Paylaş
Avrupa’dan daha farklı, daha muhafazakârlar. Ancak en son Dominique Strauss-Kahn olayı da gösterdi: ‘Tutuculuk’ deyip geçemeyeceğiniz daha derin bir refleks oluşuyor şimdi Amerika’da. 70’lerdeki feminist akım, aileyi yıkma pahasına kadını özgürleştirmişti!.. Bu seferki, kadını koruyup erkeği şekillendiren ama aileyi de taltif eden bambaşka bir dalga!.. Yarattığı en bariz sonuç ise şu: Boşanma utanç verici bir başarısızlıktır!
30’ların kötü kızı Mae West’e bir kere sormuşlar. “Evlenecek misiniz” diye. Burlesque şovlarıyla o dönem ülkeyi altüst eden oyuncu da, aynen şöyle demiş: Evlilik harika müessese. Ama ben henüz bir müessese için hazır değilim.
1980 bir tescil yılıydı. West’in 40 küsur yıl önce söylediği o sözün, dünyada hâlâ kırılamayan boşanma rekoruyla motto haline geldiği bir dönüm noktası. Ancak 80’deki zirveden beri devam eden boşanma oranlarındaki düşüş artık öyle bir noktaya ulaştı ki... Belki de artık yeni bir eğilimin adını koyma zamanı geldi: Kutsanmış evlilik çağı.
Son on yıldır belirginleşen bir istatistik var. Eğitim seviyesi yükseldikçe, boşanma oranı düşüyor. İşte sosyologlar da
buna bakıp Amerikan üst sınıfının muhafazakârlaştığını savunuyor. Evlilik konusunda hem eskiye hem de toplumun alt kesimlerine göre artık çok daha tutucu davranıldığını söylüyor.
İki görüş var: Birincisi, kuşak tepkisi. 70’lerin, 80’lerin boşanmış ailelerinin çocukları büyüdüler. Ebeveyn oldular. Ve kendi yaşadıkları boşanmış anne-baba travmasını çocuklarına yaşatmak istemiyorlar.
İkinci görüşse ortaklık türü evlilik. Evlilikler, bozulması iki tarafın da lehine olmayacak kârlı bir ortaklığa... Ya da ucunda başarısızlık korkusu yatan üniversitedeki gibi bir projeye dönüşüyor. Çiftler de oturdukları yerde oturuyorlar.
Geçenlerde New York Times, ilk görüşü işlediği çok kapsamlı bir dosya hazırlamıştı. Son dönem boşanmış insanlardan yaşadıkları deneyimleri toplamışlar. Hepsi de aşağı yukarı aynı şeyleri anlatıyordu. Boşanıyorlar. Ve sonra beklemedikleri şekilde çevrelerinden uzaklaştırılıyorlar. Vebalı muamelesi görüyorlar. “Çünkü” diyor aralarından biri, “artık boşanmak bir başarısızlık sayılıyor”.
Haber, ilk görüşün argümanı olarak sunulmuştu. Amerikan toplumundaki muhafazakârlaşma eğilimi. Ama işin içine başarı ve başarısızlık kavramları girince... Okurken, bahsettiğim ikinci argümanın da bakış açısını etkilediğini fark ettim. “Yürütemedin mi!.. Demek biraz beceriksizmişsin.”
MUĞLALI SENDROMU
Boşanmanın en sık yaşandığı ilk 10 yıllık dönemde... Lise ve altı eğitim seviyesinde boşanma oranı yüzde 37 iken... Üniversite mezunları arasında bu oran yüzde 11’e düşüyor. Haliyle bunun da Amerikalıların toplumsal olaylara bakışını etkileyen sonuçları oluyor.
Geçen hafta DSK’nın ev hapsi sona erince bir okuyucu mesaj atmış; “Adama giydirdiniz şimdi masum olduğu ortaya çıktı” diye. İsim müstear. E-posta adresini Google ettim... “Gizliliğe önem veren bayan arkadaş arıyorum” diye sevişme sitelerine mesajlar atan 29 yaşında Muğlalı bir erkek.
