13 Şubat 2011
KEMAL Kılıçdaroğlu işsizlik mitingi ile Adana’da görkemli bir gövde gösterisi yaptı. Uğur Mumcu Meydanı ağzına kadar doluydu. Kalabalığın taşıma olmadığı konusunda Adana örgütü garanti verdi. “Hiçbir ilçeye bir kuruş göndermedik” dedi.
Polise göre mitingde 60 bin kişi vardı. Partililere göre ise bu rakkam 70-80 bindi.
Meydanı böyle kalabalık gören Kılıçdaroğlu coşkulu bir konuşma yaptı ve AKP iktidarının ekonomi politikasını sert bir şekilde eleştirdi.
Yer yer konuşması Ecevit’in duygusal konuşmalarını andırıyordu.
Ecevit yoksul halkın yüreğine seslenirdi. Kılıçdaroğlu da işsizliği, yoksulluğu, adaletsizliği vurgulayarak halkın yüreğine seslendi.
“Gelin halk iktidarını birlikte kuralım” dedi.
* * *
Havaalanından Uğur Mumcu Meydanı’na gelene kadar yollarda halkın ilgisi de çok yoğundu.
Kılıçdaroğlu’nun otobüsü varoşlardan geçerken bu ilgi çok daha büyüktü.
Özellikle de kadınlar öyle bir içtenlikle el sallıyorlardı ki bu ilgi Kılıçdaroğlu’nu çok mutlu etti.
Camlardan, balkonlardan el sallayan herkese yanıt vermek için büyük çaba harcadı CHP Lideri.
Otobüsün önüne çıkanların ellerini sıkmadan yoluna devam etmedi.
Varoşlardaki esnafın ilgisi özellikle büyüktü.
Miting her bakımdan CHP’ye ve Kılıçdaroğlu’na büyük moral oldu.
Adana bu seçim kampanyasının çok coşkulu geçeceğinin, kalabalıkların giderek büyüyeceğinin işaretini verdi.
* * *
Meydana tekrar dönersek toplanan kalabalık olağanüstü canlıydı.
Kalabalık ağırlıklı olarak gençlerden oluşuyordu.
Gençler hiç kuşkusuz bu seçimin kaderini belirleyecek.
Özellikle işsiz gençler Kemal Kılıçdaroğlu’na en büyük desteği verebilir.
Dilerim akıl almaz oyunlar oynanmaz, çirkin tertipler yapılmaz da ağız tadıyla uygar, demokratik bir seçim kampanyası yaşar Türkiye.
Yazının Devamını Oku 12 Şubat 2011
PROF. Dr. Celâl Şengör Türkiye’nin yetiştirdiği uluslararası üne sahip bir bilim adamıdır. Ama bugünkü iktidara karşı Cumhuriyet’i, Atatürk ilke ve devrimlerini savunduğu için AKP’yle arası hiç iyi değildir.
Bir ara Prof. Celâl Şengör üniversiteden bile atılmak istendi.
Yurtdışından çok sayıda ödül alan Prof. Şengör ünlü bir jeologdur.
Bir bilgi ve kültür küpüdür.
Evine kurduğu 20 bin kitaplık kütüphaneyi görünce hayretler içinde kalmıştım.
Aileden zengin olan Şengör o kütüphaneye bir servet yatırmış.
Arkadaşımız Sefa Kaplan, Celâl Şengör’le yıllarca çalışarak onun biyografisini yazdı.(*)
Celâl Şengör’ün yaşamı da bilgisi ve kültürü kadar zengin ve baş döndürücü.
İnsan okurken soluksuz kalıyor.
Bu güzel ve sürükleyici kitaptan bazı küçük anekdotlar aktaralım.
* * *
Cumhuriyet yeni kurulmuş. Savaştan yeni çıkıldığı için yoksulluk ve açlık bütün ülkeyi kasıp kavuruyor.
Ama genç Cumhuriyet iddialı.
Hem yoksulluğu yenmek, hem de emperyalistlerin borç sarmalına düşmek istemiyor.
