Tolga Tanış

Amerikan Kongresi’nden bir gencin portresi

24 Temmuz 2011
Türkiye’de de bir eğilim var şimdi. Partilerin yönetimlerini gençleştirme yarışı. Doğru, her ülkenin politik dengeleri birbirinden ayrı. Yasalar, sistemler farklı. Ve çıkan profillerin aynı olması baştan mümkün değil. Ancak fikir vermesi için bir portre anlatacağım. Washington’dan... Amerikan Kongresi’nden... Demokrat ya da Cumhuriyetçi... Bu işlere giren bir gencin genel bir tanımı. Dünyayı yönetiyor denilen başkenti kimler yönetiyor görmeniz için...

Okulu çok iyi değil. Harvard’dan Yale’den mezun olsa önce gidip dışarıda tecrübe kazanır... Yükselir... Tepeden inerdi. Ama öyle bir şansı olmadığı için en alttan başlamak zorunda. Bunun için en iyi yer de Kongre.
Dışarıdan partizan olmak zorunda!.. Ancak kimin yanında çalışırsa çalışsın... İçten içe Demokrat da olabilir Cumhuriyetçi de... Fark etmez. Ayrıca yanında çalıştığı kişi senatör de olabilir milletvekili de. İçeri girsin. O artık bir politikacı sınıfının üyesi...
Büyük ihtimalle erkek. Kadın da var ama çoğunluk yine erkek.
Hukuk, dış politika, basın... Danışmanlık vereceği alansa duruma göre. Nereye düşeceği nasıl belli olur diyorsanız. Hiçbir standart yok. Hukukçu olup basın danışmanı da olabilir... Uluslararası ilişkiler okuyup yasa sorumlusu da. Tam bir alaylı.
21-22 yaşında üniversiteden mezun olur olmaz başlıyor. Kısa sürede de ofisin tüm ağırlığını üstleniyor. Geçen gün bir grupla konuşuyorken 26 yaşında bir senatör danışmanından bahsediyorlardı. “Öldürme yetkisi var” dedi biri. Dışişleri Bakanlığı’na da... Pentagon’a da... Beyaz Saray’a da saldırma yetkisi var!..
Her zaman şık. Her zaman jilet gibi olmak zorunda. Ama maaş yılda 60-70 bin dolar olduğu için indirim mağazalarını kovalaması gerek. Syms, Filene’s Basement, Macy’s indirimlerini... Ya da Leesburg, Woodbridge bir outlet bulup oraya gidecek...
Çevresi, çalıştığı patronun politikalarına göre. Bazı Kongre üyeleri dış politika ağırlıklı çalışıyor. O zaman onun çevresi de dış politikacı üyelerin danışmanları. Bazıları iç politikacı oluyor. O zaman o da iç politikaya gömülüyor. Parti ayrışması var mı derseniz. Saat 18.00’den sonra Cumhuriyetçi gençler Morton’s’ta. Demokratlar Brasserie Beck’te...
Genelde bira içiyor. Çünkü bara toplu gidildiği için, biraz da hesaplar karışmasın diye. Budweiser, Blue Moon, hangisi olursa...
Oturduğu yerse Kongre’nin arkasındaki Capitol Hill. Hem yakın. Hem çok pahalı değil. Hem de kentin en cıvıl cıvıl yerlerinden...
Bir garantisi yok. Kısa sürede yükseldi. Çoğu konuda bir bilgisi olmayan Kongre üyesinin suflörü oldu diyelim. İlk kaybedilen seçimde işi de gider. Ancak avantajı, evini taşımasına gerek kalmadan başka bir üye bulma şansı her zaman var.
Terfi ise Beyaz Saray. Evet her yerden topluyor orası. Dışişleri’nden istihbarat birimlerine her yeri tarıyorlar. Ama bulunan herkesin ortak özelliği... Genç olmak!.. Obama’nın konuşmalarını yazan Jon Favreau 1981’li. Dış politika konuşma yazarı Ben Rhodes 33 yaşında. Müslüman Temsilcisi Reşat Hüseyin 1978’li. Geçen haftalarda ayrılan Türkiye masası şefi ise 40 yaşında.
Mantığı da şu... “Bürokratlar nasıl olsa orada. Bize yaratıcı düşünce lazım, kalıplaşmış fikirler değil.” Karşılaştırmanız için söylüyorum. Seçimden önce CHP Washington’a bir ekip yolladı. Emekli büyükelçiler, emekli bürokratlar... Hepsinin geçmişte çok değerli işler yaptıklarını kabul ederek söylüyorum. Ama...
Sıyrılıp bir gün kendi kampanyasını yapabilir. Ya da Washington rotasyonuna girip think tankçi olabilir. En büyük fırsatıysa, bir lobiciye dönüşmek. ‘Auditçi’ denilen mali denetçiler gibi. Üniversiteden sonra başlayıp gece yarılarına kadar 5-10 yıl durmadan çalıştıktan sonra nasıl bir yere CFO ya da benzer bir pozisyonda geçiyorlarsa... Onun da sıçrama tahtası bu. Bir tür sürünme tazminatı.
Onun dışında ne kalıyor diyorsanız da... BlackBerry’yi bir organı gibi kullanan... Aşırı sosyalleşmiş... Sadece yeni çıkan anı kitaplarını okuyan... Bir politik hayvan. Habitatı, Washington’ı çevreyelen yüzük yol Capital Beltway...

