Tolga Tanış

AKP ve CHP’nin Brookings savaşı

10 Kasım 2013
Kemal Kılıçdaroğlu ay sonunda Washington’a geliyor. Ama ondan önce kentin en prestijli düşünce kuruluşlarından Brookings Enstitüsü bu yüzden şimdi hop oturup hop kalkıyor. CHP lideri, Başbakan’ın Mayıs’ta konuşma yaptığı Brookings’de bir program isteyince, aynısının AKP için de organize edilmesi gündeme geldi. Kılıçdaroğlu’na karşılık Brookings’e AKP’nin çıkarmak istediği isim ise Davutoğlu.

İkinci kez deniyor CHP.
İki ay önce Genel Başkan Yardımcıları Faruk Loğoğlu ve Umut Oran gelmişti Washington’a.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkan seçildikten üç yıl sonra ilk Amerika ziyaretinin ayrıntılarını oluşturmaya.
Hem de Başkan Yardımcısı Joe Biden seviyesinde bir karşılama beklentisiyle
Ama türlü terslikler sonrası olmamıştı.
Hatta olmadığı gibi de çarşı epey karıştı.
Loğoğlu’nun Akşam Gazetesi’ne yaptığı iddia edilen “Bizim istediğimiz düzeyde temas planlamasını yapamadık. Gezi gündemimizden düşmüş durumdadır” açıklaması…

Yazının Devamını Oku

Kuzey Suriye’den Rojava’ya

10 Kasım 2013
Hollandalı analist van Wilgenburg, ekim ayında Kuzey Suri-ye’deydi. Konuşma-mızdan çıkardığım notlar.

Suriye’de bugün Kürtleri temsil eden üç farklı şemsiye var. Biri PKK/PYD, diğeri Barzani, diğeri Talabani. Ancak Kürtlerin bölgedeki örgütlülüğü 1957’ye uzanıyor. O dönem Suriye devleti bundan rahatsız oluyor ve 1965’te Barzanilerin kurduğu hareketin lider kadrosundan birçok kişi tutuklanıyor. Yine de bugün 23 milyona ulaşan ülkenin yaklaşık 10’unu temsil eden Kürtlerin örgütlenmesi sürüyor. Barzani/Talabani ayrışması eşliğinde…
Kuzey Suriye’de dönüşümün başladığı tarih 2011. Ayaklanmalar. O zaman Öcalan’la iletişim kanalı yok. Ancak PYD, Öcalan’ın konfederasyon fikrine dayalı hazırlığa girişiyor. Ve PYD’yi yöneten Salih Müslim, Kürtlerin kendilerini savaştan korumak zorunda kalacaklarını fark ederek bunun için silahlı örgüt YPG’yi kuruyor. PYD, bir yandan da Esad rejimi ile denge kuruyor. Rejim de Kürtlerin birçok siyasi mahkûmunu serbest bırakarak buna karşılık veriyor. YPG, 2012 başı itibariyle tamamen aktif hale geliyor.

***

Asıl önemlisi… PYD, halk desteği için de kapsamlı bir medya planlaması yapıyor. Kuzey Suriye’den haberler veren Ronahi TV kuruluyor. Fırat Haber Ajansı’nın Suriye versiyonu olarak da Hawar Haber Ajansı (ANHA). Ve çatışma haberleri dışında özellikle bölgede rekabet ettikleri Barzani Grubu’nu eleştiren yayınlar yapılıyor. Yayın akışında dini programların da olduğu… Sadece Kurmanci değil, Qandilpost Facebook grubunda Sorani olarak da süren birçok farklı Kürt lehçelerinde medya yayını…

***

Bitmedi. PYD, sivil toplum örgütlenmesine de girişiyor. Öğrenci ve kadın örgütleri kuruyor. Şehirlerin yönetimi için yerel konseyler oluşturuyor. Ve PKK’nın örgütlenme becerisi, Suriye’de doğan yönetim boşluğunun avantajıyla her alanda etkili oluyor. PYD kısa zamanda Barzani Grubu’nu Kuzey Suriye’deki taban yarışında eziyor. PYD’ye uzak duran Kürtler de El Kaide çatışmalarının etkisiyle PYD’nin etrafında birleşiyor.

