Tolga Tanış

Ankara’nın Türkiye’ye maliyeti

19 Ocak 2014
Ankara’daki siyasilerin, danışmanların Türkiye’nin müttefiklerine her gün küfretmelerinin maliyetini anlatmaya çalışacağım.

İlk örnek, Türkiye ve Japonya arasında yapılan nükleer santral anlaşması.
Erdoğan Japonya’ya gidip Sinop’ta kurulacak ikinci nükleer santral için Japon Başbakanı ile buluştu. Ertesi gün, 8 Ocak’ta, Japonya’nın en çok satan ikinci gazetesi Asahi Şimbun’da ağır bir başyazı yayınlamdı. Buna göre Japon Parlamentosu’nun oylayacağı Türkiye anlaşmasının Türkiye’ye uranyun zenginleştirme yetkisi tanıdığı, bu yetkinin de Türkiye’nin nükleer silaha ulaşmasını sağlayacağı iddia ediliyordu. Başyazı, bu yüzden anlaşmanın gözden geçirilmesini istiyordu.

*

Yazıyı okuyunca, bu konuda Amerika’nın en önemli uzmanlarından Nükleer Tehlike İnisiyatifi (NTI) Proje Müdürü Jessica Varnum’a bir mesaj attım hemen. Ve “Makaleyi gördünüz mü” diye sordum. Görmüş. Ve meğer sadece benden değil… Washington’daki birçok kişiden yazı sonrası mesaj almış. Herhalde, “İran’la sorunu çözüyorken bir de şimdi başımıza Türkiye problemi mi çıkıyor” diye.

*

Hayır. Hiç de zannettiğiniz gibi değil. Ve Türkiye’nin imzaladığı anlaşmaların hiç de nükleer silaha erişim hevesiyle ilgisi yok. Peki nedir olan biten?
Birincisi, kopan fırtınaya Varnum da anlam veremiyor. Doğrudur, Türkiye’nin nükleer işbirliği konusunda Washington’da hiç de iyi bir sicili yok. Çünkü Pakistan’ın nükleer silah erişimini sağlayan nükleer fizikçi Abdülkadir Han’ın network’ünde bazı Türklerin de rol aldığının ortaya çıkması, Türkiye ve ABD arasında ‘123’ denilen nükleer işbirliği anlaşmasının onayını uzun süre geciktirmişti. Ve 2000 yılında Clinton döneminde imzalanan anlaşma, Türkiye gümrük yasasında bazı değişiklikler yapıncaya kadar Kongre’den geçmemişti. Tam sekiz yıl sonra, Bush döneminde yürürlüğe girebildi. Ancak Varnum’a göre şimdi duyulan kaygıların hiçbir temeli yok.

*

Yazının Devamını Oku

Silah ustası Türkiye

12 Ocak 2014
Türkiye üzerinden sadece muhaliflere değil rejime de silah gidiyor. Nasıl mı?

Belge İngilizlere ait. Uluslararası gazetecilik örgütü OCCRP’den (Organize Suç ve Yolsuzluk Haber Projesi) Dan O’Huiginn, İngiliz hükümetine geçen sene bir başvuruda bulunuyor. Ve Bilgi Edinme Yasası’yla 2012 Ekim’inden itibaren İngiltere Ankara Büyükelçiliği’nin Suriye silah ticaretiyle ilgili Londra’ya yolladığı raporları istiyor. İngiliz Dışişleri Bakanlığı da 8 Ocak’ta O’Huiginn’e sekiz sayfadan oluşan, bazı kısımları gizlenmiş yazışmalar yolluyor.

*

O’Huiginn’in bana da yolladığı belgeler, İngilizlerin Türkiye’de basın ve hükümeti nasıl takip ettiğini göstermesi açısından başlı başına ilginç. Ancak Karadeniz’den Suriye’ye giden ve Esad rejimine ulaştırılan silahlarla ilgili bir kısım var ki, silah ticaretinde dönen kirli işlerin kusursuz bir özeti.

*

5 Ocak 2013 tarihli bir mektupla başlıyor hikâye. Suriyeli muhalifler, Şam yönetimine ait üç geminin Karadeniz’den çıkıp sahte belgelerle Türk boğazlarını geçtiğini ve Suriye rejimine silah taşıdığını ihbar ediyor. Ve Türk hükümetinin bu gemileri inceleme yetkisi olduğunu söyleyip İngilizlerden yardım istiyor.
İngilizler, sonra bu konuda ne yapılabileceğini tartışmaya başlıyorlar. Ve o dönem yürürlükte olan AB ambargosu boyutunu araştırmaya… Daha ilginci, bu gemileri rotaları boyunca denetleyebilecek başka ülkelerin bulunmasına karar veriyorlar. Bu kısım büyük oranda sansürlendiği için NATO müttefiki Türkiye’yle ilgili herhangi bir detay ise vermiyorlar.