Bu bilinçle Cumhuriyet’i kuran kadro ile bir avuç okumuş insan bir şeyler yaratmak için çırpınıp duruyorlar.
Ülkede şeker yok. Atatürk, Kazım Taşkent’e şeker fabrikaları kurma görevi veriyor.
Kazım Taşkent kolları sıvayarak deli gibi çalışmaya başlıyor.
Bir gün Atatürk çalışmaları denetlerken Kazım Bey’e “Almanya’dan bu fabrikaların makinelerini nakledecek bir şirket lazım bize. Bunun için güvenilir bir adam bulmak gerek. Çünkü bu adama kredi verip zengin edeceğiz” diyor.
Kazım Taşkent, Celâl Şengör’ün dedesini buluyor.
Celâl Şengör açık yüreklilikle bu olayı şöyle özetliyor: “Atatürk’ün sayesinde bir gecede zengin olduk.”
* * *
Celâl Şengör jeolog olma öyküsünü de şöyle anlatıyor:
“Ben jeolojiyi küçük yaştan yani Jules Verne’nin ‘Arzın Merkezine Seyahat’ kitabını okuduğum günden itibaren sevmeye başladım. Hemen arkasından ‘Denizler Altında Yirmi Bin Fersah’ı okudum. Onu da okuduktan sonra kendi kendime, ‘Adam olmak demek, Jules Verne’in tarif ettiği gibi olmak demektir’ diye düşündüm. Bana jeolojiyi Jules Verne sevdirdi...”
Celâl Şengör’ü lisede okurken Hitler hayranı olarak görüyoruz. Lise sonda ise hızlı Hitlercilik sona eriyor.
Şengör bunu şöyle anlatıyor:
“Liseyi bitirene kadar Hitler sempatisi de bitti. Onun büyük bir zırvalık olduğunu gördüm çünkü...”
Celâl Şengör yeni jeolog olmuş ve Amerika’da kalmayarak Türkiye’ye dönmüş. Jeolojiye deli gibi tutkun... İTÜ’de akademik çalışmalara başlıyor.
Bu arada meslek gereği mağaraları inceliyor.
Bir gün İstanbul’da bir arkadaşıyla Yarımburgaz Mağarası’na giriyor. Elinde sadece bir el feneri var.
Mağarada 10 dakika ilerledikten sonra birden el fenerinin pili bitiyor ve sönüyor.
Mağaranın içinde yönlerini kaybediyorlar. Dışarı çıkmak için tam 12 saat dönüp duruyorlar.
Genç bilim adamı, kendisini dünya çapında bir uzman yapacak olan olağanüstü zekâsı sayesinde ölümden kurtuluyor.
* Bir Bilim Adamının Serüveni, Celâl Şengör Kitabı/ Nehir Söyleşi: Sefa Kaplan/Türkiye İş bankası Kültür Yayınları.
Yazının Devamını Oku 11 Şubat 2011
27 Şubat Pazar günü saat 14.00’te Eskişehir’in mucizeler yaratan Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen’in CHP’ye geçiş töreni var. Eskişehir’i Türkiye kent çizgisinin çok çok üstüne çıkarmayı başaran Büyükerşen Hoca halka sordu:
“DSP’den istifa ettim. Ne yapmam gerekiyor?”
Eskişehir’i yolları, havuzlu, heykelli meydanları, nefis parkları, iki yanındaki kafeleri, restoranları, heykellerle süslenmiş görkemli köprüleri ile Paris’in ünlü Sen Nehri’nin küçük bir örneği haline getirdiği Porsuk Çayı ile bir Avrupa kentine dönüştüren başkanlarına halk şu yetkiyi veriyor:
“Siyasi yaşamına CHP’de devam et ama sakın belediye başkanlığını bırakma.”
Büyükerşen hemşerilerinin bu isteğine harfiyen uyma kararı alıyor.
Yılmaz Hoca belediye başkanlığı koltuğuna oturduğu gün hayalindeki Eskişehir’i anlatmıştı gazetecilere.
