Washington Ankara’yı izlerken

Bugün çoğu kişi nefesini tutmuş, Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasını bekliyor. Çünkü bu çözüm, herkes için süper. Nasıl mı?

Haberin Devamı

“Ankara’dan Washington’a kripto trafiği geçen hafta zirveye ulaşmış, biliyor musun” dedi. “Tahmin mi yoksa biliyor musun?” dedim ben de. “Biliyorum. Haberin yankılarını konuşurken öğrendim” dedi. Wall Street Journal’ın 10 Ekim’de meşhur Hakan Fidan portresini yayımlamasından bir hafta sonra oldu bu konuşma. Ve bana söyleyen de Amerikan Dışişleri Bakanlığı’na yakın bir kaynağımdı.
Ne yazıyorlar, yeni bir WikiLeaks patlayıncaya kadar asla öğrenemeyeceğiz elbette. Ama teyit etmiş olarak söylüyorum. Fidan olayı bir yana Kürt açılımından 2014’teki seçimlere, Gül-Erdoğan ilişkisinden füze işine, bugün Amerikan yönetiminde Türkiye çalışan görevlilerin en meşgul olanları, masaların iç politikacıları. Türkiye’nin dış politikasına bakanlar ise ofisten erken çıkanlar. Amerika Suriye işini sadece Rusya’yla konuşuyorken, İran’ı doğrudan kendi hallediyorken, Tel Aviv’le ilişkiler Türkiye’nin radarında yokken. Çok normal değil mi?
Amerikalılar gözlerini dikmiş Türkiye’yi izlerken, Türklerin ABD hevesi de aynı şekilde devam ediyor. Sadece Kılıçdaroğlu’nun yapılamayan kasım ziyareti ya da Sarıgül’ün son anda vazgeçtiği geçen haftaki programından bahsetmiyorum. AKP’liler de çabalıyorlar.
Ne mi konuşuyorlar? Önce belediye seçimlerini. Daha doğrusu İstanbul’u. Sonra da cumhurbaşkanlığını. “İstanbul’u AKP mi alacak CHP mi?” sorusunun tartışıldığını zannediyordum. Ama geçen hafta Sarıgül’ün Washington’a gelmeye hazırlandığını duyurduğum haberimin ardından kendisiyle yaptığım telefon konuşmasından sonra fikrim değişti. Çünkü ben artık Ankara ve Washington’da yüksek politikaya bulaşmış kimsenin CHP’nin İstanbul’u kazanmasını istediğine inanmıyorum.
Bir problem var. Türk-Amerikan ilişkilerini izleyen herkesin kabul ettiği, iki taraf arasında dış politikadan Gezi Parkı gibi iç politik konulara bakışa derin farklılıklar yatıyor. Ve birçoklarına göre de bu, kararları rasyonel olmaktan uzaklaşan Başbakan Erdoğan’dan kaynaklanıyor. İş muhalefetin bakışına gelince de sorun yine aynı, girdiği seçimlerde yenilmeyen çok güçlü bir politikacı figürü olarak Erdoğan. İşadamı olarak düşündüğünüzde de benzer şekilde… Mesele, ulaşılması, uzlaşılması güç Erdoğan. Peki formül ne? AKP’nin İstanbul’u bir kez daha kazanması. Sonra da Erdoğan’ın sorunsuz bir şekilde Cumhurbaşkanı olması.
Washington’da da, Ankara’da da, İstanbul’da da bugün çoğu kişi nefesini tutmuş, Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasını, Çankaya’ya çıkıp sembolik bir makama taşınmasını bekliyor. Düşünsenize herkes için ‘süper’. Eğer Sarıgül’seniz, İstanbul’u kaybetseniz bile içerideki organizasyonunuzla CHP’nin başına geçer sonra Erdoğan’ın olmadığı bir arenada ‘yeni Erdoğan’ parlatmasıyla siyaset yaparsınız. AKP’liyseniz, hiçbir zaman Erdoğan kadar kuvvetli olamayacak yeni lideri yönlendirebilme şansı yakalarsınız. İşadamıysanız yeni kapılar açabilirsiniz. Gazeteciyseniz baskılardan kurtulursunuz. Ve eğer Washington’sanız, size daha kolay randevu verecek, size daha fazla kulak verecek yeni biriyle çalışma imkânına kavuşursunuz.
Fransızların çok sık tekrarladığı bir laf vardır. ‘Comme il faut’ derler, yani olması gerektiği gibi. Türkiye’nin sorununun işte bu olduğunu düşünüyorum. Çoğunluk işini olması gerektiği gibi yapmıyor. Onun yerine hesap yapıyor. Politikacının görevi kazanmak, gazetecininki haber vermektir. Ama Türkiye’de ne politikacı ne işadamı ne de gazeteci sorumluluklarını tam olarak yerine getiriyor. İster korkaklık ister çaresizlik ister hinlik deyin.

Yazarın Tüm Yazıları