Blahnik pabuçları Cumhuriyetçiymiş

Observer dergisinde "Simon Diyor ki" köşesini yazan Simon Doonan, bu hafta "Obama, aynı zamanda Blahnik döneminin sonu" diye yazmış. Vogue dergisi ve Sex and The City dizisinin fetiş haline getirdiği Manolo Blahnik marka pabuçların gözden düşeceğini iddia etmiş.

Blahnik’in satışlarında bir düşüş oldu mu, henüz belli değil. Ancak Simon, yazısında, bu pabuçları eski ve modası geçmiş Cumhuriyetçi zihniyetle özdeşleştiriyor. Konunun resesyonla ilgisi yok, "Obama varken Blahnik bir aptallıktır, daha az alışverişe çıkın, onun yerine DVD seyredin" diyor açık açık. Giyim kuşamın siyasetten etkilenmesi doğal. Bunu kimse Türklerden daha iyi anlayamaz. Ama bu işin bir iktidar değişikliğiyle olabileceğine açıkçası inanmadım. Çünkü okuyuculardan gelen mesajlar arasında "Simon seni seviyorum" diye yazanlar vardı.

Modacı Miuccia Prada, geçen yıl bir röportajda şöyle demişti: "Modadan nefret ediyorum çünkü yüzeysel bir tema içine hapsedilmekten sıkılıyorum. Seviyorum da, çünkü insanların hiçbir şeyleri olmasa da, vücutları ve kıyafetleri var." Galiba mesele bu çelişkide yatıyor. Kadınların modaya karşı duyduğu aşk/nefret ilişkisinde. Blahnik’e sahip olmak hoşlarına gidiyor. Ama bu kadar para verip statüyü  belirleyen Blahnik’i almak zorunda kalmaktan da nefret ediyorlar.

Yani Simon’ı dinleseler bile bir şey değişmeyecek. Blahnik yerine başka bir marka bulacaklar. Sonra da, aynı aşk/nefret ilişkisini onunla sürdürecekler.

Dizi yerine talk-şov koyup 13 milyon dolar tasarruf edecekler

NBC, beş yıl önce talk şovcusu Jay Leno’nun yerine Mayıs 2009’da Conan O’Brien’ı geçireceğini açıklamıştı. Ancak o beş yıl tam dolmak üzereyken şirket, hafta içi bir duyuru yaptı. O’Brien söylenildiği gibi "The Tonight Show"u yine devralacak ama gece yayınlanan Leno’nun şovu da prime time’a kaydırılacak. Türkiye’de de televizyonlar kriz yüzünden patır patır dizi kapatıyor biliyorsunuz. NBC’nin hesabı da aynı. Bu kaydırma sayesinde, her akşam saat 10.00-11.00 kuşağındaki bir diziye bölüm başı 3 milyon dolar ödemektense (haftada 15 milyon dolar), Leno’nun haftada 2 milyon dolara mal olacak programıyla 13 milyon dolar tasarruf sağlayacaklarmış. Ayrıca focus gruplara sormuşlar, reyting de kaybetmeyeceklermiş. Fikir olarak bilinsin diye...

Kaçak kat haberi sayesinde De Niro’nun oteli tıklım tıklım

Robert de Niro, New Yorklular için hiçbir zaman sadece bir Hollywood yıldızı olmadı. Çünkü oyunculuğunun dışında kente Tribeca Film Festivali’ni kazandırmış, şehirdeki kültürel aktivitelere destek vermiş bir New York aşığı. Sene ortasından beri yaşadıkları da, işte bu New York merakı yüzünden oldu zaten.

De Niro, Tribeca’da aldığı gayrimenkullerden birini, geçen sene bir butik otele dönüştürmek istedi. Greenwich Hotel adını verdiği yeri de, 1 Nisan’da sessiz sedasız açtı. Ancak belediye projedeki çatı katının kaçak olduğunu söyleyip yıkım kararı çıkarttı. İmar Komisyonu’na çağırıldı, ifadesi alındı. Ve günlerce gazetelere haber oldu.

