Tolga Tanış

Amerikalı eşcinseller yeni Milk'i bekliyor

6 Ocak 2009
Eşcinsellerin ünlü lideri Harvey Milk'i Sean Penn canlandırıyor. Eşcinseller filme toplu halde, eylem yaparmış gibi gidiyor. Komşum ünlü gay terapisti Angelo Pezzote'ye göre Milk gibi bütün eşcinselleri örgütleyecek bir lidere ihtiyaç var.

30 yıl önce, California'daki eşcinsellerin okullarda öğretmenlik yapmalarını engellemek için "Teklif 6" adlı bir referandum yapıldı. Bütün eşcinseller birleşti. New York'taki barlarda polis tarafından gözaltına alınmalarına karşı başlattıkları 1969 Stonewall ayaklanmasındaki gibi hepsi bir araya geldi. Referandum reddedildi.

30 yıl sonra, yine California'da, bu sefer eşcinsellerin evlilik hakkının ellerinden alınması için "Teklif 8" oylandı. Yine birleştiler ama bu defa kaybettiler. Utah'tan gelip referandum kabul edilsin diye propaganda yapan yobaz bir Hıristiyan tarikatına (Mormonlar) yenildiler.

"Teklif 6"yı gömen eşcinsel hakları lideri Harvey Milk'i anlatan filmin Amerika'da tartışılmasının asıl sebebi işte bu son olay. Dincilere mağlup olmuş Amerikalı eşcinseller, 30 yıl sonra kendilerine yeni bir lider, yeni bir Milk arıyorlar.

Bir ara gazetelerde eşcinsel lobisiyle ilgili haberler çıkmıştı. Moda, yayıncılık gibi bir sürü alanda güçlendiklerini, heteroseksüellere ayrımcılık uygulayacak kadar güçlendiklerini anlatan haberler. Ama California'daki yenilgiden sonra rüzgar tersine döndü. Eşcinsel lobilerinden bahseden filan yok. Hikaye yine, "Ne olacak bu ezilen eşcinsellerin hali" meselesine döndü.

TALK ŞOVCU ELEN VE KONGRE ÜYESİ FRANK

Komşum, Angelo Pezzote adında New York'ta gay terapistliği yapan ünlü bir gay. Eşcinsel hakları için de mücadele ediyor. Liderlik meselesi, onun da ilk söylediği şey. "Milk gibi bayrağı taşıyacak, hepimizi örgütleyecek bir lider yok" diyor. Hatta şimdiki eşcinsel lobinin Milk'in zamanındakinden çok daha zayıf olduğuna inanıyor.

Bunun nedeni, eşcinselliğin artık uğruna bir mücadeleye girilmesine gerek olmayacak kadar meşrulaşmış olması mı, yoksa genç eşcinsellerin apolitikliği mi? Pezzote, son zamanlarda yine artan AIDS oranının da bunda payı olduğunu düşünüyor. "Sağlık meseleleriyle boğuşurken kimse sivil hak arayışına girecek durumda olmaz" diyor. Ama, güçlü biri çıksa yine herkesin arkasından koşacağını iddia ediyor.

Ben de isim sordum. Hiç düşünmeden iki kişi söyledi: Biri, Ellen DeGeneres. Ağustos ayında aktris Portia de Rossi ile evlenen talk-şov yıldızı Ellen. Öbürü Massachusetts Kongre Temsilcisi Barney Frank. Amerika'nın ilk eşcinsel Kongre Üyesi. Biri çok medyatik ve rahatını bozmayacak kadar çok kazanıyor. Öbürü 20 küsur yıldır zaten var, neden bir anda aranan lider olsun anlamadım. Biraz üstüne gidince, bu defa "Ben olacağım" demeye başladı.

Yazının Devamını Oku

Bloomberg’ün rezidansında yılbaşı partisi

6 Ocak 2009
Her yıl kasım ayının dördüncü perşembesi kutlanan Şükran Günü’nden yılbaşına kadar süren tatil sezonunun bu sene New York’ta nasıl geçtiğini herkes aşağı yukarı tahmin edebiliyordur. Ülkede patır patır otomobil fabrikası kapanıyor.