*

Gemileri bulmak için önce ihbar mektubunu yazan muhaliflere sordum. Sonuç çıkmadı. Sonra da Karadeniz’den yapılan silah sevkıyatlarıyla ilgili geçtiğimiz eylül ‘Odessa Network’ü adıyla kapsamlı bir rapor kaleme alan araştırmacı Farley Mesko ile görüştüm. Mesko ile İngiliz belgelerinden yola çıkarak yaptığımız araştırmada da, ortaya uluslararası politikanın konu silah ve para olunca nasıl çirkinleştiğini gösteren korkunç bir tablo çıktı.

Yazının Devamını Oku

El Kadı’dan Washington da emin

6 Ocak 2014
Washington, Başbakan’ın “Kefilim” dediği Yasin El Kadı’nın El Kaide bağlantısından hiçbir şüphe duymuyor. İşte Suudi milyarderin Amerikan resmi raporlarına giren bağlantıları

Hikâyenin başını kabaca biliyorsunuz. 11 Eylül oldu. Ve Amerikalılar dünyanın dört köşesinde bir El Kaide avı başlattı. 1955 Kahire doğumlu, Suudi Arabistan vatandaşı Yasin El Kadı da İkiz Kuleler’e çarpan uçaklardan bir ay sonra ağa takılanlardandı.
Önce Washington açıkladı. Ve El Kadı, 12 Ekim 2001’de terörizme destek suçundan ABD’nin kara listesine girdi. Beş gün sonra, 17 Ekim’de aynı kararı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi aldı. Ondan iki gün sonra, 19 Ekim’de de Avrupa Birliği Konseyi. Böylece El Kadı, yedi günde El Kaide için yapılan bütün listelerde yerini aldı.
Uzun bir hukuk mücadelesi başladı sonra. Ve El Kadı, karar alma süreçlerindeki bazı usul hataları nedeniyle önce 2010’da Avrupa’nın sonra da 2012’de BM’nin listesinden tamamen çıkmayı başardı. Ancak konu Türkiye’de bambaşka bir tartışma başlattı. Çünkü El Kadı, BM’nin kararı uyarınca Türkiye’deki bakanlar kurulunun 22 Aralık 2001’de aldığı malvarlığını dondurma kararına karşı açtığı davada Başbakan nezdinde destek buldu.

*

Erdoğan, 25 Aralık 2006’daki TBMM tutanaklarına göre “Evet, Yasin El Kadı’yı tanıyorum, kendisine inanıyorum, güveniyorum, param kadar da kefilim, kefil olurum!” dediği Suudi için halen kendinden emin. Ancak sorun, El Kadı’yı halen terör finansmanı kara listesinde tutan Washington da kararından emin.
Bunu hafta içi konuyla ilgili görüştüğüm Hazine Bakanlığı Sözcü John Sullivan da ilk defa açıkça teyit etti. “Yasin El Kadı ile ilgili son değerlendirmeniz nedir” dedim. “ABD tarafından belirlenen kara listede kalmaya devam ediyor” dedi. “Bu konuda Türk hükümetinin yaklaşımını nasıl karşılıyorsunuz” dedim. “Tek söyleyebileceğim, biz kararımızdan eminiz” dedi. “Kaygılarınızı Türk hükümetine ilettiniz mi” dedim. “Sadece kara liste kararı hakkında konuşabilirim. Karar, ABD vatandaşlarının onunla iş yapmasına yasak getiriyor ve ABD’de sahip olduğu tüm malvarlığı ve hesapların dondurulmasını gerektiriyor” dedi.

*

Peki neden? Amerikalılar Yasin El Kadı konusundaki kanaatlerinden nasıl bu kadar eminler?

Yazının Devamını Oku

Amerika operasyonun neresinde?

29 Aralık 2013
Türkiye’de dönen komplo teorilerine göre, rüşvet ve yolsuzluk operasyonunun arkasında ABD var. Peki iddialar ne kadar gerçek?