Geçenlerde Tribeca’ya gittim. Otel resepsiyonundaki görevli bana etrafı gezdirdi.

43 milyon dolara mal olan otel, 88 odalı. Her birinin ayrı bir konsepti var. Pastel renkler kullanılmış. Dışı ne kadar New Yorkluysa içi o kadar Akdenizli.

Beni dolaştıran görevli, daha önce bir televizyon kanalında çalışıyormuş. Oteldeki tek eski televizyoncu o değil. Personelin nereden geldiğini sorunca "Yarısı otelci, yarısı televizyoncu" dedi. Buna kimin karar verdiğini merak ettim, "Personeli Bob (Robert de Niro) seçti" diye yanıtladı.

Sonra mevzu çatı katına geldi. Ben de belediyeyle olan ihtilafı sordum. Önce "Her okuduğunuza inanmayın" dedi. "Biz 1 Nisan’da açıldık. Açılırken de kimseye bir duyuru yapmadık. Sonra haziranda kaçak kat haberleri patladı. 4 ortağı var buranın. Ama ifade vermeye ortaklardan sadece Bob gitti. Sonra bir anda bütün New York bizi konuşmaya başladı. Şu anda yüzde 95 dolulukla çalışıyoruz. Anlatabildim mi?"

Gazeteci kin tutar mı?

Gazeteciliğin en büyük düşmanı kin ve takıntıdır, derler. Vietnam’daki My Lai Katliamı’nı, Ebu Garib işkencelerini ortaya çıkaran Pulitzer ödüllü Seymour Hersh hakkında bile o yüzden tam bir konsensüs yoktur Amerikan basınında. Kindar ve takıntılı bir gazetecidir çünkü.

Amerika’da Illinois Valisi’nin Barack Obama’nın senatörlük koltuğu için açık artırma yapmaktan tutuklandığını biliyorsunuz.

Bütün hikaye valinin, eyaletin 161 yıllık gazetesi Chicago Tribune ile kapışmasıyla başlıyor. Gazetenin patronuna, başka alanlardaki işlerine çomak sokacağını söyleyerek, aleyhinde yazı yazan gazetecileri işten atmasını söylüyor. İddiaya göre şantaja şahit olanlar da olayı FBI’a bildiriyor. FBI bir ay dinliyor Valiyi. Sonunda hem gazete patronunu sıkıştırmak için yaptığı konuşmalar hem de senatör koltuğu için yürüttüğü pazarlıklar faş oluyor.

Şimdi Amerika’da herkes Chicago Tribune yönetiminin Vali’ye karşı sergilediği soğukkanlılığı konuşuyor. Yönetim, Vali’nin gazeteden attırmak istediği editörlere dahi işe duygularını karıştırmamaları için konuyu aktarmamış örneğin. Meseleyi takıntı haline getirmemişler ve pis bir adama karşı onun yöntemleriyle mücadele etmek yerine sadece gazetecilik yapmışlar. Suç işlendiğine inandıklarında da olayı polise bildirmişler.

Bu olayın ayrıntılarını okurken ister istemez hafta içi yaşadığım bir saçmalık aklıma geldi. Bayram süresince, Ergenekon davasında adı geçen Tuncay Güney ile ilgili Hürriyet’te 3 günlük bir dizi hazırladım. Bu dizide, Güney tarafından susması için kendisine rüşvet teklif etmekle suçlandığımı da yazdım. Güney’in neden susması istensin, Toronto günlerine dair hakkında yapılmış tek araştırmayı hazırlamışken niye onunla böyle şeyler konuşayım, orası belli değil ama o öyle iddia etti. Uydurma diyaloglarla.

Böyle bir iftiradan sonra Tuncay Güney konusuna bakışımda bir kayma olabilir mi diye düşündüm işte ben de. Meseleyi bir takıntı ve kine dönüştürür müyüm diye... Vali skandalı, benim için bu açıdan da iyi bir öykü oldu.

Haberin Devamı

Yazarın Tüm Yazıları