Kriz sırasında yanınızda kim olsun isterdiniz

Portre kafa karıştırmış olabilir. İyi olmayan şeyler de var çünkü. Ama madem bir profili irdeliyoruz... Size itici gelecek bir ayrıntı daha...
Şimdi bu fotoğrafa bakın. Ve bir ülkenin lideri olsanız, kritik anlarınızda yanınızda kimin olmasını isterdiniz düşünün. Tecrübe sahibi, devletin geleneklerini özümsemiş, sicili mükemmel emekli bir bürokrat mı?.. Yoksa Georgetown’da bir restoranda parti verip soyunan bu zıpçıktılardan biri mi?..
Bu bir eğilim. Politikada eskisine göre ağırlık kazanan... Büyük bir yer değiştirme. Yaşlı olanın tasfiyesi. Ama bazılarının eleştirdiği gibi, “Bu bir gençlik faşizmi mi” diyorsanız da, hayır. Çünkü birincisi... Ortada bir faşizm varsa, bunun en büyük mağduru hep genç nüfus olmuş. Sadece politikada da değil, her alanda... “Gençler bilse, yaşlılar yapabilse” gibi uydurulan onca laftan yazı-çiziye... Gençlerin hep ne kadar cahil olduğu üfürülmüş. Ama şimdi yaşanan ise... Lafla geçiştirilemeyecek kaskatı bir gerçek.
Teknolojiyi daha iyi kullanıp bilgiye daha hızlı ulaşıyorlar... Daha hızlı harekete geçiyorlar. O gömüldükleri BlackBerry sayesinde daha az şey kaçırıyorlar. Çünkü her şeye çok daha kolay uyum sağlıyorlar.
Beyaz Saray’dan Facebook’a... Google’dan Beyaz Saray’a... Twitter’dan Dışişleri’ne... Kim nereden nereye geçiyor bir tablo yapmışlardı geçenlerde. O tabloya baktığınızda, anlattığım profil de kafanızda daha kolay bir yere oturuyor.
Fotoğraftakilere dönersek... İnterneti kullanarak seçilen bir başkan dönemindeyiz. İlk YouTube basın toplantısını... İlk Facebook buluşmasını... İlk Twitter röportajını yapan adam. Eğer fotoğrafa bakıp düşündükten sonra kararınızı bürokrattan yana verdiyseniz söyleyeyim. Oradakilerden biri Obama’nın konuşma yazarı Jon Favreau... Öteki de Ulusal Güvenlik Konseyi Sözcüsü Tommy Vietor.

Amerika’da okuyan Amerikan hayranı mı olur

İş iktidar ve genç meselesinden açılmışken...
Birkaç ay önce eski milletvekili Robert Wexler’la konuşurken o söyledi. “Ben Başbakan Erdoğan’a neden güveniyorum biliyor musun” dedi. “Çünkü çocuklarını Amerika’da okuttu”.
Aynı dönem buna benzer başka bir tartışma daha vardı. Çin’in bundan sonraki başkanı Xi Jinping’in kızı da takma isimle geçen yıl Harvard’da okumaya başlamış. Bu da Çin’in politikasına olumlu etki eder miymiş...
Wexler’ın söylediğini ve Çin tartışmasını aktarmamın sebebi, bunu iki açıdan önemli bulmam. İki farklı yönden okumak mümkün çünkü:
1) Biz o kadar özgürlükçü, serbest bir üniversite eğitim sistemine sahibiz ki... Bizim için önemli olan, bu değerlere sahip bireylerin yetişmesi.
2) Eğer biri çocuğunu buraya yolluyorsa, ABD sempatizanıdır. Çocuk da buraya gelince öyle olur, mesele kalmaz.
İkisini de düşünen vardır. İkisinin de alıcısı olur. Fakat söyleyeceğim... Buraya gelip okuyan çocukların ABD hayranı olarak döneceklerini düşünmek öyle bir yanılgı ki...
Ne şimdiki gençliği doğru tahlil ediyor olursunuz!.. Ne de gidişatı anlamışsınızdır.
Bıraktım, ABD’ye karşı en sağlam eleştirilerin yine bu üniversitelerden çıkmasını... Her geçen gün bir fikre angaje olma eğilimi azalan yeni genç prototipini kaçırırsınız...
Yazının Devamını Oku

Arap Baharı’nı Çevik Bir mi planlamış

17 Temmuz 2011
Pazar günlerinin çengel bulmacaları gibi... Birbiriyle ilgisiz ama benim iç içe geçirdiğim, Amerika’dan öykülerin olduğu bir çengel yazı. Çevik Bir’in Arap Baharı’nı bundan 14 yıl önce nasıl planladığı içeride...

-  ADALET: Bardayım. Amerikan Merkez Bankası’nın Saint Louis’deki ofisinde çalışan biri geldi. Tanıştık. Konuşuyoruz. Bu aralar televizyonlar dava haberlerinden geçilmediği için... Laf açıldı. “Adalet” dedi. “Bu ülkede kimin parası varsa hep onun yanında.” Burnundan soluyor!.. Sonra birkaç örnek verdi. Ben “Ama Madoff’a şöyle yaptılar”, “Martha Stewart’a böyle acımadılar” diye cevap vermeye kalkınca da... “Zaten bu sistemi asıl siz gazeteciler manipüle ediyorsunuz” dedi. Bir süre sonra da kalktı. Daha önce neye kızmıştı. Üst üste o kadar tekila shot’ı niye dikti öğrenemedim. Tek anladığım... Zengin suçlular ve medyacıları sevmediğiydi. “Adalet dünyanın başka hangi ülkesinde bu kadar parayla ve medyayla ilişkilidir, söyler misin” diyordu.

-  MEDYA: Şunu mu yapmaya çalışıyorlar o zaman... Eğer Merkez Bankacı’nın dediği doğruysa... Medya, âmâ adaletin kılavuz köpeği olduysa... Murdoch’ı o yüzden mi hırpalıyorlar!.. Yıllar önceye ait, Murdoch gazetecilerinin yaptığı telefon dinlemelerini şimdi o yüzden mi büyütüyorlar!.. Pislikleri temizleme. Bizdekinden farkı ise... Temizliğin hukukun dışına taşmaması...