Kimse inanmamıştı Eskişehir gibi bir Anadolu kentini Avrupa standardına yükseltebileceğine...
Ama zaman içinde görüldü ki, bir sihirli değnek kentin orasına burasına dokundukça ortaya bambaşka bir Eskişehir çıkmaya başladı.
Yılmaz Hoca beş yıl içinde söylediklerinden çok daha fazlasını gerçekleştirdi.
* * *
Bu mucize nasıl yaratıldı? Bunun sırrı neydi?
Hoca’yı tanıyan insanlar için bu kesinlikle bir mucize değildi.
Yoktan var ettiği Anadolu Üniversitesi’nde kazandığı olağanüstü deneyim.
Bilim adamı olmanın kazandırdığı donanım ve birikim.
Çağdaş, uygar dünya görüşü...
Atatürk’ün aşıladığı akıl ve mantık çizgisi...
Ve en önemlisi de ÇALMAMAK, ÇALDIRMAMAK...
Halkın parasının kuruşunu bile ziyan etmemek...
İşte Eskişehir mucizesinin sırrı.
Bugün Eskişehir halkı kentiyle büyük gurur duyuyor.
Sorunların büyük bölümü, iktidarın bütün engellemelerine rağmen çözülmüş durumda.
Büyükerşen’e AKP iktidarı yardım etmediği gibi, projelerine hep zorluk çıkarmış.
Yüzlerce örneği bir kenara bırakıp bir tanesini verelim.
* * *
Büyükerşen’in raylı sistem kurmak için anasından emdiği süt burnundan geldi.
Hükümet kendisine bir kuruş vermediği gibi sürekli engel çıkardı.
Ama o inatçı yapısıyla yurtdışından çok uygun şartlarda kredi buldu ve Türkiye’nin en verimli raylı sistemini kurdu.
Sistem günde 60 bin yolcu taşıma kapasiteli olarak hesaplandı, ancak şu anda 90 bin yolcu taşıyor.
Yılmaz Hoca raylı sistemi uzatmak ve kapasitesini artırmak istiyor ama bir türlü Devlet Planlama Teşkilatı’ndan onay alamıyor.
AKP’li belediyelere bu onay onlar istemeden veriliyor.
Yılmaz Hoca’nın işi 27 Şubat Pazar günü yapılacak şölenden sonra daha da zorlaşacak.
AKP hükümeti CHP’li Yılmaz Büyükerşen’e daha büyük zorluklar çıkaracak.
Hoca bunu biliyor.
DSP yönetimi istifa etmesini isterken bir an bile düşünmeden istifa etmesi, onun ne kadar azimli, inatçı ve başarmaya odaklanmış bir insan olduğunu gösteriyor.
Hoca büyük baskılara göğüs germesini ve o baskıları savuşturmasını çok iyi bilir.
İşte kanıtı...
Bir Avrupa kentine dönüştürdüğü pırıl pırıl, rengârenk ESKİŞEHİR bütün görkemiyle ortada...
Yazının Devamını Oku 9 Şubat 2011
TÜRKİYE Cumhuriyeti ile KKTC ilişkileri ilk kez bu denli hırpalanıyor. Başbakan Erdoğan’ın bizim artık alıştığımız haşinliği Kıbrıs Türklerini incitti.
28 Ocak’taki mitingde bir avuç marjinalin her zamanki “Türkiye karşıtı” muhabbeti Erdoğan’ın ölçüsüz tepkisine neden oldu.
Oysa aynı söylemleri içeren pankartlar Annan referandumu öncesinde de açılmış ama nedense AKP tarafından fazla önemsenmemişti.
Erdoğan bu kez Kırgızistan dönüşünde Kıbrıs Türklerini rencide edici çok ağır sözler söyledi:
“Türkiye buradan çek git, diyor. Sen kimsin be adam. Ülkemizden beslenenlerin bu yola girmesi manidardır.”
İşte bu sözler Kıbrıs’ta bardağı taşırdı.