***

Peki amaç ne? Van Wilgenburg’a göre şimdi PYD’nin hedefi, temmuzda ilan ettiği geçiş hükümetini kurabilmek. Ve Kamışlı’da süren müzakerelerde bunu önce Barzani’nin KDP’sine, sonra da o bölgelerde yaşayan Arap ve Hıristiyanlara kabul ettirmek. Tıpkı BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın geçen hafta Washington’a geldiğinde çerçevesini çizdiği gibi: “Tek söz sahibi biziz, diyemeyiz. Kürdistan sadece Kürtlerindir, diyemeyiz.”

Yazının Devamını Oku

O toplantıyı ilk kez biz açıklıyoruz

7 Kasım 2013
ABD, Suriye’nin kuzeyindeki ılımlı muhaliflere altı aydır devam eden silah dışı yardımın yapılamadığını dün ilk kez açıkladı. Bu gelişme, artık ABD'nin Suriye’den geri çekilmeye başladığı anlamına geliyor. Karar, ABD Dışişleri'ndeki 2 Ekim tarihli toplantıda alındı. O toplantının ayrıntılarını ilk kez burada okuyacaksınız. İşte yakında Türkiye’yi de içine alacak Suriye’de dezangajman operasyonu ve ABD'nin öne sürdüğü üç şart...

İlk somut adım, 9 Eylül’de Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry’nin Londra’da yaptığı konuşmayla atıldı.
Başta birçok kişinin ‘gaf’ olup olmadığını tartıştığı o açıklamayla…
Esad Rejimi kimyasal silah stoğunu devretsin, ABD’nin de Suriye’ye saldırmasına gerek kalmaz!
İşler birden terse döndü.
Washington’da herkes Obama’nın Esad’ı ne zaman vuracağı totosu oynarken, sahneye Amerikan-Rus diplomasisi çıktı.
İki ülke, diğer herkesi devre dışı bıraktı.
Ve kimyasal silah imhası üzerine bir plan dünyanın gözü önünde müzakereye açıldı.

Yazının Devamını Oku

Dünyayı uyandıran adam

4 Kasım 2013
Domino taşları gibi teker teker indiriyor… Brezilya, Fransa, Almanya, İspanya…

Elinde bir meşale, perdeleri yakıyor. İnsanlara “yeter uyuduğunuz, kalkın” diye bağırıyor. Ve de her geçen gün dünyanın gözünde devleşiyor. Glenn Greenwald’dan (46) bahsediyoruz. ABD’nin dinleme teşkilâtı NSA’den belge sızdıran Edward Snowden’ın temas kurduğu gazeteci. Yani o her gün yeni bir faslını okuduğunuz dinleme skandalını patlatan adam… Greenwald’la sekiz yıldır yaşadığı Rio’da buluştuk ve bir akşam üzerini beraber geçirdik. Sanki her gün dallanıp budaklanan uluslararası bir hikâyenin kahramanı değil de üzerinde sıradan bir tişört, alelade çantasıyla, sokaktaki herhangi bir Brezilyalı gibiydi. Ama o şimdi medya dünyasının yeni yıldızı. İnternet alışveriş sitesi e-Bay’in kurucusu, dolar milyarderi Pierre Omidyar, onunla beraber yeni bir medya şirketi kuruyor. 250 milyon dolar sermayeyle sıfırdan geleceğin medyasını yaratmaya niyetliler. Bu söyleşiyi okuduğunuzda mahremiyetinize saldırıp elindeki gücü suiistimal eden Amerikan hükümetinin karşısında nasıl bir dünya görüşünün dikildiğini, bu hak kavgasının nasıl titizlikle işlendiğini göreceksiniz. Fırtınayı yaşamadan önce işin teorisiyle tanışacaksınız.

Haziran’da Snowden’la olan söyleşinizde, hem kendisinin hem de sizin ortadan kaldırılmanız gerektiğini savunan insanlardan bahsettiniz ve ona ne hissettiğini sordunuz. Siz ne hissediyorsunuz?
- Ben işin başında belgelerin ne kadar önemli olduklarını gördüğümde, bunlar yayınlanınca üstleneceğimiz birçok tehlike ve risk olacağını biliyordum. Dünyanın en güçlü insanlarını sinirlendirip etrafta bunun sonuçları olmayacağını düşünerek gezemezsiniz. Ama bunun sizin için çok önemli bir hale gelmesine izin vermemelisiniz. Çünkü paranoyak olursunuz.