-  HUKUK: Peki hangi hukuk?.. Casey Anthony’yi bırakan hukuk mu?.. Futbolcu O.J Sipmson’ı önce çifte cinayetten salıp sonra başka suçlardan 33 yıllığına deliğe tıkan intikamcı hukuk mu? Haftalardır aynı davayı konuşuyorlar. Nasıl O.J. Simpson bir önceki yüzyılın davasıysa... Üç yıl önce üç yaşındaki çocuğunu öldürmekle suçlanan Casey Anthony davası da bu yüzyılın davası sayılıyor. Beraat etti geçen hafta. Ve yalan ifade vermekten aldığı bir yıl hapsi doldurduğu için de bugün çıkacağı açıklandı. Ancak çocuğunu kasten öldürmemiş olsa da... Başından beri kendini şöyle savundu: “Evet belki kötü bir anneyim. Ama çocuğumu öldürmedim. Sırf kötü anne olduğum için de bana ceza veremezsiniz.”

-  ANNELİK: Alkol bağımlısı... Marihuana kullanımını savunan... Evlilik öncesi seksin yaygınlaşmasını isteyen bir kadın iyi bir anne midir o zaman? Hafta içi eski First Lady Betty Ford’un cenazesi kalktı Amerika’da. Ve bütün ülke, Gerald Ford’un karısı, 70’lerin sembol ismi Bety Ford’u uğurladı. Hiçbir olayda sözünü sakınmadı. Kadınların haklarının genişletilmesi için hiçbir zaman geri adım atmadı. Ve alkole, marihuanaya rağmen... Tek bir fiske vurmadan dört çocuğunu bugünkünden daha özgür yetiştirdi. İş karı-koca ilişkisine gelince de... Kocasının cumhuriyetçi arkadaşlarını delirtmek pahasına değişmedi.

-  KARI-KOCA: Suriyeli muhalifleri tanımaya çalışıyorum. O yüzden Amerika’daki liderlerinden Ammar Abdulhamid ile geçenlerde randevulaştık. Dupont Circle’daki Starbucks’ta buluşacağız. Sadece biz görüşeceğiz zannediyordum. Ama içeri girdiğimde, yanında karısı Khawla Yusuf ve oğlu da vardı. Neyse oturduk, konuşmaya başladık. Sonra ben Antalya’da buluşan muhaliflerin Danışma Konseyi’ni sordum... “Evet” dedi, “Orada benim karım da var.” “Anlamadım, siz yok muydunuz” deyince ben... “İki liste yarıştı. Birine ben girdim, öbürüne karım. Karımın listesi kazandı, önemli olan aileden birinin olması” dedi. Ford’lar ne kadar iki zıt politika için koşturduysa... Abdülhamid ve karısı o kadar aynıydı.

-  ARAP BAHARI: Sonra başka muhaliflerle de konuştum. Söylenen... Arap Baharı’nın ne kadar dipten gelişen bir kalkışma olduğuydu. Ama birkaç hafta önce görüştüğüm İsrail’in eski Ankara Büyükelçisi Alon Liel’den öyle bir hikâye dinledim ki... Önce bir toplatıda söyledi. 28 Şubat’ın güçlü paşası Çevik Bir 1997’de İsrail’e gitmiş ve Ortadoğu’da bugünkü Arap Baharı’na benzeyen bir hareket başlatalım, demiş. Sonra buluştuk Liel ile. Olayı sordum. “28 Şubat’tan hemen sonraydı” deyip anlattı: “Tel Aviv Üniversitesi’nde kapalı bir toplantı düzenledik. Yanında 10 Türk subayı vardı. Bir, büyük bir ekranda bize çok uzun bir sunum yaptı. Sunumda da ‘Beraber Ortadoğu’yu değiştirelim’ dedi. ‘Bu ülkelere demokrasi taşımak gerek’ diyordu.” “Siz ne dediniz” dedim. “Biz ‘Hayır’ dedik. İşin içinde İsrail olursa reddederler. ‘Siz bu işi yalnız yapın’ dedik” dedi. “Peki Bir ne cevap verdi” diye sordum. “Bencil olduğumuzu söyleyip, suskun kalmamıza kızdı” dedi.

-  SUSKUNLUK: Ne diyor suskunluk sarmalı teorisi?.. İşin ucunda etrafınızdan soyutlanma riskiniz varsa, çıkıp fikir beyan etmezsiniz!.. Yıllarca Ortadoğu’ya ses çıkartmayanlar... Halen birçok ülke için suskun kalmaya devam edenler de bu yüzden ağızlarını açmıyorlar işte. Teoriye göre sarmalın dışına çıkılması için ihtiyaç olan tek bir şey var. İlk çatlak sesin duyulması. Sonrası çorap söküğü gibi geliyor... Şimdi bunun bir benzeri, teknoloji şirketlerinde dönüyor. 2000 balonundan beri ürkekler. Çoğu borsadan uzak duruyor. Ama sene başında LinkedIn’in cesaret edip yaptığı halka açılmadan sonra... Şimdi hepsi sıraya girdi. Facebook dahil. Birkaç yerde birden okudum. Değerlemede 100 milyar dolar piyasa bedeli bekliyormuş Facebook. Sarmal kırıldı nasıl olsa... 750 milyon bağımlısı varsa niye 100 milyar dolar etmesin!..

-  BAĞIMLILIK: Siz Facebook bağımlısı değilsiniz öyle mi!.. O zaman Twitter. O da mı değil?.. Vampir dizileri peki?.. iPhone?.. iPod?.. Apple’ın tamamı?.. Playsation?.. Ya da Harry Potter?.. Bitti hem. Mesele şu... Araştırmalar hepimizin bir popüler kültür bağımlılığı geliştirdiğini gösteriyor. Harry Potter değil de Yüzüklerin Efendisi mesela... Vampirler değil de Lost. Playstation değil de başka bir şey... Ama illa ki bir şey... Bağımlılıkların yaygınlaşmasıysa en çok şu sebebe bağlanıyor: Bir şeyi sevdiğiniz zaman onunla haşır neşir olurken hissettiğiniz duygular, gerçek yaşamda hissettiklerinizi aşıyor. Ve o şey varken, dışarıdaki hayatı tercih etmiyorsunuz. Gittikçe kopuyorsunuz. Bardaki o kızgın adam... Acaba hangisini daha çok seviyordur: Sopranos mu Seinfeld mı?