Bunun öncesi de var.
Başbakan’ın KKTC Başbakanı’na kamuoyunun önünde “Senin maaşın kaç” diye sorması...
Adaya yardımları yönlendiren Başbakan Yardımcısı Çiçek’in Kıbrıs’ta yaptığı “Siz nüfusunuzu bile bilmiyorsunuz” türünde kınayıcı sözleri büyük tepki çekti.
Marjinallerin açtıkları pankartlar yüzünden Kıbrıs Türk halkının “besleme” olarak tanımlanması incitici oldu.
Başbakan bununla da kalmadı, bir de eylemciler hakkında yasal işlem yapılmasını Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’ndan istedi.
Neyse ki sözleriyle pankart açan küçük bir grubu kastettiğini söyledi.
Ama iş işten çoktan geçmişti.
İstediğiniz kadar sözlerinizi düzeltmeye çalışın, gönüller kırılmıştı bir kez.
Bugüne kadar hiçbir cumhuriyet hükümeti yapılan yardımları insanların yüzüne bu denli vurmadı.
Hiçbir başbakan Kıbrıs Türklerini böylesine rencide edecek sözler söylemedi.
Kıbrıs’a müsteşar olarak atanan Halil İbrahim Akça kimdir?
Ekonomik paketin uygulanması konusunda yetkisi nedir?
Bu kişiyle ilgili olarak adadan yoğun şikâyetler gelmektedir.
Kıbrıs’a Türkiye’den gelip yerleşenlerin büyük bölümüyle uyumsuzluk yaşanıyor.
Hükümetin bu konu üzerine acilen eğilmesi gerekir.
Aksi halde Türkiye ile KKTC arasında daha tatsız sorunların çıkması kaçınılmazdır.
Tarhan Erdem şaşırtıyor
TARHAN Bey’i yıllardan beri tanırım.
Milliyet’te de birlikte çalıştık. Dürüst bir insandır.
Sorunlara olumlu yaklaşır.
Beni şaşırtan, böylesine nazik ve olgun bir insanın yıllarca çalıştığı, bakanlığını, genel sekreterliğini yaptığı CHP’ye nasıl bu kadar hoyratça yaklaşıyor olmasıdır.
Bunu gerçekten anlayamıyorum.
Çünkü Tarhan Bey CHP’yi eleştirmiyor, karalıyor.
Bu öfke, bu kin neden? Ne için?
Ne yazık ki Tarhan Bey dostumu CHP konusunda çözemiyorum.
Süheyl Batum’u suçlayanlar
BAŞBAKAN Erdoğan şehitler için “kelle” demedi mi?
“Askerlik yan gelip yatma yeri değildir” demedi mi?
Bülent Arınç ”İyi ki bu generallerle savaşa girmemişiz” demedi mi?
“Kağıttan kaplan” dedi diye Süheyl Batum’u niye suçluyorlar ki...
Yazının Devamını Oku 7 Şubat 2011
AKP için demokrasi amaç değil, araçtır.
Kendi iktidarını dikensiz gül bahçesine çevirmek, ülkeyi keyfince yönetebilmek, attığını atmak, sattığını satmak istiyor.
O nedenle Silivri’yi kendisine karşı olanları susturmak için kullanıyor.
Orada görevlendirilen özel yetkili mahkemelerin baktığı davaların ne zaman biteceği belli değil.
Çünkü AKP bu davaların yıllarca sürmesini istiyor.
İçerde yatanların tutukluluklarının sürmesi dışarda muhalefet yapmak isteyenleri korkutuyor.
Kimse kuşku duymasın, hukuktan yoksun bu davalar sonunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gidecek.
Sami Selçuk’a göre iki neden var:
Yazının Devamını Oku 5 Şubat 2011
RECEP Tayyip Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti’nin 26’ncı başbakanı. Kendisinden önceki 25 başbakandan İsmet İnönü ile Bülent Ecevit sanatla çok ilgiliydi.
İnönü viyolonsel çalar, Ecevit ise şiir yazardı.