Tam tersi çok rahatsınız.
- Aslında tehditler ve baskının beni etkilememesi için çok çaba sarf ettim. Yaptığımızla gurur duyuyorum. Bu yüzden iyi hissediyorum.

Partneriniz David Miranda iki ay önce Londra’da gözaltına alındığında, güvenliğinizden ben bile endişe ettim.
- Evet, o benim için en zor gündü. Dünyada en çok sevdiğim insanın kaderi, aşırı uç bir yöntemle onların elindeydi. Her şeyin dışındaki birini hedef almak çok korkakça. O olay, ellerindeki gücü nereye kadar istismar edeceklerini gösterdi. Bunu, terörize etmek için tasarlanmış terörizm yasasına dayanarak yaptılar. Yasanın kendisi bir terörizm biçimi.

Savaşçı soruşturmacı, solo gazeteci, aktivist blogger, tutkulu muhabir. Bunları NYT’ın eski genel yayın yönetmeni Bill Keller’la yaptığınız münzaradan çıkardım. Bu sıfatlarla bir sorununuz var mı?

Yazının Devamını Oku

Washington Ankara’yı izlerken

27 Ekim 2013
Bugün çoğu kişi nefesini tutmuş, Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasını bekliyor. Çünkü bu çözüm, herkes için süper. Nasıl mı?

“Ankara’dan Washington’a kripto trafiği geçen hafta zirveye ulaşmış, biliyor musun” dedi. “Tahmin mi yoksa biliyor musun?” dedim ben de. “Biliyorum. Haberin yankılarını konuşurken öğrendim” dedi. Wall Street Journal’ın 10 Ekim’de meşhur Hakan Fidan portresini yayımlamasından bir hafta sonra oldu bu konuşma. Ve bana söyleyen de Amerikan Dışişleri Bakanlığı’na yakın bir kaynağımdı.
Ne yazıyorlar, yeni bir WikiLeaks patlayıncaya kadar asla öğrenemeyeceğiz elbette. Ama teyit etmiş olarak söylüyorum. Fidan olayı bir yana Kürt açılımından 2014’teki seçimlere, Gül-Erdoğan ilişkisinden füze işine, bugün Amerikan yönetiminde Türkiye çalışan görevlilerin en meşgul olanları, masaların iç politikacıları. Türkiye’nin dış politikasına bakanlar ise ofisten erken çıkanlar. Amerika Suriye işini sadece Rusya’yla konuşuyorken, İran’ı doğrudan kendi hallediyorken, Tel Aviv’le ilişkiler Türkiye’nin radarında yokken. Çok normal değil mi?
Amerikalılar gözlerini dikmiş Türkiye’yi izlerken, Türklerin ABD hevesi de aynı şekilde devam ediyor. Sadece Kılıçdaroğlu’nun yapılamayan kasım ziyareti ya da Sarıgül’ün son anda vazgeçtiği geçen haftaki programından bahsetmiyorum. AKP’liler de çabalıyorlar.
Ne mi konuşuyorlar? Önce belediye seçimlerini. Daha doğrusu İstanbul’u. Sonra da cumhurbaşkanlığını. “İstanbul’u AKP mi alacak CHP mi?” sorusunun tartışıldığını zannediyordum. Ama geçen hafta Sarıgül’ün Washington’a gelmeye hazırlandığını duyurduğum haberimin ardından kendisiyle yaptığım telefon konuşmasından sonra fikrim değişti. Çünkü ben artık Ankara ve Washington’da yüksek politikaya bulaşmış kimsenin CHP’nin İstanbul’u kazanmasını istediğine inanmıyorum.
Bir problem var. Türk-Amerikan ilişkilerini izleyen herkesin kabul ettiği, iki taraf arasında dış politikadan Gezi Parkı gibi iç politik konulara bakışa derin farklılıklar yatıyor. Ve birçoklarına göre de bu, kararları rasyonel olmaktan uzaklaşan Başbakan Erdoğan’dan kaynaklanıyor. İş muhalefetin bakışına gelince de sorun yine aynı, girdiği seçimlerde yenilmeyen çok güçlü bir politikacı figürü olarak Erdoğan. İşadamı olarak düşündüğünüzde de benzer şekilde… Mesele, ulaşılması, uzlaşılması güç Erdoğan. Peki formül ne? AKP’nin İstanbul’u bir kez daha kazanması. Sonra da Erdoğan’ın sorunsuz bir şekilde Cumhurbaşkanı olması.
Washington’da da, Ankara’da da, İstanbul’da da bugün çoğu kişi nefesini tutmuş, Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasını, Çankaya’ya çıkıp sembolik bir makama taşınmasını bekliyor. Düşünsenize herkes için ‘süper’. Eğer Sarıgül’seniz, İstanbul’u kaybetseniz bile içerideki organizasyonunuzla CHP’nin başına geçer sonra Erdoğan’ın olmadığı bir arenada ‘yeni Erdoğan’ parlatmasıyla siyaset yaparsınız. AKP’liyseniz, hiçbir zaman Erdoğan kadar kuvvetli olamayacak yeni lideri yönlendirebilme şansı yakalarsınız. İşadamıysanız yeni kapılar açabilirsiniz. Gazeteciyseniz baskılardan kurtulursunuz. Ve eğer Washington’sanız, size daha kolay randevu verecek, size daha fazla kulak verecek yeni biriyle çalışma imkânına kavuşursunuz.
Fransızların çok sık tekrarladığı bir laf vardır. ‘Comme il faut’ derler, yani olması gerektiği gibi. Türkiye’nin sorununun işte bu olduğunu düşünüyorum. Çoğunluk işini olması gerektiği gibi yapmıyor. Onun yerine hesap yapıyor. Politikacının görevi kazanmak, gazetecininki haber vermektir. Ama Türkiye’de ne politikacı ne işadamı ne de gazeteci sorumluluklarını tam olarak yerine getiriyor. İster korkaklık ister çaresizlik ister hinlik deyin.