Değil alışveriş yapmak insanlar Noel hediyelerini bile elde hazırlıyorlar. Ve Hearst Corporation, ABC, Viacom gibi devler art arda açıklama yayınlayıp yılbaşı partisi yapmayacaklarını duyuruyorlar. Bu yüzden pazartesi günü katıldığım New York Belediye Başkanı Michael Bloomberg’ün yılbaşı partisi için, kentin en istisnai aktivitelerinden biriydi diyebilirim.

Bloomberg, partiye kentteki gazetecileri davet etti. Upper East Side’daki Gracie Mansion’da o akşam yaklaşık 200 kişiydik.

Partinin yapıldığı yer, belediye başkanlığı konutuydu. Bir adada yaşıyor olmalarına rağmen New Yorkluların suyla hiç ilgileri yok ama burası bizim İstanbul yalılarına benziyor. Tam Doğu Nehri’nin kenarında, 110 yıllık bir köşk.

Bloomberg’in evli olmadığı için rezidansta kalmadığını öğrendim. İnanmayacaksınız ama belediye başkanının resmi konuta kız arkadaşını davet etmesi, vergi mükelleflerinin parasıyla çapkınlık yapma suçu sayılıyormuş çünkü.

Bloomberg, partiye saat 8’de geldi. İçeri girer girmez de evin ana salonunda hazırlanan kürsüye çıktı. Pragmatik ve yeniliğe açık oluşu gibi şeyler dışında aslında gazetelerde Bloomberg hakkında o güne kadar hep kötü yorumlar okumuştum. İki dönemdir belediye başkanı ve yasa gereği 2009’daki seçime katılması mümkün değildi mesela. Kulis yapıp Kent Konseyi’nden aksi yönde karar çıkartınca hakkında edilmedik hakaret kalmamıştı. Ayrıca neredeyse her hafta Bloomberg’in gazetecilerle nasıl kavga ettiğini anlatan haberler çıkıyordu. Aksi, kaba, asık suratlı biri olarak biliyordum Bloomberg’ü.

Yanıldığımı, konuşmaya başlayınca anladım. Önce yardımcısının eline tutuşturduğu politik esprilerle dolu metni, profesyonel bir komedyen gibi hiç gülmeden okuyup salondakileri kırıp geçirdi. O bitti, bu sefer kavga ettiği gazetecilerin hepsini sırayla kürsüye çağırmaya başladı. Hepsine bir yılbaşı armağanı verdi, elini sıktı ve alkışlattı. Berberine kadar her şeyini takip eden, defalarca bağırdığı Observer muhabirine kuru temizleme faturasını verdi ve "Şimdi rahatladın mı" dedi örneğin.

Bitmedi. Sonra aynı şeyi gazeteciler ona yaptı. Bloomberg’e hediyelerini verdi. Aralarından biri, hiçbir etik kaygısı olmayan 16. yüzyıl İtalyan siyasetçisi Machiavelli’nin kitabını verdi ve "Bu adam sizin elinize su dökemez" dedi. Başkan sadece güldü.

Hediyeler, atışmalar derken Bloomberg yaklaşık yarım saat kalıp kürsüden indi. Bir süre öndeki gazetecilerden bazılarıyla konuştuktan sonra da sessizce ayrıldı.

Yazının Devamını Oku

Blahnik pabuçları Cumhuriyetçiymiş

6 Ocak 2009
Observer dergisinde "Simon Diyor ki" köşesini yazan Simon Doonan, bu hafta "Obama, aynı zamanda Blahnik döneminin sonu" diye yazmış. Vogue dergisi ve Sex and The City dizisinin fetiş haline getirdiği Manolo Blahnik marka pabuçların gözden düşeceğini iddia etmiş.

Blahnik’in satışlarında bir düşüş oldu mu, henüz belli değil. Ancak Simon, yazısında, bu pabuçları eski ve modası geçmiş Cumhuriyetçi zihniyetle özdeşleştiriyor. Konunun resesyonla ilgisi yok, "Obama varken Blahnik bir aptallıktır, daha az alışverişe çıkın, onun yerine DVD seyredin" diyor açık açık. Giyim kuşamın siyasetten etkilenmesi doğal. Bunu kimse Türklerden daha iyi anlayamaz. Ama bu işin bir iktidar değişikliğiyle olabileceğine açıkçası inanmadım. Çünkü okuyuculardan gelen mesajlar arasında "Simon seni seviyorum" diye yazanlar vardı.