Yazının Devamını Oku

Boşanma başarısızlıktır

10 Temmuz 2011
Amerikalıların daha katı bir ahlak anlayışı olduğu doğru. Aile, özel hayat, toplumsal ilişkiler...

Avrupa’dan daha farklı, daha muhafazakârlar. Ancak en son Dominique Strauss-Kahn olayı da gösterdi: ‘Tutuculuk’ deyip geçemeyeceğiniz daha derin bir refleks oluşuyor şimdi Amerika’da. 70’lerdeki feminist akım, aileyi yıkma pahasına kadını özgürleştirmişti!.. Bu seferki, kadını koruyup erkeği şekillendiren ama aileyi de taltif eden bambaşka bir dalga!.. Yarattığı en bariz sonuç ise şu: Boşanma utanç verici bir başarısızlıktır!

30’ların kötü kızı Mae West’e bir kere sormuşlar. “Evlenecek misiniz” diye. Burlesque şovlarıyla o dönem ülkeyi altüst eden oyuncu da, aynen şöyle demiş: Evlilik harika müessese. Ama ben henüz bir müessese için hazır değilim.
1980 bir tescil yılıydı. West’in 40 küsur yıl önce söylediği o sözün, dünyada hâlâ kırılamayan boşanma rekoruyla motto haline geldiği bir dönüm noktası. Ancak 80’deki zirveden beri devam eden boşanma oranlarındaki düşüş artık öyle bir noktaya ulaştı ki... Belki de artık yeni bir eğilimin adını koyma zamanı geldi: Kutsanmış evlilik çağı.
Son on yıldır belirginleşen bir istatistik var. Eğitim seviyesi yükseldikçe, boşanma oranı düşüyor. İşte sosyologlar da
buna bakıp Amerikan üst sınıfının muhafazakârlaştığını savunuyor. Evlilik konusunda hem eskiye hem de toplumun alt kesimlerine göre artık çok daha tutucu davranıldığını söylüyor.
İki görüş var: Birincisi, kuşak tepkisi. 70’lerin, 80’lerin boşanmış ailelerinin çocukları büyüdüler. Ebeveyn oldular. Ve kendi yaşadıkları boşanmış anne-baba travmasını çocuklarına yaşatmak istemiyorlar.
İkinci görüşse ortaklık türü evlilik. Evlilikler, bozulması iki tarafın da lehine olmayacak kârlı bir ortaklığa... Ya da ucunda başarısızlık korkusu yatan üniversitedeki gibi bir projeye dönüşüyor. Çiftler de oturdukları yerde oturuyorlar.

Yazının Devamını Oku

Google mı Microsoft mu

3 Temmuz 2011
Kırk katır mı kırk satır mı?.. Şeytan mı vampir mi?.. Ya da bağımlılık kaçınılmazsa, hız mı sigara mı?.. Ne diyorsunuz?.. Google mı, Microsoft mu?.. Sadece modern bir şirket savaşı değil anlatacağım hikâye. 10 yıl içinde dünyanın nasıl dönüştüğünün... Şeffaflık düşmanlığının... Devlet fırsatçılığının... Ve farklılaşan sizin... Kurnazlaşan patronların da öyküsü!..

Geçen hafta Amerika, Google hakkında şimdiye kadar şirket tarihinin en kapsamlı tekel soruşturmasını başlattı. Şirket de bir açıklama yapıp, dizler tir tir, "Ne bilgi istiyorlarsa veriyoruz" dedi. Mesele devletin ne bulacağı değil aslında. Microsoft'un ne bulacağı. Google soruşturmasını körükleyen, 21. yüzyıl usulü soğuk savaşın ne kadar ileri gideceği. Yazıyı hazırlarken, Amerika'nın bu konudaki en iyi bilirkişi danışmanlarından Dr. Kıvanç Kırgız'la konuştum. Okları takip ederek okuyun. Sonuna geldiğinizde de düşünüp kararınızı verin. Kimi tutuyorsunuz?..

* Nasıldı bundan birkaç yıl önce?.. İnternetin özgürlük savaşçısı!.. Stanford'lı dahi çocukların garaj şirketi!.. Ama son beş yıla bakın. Ekonomi sayfalarında durumu 90'lardaki Microsoft. 2010'lu yılların şeytan namzeti...

* Microsoft ise şimdi sistemin adam ettiği muhlis oğlan. 90'ların sonunda başladı terbiyesi. 2008'e kadar sürdü. Bu sırada sadece Avrupa'da 2.6 milyar dolar ceza ödedi. Toplam fatura mı?.. Avukat giderleri de eklendiğinde milyarlar...

* Microsoft'un tekelcilik davaları, şeffaflık üzerine kuruluydu. Windows'un bilgilerini paylaşmayıp platformu sadece kendi ürünlerine uyumlu tutma çabası.

* Google'un durumu da aynı. Kim niye altta çıkıyor?.. Google ile ortak olan şirketler niye hep ilk sıralarda gözüküyor?.. Çıkıp algoritmalarını açıklasınlar çağrısı...

* Google'ın davaları önce Avrupa'da başladı. Kapıyı Avrupa Komisyonu araladı.

* Microsoft ise ilk dayağı Amerika'da yedi. Avrupalılar cezaları sonradan kesti.

* En büyük tepkiyi kullanıcılardan gören Microsoft'un avantajı, o zaman karşısında parası olan güçlü bir rakip olmamasıydı. İdealist Linux ile AOL'in yetim çocuğu, şimdi yok ettikleri fakir Netscape...

Yazının Devamını Oku

Michael Jordan’ın kazancı da helal mi

26 Haziran 2011
Eğer politika sadece servetin korunması olsaydı... Oligarklara güç verilirdi. Demokratların dediği gibi demokrasi bir çoğulculuk olsaydı da...

Çoğunluğun tatmini olurdu. Halbuki politika nedir biliyor musunuz? İyi bir hayatın nasıl yaşanacağını öğrenmektir. Bu, Michael Sandel’in bestseller kitabı ‘Adalet’te Aristo’dan aktardığı bir alıntı. Sandel’i anlatacağım bu hafta. Harvard’da dersleri rekorlar kıran... Bir yıldır Uzakdoğu’yu kasıp kavuran adamı... İş başlarda sadece Boston’da bir trendmiş. Şimdi dünyada akademik bir devrime dönüşüyor!..