Mavi Marmara olayı yaşanmış. Türkiye-İsrail krizi patlamış. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, dokuz gün sonra, nükleer programı yüzünden İran’a ilave yaptırım paketini oyladı. 9 Haziran 2010.
Türkiye, Brezilya’nın da katkısıyla 17 Mayıs’ta Ahmedinecad’ı uranyum takasına ikna ettiği Tahran Anlaşması dikkate alınmadığı için köpürdü elbette. Ve konseyin geçici üyesi olarak yaptırımlara “Hayır” dedi.
Oylamadan bir saat sonra Blackberry’mde bir mesaj. ‘Acil’ kodlu bir Beyaz Saray daveti. Saat 15.00’te brifinge çağırıyorlar.
Gittim. Beyaz Saray’ın yüksek tavanlı çalışma ofisinde yaklaşık 10 Türk gazeteci aynı odada toplandık. Karşımızda da iki Amerikalı üst düzey isim ve bir basın sözcüsü.
İyi çalışmıştım. Hikâyeyi iyi biliyordum. Ben ve şimdi gazetecilik yapmayan başka bir Türk, Amerikalıları epey bir terlettik. Çünkü Türkiye ve Brezilya’ya, Tahran Anlaşması’nda sağlanan şartları içeren ve altında Obama’nın imzası olan bir mektubu daha birkaç hafta önce, 20 Nisan’da vermiş olmalarına rağmen şimdi Tahran mutabakatını hiçe sayıp neden böyle bir yaptırıma gittiklerini anlamamıştım.

AMERİKA’NIN ROLÜ

İşte Amerika’nın rüşvet operasyonundaki rolünün başlangıcı aslında bu anlattığım olaydır.

Yazının Devamını Oku

Suriye’de ılımlılar nasıl yok oldu

24 Aralık 2013
Amerikalıların Suriye’de ılımlılara yardımları durdurmasının perde arkasını anlatacağım. Geçen Cuma’dan beri neler olduğunun öyküsünü. İlk defa öğreneceğiniz bu detayları okuyunca, Suriye’deki iç savaşta ılımlı grupların nasıl yok olduğunu ve Suriye’nin nasıl çöktüğünü de göreceksiniz.

Cuma akşam üzeri başladı.
Suriye’deki İslamcı grupların bir araya gelerek Eylül’de kurdukları İslami Cephe’nin uzantılarından Ahrar el Şam ve Washington’ın El Kaide bağlantısı nedeniyle terörist saydığı El Nusra Cephesi ortak bir harekâta giriştiler.
Ve Suriye’deki ılımlı muhaliflerin askeri lideri General Salim İdris’e bağlı, Yüksek Askeri Konsey (SMC) güçlerinden Birinci Tugay’ı, Türkiye sınırına yakın bir bölgede çevirdiler.
Çevirme, SMC’nin genel merkezi ve depolarının bulunduğu, Reyhanlı’nın karşısındaki Atme kasabasına giden yol üzerinde oldu.
Tam olarak Atme’nin 20 km güneyinde bir mıntıkada.
Atme yolunu koruyan Birinci Tugay’ın bölgede 300-400 kişilik bir gücü bulunuyordu.
Ahrar El Şam ve El Nusra ise tam sayı bilinmemekle birlikte çevirmeyi çok daha büyük bir kuvvetle gerçekleştirdi.

*

Yazının Devamını Oku

Suriye silahları rezaleti

22 Aralık 2013
İş geçen hafta silah belgesiydi. Bu hafta silah rezaletine dönüştü.

En önce, hükümetin yaptığı resmi açıklamalar sorunlu. Ben geçen hafta, TÜİK kayıtlarına göre Suriye’ye 2013 Haziranı’ndan beri gönderilmiş, 9303 kodlu av tüfeği türü ‘Askeri Amaçlı Olmayan Silah’ sevkıyatlarını sordum. Ama Gümrük Bakanlığı, benim bu silahlar için ‘harp silahı’ dediğimi iddia etti. Yazımı çarpıttılar. Sonra da yazmadığım şeyler üzerinden beni iftira atmakla suçladılar. Böylesini ne gördüm ne duydum.

*

İkincisi… Sanırım bunu çoğunuz biliyorsunuz. Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz çıktı. Parlamentoda yazıma cevap verip Türkiye’nin Suriye’ye ihraç ettiği silahların ‘spor amaçlı’ olduklarını söyledi. Şimdi gelin beraber bakalım. Nasıl bir spormuş bu!

*

Tabloyu Mülkiye’nin değerli hocalarından Prof. Dr. Aykut Kibritçioğlu’ndan aldım. 2013 Haziranı’ndan itibaren başlayan sevkıyatlara kadar Türkiye’nin Suriye’ye son 24 yıl içinde yaptığı 9303 kodlu ürün ihracatı ne kadar biliyor musunuz? Sıfır. Yani Gümrük Bakanlığı’nın ekim verilerini de ekleyerek 74 ton olarak belirttiği son beş aylık ihracatın dışında, Suriyeliler 1983’ten beri Türkiye’den 9303 kodlu ürün almamış. Peki Türkiye’den almamış da başka yerden mi almış? Bütün ülkeleri kattığınızda da Suriye’nin aynı dönemde gerçekleştirdiği 9303 ithalatı sadece 2.7 ton olmuş. Eğer verilerde bir yanlışlık yoksa… Suriyeliler 2013’te birden sporu keşfettiler demektir.