Modacı Miuccia Prada, geçen yıl bir röportajda şöyle demişti: "Modadan nefret ediyorum çünkü yüzeysel bir tema içine hapsedilmekten sıkılıyorum. Seviyorum da, çünkü insanların hiçbir şeyleri olmasa da, vücutları ve kıyafetleri var." Galiba mesele bu çelişkide yatıyor. Kadınların modaya karşı duyduğu aşk/nefret ilişkisinde. Blahnik’e sahip olmak hoşlarına gidiyor. Ama bu kadar para verip statüyü  belirleyen Blahnik’i almak zorunda kalmaktan da nefret ediyorlar.

Yani Simon’ı dinleseler bile bir şey değişmeyecek. Blahnik yerine başka bir marka bulacaklar. Sonra da, aynı aşk/nefret ilişkisini onunla sürdürecekler.

Dizi yerine talk-şov koyup 13 milyon dolar tasarruf edecekler

NBC, beş yıl önce talk şovcusu Jay Leno’nun yerine Mayıs 2009’da Conan O’Brien’ı geçireceğini açıklamıştı. Ancak o beş yıl tam dolmak üzereyken şirket, hafta içi bir duyuru yaptı. O’Brien söylenildiği gibi "The Tonight Show"u yine devralacak ama gece yayınlanan Leno’nun şovu da prime time’a kaydırılacak. Türkiye’de de televizyonlar kriz yüzünden patır patır dizi kapatıyor biliyorsunuz. NBC’nin hesabı da aynı. Bu kaydırma sayesinde, her akşam saat 10.00-11.00 kuşağındaki bir diziye bölüm başı 3 milyon dolar ödemektense (haftada 15 milyon dolar), Leno’nun haftada 2 milyon dolara mal olacak programıyla 13 milyon dolar tasarruf sağlayacaklarmış. Ayrıca focus gruplara sormuşlar, reyting de kaybetmeyeceklermiş. Fikir olarak bilinsin diye...

Kaçak kat haberi sayesinde De Niro’nun oteli tıklım tıklım

Robert de Niro, New Yorklular için hiçbir zaman sadece bir Hollywood yıldızı olmadı. Çünkü oyunculuğunun dışında kente Tribeca Film Festivali’ni kazandırmış, şehirdeki kültürel aktivitelere destek vermiş bir New York aşığı. Sene ortasından beri yaşadıkları da, işte bu New York merakı yüzünden oldu zaten.

De Niro, Tribeca’da aldığı gayrimenkullerden birini, geçen sene bir butik otele dönüştürmek istedi. Greenwich Hotel adını verdiği yeri de, 1 Nisan’da sessiz sedasız açtı. Ancak belediye projedeki çatı katının kaçak olduğunu söyleyip yıkım kararı çıkarttı. İmar Komisyonu’na çağırıldı, ifadesi alındı. Ve günlerce gazetelere haber oldu.

Yazının Devamını Oku

New York’ta öğrenci işgali

4 Ocak 2009
İstanbul Üniversitesi’ne Başbakan’ın ailesinin doktoru rektör atanınca tam üstüne denk geldi, o yüzden anlatmak istedim. New York’taki The New School, Amerika’nın en politik üniversitelerinden biri sayılır. Habermas’tan Derrida’ya, Levi-Strauss’a, 20. yüzyılın en önemli filozoflarının ders verdiği sosyal bilimler bölümü, Amerika’daki sol ideolojinin kuram merkezi diye geçer.  

Okulun başında, 2001’den beri Bob Kerrey adında eski bir senatör var. Demokrat Partili ama Vietnam Savaşı’na katılmış, orada sivillerin ölümüne neden olmuş eski bir asker aynı zamanda. İşte mütevelli heyetinin 10 yıllığına başkan atadığı bu Kerrey, New School gibi Marksist kaynayan bir yerde öyle işler yapıyor ki, sonunda öğrenciler zıvanadan çıkıyor. Öğretim üyelerine söz hakkı vermeyince, fonları kendi kafasına göre kullanınca, öğrenciler birleşip aralarında karar alıyorlar. Kerrey gitsin, diye okulu işgal ediyorlar.