- 21 yıldır Harvard’da siyaset felsefesi dersleri veriyor. Bilim için değil öğrenci için ders anlatanların... Harvard tarihinde amfi doldurma rekoru onun.
- Bir akademisyenden çok, TED konferansındakiler gibi. 1000 kişilik salonda en arkada kalsanız bile... Sıkılmanız mümkün değil!..
- İçerik ise... Orhan Hançerlioğlu sözlüğünün yanında Sofi’nin Dünyası. Kuru teorilerden sıyrılıp... Filozofları sokakta yürürken tanıyorsunuz.
- PBS, derslerini bir belgesele dönüştürmüş. Nar suyu markasından gazeteci Thomas Friedman’a 20’ye yakın sponsoru olan bir şova. BBC, şimdi birkaç aydır 30’ar dakikalık bölümlerle hepsini yayınlıyor.
- Daha ilginci... Harvard videolar için bir web sitesi açtı. Ve 12 bölümlük çekimi, online ders gibi yayınlamaya başladı. İstanbul’dan bir üniversite gidip anlaşsa. Seçmeli olarak okutur.
- Geçenlerde Friedman yazıyordu: “Sandel Asya’da bir rock yıldızına dönüştü” diyor. Newsweek Çin, ‘En Etkili Yabancı’ diye kapak yapmış.

Yazının Devamını Oku

Amerika’nın Diyarbakır’ı Washington

19 Haziran 2011
Kentin patronuyla... Bu sıkıcı köyün sokak yaşamını konuşayım diye gittim. Ama itiraf ediyorum, daha ilk cevapta yenildim. Manifestosu için meraklandım. O anlattıkça kaşıdım. Ve sonunda böyle bir iş çıkardım. Okuyacağınız hikâye, Washington Belediye Başkanı Vince Gray’le konuşmamın özetidir. Hafta içi, odasında yaptığımız uzun söyleşinin derlemesi. Şaşıracaksınız!.. Çünkü göreceksiniz... Burası Amerika’nın Diyarbakır’ı!.. Benim günahım yok. En naif halimle oturdum karşısına. Ve başta biraz ısınma olur... Sonra da kentin popüler yaşamına geçeriz diye... “Bay Belediye Başkanı” dedim. “Dünyanın politik başkentini yönetmek ne anlama geliyor?” Verdiği cevap aynen şu oldu:

“Biz Amerika’nın diğer hiçbir yeriyle aynı demokrasi seviyesinde değiliz. Özgür dünyanın hiçbir başkentiyle aynı değiliz. Ulusal yasama organında oy hakkımız yok. DC halkını etkileyen yasaları tartışma yetkimiz yok. Kendi bütçemizi onaylayamıyoruz. Ayrıca, buraya her gün otobüsler geliyor, sokakları dolduruyor. Güvenlik riskleri de çok fazla.”

YAKA PAÇA GÖZALTI

Nisan ayıydı. ABD Kongresi’nde bütçe görüşmeleri var. Müzakereler kilitlendi. Cumhuriyetçiler ile Demokratlar da sonunda çözümü Washington DC için pazarlıkta buldu. Cumhuriyetçiler kentte kürtaj ödeneklerini kaldırttı. Gray’in istemediği bir charter okul programı koydurttu. Ve mesele çözüldü.
İşte Gray bunun üzerine sokağa fırladı. Washingtonlılarla yan yana izinsiz gösteri düzenledi. Polis de başkanı kelepçeleyip gözaltına aldı. Yaka paça... Soracağım tabii. Bütün Amerika’nın günlerce tartıştığı fotoğrafı da konuşacağız. Ama Gray daha ilk sorudan bu kadar hızlı girince...

KENDİMLE GURUR DUYDUM

“Ne hissettiniz o gün” dedim. “Kelepçelendiğinizde aklınızdan neler geçti?”

“Şehrimle omuz omuza durduğum için kendimle gurur duydum” dedi. “Gözaltına alınmam gerekmiyordu elbette. Ama DC’ye yapılanın yanlış olduğunu herkese duyurma imkanım oldu. Benimle beraber, altı encümen üyesi ve 34 kişi gözaltına alındı o gün. Her yerde fotoğraflarımız çıktı. Dikkat çekmeyi başardık.”
Nasıl bir ironidir!.. Dünyayı yöneten kenti yönetiyorsunuz. Ama haklarınız için kavga etmek, polisle itişmek zorundasınız. “Nedir bu kentte dolaşan 68 ruhu” dedim. “Herkes mi aktivist burada?” “Belediye başkanıysanız bir lider olmanız gerekir. Halkınız için mücadele etmelisiniz” dedi.
“Peki hiç eleştirenler olmadı mı” dedim. “Karşı çıkmam gerekiyordu. Çünkü yanlıştı” dedi. “Anlamadıkları şu. Biz burada kendi vergimizi topluyoruz. Yılda 5.5 milyar dolar. Ama paramızı harcamak için federal hükümete soruyoruz. Büyük haksızlık.”

TEK PARTİ ŞEHRİ
“Türkiye’nin ‘zencisi’ Kürtler” lafı bir ara çok söylenirdi. Washington DC-Diyarbakır teşbihinin, aktivist başkan benzerliği dışında bir de bu kısmı var. DC de yüzde 60 siyahların çoğunluk olduğu bir yer. Ve belediye başkanlarının seçimle belirlendiği 1975’ten beri bu yüzden sadece Demokrat Parti’den siyahların kazanabildiği bir kent. Hem de yüzde 70-80 ezici üstünlükle. “Niye böyle” dedim Gray’e, “Kardeşler niye böyle istiyor?”
“Çünkü Afrikalı Amerikalılar, Demokrat Parti ve değerlerini kendilerine daha yakın buldular. Demokratik haklarımızda yaşadığımız sıkıntılarda hep Cumhuriyetçiler tarafından engellendik. Bu durumda sonuç normal” dedi.