Sevinmiş. Ancak DSK işinin geldiği noktaya sevinen diğerlerine bakın... Onların da özünde Muğlalı ile aynı türden eğilimler taşıdıklarını görürsünüz. Halbuki sosyal bilimcilere göre aile meselesinde muhafazakârlaşmanın asıl sebeplerinden biri erkeğin değişen davranış şekli. Biri demiş: “Erkekler daha çok yemek yapıyorlar. Üstelik hiç de fena yapmıyorlar. Eskisine göre daha iyi davrandıkları için de, kadınlar gitmek istemiyorlar” diye. Değişen davranışın içinde sadakat ne kadar var bahsetmemiş... Ancak üzerinde yorum yaptığı DSK gibi bir olayda... Gücünden, parasından yararlanıp bir otel odasında bir temizlik görevlisiyle seks yapan evli bir erkeğin tutumunu alkışlamak olmayacağı kesin. Kifayetsiz savcı tecavüzü ispatlasın ya da ispatlamasın... Fark etmez!..
JUNIOR GARABETİ
Unutmayın!.. 1975’te boşanma davalarının yüzde 71’ini kadınlar açmıştı. Ve evliliğin devam edip etmeyeceğine bugün de hâlâ daha çok kadınlar karar veriyor. Ancak bu kararda, araştırmalar sadece erkeğin davranışlarının değil... Çocuk faktörünün de eskiye göre çok daha ağırlıklı olduğunu gösteriyor. Ayrılanlara soruyorlar. “Neden boşandınız” diye. Çoğunluk, “Çocuk olsaydı geç kalmış olurdum” diye cevap veriyor. Neydi?.. Yeni patron artık çocuk!..
Ancak çocuk yetiştirmede eskinin alışkanlıkları değişiyor mu derseniz... DSK vakasının Amerika’daki toplumsal algılanışı dışında bir de işin çocuk eksenli bireysel boyutu var ki... Alışkanlıklar konusunda fikir verebilir.
Kuşak çatışması iki türlü olur. Birinde çocuklar anne-babalarını beğenmezler. Aldıkları eğitim ve çevrelerinin etkisiyle. İkincisindeyse tam tersi... Anne-babalar çocuklarını beğenmezler. “Biz nerelere geldik, şunun haline bak...”
İşte bu ikinci tür kuşak çatışmasında, Amerika’daki garip bir alışkanlığın da tetikleyici olduğuna inanıyorum. Çocuğuna kendi ismini veren patetik aileler... Bunun DSK’yla ne ilgisi olduğuna gelince... İşin bu denli bir arapsaçına dönmesinin sebebi, o bahsettiğim çocuklardan biri. ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Cyrus Vance’in oğlu, Manhattan Savcısı Cyrus Vance, Jr.
57 yaşında. İsmindeki o ‘junior’ yüzünden hayatı boyunca babasının gölgesinden kaçıyor. Bir ara Seattle’a kadar gidiyor. Ve tam 16 yıl sonra babası ancak ölünce New York’a dönüyor. Bir buçuk yıl önce ise... Sanki Cyrus Vance’in adının altında yeterince ezilmemiş gibi... Bu sefer de tam 35 yıl Manhattan Savcılığı’nı yürüten efsanevi Robert Morgenthau ile halef-selef oluyor. Amerikalıların Osmanlı Büyükelçisi Henry Morgenthau’nun oğluyla...
Seattle’a giderken söylemiş. “Babamdan bağımsız bir hayat kurmak istiyorum” diye. İşte DSK işine de böyle giriyor. Morgenthau’yu unutturacak bir dava hayaliyle...
Başta iyi başlıyor. İltimas geçmeden ne kadar güçlü olursa olsun DSK’yı suçluyor. Ama sonra... En sonunda kendini ispatlama fırsatı bulduğunu düşünürken... Üst üste hatalar yapıyor. İddianameyi aceleye getiriyor. Delil üretemiyor. Ve iş “O bunu dedi / Öbürü şunu dedi” hikâyesine dönünce... Tecavüzü ispatlayamacağı korkusuyla geri çekiliyor. Ve bu kez aslanların önüne kadını atıyor.
Baktım. Babası ve annesi boşanmamışlar. Ölünceye kadar, 55 yıl evli kalmışlar. Ama ismindeki o küçük eklentiyle... Adamın bütün hayatına kontur çekmişler. Junior...
Paylaş