Yazının Devamını Oku

Gül Biden’ı reddetti Kılıçdaroğlu Biden’ı bekliyor

21 Ekim 2013
Biri Washington’dan biri New York’tan, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile ilgili iki perde arkası öyküsü. Ve ikisinin de başrolünde aynı kişi var: ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden.

İlk defa geçen hafta duyuldu.
Birleşmiş Milletler toplantıları için New York’a gelecek Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden ile görüşeceği söylendi.
Takip etmeye başladım.
Önce Beyaz Saray’da Biden’ın ofisine sordum.
Teyit etmediler.
Sonra geçen Cuma, Yabancı Basın Merkezi’nde görüşmeler başlamadan ABD’nin ajandasının anlatıldığı bir basın toplantısında sordum.
Orada da doğrulamadılar. Daha belli değil, deyip geçiştirdiler.

Yazının Devamını Oku

Mülteciler çılgın proje olmasın

20 Ekim 2013
25 yıldır, Suriye büyüklüğünde bir mülteci krizini dünyada BM’ye devretmeden halletmeye çalışan tek ülke Türkiye. Neden?

Kadınlara sürekli üç çocuk öğüdünü duyunca… Nüfusla ilgili açıklamalar bir takıntı gibi görünmeye başlayınca… Haliyle “sakın” diyorsunuz. Sakın bugün sayıları 550 bini bulan Türkiye’deki Suriyeli mülteciler de ülkenin demografisini dönüştürmek için bir araç gibi görülmesin. Suriye krizinden bir Sünnileştirme fırsatı çıkmasın. Çünkü Elizabeth Ferris ve Kemal Kirişçi’nin geçen ay yayınladıkları Suriye mülteci krizini ele alan kapsamlı raporu okuyunca, bu işin çok daha karmaşık olduğunu görüyorsunuz.
Birleşmiş Milletler verilerine göre Suriye’de içsavaşla yer değiştirenlerin sayısı 6 milyonu buldu. Neredeyse ülkenin üçte biri demek bu. Bunların 2,2 milyonu da ülke dışında.
Ferris’e göre Türkiye şimdiye kadar durumu iyi idare etti. Davutoğlu’nun verdiği rakamlara göre ise bunun için 2 milyar dolara yakın para harcadı. Ancak Ferris için işin en ilginç kısmı, Türkler bunu başından beri hep tek başlarına yürüttü. “Son 25 yıldır dünyada Türkiye dışında bu çapta bir mülteci akınına karşı BM’yi devreye sokmayan tek ülke yok. 80’lerde Tamil göçüne karşı Hindistan bunu yaptı. Sayı orada bile 150 bindi” dedi. “Sizce neden?” dedim. “Türkiye güçlü, kendi başına yapabileceğine inanıyor” dedi.
Suriyeli mülteciler 800 bin oldukları Lübnan’ı yuttular. 550 bin oldukları ve imtiyazlılar dışında tek bir kampa sıkıştırıldıkları Ürdün’de ise taşmak üzere olan bir baraj gibi bekliyorlar. İşin görece konforlu kamp kurmaktan daha ötesi olduğunu artık Ankara’nın da anlaması gerekiyor. Ve başka sorular sorması icap ediyor. Çünkü Bulgaristan göçüne benzemeyen, 10-15 yıl sürecek, etnik köken ve dil farklılığı içeren bambaşka bir sorun bu Ferris’e göre.
