzet ve kalitesiyle dünyada ünlenmeye başlamıştır.
Bölgenin toprak yapısı, iklimi, Kaz Dağları’ndan kopup gelen bol oksijen yüklü havası ile oluşan mikroklimatik özellikleri bu nefis zeytinyağını yaratmaktadır.
Uzmanlar, Küçükkuyu’da elde edilen zeytinyağını “ipek gibi” diye tanımlıyorlar.
* * *
Bu bilgileri Küçükkuyu Belediyesi ile Marmara Vakfı’nın düzenlediği “Zeytin Kurtuluş Şenlikleri” nedeniyle yapılan panelde konuşan uzmanların verdiği bilgilerden öğrendik.
Yine uzmanların verdikleri bilgilere göre zeytinyağı yüksek kalori değeri, meyve suyu gibi natürel tüketilebilen tek yağdır.
Kendine has renk, koku, tat ve aromasıyla insan sağlığına büyük katkıda bulunmaktadır.
Küçükkuyu’nun şansı, sahip olduğu bu özelliklerdir.
Bu eşsiz ürün bu bölgenin yarattığı bir mucizedir.
Bu sayede belde dünyada tanınma yolunda hızla ilerlemektedir.
Beldenin genç Belediye Başkanı Cengiz Balkan, Tanrı’nın beldeye bahşettiği bu şansın iyi kullanılmasının bir kurtuluş olacağını çok iyi biliyor.
Bu nedenle Küçükkuyu’nun tanıtımı için hiçbir özveriden kaçınmıyor.
Balkan geçen yıl başlattığı Küçükkuyu Zeytin Kurtuluş Şenlikleri’nin düzenli olarak yapılmasına ve geleneksel hale getirilmesine karar vermiş.
* * *
Ya sorunlar, diyeceksiniz.
Her alanda olduğu gibi sayılamayacak kadar çok...
Üretici büyük emek veriyor. Ama karşılığını alamıyor.
Bunun için de çok zahmetli olan zeytin hasadının bitmesine “Kurtuluş” adını vermiş.
Tüketici açısından baktığınız zaman ise zeytinyağı sağlık yönünden çok zararlı olan yağlardan daha pahalı olduğu için Türk halkı tarafından tüketilmiyor.
Özellikle Doğu, Güneydoğu ve Orta Anadolu insanı zeytinyağını tanımıyor.
Ve tüketmiyor.
Yunanistan yılda 22 kg, İtalya 12 kg, İspanya 10 kg, Suriye 6 kg zeytinyağı tüketirken biz Türkler yılda sadece 1.5 kg zeytinyağı tüketiyoruz.
Panelde konuşan bütün uzmanlar Türkiye’nin zeytinyağını halkına tanıtması, dünyaya bu nefis yağın mutlaka marka olarak sunulması gerektiğini özellikle vurguladılar.
Türkiye dünyanın en kaliteli zeytinyağını üretiyor.
Ama bunu ne tüketiyor, ne dünyaya satabiliyor.
Yazının Devamını Oku 19 Şubat 2011
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, parti uzmanlarının uzun süre üzerinde çalıştığı Aile Sigortası Modeli’ni açıklarken söze şöyle başladı: <br><br>“Biz, yoksulluğu yönetmeye değil, yok etmeye talibiz. AKP ise yoksulluğu yönetiyor, bundan rant elde ediyor.” CHP’nin geliştirdiği ve basına tanıttığı “Aile Sigortası Modeli”, aslında AKP’nin sadaka devletinin yerine sosyal devlet anlayışını yerleştirme projesi.
CHP bu proje ile kendi iktidarlarında “Sadaka Devleti” anlayışının toptan terk edilerek yerine sosyal devlet anlayışının yerleştirileceğini ilan etti. Aile Sigortası modelinde yoksul ailelere bağlanacak maaş doğrudan evin kadınının banka hesabına yatırılacak.
Bir gezide yoksul bir kadın Kılıçdaroğlu’na şu soruyu sormuş:
“Bize makarna, bulgur veriyorlar. Niye ben markete gidip istediğim makarnayı almıyorum?”
Kılıçdaroğlu “Düşündüm yoksul kadın son derece haklı” diyor ve şöyle sürdürüyor sözlerini:
“AKP’nin yaptığı yardımlarla yoksulların onurları zedeleniyor. İşte biz bu proje ile yoksul insanların onurlarını koruyacağız. Paket dağıtmayacağız. Evin kadını, hesabına yatıracağımız para ile markete gidip her insan gibi dilediğini alabilecek.”