Anlattığım hikaye 20 gün önce oldu. Noel telaşının tam ortasında. Bu yüzden 5. Cadde’nin aşağısı, 2 gün polis ablukasındaydı. 38 saatlik eylem bitip olay /images/100/0x0/55ea0edbf018fbb8f86856e0yatışınca, New School’un işgalcileriyle buluştum. İçeridekilerden Scott Ritner ile ele geçirdikleri kampus binasının hemen arkasında bir kafede görüştüm. Ne zaman karar verdiler, nasıl organize oldular, neler yaşadılar onları konuştuk. Doktor gelmeden önce ilgilenen olursa, işte New School olayının özeti:

KENDİLİĞİNDEN OLDU Liderleri yok. Sıtkı sıyrılmış üç öğrenci, 12 Aralık’ta tanıdıklarına bir e-posta atıp, toplanalım, diyor. İki günde buluşup, dört günde yürüyüş yapıyorlar. Ertesi gün de işgal. Her şey 5 günde olgunlaşıyor.

ÖRGÜTLÜ DEĞİLLER Sendikacılar, anarşistler, liberaller, Marksistler var ama karar süreci hiçbir gruba bağlı olmadan demokratik ilerliyor. Tek kural var: Oylamada fikrin kabul edilmemiş olsa da, kararı kendi fikrinmiş gibi sahipleneceksin.

İNTERNETİN GÜCÜ Haberleşmede internetin bütün imkanlarını kullanıyorlar. New School in Exile diye bir blogları var. Facebook’ta da grup kurdular. Her birine ayrı bir sorumlu atamışlar hallolmuş.

TIRMANDIRMALI EYLEM Eylem şiddetini derece derece yükseltiyorlar. "Vandalizm niye yok" dedim. "Belki ikinci sömestr" dedi. Vandalizm, teorik altyapısı da çok kuvvetli bir hareket. Bu konuda Fransız filozof Georges Sorel iyi bir kaynak.

EN BÜYÜK GAZETE İşgali başından sonuna New York Times’tan takip ettim. Meğer içeri New York Times’tan "iliştirilmiş" iki gazeteci almışlar. Niye size daha yakın bir yayın seçmediniz, dedim. "Belki fazla merkezci ama New York Times en güçlüsü. O yazınca diğerleri de yazıyor" dedi. Bu yaklaşımı unutmayın.

DIŞARIDAN OLMAZ İşgal sırasında içeride 200 kişi vardı ama dışarıda da Columbia, New York Üniversitesi, Cuny gibi başka üniversitelerden gelen destekçiler oldu hep. Şu önemli, New School’dan olmayanlar karar sürecine dahil edilmemiş.

HAK KAZANDILAR Başkan istifa etmedi. Ama üniversitenin mütevelli heyetinde öğrenciler ve öğretim üyeleri adına da 2 kişi bulunmasını kabul ettirdiler. Sömestr de bittiğinden eylemi şimdilik sona erdirdiler. Dersler başlasın yine devam. Pragmatist davranıyorlar.

İstanbul da bize katılabilir

Apolitik dendi, okumuyor diye eleştirildi, itaatkar olmakla suçlandı ama hemen her yıl, dünyanın başka bir bölgesinde bir öğrenci eylemi patlıyor. Sert, bir anda parlayan, spontane gösterilerle. Scott Ritner’a okulu işgal kararı alırken, Yunanistan’da çıkan olaylardan ne kadar etkilendiklerini de sordum. Yunanistan onları çok heyecanlandırmış. Ama asıl ilham aldıkları, Chicago’da aralık başında bir fabrika kapanmıştı, işçiler sonra binayı işgal etti, o olay. "Yunanistan’daki arkadaşlarla yazışıyoruz. İspanya’da benzer bir durum var, onlarla da iletişim halindeyiz. İstanbul’dan irtibata geçen olursa onları da aramıza katmak isteriz" dedi. Adres: newschoolinexileblog.blogspot.com.