*

Ben datalara ulaşıp bu araştırmaya başladığımdan beri, son 20 gündür, dünyanın en önemli silah ticareti uzmanlarından ikisiyle çok yakın çalışıyorum. Oslo Barış Araştırma Enstitüsü’nden Nicholas Marsh ve Stockholm Uluslararası Barış Araştırma Enstitüsü’nden Pieter Wezeman. Marsh’ın söylediği, “Bir av tüfeğini emprovize bir bomba fırlatıcıya çevirmek kolaydır.” Tıpkı ambargo ve ihracat kısıtlamalarından sıyrılmak için keşfedilen şu kurusıkıların da kolayca normal bir tabancaya çevrilebilmeleri gibi. Wezeman ise “Av tüfekleri hem direnişçi gruplar için bir saldırı silahı hem de siviller için ucuz bir savunma silahı olarak yararlı olabilir” dedi. Av tüfeği denildiğinde buna pompalı silahların da dahil olduğunu unutmayın. Wezeman, ayrıca av tüfeklerinin şehir bölgelerindeki gibi özellikle yakın mesafe çatışmalarda etkili olduklarını, Amerikan Ordusu’nun da bu silahları kullandığını anlattı. Hâlâ spor diyor musunuz?

Yazının Devamını Oku

Suriye’ye silahın belgesi

15 Aralık 2013
Hükümet her fırsatta “Suriye’ye silah sağlamıyoruz” diyor.

Ancak Türkiye’den Suriye’ye hazirandan beri giden 47 ton silahın belgesi var. Bahsi geçen belgenin kaynağıysa Birleşmiş Milletler ve TÜİK

Durumu önce Birleşmiş Milletler verilerinde fark ettim. Ülke gümrüklerinden gelen bildirimlere dayanarak yeni bir uygulama başlattı BM. Dünyada gerçekleşen tüm ithalat-ihracat faaliyetlerini istatistik departmanına bağlı Comtrade (mal ticareti) veritabanına yüklüyor… Ve geçen aydan beri de bilgileri Comtrade’in web sitesi üzerinden kamuoyuna açıklıyorlar.
İşte Comtrade’e girdiğinizde… Türkiye ve Suriye arasındaki mal ticaretini araştırdığınızda… Ve bu ticaretin, uluslararası kodu ‘93’ olan ‘silah ve mühimmat’ boyutuna baktığınızda… Veritabanı size inanılmaz bir tablo çıkartıyor. Çünkü Türk hükümetinin her fırsatta “Türkiye Suriye’deki direnişçilere silah sağlamıyor” iddiasının aksine… 2013’ün haziranından beri Türkiye’den Suriye’ye 47 ton silah ve mühimmat gönderildiğini söylüyor.

*

Verileri aldım. Bir Excel tablosuna dönüştürdüm. Hemen Dışişleri Bakanlığı’nı aradım. Sözcü Levent Gümrükçü’ye bir mesaj atıp, BM kayıtlarında Türkiye’nin Suriye’ye silah sağlıyor gözüktüğünü, buna nasıl bir açıklama getireceklerini sordum.
Öyle ya… Türkiye kâğıt üzerinde Suriye’ye silah ambargosu uyguluyor. Aslında rejime de direnişçilere de tek bir mermi bile gidemez. Gümrükçü, bilgilerin dayandığı kaynağa bakmadan refleks olarak hemen “Bilgiler hiçbir şekilde gerçek değil” dedi. Ama sonra bahsettiğim raporu bulamadığını kabul etti.

*

Yazının Devamını Oku

MGK-NSA karşılaştırması

13 Aralık 2013
Basın özgürlüğünden devlet sırrı tartışmasına… Haberleri yazan Mehmet Baransu ve Glenn Greenwald’dan konuya verdikleri tepki açısından Obama-Erdoğan ikilisine… Her boyutuyla iki krizi karşılaştıracağım. ABD Hükümeti NSA belgelerinin yayınlanmasına nasıl yaklaştı, kamuoyu nasıl tepki verdi, hukuk nasıl işledi? Aynı süreç Türkiye’de nasıl?

1) BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ

Temel fark, basın özgürlüğü.

ABD’de NSA belgelerini yayınlayan hiçbir gazeteye herhangi bir dava açılmadı.

Önce İngiliz The Guardian Gazetesi, NSA’in telekulak skandalını yazdı.

Ardından Amerikan The Washington Post Gazetesi, ilk büyük uluslararası hikâye, “Prizma Olayı”nı patlattı.

Ve sonra bütün gazeteler de, hikâyeye bir ucundan bulaştı.

Haberi yapan gazetecilerden Glenn Greenwald’un sevgilisi, İngiltere’de, muhtemelen Greenwald’a bir mesaj vermek için gözaltına

Yazının Devamını Oku