TEK KENT HEDEFİ
Şehirde politika tek parti rejimiyle yürüyor. Çoğunluk tek bir ırk. Ancak Latinler, Etiyopyalılar, Müslüman topluluklar da eklendiğinde... Demografi bir anda karmaşıklaşıyor. Seçimde Gray’in sloganı da bu yüzden ‘Tek Kent’ idi. Türkiye’deki ‘Tek Millet’ lafı gibi... “Nasıl başaracaksınız bunu” dedim. “Toplulukları nasıl bir araya getireceksiniz?”
“Herkesi etkileyen konularda standart yaratarak” dedi. “Eğitim... Nerede yaşıyor olursanız olun, iyi eğitim alacaksınız. Güvenlik... Nerede yaşıyor olursanız olun, güvenliğiniz sağlanacak. Ve iş... Nerede yaşıyor olursanız olun, bir işiniz olacak. Sonra da insanlara bu kent için sorumlulukları olduğunu hissettireceksiniz.”

HİZMET DEĞİL POLİTİKA
Geçen yıl Gray’in ön seçimlerde yendiği geçmiş belediye başkanı Adrian Fenty, Obama’nın belediye prototipiydi. Genç, vizyoner, yakışıklı vesaire. “Siz böyle bir politikacıyı nasıl yenebildiniz” dedim 70 yaşındaki Gray’e. “Sihriniz neydi?” “Herkese karşı kapsayıcı olduğum için” dedi. Sonra da uzun uzun insanları nasıl dinlediğini anlatmaya başladı. “Çöpleri böyle topladım, şöyle tünel açtım” yok... “Hizmetler değil, demek burada politik yaklaşım belirleyici” dedim. “Hizmetler, iyi politikanın sonucudur” dedi.
“Ya Washington’ın meşhur suç sorunu” dedim. “Uyuşturucu satıcılarının Beyaz Saray’ın parkına kadar indiği zamanlar nasıl geride kaldı?” Üç şey söyledi: 1) Hangi suçlar nerede, kimler tarafından işleniyor, istatistik çalıştık. 2) Toplum polisi oluşturduk. Her polis belli gruplarla ilgilenip oranın insanlarını tanıdı. 3) Teknolojiyi daha verimli kullandık. Böylece 1970’lerde 5 bin 200 polis varken, bu sayıyı 3 bin 800’e düşürdüğümüz halde suç oranını azalttık.
Pennsylvania Caddesi’nde Beyaz Saray’a bakan belediye binasının altıncı katındaki odasında 45 dakikaya yakın oturduk Gray ile. “Son soru” dedim. “Washington’ı dünyada en çok nereye benzetiyorsunuz?”
Düşündü, düşündü... Sonra, “Bizim durumumuz tek” dedi. “Dünyada demokrasinin sesi olarak algılanıyoruz ama demokratik haklarımız verilmiyor” “Obama siz gözaltına alındığınızda aradı mı peki” dedim. “Aralıktan beri Başkan ile görüşmüyoruz” dedi.
Çıkartın PKK’yı denklemden. Şikâyetlerini düşününce Diyarbakır’a benzemiyor mu?..
Yazının Devamını Oku

Azgın Washington’dan bir aldatma rehberi

12 Haziran 2011
Bu yazı, bugün seçip Ankara’ya yollayacağınız 550 milletvekiline... Daha önce ‘kusursuz sansür’de yapmıştım. Washingtonluların Smithsonian Müzesi’nden kaldırdığı bir videoyla... Türkiye’dekilere örnek olacak bir sansür rehberi. Şimdi de bir aldatma rehberi hazırlayacağım. Örnek vakamız Milletvekili Anthony Weiner. Üç yıldır Twitter’da, Facebook’ta kadınlara yarı çıplak fotoğraflar yolladığını itiraf eden New Yorklu. Yazı da Weiner üzerinden acemi Türk vekillere Washington’dan bir başarı öyküsü. Aldatacaksanız, Weiner tecrübesini okuyun. “Libidomu işte harcayacağım. Çılgın projeler üreteceğim” diyorsanız da... Okumayın... Danışmanlarınız sonra size anlatır...