Erdoğan ile Erbakan dışındaki başbakanlar, sanatla çok haşır neşir olmamalarına karşın hiçbir zaman ters bir tutum da sergilemediler.
Sanatın gelişmesine özen gösterdiler, sanatçıların sorunlarıyla her zaman ilgilendiler.
Erbakan sanat konularına Karaköy’e dikilen kadın heykeli dışında pek bulaşmadı.
Heykeli müstehcen diye oradan kaldırtıp Yıldız Parkı’nda kuytu bir köşeye koydurttu.
Ama heykelin parçalanmasını da istemedi.
Türkiye Cumhuriyeti’nde ilk kez bir başbakan hem de bir anıt heykeli “ucube” diye niteledi ve yıkılmasını emretti.
Emir üzerine Kars Belediye Meclisi CHP’li üyelerin karşı oyuna rağmen yıkım kararı aldı.
Yakında anıt heykel parçalanarak yıkılacak.
Tayyip Erdoğan da bir heykeli parçalatan başbakan olarak tarihe geçecek.
* * *
Geçen gün Fazıl Say’ın bu konu üzerine Cumhuriyet Gazetesi’nde yazdığı ilginç yazıyı okudum.
Say Türkiye’deki çok tehlikeli bir gelişmeye vurgu yapıyor:
“Bugün varılan nokta maalesef halk ile sanatçıları iyice karşı karşıya getiren üzücü bir durumdur.”
Say’ın yazısından Kars’ta yıkımına karar verilen heykel olayı pek çok kişi gibi sanatçının ruhunda travmalar yaratmış.
Bir umutsuzluk, bir karamsarlık bütün benliğini sarmış, onu kapkara bir dünyaya sürüklemiş.
Bu ruh haliyle “Tartışmalar yorucu ve kötü. En iyisi hiç olmasın. Sanat hiç olmasın” diyor.
Sanatçı yaşadığı dönemi “Ah çok acı bir dönem...” diye tanımlıyor.
* * *
Fazıl Say’ın bu yazısını okuyunca İran’ın Şah dönemini anımsadım.
Bir ceberut, bir acımasız dönemdi.
Özgürlüğünü yitiren İran halkı korku içinde yaşıyordu.
Toplum içinde en yürekli karşı koyuşlar sanatçılardan ve aydınlardan geliyordu.
Şah isyan eden sanatçıları, aydınların pek çoğunu zindanlara attırmıştı.
(Bugün Silivri de Şah’ın zindanları gibi muhalif aydınlar, yazarlar, çizerler, bilim adamları ile dolu.)
Bir gün bir arkadaşım bir İranlı sanatçının kasedini getirmiş, “Bunu dinle” demişti.
Dinlerken sözlerini anlamadığım halde ezgilerin acılığı, hüznü yüreğime işlemiş, beni ağlatmıştı.
Kasetteki şarkılar ceberut Şah yönetimine başkaldıran, bu yüzden de öldürülen insanlara adanmış ağıtlardı.
Yürek yakıcıydı.
Defalarca dinledim, her dinleyişimde de gözyaşlarımı tutamadım.
Sonra kasedi getiren arkadaşa bu sanatçının sonunun ne olduğunu sordum.
Şah’ın cellatları onu işkencelerden geçirmişler ve sonunda da öldürmüşler.
Arkadaşıma, “Dinlerken ağladım” dedim.
“Ben de ağladım, ne dediğini anlamadım ama ağladım. Kasedi getiren İranlı çocuk da ağladı” dedi.
Fazıl Say’ın yazısındaki Zeitgeist filminden aktardığı şu cümle çok çarpıcı:
“Sevginin gücü, güce olan sevgiyi aştığı vakit, dünya aydınlığa kavuşacaktır.”
Yazının Devamını Oku 4 Şubat 2011
İŞTE “Benim Valim” böyle olmalı! “Eşkıya”ya nefes aldırmamalı. Bakın eylemcilere nasıl haddini bildiriyor:
“TBMM çevresinde gerekçe ne olursa olsun, hiçbir eylem gerçekleştirilemez. Bu yasal olarak mümkün değildir.”