Debutante Balosu’na katıldım

Prada’dan alışveriş yapanların dışarıdakilerden utanıp tezgahtardan markasız poşet istediği bir dönem bu. Geçen pazartesi birkaç saat içinde kentte beş banka birden soyulunca açıkladılar, banka soygunları da geçen yıla göre yarı yarıya artmış. Ama New School’un Marksistleriyle görüştükten sonra gittiğim Waldorf Astoria Oteli’ndeki balo, sanki bütün bunlardan kopuk, başka bir zaman dilimine aitti. Dışarıda kent 2009’un nasıl geçeceğini tartışıyor, içeride yüzlerce fraklı erkek, tuvaletli kadın ve beyazlı genç kız, sosyeteye giriş gününü kutluyordu.

Debutante Balosu, evlilik çağına gelmiş üst sınıfa mensup kızların, aynı sosyal statüden erkeklerle tanışmalarını amaçlayan buluşmaya deniyor. Ailelerin de katıldığı bir aristokrat geleneği.

O kadar modası geçmiş bir iş ki, İngiltere’de bile Kraliçe II. Elizabeth tahta çıktıktan birkaç yıl sonra saraydaki Debutante’ı iptal etmişti. Bu yüzden ben devam eden baloların sembolik olduğunu, yardım maksatlı bir ritüel haline dönüştüğünü zannediyordum. Öyle değilmiş.

Balo salonuna girdiğimde, 47 kızı yan yana dizmişlerdi. Hepsinin de eline bir gelin buketi tutuşturmuşlar.

Davetliler, teker teker kızların elini sıkmak için koridorda sıraya girmiş bekliyor. Madalya, rozet, nişan kim neyi var neyi yok yakasına takmış, herkes mezuniyet kütüğü gibi. Bir süre sonra kızlarla tokalaşmaya başladılar. Masa başına 14 bin dolar ödenen geceye yaklaşık 700 kişi katılmıştı. Bir buçuk saat sürdü bu fasıl. Kızlar her gelenin elini sıkıp, tümüne gülüp, hepsine kendilerini tanıttılar. Tokalaşma bittikten sonra da yemeğe geçildi.

Davetli listesini araştırdım, jet sosyeteden kimse yoktu. En sansasyonel isim, Amerika’nın en önemli haber blogu Huffington Post’un sahibi Arianna Huffington’ın kızıydı.

Ailelerin bu işi sevmesini bir yere kadar anlayabiliyorum. Ama kızlar orada ne yapıyor, neden böyle bir işe kalkışıyorlar gece boyunca çözmeye çalıştım. Tokalaşma aralarında, birkaçına sorma fırsatım da oldu. Hepsi aynı şeyi söylüyor. Değişik ülkelerden arkadaşlıklar edinmek için. Erkeklere sordum, yine aynı. Sosyal ilişkilerini geliştirmek için. Ama ailelerin o telaşını görseniz, meselenin Facebook kadar basit olmadığını anlarsınız.

Konuştuklarımdan en samimi olanı, geceye üniformasıyla katılan siyah bir subay oldu. "Evlenmek için mi geldiniz" dedim. Açık açık "Keşke" dedi. "Ama bir deniz komandosuyla evlenmeleri için çılgın olmaları lazım."

O akşam gece 2’ye kadar dans ettiler. Facebook’ta kaça ulaştılar bilmiyorum.
Yazının Devamını Oku

Amerikalı eşcinseller yeni Milk'i bekliyor

28 Aralık 2008
Eşcinsellerin ünlü lideri Harvey Milk'i Sean Penn canlandırıyor. Eşcinseller filme toplu halde, eylem yaparmış gibi gidiyor. Komşum ünlü gay terapisti Angelo Pezzote'ye göre Milk gibi bütün eşcinselleri örgütleyecek bir lidere ihtiyaç var.

Harvey Milk, California'da eşcinsel olduğunu açıklayarak bir kamu görevine seçilebilen ilk Amerikalı politikacı. Film, Milk'in 1978'de 48 yaşında öldürülmesiyle sona eriyor.
30 yıl önce, California'daki eşcinsellerin okullarda öğretmenlik yapmalarını engellemek için "Teklif 6" adlı bir referandum yapıldı. Bütün eşcinseller birleşti. New York'taki barlarda polis tarafından gözaltına alınmalarına karşı başlattıkları 1969 Stonewall ayaklanmasındaki gibi hepsi bir araya geldi. Referandum reddedildi.    