* * *
Aslında Aile Sigortası 40 yıllık bir rüya.
1971 yılında Türkiye, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün Sosyal Güvenliğin Asgari Normları Sözleşmesi’ni imzalayarak Aile Sigortası‘nı uygulamaya söz vermiş.
Ama söz 40 yıldır tutulmamış.
Şimdi CHP bu sözü yerine getirmek için modeli geliştirmiş ve uygulanacak duruma getirmiş.
Bu model uygulanırsa yaklaşık 3 milyon yoksul aile bundan yararlanacak.
Yoksul ailelerin kadınlarının banka hesabına her ay 600 lira ile 1250 lira arasında para yatacak.
Aylık oranı ailenin yapısına yani çocuk sayısına, evde bakıma muhtaç ihtiyarlar olup olmamasına göre belirleniyor.
Ailenin bireylerinin iş bulması durumunda aylıkları kesilecek.
İş bulamadıkları sürece ise bu aylık ödenecek.
Bunun dışında yoksul ailelere belirlenen ölçüde doğalgaz bedava verilecek. Böylece bedava kömür nedeniyle kentlerde yeniden başlayan hava kirliliğinin de önüne geçilmiş olacak.
Yeşil kart uygulaması keyfi dağıtımlar önlenerek aynen sürdürülecek.
Bu projeden 5.5 milyon yetişkin, 6.5 milyon çocuk, 1.1 milyon yaşlı ve 600 bin engelli yararlanacak.
Kimsenin onuru kırılmayacak.
* * *
Bu proje hiç de öyle kaynağı bulunmayacak bir proje değil.
CHP uzmanlarının yaptığı hesaplara göre, projenin maliyeti 7.5 milyar lira.
Kamu harcamalarının yüzde 1.7’si kadar.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yoksulluğu önlemek için rahatlıkla yerine getirebileceği sosyal bir görev.
Hele insanların onurunu kıran sadaka ekonomisinin ortadan kalkacağı düşünülürse projenin ne kadar önemli olduğu ortaya çıkar.
Proje hazırlanırken bütün ayrıntılar büyük bir dikkatle ele alınmış ve esaslara bağlanmış.
Toplantının sonunda bir gazeteci arkadaş Kemal Bey’e şu soruyu sordu:
“Bu projeyi bütün ayrıntılarıyla açıkladınız. İktidar partisi alıp bunu uygularsa tutumunuz ne olur?”
Kılıçdaroğlu hiç tereddüt etmeden şu yanıtı verdi:
“Kimsenin kuşkusu olmasın, bundan büyük bir mutluluk duyarız.”
Yazının Devamını Oku 18 Şubat 2011
SONER Yalçın iktidarın şarkısını söyleseydi şimdi bir eli yağda, bir eli balda olurdu.
Pek çok “Misyoner gazeteci” gibi...
Sonra, büyüklerin uçağındaki mümtaz yerini alır, iltifatlara boğulurdu. TRT’de programlar yapar, yüklü ücretler alır, lüks içinde yaşardı.
Pahalı İtalyan elbiseler giyer, marka gömlek ve kravatlar kullanırdı.
50 bin Euro’luk Franck Muller saat takardı.
Böyle bir Soner’in evi ve bürosu sabahın köründe basılmaz, 30 saat aranmazdı.
Polis, bulduğu her şeye el koymaz, onu ve 3 arkadaşını alıp götürmezdi.
Ama Soner sabah akşam iktidarı eleştirdi, belgeler, görüntüler yayınladı. AKP’lilerin sinirlerini bozdu.
Yazının Devamını Oku 16 Şubat 2011
Süheyl Batum “Kâğıttan kaplan” dedi ya...
AKP’liler birdenbire tam kadro asker yanlısı kesiliverdiler.
“Vay efendim şerefli Türk ordusuna nasıl ‘kâğıttan kaplan’ dermiş.”
Batum hemen istifa etmeliymiş filan...
Vay canına meğer AKP’liler askeri ne kadar seviyorlarmış.
Yazının Devamını Oku 14 Şubat 2011
ADANA’yı gördükten sonra Başbakan’ın, AKP’lilerin ve yandaşlarının, gece gündüz CHP’yi ve Kılıçdaroğlu’nu karalamaya çalışmalarının nedeni anlaşılıyor. CHP eski CHP değil, Kemal Kılıçdaroğlu ile halkla hızla bütünleşiyor.
