Seçime bir hafta kala... David Ignatius’un son kitabı ‘Bloodmoney’ye benzeyen seçim vaatlerine bir bakış açısı önerisi... Vaatlerin sosyal dönüşümü yansıtma şekli... O da olmazsa köpek öldüren testi!
“CENTCOM komutanıyla Pakistan’daydık. Tek gazeteci olarak gezisine eşlik edecektim. Onunla buluşacakları anlaşılınca da ısrar etmeye başladım. ‘Ben de katılabilir miyim’ diye. Hiç ummuyordum ama Amerikalı komutan sonunda kabul etti. Fakat bir şartla... Görüşmenin yapılacağı yere kadar onunla beraber gideceğim. Sonra arabada kalıp içeride ses çıkarmadan bekleyeceğim. Çaresiz ‘Tamam’ dedim. Gittik. Buluşma yerine vardık. Ve uzakta onu gördüm. Ayakta durmuş sigara içiyor. Yanındakilerle konuşuyordu. Amerika’nın şimdi başını ağrıtan eski istihbarat şefi, kudretli ordu komutanı tam karşımdaydı. O gün arabada sessizce durdum. Uzun uzun seyrettim.”
BLOODMONEY İÇİN: Bu, Washington Post Yazarı David Ignatius’un Pakistan Genelkurmay Başkanı Eşfak Pervez Kayani’yi görme hikâyesi. Hiç konuşmadan Kayani’yle nasıl tanıştığının... Sonra da o gün gördüklerinin üzerine hayal gücünü ekleyip nasıl bir roman yazdığının öyküsü... Hafta içi katıldığım, son kitabı ‘Bloodmoney’ için Washington Post’un binasında düzenlenen tanıtımda anlattığı gerçek bir olay.
DEBDEBE VE MERAK: Kafanız allak bullak biliyorum. Bir sonraki pazar oy vereceksiniz. Önünüzde debdebenin doruğa ulaşacağı daha koskoca bir hafta varken... Bir yanınızla şimdiden bıktınız. Sokakta, televizyonda her önünüze çıkan politikacının... Ignatius gibi sizi bir gerçek kırıntısının üzerine inşa ettiği koskoca bir kurgunun altında ezmesinden... O uçuk vaatlerden artık gına geldiniz... Ama bir yanınız da... O tansiyonun, içinizi kemiren o merakın esiri!
ŞARAP TADIMI FİKRİ: Geçen hafta sonu sevimsiz Washington’ın sevimsiz havasından sıkılıp gittiğimiz Virgina’daki üzüm bağlarında benim de buna benzer bir şey takıldı aklıma. İnsan buralara kadar gelip Virginia’nın bu beter şarabı için niye bütün gününü harcar diye... Sordum. Şarap satıcılarından biri söyledi. “Biz de biliyoruz şaraplarımızın harika olmadığını ama şarap tadımı fikri güzel” dedi.
DAHA BÜYÜK İNŞA ET: Discovery’nin Science kanalında “Build It Bigger” (daha büyük inşa et) diye bir mimarlık programı var. Her bölümde bir şehri ya da büyük bir inşaat projesini ele alıyorlar. Washington’da programın yapımcısı Danny Forster ile tanıştık. Bakü’yü ele aldıkları bir bölüm için yaptıkları sunuma katıldım.
SOVYET İZİ KALMASIN: Forster, program boyunca kentin dört bir yanındaki inşaatların nedenini sorguluyor. Ve tek sebebinin sadece petrol parası saçmak ve gösteriş olmadığını savunarak... Bu projelerin altında mimari üsluplarına kadar uzanan sosyal bir motivasyon buluyor. “Büyük inşaatlarla, Sovyet döneminin izlerini silmeyi... Kentin karakterine damga vurmayı hedefliyorlar. Mimarideki yumuşak hatlarla da köşeli ve sıkıcı binalarla özdeşleşen önceki rejimden farklı olduklarını vurguluyorlar.”
ESKİ PARA YOK OLUYOR: Ignatius’un kitabına benziyor bu işler, evet. Vaat dedikleri, azı gerçek çoğu kurgu bir hayal. Ama olaya Forster’ın gözüyle bakarsanız... Hikâyeyi kafanızdaki büyük resme oturtmanız belki daha kolay olabilir diye anlatmak istedim. O vaatler yaşanan sosyal dönüşümün neresinde? Siz, belki ilk duyduğunuzda kulağınıza hoş gelen bir fikrin toplumsal etkilerinden ne kadar memnun kalacaksınız? Ve ‘eski para’nın yok olması... Devasa projelerden semirecek ‘yeni para’nın oluşması ne kadar istediğiniz bir iş?
ŞARAP TADIMI GİBİ: Yine olmadıysa... Hâlâ kararsızsanız da... Benim Virgina’da yaptığım gibi tersten gidebilirsiniz. Satıcı haklı. Şarap tadımı güzel bir fikir. Ama şarabı kötü bulduysanız... Şimdi Virgina’dan çıkıp iyi şarap aramanız gerekiyor.
Kavramı yaratan adını koyar
Bir alışkanlık var. Gazetede yabancı bir kelime kullandığınızda, hemen mesajlar geliyor. “Türkçe’ye saygı gösterin” diye. Bu eleştirilerin haklı olduğu yön... Bir lafın Türkçesi varken onun yabancı dildeki karşılığının kullanılması kabul edilecek bir durum değil. Ama yeri gelmişken bu konuda bir parantez açmak istiyorum. Ne kadar klasik olsa da doğru, dil yaşayan bir organizma. Ve siz bu organizmanın çevresiyle uyum sağlamak için geçireceği evrimi engelleyemezsiniz. Teknolojik gelişmeleri bir kenara bırakıyorum. Türklerin bu konuda önde olduğunu söyleyemeyiz. Ama sadece icatları değil... Sosyal bilimlerde ya da toplumsal yaşamda ortaya çıkan kavramları da ithal ediyoruz. Bunda Anglosakson medyasının İngilizcenin etkisiyle dünyada kurduğu hâkimiyetin de payı var diyelim. Ama geçtim yabancı dillere Türkçe laf sokmayı... Türkçe’nin kendi içinde ürettiği yeni kavramlar ne kadar ki! Dünya bu kadar hızlı bir değişim yaşıyorken, bir dilin bu hıza uygun dönüşmesinden daha normal bir sonuç olamaz. O zaman Türkler gibi kavram oluşturma refleksi zayıf bir toplumun, üretilen yeni kavramları, isimleriyle ithal etmesinden daha doğal ne olabilir ki! Gazetelere ‘Türkçe’ye saygı’ mesajları atanlara söylüyorum. Direnemezsiniz. Dili sabit tutamazsınız. Kimsenin kullanmayacağı saçma, yalan yanlış çeviriler önereceğinize... “Onu öyle yazma”, “Bunu böyle kullanma” diye zaptiyelik yapacağınıza... Hiç değilse Türkçe’yi sokak diline uygun genişletmeye çalışanlara nefes aldırın ki, şikâyet ettiğiniz laf ithalatı azalsın. Yoksa, yaptığınız kuru bağnazlık; başka bir şey değil!