30 yıl sonra, yine California'da, bu sefer eşcinsellerin evlilik hakkının ellerinden alınması için "Teklif 8" oylandı. Yine birleştiler ama bu defa kaybettiler. Utah'tan gelip referandum kabul edilsin diye propaganda yapan yobaz bir Hıristiyan tarikatına (Mormonlar) yenildiler.

"Teklif 6"yı gömen eşcinsel hakları lideri Harvey Milk'i anlatan filmin Amerika'da tartışılmasının asıl sebebi işte bu son olay. Dincilere mağlup olmuş Amerikalı eşcinseller, 30 yıl sonra kendilerine yeni bir lider, yeni bir Milk arıyorlar.

SİNEMAChelsea'de Milk seansıYönetmen Gus Van Sant, Milk'in çekimine başladığında, "Teklif 8"i oylanacağı daha bilinmiyordu. Ancak Californialılar, sandığa gittikleri gün hem Obama'yı seçtiler hem de eşcinsellerin evlenmelerine yasak koydular. Zamanlaması aynı döneme gelen film sembol haline dönüşüverdi. Eşcinseller, şimdi Amerika'nın dört bir yanında sinemaları doldurup topluca bu filmi seyrediyor. Ben Milk'i, Chelsea'deki Clearview Sineması'nda gördüm. Yanımdaki iki eşcinsel erkek, film boyunca hiç susmadı. Reagan'la dalga geçtiler, Milk'in sevgilisi için ağladılar, Milk'i vuran belediyeciye sövdüler. Diğerleri de öyleydi. Milk'i seyretmek, eşcinseller için sanki bir eylem biçimiydi.

SİNEMAChelsea'de Milk seansıYönetmen Gus Van Sant, Milk'in çekimine başladığında, "Teklif 8"i oylanacağı daha bilinmiyordu. Ancak Californialılar, sandığa gittikleri gün hem Obama'yı seçtiler hem de eşcinsellerin evlenmelerine yasak koydular. Zamanlaması aynı döneme gelen film sembol haline dönüşüverdi. Eşcinseller, şimdi Amerika'nın dört bir yanında sinemaları doldurup topluca bu filmi seyrediyor. Ben Milk'i, Chelsea'deki Clearview Sineması'nda gördüm. Yanımdaki iki eşcinsel erkek, film boyunca hiç susmadı. Reagan'la dalga geçtiler, Milk'in sevgilisi için ağladılar, Milk'i vuran belediyeciye sövdüler. Diğerleri de öyleydi. Milk'i seyretmek, eşcinseller için sanki bir eylem biçimiydi.

Bir ara gazetelerde eşcinsel lobisiyle ilgili haberler çıkmıştı. Moda, yayıncılık gibi bir sürü alanda güçlendiklerini, heteroseksüellere ayrımcılık uygulayacak kadar güçlendiklerini anlatan haberler. Ama California'daki yenilgiden sonra rüzgar tersine döndü. Eşcinsel lobilerinden bahseden filan yok. Hikaye yine, "Ne olacak bu ezilen eşcinsellerin hali" meselesine döndü.

TALK ŞOVCU ELEN VE KONGRE ÜYESİ FRANK

Komşum, Angelo Pezzote adında New York'ta gay terapistliği yapan ünlü bir gay. Eşcinsel hakları için de mücadele ediyor. Liderlik meselesi, onun da ilk söylediği şey. "Milk gibi bayrağı taşıyacak, hepimizi örgütleyecek bir lider yok" diyor. Hatta şimdiki eşcinsel lobinin Milk'in zamanındakinden çok daha zayıf olduğuna inanıyor.

Bunun nedeni, eşcinselliğin artık uğruna bir mücadeleye girilmesine gerek olmayacak kadar meşrulaşmış olması mı, yoksa genç eşcinsellerin apolitikliği mi? Pezzote, son zamanlarda yine artan AIDS oranının da bunda payı olduğunu düşünüyor. "Sağlık meseleleriyle boğuşurken kimse sivil hak arayışına girecek durumda olmaz" diyor. Ama, güçlü biri çıksa yine herkesin arkasından koşacağını iddia ediyor.

Yazının Devamını Oku

Bloomberg’ün rezidansında yılbaşı partisi

21 Aralık 2008
Her yıl kasım ayının dördüncü perşembesi kutlanan Şükran Günü’nden yılbaşına kadar süren tatil sezonunun bu sene New York’ta nasıl geçtiğini herkes aşağı yukarı tahmin edebiliyordur. Ülkede patır patır otomobil fabrikası kapanıyor.