Daha özgür, daha demokratik, insan haklarına bağlı çağdaş bir Türkiye istiyor.
1973 ve 1977 seçimlerindeki Ecevit olgusunun bir benzeri yaşanıyor.
Özellikle de yoksul halk kesimlerinde Kılıçdaroğlu bir umut olmaya başlamış.
Bu kadar kısa sürede halkın bu yönelişi nasıl oluşmuş?
Şöyle özetlenebilir.
Geçim sıkıntısı içinde olan insanlar Erdoğan’ın ve AKP kadrolarının kendilerinden uzaklaştıklarını, onların burjuvalaştıklarını görmeye başlamışlar.
AKP’lilerin ve yandaşlarının pahalı markalardan oluşan giyim kuşamları, lüks otomobilleri, oturdukları havuzlu villaları, gittikleri lokantalar, lüks alışverişleri, 5 yıldızlı otellerde tatiller yapmaları, yurtdışı seyahatleri...
Dar gelirli halk bütün bu değişimin çok kısa zamanda gerçekleştiğine tanık oluyor.
Yapılan vaatleri nasıl unuttuklarını, hatta tam tersini yaptıklarını görüyor.
Ve en önemlisi, uğradıkları hayal kırıklığı.
Yoksul insanlar artık AKP’nin kendilerini sadakaya muhtaç hale getirdiğini görüyor.
Kendi içlerinden çıktığını sandıkları Tayyip Erdoğan’ın kısa sürede giderek başkalaştığının, zenginler sınıfına geçtiğinin ayrımına varıyorlar.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun otobüsü Adana’nın yoksul mahallerinden geçerken yaşanan manzaralar yukarda anlatmaya çalıştığım olguyu aynen yansıtıyor.
Geçim sıkıntısından bunalmış kadınların, evine ekmek götürmek için çırpınan yorgun yüzlü erkeklerin, umutsuzlukları bakışlarından okunan işsiz gençlerin, üstleri başları dökülen sokaklara salınmış binlerce çocuğun sıcacık bakışları, sevgiyle gülümseyip el sallamaları çok şey anlatıyor.
Kemal Bey, “Benim için meydanlardan çok sokaklar önemli. Halkın ilgisi, sevgisi bütün yorgunluğumu alıp götürüyor. Bu insanlara gerçekleri anlatmak için daha fazla yere gitmem, onlarla daha fazla bir araya gelmem gerekiyor” diyor.
AKP’nin halkı kandırdığını, onlar için değil, yandaşlarını zengin etmek için çalıştığını söylüyor.
“Bunu durmadan gezip anlatacağız. Bu kısırdöngüyü parçalayacağız” diyor.
“Çok zor olacak bu iş... Çünkü Türkiye çok zor bir dönemden geçiyor... Türkiye bugüne kadar böyle bir baskı dönemi yaşamadı” diyorum.
“Biliyorum. İşimin çok zor olduğunu biliyorum” diyor Adana’dan İstanbul’a uçarken. Sonra da ekliyor:
“Yemek yemeye, uyumaya bile vakit bulamıyorum. Bu iktidarın Türkiye’yi demokrasiden, hukuk devletinden kopardığını anlatmak için sürekli çalışıyorum. Bakın bu akşamı boş bıraktım çünkü 15 gündür karımı görmüyorum. Onunla baş başa yemek yiyeceğiz.”
Politika gerçekten kolay iş değil. İnanılmaz bir özveri istiyor.
Türkiye Kemal Bey’le yeni bir döneme girdi.
Bunun farkına varanların huzursuzluklarının ve CHP’ye saldırılarının nedeni de bu.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun halkın kendisi olduğunu biliyorlar.
Devleti tanıdığını, deneyimli, bilgili, dürüst, hoşgörülü, yumuşak ama kararlı ve donanımlı olduğunu görüyorlar.
Kemal Bey halkın içinden gelmiş ve halk olarak kalmış, değişmemiş, burjuvalaşmamış.
Eşinin, çocuklarının ismini bile kimse bilmiyor. Akrabaları, yakınları ortalarda görünmüyor.
Halk kendisine sarılan insanın dokunuşundan, onu kavrayışından kendisinden olup olmadığını çok iyi sezer.
Asla da yanılmaz.
AKP ve yandaşlarının telaşı gereksiz değil.
Yazının Devamını Oku