1) Nasıl aldatacağınıza karar verin
Önce çerçeveyi çizin. Ne kadar ileri gideceksiniz... Ve kaç kişiyle aldatacaksınız... Uzun süreli bir sevgili mi, kısa süreli bir sürü kadın mı? Ofisten mi, dışarıdan mı? Fahişe mi, işinde gücünde biri mi? Ve illa yüz yüze mi? Yoksa Weiner’ınki gibi internet seksi mi? Sakın merak etmeyin!.. O binadan içeri girince bunların hepsini yapacak gücünüz olacak.
2) Kadın sayısı riski artırır
Daha yenisiniz Ankara’da. Kim kimdir bilmiyorsunuz. 13 yıldır Washington’da Weiner. Doğru yalan, o bile sadece internette yapmış. Siz bilgisayar kullanmayı biliyor musunuz? İyi. İsterseniz önce rumuzla evlilik sitelerinde dolaşın biraz. Kendinizi bir test edin. Sonra karar verirsiniz.
3) Ofis bir seçenek olabilir
Weiner’in Kongre’deki odası Rayburn 2104. Gittim. Önünde iki gazeteci kadın bekliyor. İçeri girdim. Resepsiyonda göğüs dekolteli, çok güzel bir kız. Gülerek, “Kongre üyesi pazartesiye kadar yok” dedi. Ofis bir seçenek tabii. Aldatmanın en pespayesi... Ast-üst ilişkisinin açık suiistimali... Ama yakalanma riski de en az olanı. Çalışanlar güzel olsun. İsterseniz sohbet ederken dahi flörtleşebilirsiniz. Daha ötesi sizin ne kadar alçalacağınızla ilgili...
4) Ağla ağla ağla
Ve yakalanma... Önce mümkün olduğunca gözden uzak kalmaya çalışın. Başta inkâr edin. Bu sırada karınızla konuşup onun gönlünü alın. Artık işler daha fazla ertelenemeyecek bir noktaya geldiğinde de... Bir basın toplantısı düzenleyin. Ve özür dileyin. Tıpkı Weiner’ın yaptığı gibi... Özür dışında ne denildiğinin önemi yok. Ağlayın!.. Ağlayın!.. Ağlayın!..
5) Kuyruğunu hep dik tut
Ses titreyecek. Konuşurken Weiner gibi bol bol burnunuzu çekeceksiniz. Ezilmiş duracaksınız. Ama basın toplantısında gazeteciler “İstifa edecek misiniz” diye sorduğunda asla zayıflık göstermeyeceksiniz. “Ne münasebet. Ben karımdan özür diledim, yeter” diyeceksiniz. Aldattıktan sonra karınıza yalan söylerken hiç renk vermeden duruyorsunuz ya. Ağlama seansından sonra basının karşısında da öyle olacaksınız.
6) Devlet kaynağı kullanma
Türkiye’de böyle bir tavsiyeye ihtiyaç var mı emin değilim... Etik kurallar oluşursa belki o meşhur 2023’te işe yarar. Ama aldatırken asla devlet kaynağı kullanmayacaksınız!.. Mesaj attığınız BlackBerry devletin olmayacak. Sevgilinizin evine giderken makam arabanıza binmeyeceksiniz. Ofisteki bilgisayarı da bu işe karıştırmayacaksınız... Weiner ağlarken, bir gazeteci sordu. “Devletin olanaklarını kullandınız mı” diye. Birden havası değişti. Göğsünü gere gere “Hayır” dedi, “Ne BlackBerry ne bilgisayar.”
7) İstifa sesleri sizi sindirmesin
Başta çok gürültü çıkacak. Herkes “İstifa” diye bağıracak. Ama sakın aldırmayın. Perşembe Senato Genel Kurulu’na gittim. Kapıda Bloomberg’in kongre muhabiriyle konuşuyoruz. Ben “Ne olacak şimdi? Ayrılmayacakmış” deyince, “Utanç verici. Gitmesi lazım” dedi. Sonra durdu. Gay milletvekili Barney Frank’in yıllar önce bir jigoloyla yaşayıp onu işe aldığını hatırlayınca, “Aslında o olay bundan çok daha vahimdi” deyip hayıflandı.
8) Akran rekabetine dikkat et
Gazeteciler her olayda önce hemen istifa isterler. Önemli değil. Sizinle aynı seviyedeki öteki politikacıların ne dediğinin de pek bir önemi yok aslında. Televizyonlar her gün Weiner’ın gitmesi gerektiğini savunan üyelerin listelerini yayınlıyor şimdi. Ama adam hâlâ direniyor. Akran rekabetinin de etkisi var. Çok üstünde durmayın.
9) En hırçın gazeteye yaklaş
Ve son olarak... Sanırım Marlon Brando’ydu söyleyen: “Konuşma yapmak için bir salona girdiğimde, orada benim hakkında en kötü düşünen kimse onu bulur, ona odaklanırım” demiş. Skandal patladığında... Hakkınızda en kötü yayını yapacak hangi gazeteyse hemen gidip ona yanaşın. Özel röportaj verin... Durumdan en önce onu haberdar edin vesaire... Weiner da tabloid New York Post’a konuştu. Mitralyözü susturdu. O sansasyon gazetesi, “Halkın yüzde 50 küsuru Weiner’ın istifa etmesini istemiyor” diye sağduyu yayıncılığı yapıyor şimdi.
10) Ya kadın milletvekilleri
Fakındayım. 550 milletvekilinin hepsi erkek olacak..Ve onlar aldatacak gibi yazdım. Bu konuda Washington ve Ankara arasında bir fark yok. Kocasını aldatan kadın politikacı... Olur mu öyle şey!..

Ergenekon ve charter okullar

Gülen Hareketi’nin ABD’deki charter okullarıyla ilgili hafta içi New York Times da bir araştırma yayınladı. USA Today, okullar arasında organik bir bağ olduğunu yazmıştı. Sonra Philadelphia Inquirer bu okullardaki Türk öğretmenlerin maaşlarının harekete aktarıldığı iddiasıyla FBI soruşturması olduğunu duyurdu. NYT de okullardan cemaate inşaat şirketleri üzerinden kaynak sağlandığını iddia etti. Birbirini tamamlayan... Ve içinde sızdırıldığı çok açık bilgiler olan üç farklı hikâye. Şöyle ilginç bir durum ortaya çıkıyor: Cemaate mensup olduğu iddia edilen polisler Türkiye’de basına Ergenekon sızdırması yapıyor. ABD’deki polisler de Amerikan basınına Gülen sızdırması.
Yazının Devamını Oku

Ignatius, Virginia şarapları ve mimari

5 Haziran 2011
Seçime bir hafta kala... David Ignatius’un son kitabı ‘Bloodmoney’ye benzeyen seçim vaatlerine bir bakış açısı önerisi... Vaatlerin sosyal dönüşümü yansıtma şekli... O da olmazsa köpek öldüren testi! “CENTCOM komutanıyla Pakistan’daydık. Tek gazeteci olarak gezisine eşlik edecektim. Onunla buluşacakları anlaşılınca da ısrar etmeye başladım. ‘Ben de katılabilir miyim’ diye. Hiç ummuyordum ama Amerikalı komutan sonunda kabul etti. Fakat bir şartla... Görüşmenin yapılacağı yere kadar onunla beraber gideceğim. Sonra arabada kalıp içeride ses çıkarmadan bekleyeceğim. Çaresiz ‘Tamam’ dedim. Gittik. Buluşma yerine vardık. Ve uzakta onu gördüm. Ayakta durmuş sigara içiyor. Yanındakilerle konuşuyordu. Amerika’nın şimdi başını ağrıtan eski istihbarat şefi, kudretli ordu komutanı tam karşımdaydı. O gün arabada sessizce durdum. Uzun uzun seyrettim.”