Değil alışveriş yapmak insanlar Noel hediyelerini bile elde hazırlıyorlar. Ve Hearst Corporation, ABC, Viacom gibi devler art arda açıklama yayınlayıp yılbaşı partisi yapmayacaklarını duyuruyorlar. Bu yüzden pazartesi günü katıldığım New York Belediye Başkanı Michael Bloomberg’ün yılbaşı partisi için, kentin en istisnai aktivitelerinden biriydi diyebilirim.

Bloomberg, partiye kentteki gazetecileri davet etti. Upper East Side’daki Gracie Mansion’da o akşam yaklaşık 200 kişiydik.

Partinin yapıldığı yer, belediye başkanlığı konutuydu. Bir adada yaşıyor olmalarına rağmen New Yorkluların suyla hiç ilgileri yok ama burası bizim İstanbul yalılarına benziyor. Tam Doğu Nehri’nin kenarında, 110 yıllık bir köşk.

Bloomberg’in evli olmadığı için rezidansta kalmadığını öğrendim. İnanmayacaksınız ama belediye başkanının resmi konuta kız arkadaşını davet etmesi, vergi mükelleflerinin parasıyla çapkınlık yapma suçu sayılıyormuş çünkü.

Bloomberg, partiye saat 8’de geldi. İçeri girer girmez de evin ana salonunda hazırlanan kürsüye çıktı. Pragmatik ve yeniliğe açık oluşu gibi şeyler dışında aslında gazetelerde Bloomberg hakkında o güne kadar hep kötü yorumlar okumuştum. İki dönemdir belediye başkanı ve yasa gereği 2009’daki seçime katılması mümkün değildi mesela. Kulis yapıp Kent Konseyi’nden aksi yönde karar çıkartınca hakkında edilmedik hakaret kalmamıştı. Ayrıca neredeyse her hafta Bloomberg’in gazetecilerle nasıl kavga ettiğini anlatan haberler çıkıyordu. Aksi, kaba, asık suratlı biri olarak biliyordum Bloomberg’ü.

Yanıldığımı, konuşmaya başlayınca anladım. Önce yardımcısının eline tutuşturduğu politik esprilerle dolu metni, profesyonel bir komedyen gibi hiç gülmeden okuyup salondakileri kırıp geçirdi. O bitti, bu sefer kavga ettiği gazetecilerin hepsini sırayla kürsüye çağırmaya başladı. Hepsine bir yılbaşı armağanı verdi, elini sıktı ve alkışlattı. Berberine kadar her şeyini takip eden, defalarca bağırdığı Observer muhabirine kuru temizleme faturasını verdi ve "Şimdi rahatladın mı" dedi örneğin.

Bitmedi. Sonra aynı şeyi gazeteciler ona yaptı. Bloomberg’e hediyelerini verdi. Aralarından biri, hiçbir etik kaygısı olmayan 16. yüzyıl İtalyan siyasetçisi Machiavelli’nin kitabını verdi ve "Bu adam sizin elinize su dökemez" dedi. Başkan sadece güldü.

Hediyeler, atışmalar derken Bloomberg yaklaşık yarım saat kalıp kürsüden indi. Bir süre öndeki gazetecilerden bazılarıyla konuştuktan sonra da sessizce ayrıldı.

Yazının Devamını Oku

Blahnik pabuçları Cumhuriyetçiymiş

14 Aralık 2008
Observer dergisinde "Simon Diyor ki" köşesini yazan Simon Doonan, bu hafta "Obama, aynı zamanda Blahnik döneminin sonu" diye yazmış. Vogue dergisi ve Sex and The City dizisinin fetiş haline getirdiği Manolo Blahnik marka pabuçların gözden düşeceğini iddia etmiş.

Blahnik’in satışlarında bir düşüş oldu mu, henüz belli değil. Ancak Simon, yazısında, bu pabuçları eski ve modası geçmiş Cumhuriyetçi zihniyetle özdeşleştiriyor. Konunun resesyonla ilgisi yok, "Obama varken Blahnik bir aptallıktır, daha az alışverişe çıkın, onun yerine DVD seyredin" diyor açık açık. Giyim kuşamın siyasetten etkilenmesi doğal. Bunu kimse Türklerden daha iyi anlayamaz. Ama bu işin bir iktidar değişikliğiyle olabileceğine açıkçası inanmadım. Çünkü okuyuculardan gelen mesajlar arasında "Simon seni seviyorum" diye yazanlar vardı.