Kamplarda okullar işliyor mu? Kamp dışında şehirlerde yaşayan mültecilere maddi yardım yapılıyor mu? Şehirlerdeki ailelerin Türkiye’ye hastalık taşıma riskine karşı sağlık koşulları takip ediliyor mu? Bu ailelerin suça yönelmemeleri için çalışma izinleri ayarlandı mı? Dil sorunuyla Türk okullarına gidemeyecek Suriyeli çocuklar için ne düşünüldü? Ve hükümetin mülteciler için harcadığı paraların yerel ekonomi için bağımlılık haline gelecek bir teşvik paketi halini almaması için gerekli düzenlemeler yapıldı mı?
Düşünüldü değil mi! Bu mülteci işinden de bir çılgın proje çıkmayacak, değil mi!

Okuma rehberi

Wall Street Journal’ın yayımladığı Hakan Fidan haberi bir kez daha gösterdi ki, Türk basını olarak Washington mahreçli haberlerin satır aralarını okumakta zayıfız. Yardımcı olacağını düşündüğüm birkaç not…

Yazının Devamını Oku

Fidan haberi neden sızdı

14 Ekim 2013
Wall Street Journal’daki Hakan Fidan analizinin altında yatan Washington’ın MİT Müsteşarı’ndan duyduğu rahatsızlık değil. Mesele, Başbakan’ın Fidan’ı kullanma şekli.

İran Cumhurbaşkanı Ruhani’nin basın toplantısı bitti. İki hafta önce New York’tan eve dönüyorum. Trenden indim. Saat gece yarısı.
Union Station çıkışında Wall Street Journal’da çalışan arkadaşıma rastladım. O da benimle aynı trendeymiş. Taksi sırasındayız. Sohbet ediyoruz.
Ben Ruhani’yi söyledim. Şaşırdı etti filan. “Sen ne yaptın?” diye sorunca, o da bana “Benimki gazete içi toplantıydı” dedi. “Editörlerle önümüzdeki dönem hangi haberleri yapacağımızı konuştuk.” Sonra durdu. “Bir de Savunma Bakanı Chuck Hagel’la bir toplantımız oldu. Gazeteyi ziyaret etti” dedi. “Ne anlattı” dedim. “Off the record’du” dedi. Sonra biraz daha konuştuk.

*

Washington’da edindiğim alışkanlıklardan... Gün içinde önemli olduğunu düşündüğüm ne gördüysem, ne konuştuysam akşam not alıyorum. Ve sonra karşıma ilintili bir olay çıkınca, o notlar çoğu zaman durumu anlamamı kolaylaştırıyor. Tıpkı, hafta içi Amerikan Wall Street Journal gazetesinin yayımladığı, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la ilgili suçlayıcı ifadeler de içeren porte haberinde olduğu gibi.

*

Doğrusu, ben bile birkaçına kendi gözlerimle şahit oldum.

Yazının Devamını Oku