Sonra da şöyle devam ediyor:
“Hiçbir kanunsuz eylem, gerekçesi ne olursa olsun Ankara ilinde kabul edilemez. Kaldı ki hiçbir sendikal ve mesleki hak ve talep, Ankara halkının huzuru ve genel güvenliğinden daha üstün olamaz.”
“Benim Valim” bu uyarılardan sonra bir de tehdit savuruyor:
“Eğer eylem yapılırsa düzenleyiciler sonucuna katlanır.”
Peki, çalışanların aleyhine olan “Torba Yasa”yı protesto eden DİSK, KESK, TMMOB ve TTB üyelerinin demokratik sesini duyurma hakları ne olacak?
“Benim Valim!” acaba bunun için ne der?
Ne diyecek çalışanları bir güzel coplatacak, üzerlerine tansıklı su, biber gazı sıktıracak ve dağıtacak.
Başbakan Erdoğan haklı olarak, isyan eden ve sokaklara dökülen Mısır halkının sesine Mübarek’in kulak vermesini istemedi mi?
Şimdi neden çeşitli kentlerden Ankara’ya demokratik haklarını aramak için gelen emekçilerin seslerini duymamak için “Valisi”ne onların eylemlerini yasaklatıyor?
Niye onların Ankara’ya girmesini, girenlerin Meclis’e yaklaşmasını engelletiyor.
Hani ne oldu ileri demokrasi?
* * *
Ya Kars’taki “İnsanlık Anıtı” heykelinin yıkım kararı?
Hangi demokratik ülkede var heykel parçalatmak?
Böyle bir sanat yıkıcılığı dünyaya nasıl anlatılır?
Bir ülkenin başbakanı beğenmediği heykel için “Yıkın” emri verecek, demokratik hakları için yürümek isteyen emekçilere eylem yasağı koyacak.
Sonra da kürsülere çıkıp “Ben ülkeme ileri demokrasiyi getirmek için mücadele ediyorum” diyecek.
Bu ne büyük, ne kabul edilemez bir çelişkidir.
Aklı başında herkes bu heykelin yıkılması durumunda Türkiye’nin dünyaya rezil olacağını çok iyi biliyor.
Bir şey daha biliyor, Erdoğan “Heykel yıktıran başbakan” olarak tarihe geçecek.
* * *
İlginçtir AKP iktidarı ne zaman sıkışsa kurtarıcı olarak iki ipe yapışıyor.
Biri darbe haberleri, öteki de Başbakan ve parti büyüklerine suikast ihbarları.
Darbe korkusu yayma olayı haftada bir topluma pompalanıyor.
Bir yerler kazılıyor, bir yerler aranıyor, çuval çuval belgeler, CD’ler bulunuyor. Toprağın altından silahlar, mermiler, el bombaları çıkıyor.
Son numara 2007’de MİT tarafından gönderilen Başbakan’a suikast yapılacağı yolundaki bilgi notunun 3.5 yıl sonra medyaya sızdırılması.
Yandaş medyanın da bunu allayıp pullayıp günlerce manşet yapması.
Kiralanan ev, Bulgaristan’da bu işleri tezgâhlayan emekli albay senaryoları hep hayali çıktı.
Başbakan bu palavra çıkan suikast haberi notu ile ilgili olarak daha iki gün önce ciddi ciddi açıklamalar yaptı.
Unuttuk gittik ama bir de Bülent Arınç’a dönük suikast ihbarı tezgâhı vardı.
O da günlerce yandaş medyada manşetlerden verildi. Gözaltına alınan asker oldu.
Kozmik odalar günlerce didik didik arandı.
Arınç dramatik açıklamalar yaptı.
Sonuçta Başbakan’ınki gibi Arınç’a suikast olayı da balon çıktı.
Bütün bunlar, siyasi kazanç elde etmek amacıyla bir korku toplumu yaratma oyunlarıdır.