Modacı Miuccia Prada, geçen yıl bir röportajda şöyle demişti: "Modadan nefret ediyorum çünkü yüzeysel bir tema içine hapsedilmekten sıkılıyorum. Seviyorum da, çünkü insanların hiçbir şeyleri olmasa da, vücutları ve kıyafetleri var." Galiba mesele bu çelişkide yatıyor.  Kadınların modaya karşı duyduğu aşk/nefret ilişkisinde. Blahnik’e sahip olmak hoşlarına gidiyor. Ama bu kadar para verip statüyü  belirleyen Blahnik’i almak zorunda kalmaktan da nefret ediyorlar.

Yani Simon’ı dinleseler bile bir şey değişmeyecek. Blahnik yerine başka bir marka bulacaklar. Sonra da, aynı aşk/nefret ilişkisini onunla sürdürecekler.

Dizi yerine talk-şov koyup 13 milyon dolar tasarruf edecekler

NBC, beş yıl önce talk şovcusu Jay Leno’nun yerine Mayıs 2009’da Conan O’Brien’ı geçireceğini açıklamıştı. Ancak o beş yıl tam dolmak üzereyken şirket, hafta içi bir duyuru yaptı. O’Brien söylenildiği gibi "The Tonight Show"u yine devralacak ama gece yayınlanan Leno’nun şovu da prime time’a kaydırılacak. Türkiye’de de televizyonlar kriz yüzünden patır patır dizi kapatıyor biliyorsunuz. NBC’nin hesabı da aynı. Bu kaydırma sayesinde, her akşam saat 10.00-11.00 kuşağındaki bir diziye bölüm başı 3 milyon dolar ödemektense (haftada 15 milyon dolar), Leno’nun haftada 2 milyon dolara mal olacak programıyla 13 milyon dolar tasarruf sağlayacaklarmış. Ayrıca focus gruplara sormuşlar, reyting de kaybetmeyeceklermiş. Fikir olarak bilinsin diye...

Kaçak kat haberi sayesinde De Niro’nun oteli tıklım tıklım

Robert de Niro, New Yorklular için hiçbir zaman sadece bir Hollywood yıldızı olmadı. Çünkü oyunculuğunun dışında kente Tribeca Film Festivali’ni kazandırmış, şehirdeki kültürel aktivitelere destek vermiş bir New York aşığı. Sene ortasından beri yaşadıkları da, işte bu New York merakı yüzünden oldu zaten.

De Niro, Tribeca’da aldığı gayrimenkullerden birini, geçen sene bir butik otele dönüştürmek istedi. Greenwich Hotel adını verdiği yeri de, 1 Nisan’da sessiz sedasız açtı. Ancak belediye projedeki çatı katının kaçak olduğunu söyleyip yıkım kararı çıkarttı. İmar Komisyonu’na çağırıldı, ifadesi alındı. Ve günlerce gazetelere haber oldu.

Yazının Devamını Oku

Ortalama Amerikalı krizde nasıl davranıyor

30 Kasım 2008
Dışarıda daha az yiyor. Evde yemek hazırladığı için ketçapçı Heinz'ın kârı dörtte bir arttı. Lokantacılar özel resesyon mönüleri hazırladı yine olmadı. Çıkmıyor.

 * Et çok sever ama pahalı diye bıraktı, spam alıyor.
Lüzumsuz e-postalara da adını veren, domuz eti ve jambondan yapılma, kayış gibi tatsız tuzsuz bir konserve ürünü spam. Fakir Amerikalı klasiği. 
  
 * Alışveriş yaptığı yeri değiştirdi. Bütün perakendecilerin satışları düşerken, ülkenin ucuzcu marketi Wal-Mart yükseliyor. Bu gidişle Wal-Mart tekel olacak.
  
* Gezmiyor. Benzinin litresi 1.6 YTL'den 80 Kuruş'a düştü, yine de otomobil kullanımı azaldı.
    

Yazının Devamını Oku