BLOODMONEY İÇİN: Bu, Washington Post Yazarı David Ignatius’un Pakistan Genelkurmay Başkanı Eşfak Pervez Kayani’yi görme hikâyesi. Hiç konuşmadan Kayani’yle nasıl tanıştığının... Sonra da o gün gördüklerinin üzerine hayal gücünü ekleyip nasıl bir roman yazdığının öyküsü... Hafta içi katıldığım, son kitabı ‘Bloodmoney’ için Washington Post’un binasında düzenlenen tanıtımda anlattığı gerçek bir olay.

DEBDEBE VE MERAK: Kafanız allak bullak biliyorum. Bir sonraki pazar oy vereceksiniz. Önünüzde debdebenin doruğa ulaşacağı daha koskoca bir hafta varken... Bir yanınızla şimdiden bıktınız. Sokakta, televizyonda her önünüze çıkan politikacının... Ignatius gibi sizi bir gerçek kırıntısının üzerine inşa ettiği koskoca bir kurgunun altında ezmesinden... O uçuk vaatlerden artık gına geldiniz... Ama bir yanınız da... O tansiyonun, içinizi kemiren o merakın esiri!

ŞARAP TADIMI FİKRİ: Geçen hafta sonu sevimsiz Washington’ın sevimsiz havasından sıkılıp gittiğimiz Virgina’daki üzüm bağlarında benim de buna benzer bir şey takıldı aklıma. İnsan buralara kadar gelip Virginia’nın bu beter şarabı için niye bütün gününü harcar diye... Sordum. Şarap satıcılarından biri söyledi. “Biz de biliyoruz şaraplarımızın harika olmadığını ama şarap tadımı fikri güzel” dedi.

DAHA BÜYÜK İNŞA ET: Discovery’nin Science kanalında “Build It Bigger” (daha büyük inşa et) diye bir mimarlık programı var. Her bölümde bir şehri ya da büyük bir inşaat projesini ele alıyorlar. Washington’da programın yapımcısı Danny Forster ile tanıştık. Bakü’yü ele aldıkları bir bölüm için yaptıkları sunuma katıldım.

SOVYET İZİ KALMASIN: Forster, program boyunca kentin dört bir yanındaki inşaatların nedenini sorguluyor. Ve tek sebebinin sadece petrol parası saçmak ve gösteriş olmadığını savunarak... Bu projelerin altında mimari üsluplarına kadar uzanan sosyal bir motivasyon buluyor. “Büyük inşaatlarla, Sovyet döneminin izlerini silmeyi... Kentin karakterine damga vurmayı hedefliyorlar. Mimarideki yumuşak hatlarla da köşeli ve sıkıcı binalarla özdeşleşen önceki rejimden farklı olduklarını vurguluyorlar.”

ESKİ PARA YOK OLUYOR: Ignatius’un kitabına benziyor bu işler, evet. Vaat dedikleri, azı gerçek çoğu kurgu bir hayal. Ama olaya Forster’ın gözüyle bakarsanız... Hikâyeyi kafanızdaki büyük resme oturtmanız belki daha kolay olabilir diye anlatmak istedim. O vaatler yaşanan sosyal dönüşümün neresinde? Siz, belki ilk duyduğunuzda kulağınıza hoş gelen bir fikrin toplumsal etkilerinden ne kadar memnun kalacaksınız? Ve ‘eski para’nın yok olması... Devasa projelerden semirecek ‘yeni para’nın oluşması ne kadar istediğiniz bir iş?

ŞARAP TADIMI GİBİ: Yine olmadıysa... Hâlâ kararsızsanız da... Benim Virgina’da yaptığım gibi tersten gidebilirsiniz. Satıcı haklı. Şarap tadımı güzel bir fikir. Ama şarabı kötü bulduysanız... Şimdi Virgina’dan çıkıp iyi şarap aramanız gerekiyor.

Kavramı yaratan adını koyar

Bir alışkanlık var. Gazetede yabancı bir kelime kullandığınızda, hemen mesajlar geliyor. “Türkçe’ye saygı gösterin” diye. Bu eleştirilerin haklı olduğu yön... Bir lafın Türkçesi varken onun yabancı dildeki karşılığının kullanılması kabul edilecek bir durum değil. Ama yeri gelmişken bu konuda bir parantez açmak istiyorum.
Ne kadar klasik olsa da doğru, dil yaşayan bir organizma. Ve siz bu organizmanın çevresiyle uyum sağlamak için geçireceği evrimi engelleyemezsiniz. Teknolojik gelişmeleri bir kenara bırakıyorum. Türklerin bu konuda önde olduğunu söyleyemeyiz. Ama sadece icatları değil... Sosyal bilimlerde ya da toplumsal yaşamda ortaya çıkan kavramları da ithal ediyoruz. Bunda Anglosakson medyasının İngilizcenin etkisiyle dünyada kurduğu hâkimiyetin de payı var diyelim. Ama geçtim yabancı dillere Türkçe laf sokmayı... Türkçe’nin kendi içinde ürettiği yeni kavramlar ne kadar ki! Dünya bu kadar hızlı bir değişim yaşıyorken, bir dilin bu hıza uygun dönüşmesinden daha normal bir sonuç olamaz. O zaman Türkler gibi kavram oluşturma refleksi zayıf bir toplumun, üretilen yeni kavramları, isimleriyle ithal etmesinden daha doğal ne olabilir ki!
Gazetelere ‘Türkçe’ye saygı’ mesajları atanlara söylüyorum. Direnemezsiniz. Dili sabit tutamazsınız. Kimsenin kullanmayacağı saçma, yalan yanlış çeviriler önereceğinize... “Onu öyle yazma”, “Bunu böyle kullanma” diye zaptiyelik yapacağınıza... Hiç değilse Türkçe’yi sokak diline uygun genişletmeye çalışanlara nefes aldırın ki, şikâyet ettiğiniz laf ithalatı azalsın. Yoksa, yaptığınız kuru bağnazlık; başka bir şey değil!
Yazının Devamını Oku