Yazının Devamını Oku 2 Şubat 2011
TUNUS’taki diktatör devrildi. Mısır’da ise Mübarek yolcu... Arap dünyasında kıyametler kopuyor, diktatörler korku içinde tir tir titriyor, Ankara ise suspus.
Başbakan ilk kez dünkü grup toplantısında konuya değindi.
30 yıldır Mısır’ı babasının çiftliği gibi yöneten, halkı inim inim inleten diktatöre “Halkın sesine kulak ver” demekle yetindi.
Oysa Mübarek’te ne halkın feryadını duyacak kulak var, ne de insanların sefaletini görüp sızlayacak bir yürek...
Allah’tan Başbakan Erdoğan, diktatöre karşı ayaklanan Mısır halkını “eşkıya” olarak tanımlamadı.
* * *
Gelelim Türkiye’ye...
İki gündür üç büyük kentimizdeki tıp fakültelerinin hocaları sokaktalar.
Hükümet tarafından üniversite hastanelerinde başlatılan “Tam gün performansa dayalı sistem”i protesto ediyorlar.
Sisteme göre hocalar artık baktıkları hasta sayısıyla ölçülecek performansa göre ücret alacak.
Yani hocalara “Bilim yapmayın, birbirinizle yarışın ve bol bol hasta bakıp fazla para alın” anlayışı getiriyor AKP iktidarı.
Şimdi sokaklara dökülen koca koca profesörler, doçentler, asistanlar eşkıya mı?
* * *
Peki ya işçilerin yaptıkları?
Başbakan’ın değerlendirmesine göre onlar daha büyük eşkıya.
Çünkü onlar kent içinde de değil, kentler arası protesto eylemine giriştiler.
DİSK, KESK, TMMOB ve Türk Tabipler Birliği, İstanbul, İzmir, Diyarbakır ve Trabzon’dan Ankara’ya kadar yürüyecekler, Meclis bahçesinde birleşip “Torba Yasası’na hayır zinciri” oluşturacaklar.
Şimdi bu emekçiler de eşkıya mı?
* * *
Başta İstanbul, Ankara gibi büyük baroların da bulunduğu 24 ilin barosu, Yargıtay ve Danıştay’ın üye sayısının yükseltilmesine karşı açıklama yaptılar.
Hükümetin uyarıldığı açıklamada şöyle denildi:
“Yapılmak istenen, Yargıtay ve Danıştay’ı, iş yükü bahane edilerek iktidara bağımlı hale getirmektir.”
Hükümetin, baroların bu uyarılarını duymazlıktan geleceği kesindir.
Seslerini duyuramayan hukuk adamları sokağa çıkıp yürümek zorunda kalırlarsa onlar da eşkıya sayılacaklar mı?
* * *
Başbakan Erdoğan Anadolu’nun çeşitli kentlerine kimselerin görmediği tesislerin “toplu açılışlar”ını yapmak için gitmeden önce bazı insanlar peşin peşin gözaltına alınmaya başladı.
İlk uygulama da Denizli’de yapıldı.
Biri il başkanı olmak üzere 10 İşçi Partili Başbakan’ı protesto edecekleri gerekçesiyle gözaltına alındı.
* * *
Başbakan kürsülerden ekonomiyi ne kadar başarıyla yönettiklerini öve öve bitiremiyor.
Gerçekten öyle mi durum?
Kesinleşen geçen yılın rakamlarına bakalım.
Geçen yıl ülkemizin 11 aylık döviz açığı (cari açık) 41.6, dış ticaret açığı ise 12 aylık 71.5 milyar dolar (Cumhuriyet rekoru).
O korkunç 2001 ekonomik krizinden sonraki yıl, yani 2002’de ise cari açık 0.6 milyar dolar, ticaret açığı ise 15 milyar dolar olmuştu.
Nedense Başbakan Erdoğan 2010’un bu “rekor açıkları”nı hiç ama hiç ağzına almıyor.
Yazının Devamını Oku