"Yaşadığımız hayatlarla yaşamak istediklerimiz arasındaki mesafe en büyük travmamız. Bizi biz yapansa seçimlerimiz.
O seçimler vesilesiyle kendimizin katili ve maktulü olabiliyoruz aynı anda" diyor Yüksek Sadakat. Büyük başarı yakalayan ilk albümlerinin ardından ikinci albümleri Katil ve Maktul’de değişen kadrosu ve oturmuş sound’u ile daha farklı bir grup var karşımızda.
Katil ve Maktul albümünde ilk albüme kıyasla daha oturmuş bir sound var. İlk albümdeki müzikal arayışınız bu albümle noktalandı denilebilir mi? İşte, ulaşmak istediğimiz Yüksek Sadakat sound’u buydu, diyor musunuz?
- Bizce hálá akış var. Üçüncü albüm bundan da farklı olacak gibi geliyor bize. Bizim kendi iç dinamiklerimizle ilgili bir sonuç olarak ortaya çıkacak. Bunu hissediyoruz. Bu gelişim, grup olmakla ilgili bir süreç.
İki albümü kıyaslayacak olursanız...
- Bu albümde, eksik olduğunu düşündüğümüz noktaları göz önünde bulundurduk. Birinci albümde bize göre birbirinden bir miktar farklı duran şarkılar vardı. Yüksek Sadakat sound’unu belirginleştirelim istedik. Katil ve Maktul, birinci albümden çok üçüncü albüme benziyor. Ama siz daha onu bilmiyorsunuz.
Bu durumda Yüksek Sadakat, müzikal arayışına devam edecek ve bu arayışın hep olması gerektiğine inanıyor diyebilir miyiz?
- Hayatımızın sonuna kadar hepimiz, sanatçı kimliklerimizle farklı bir şeyler arıyoruz. Her gün bir önceki günden farklı kişiler olarak uyanıyoruz. Çok sevdiğimiz ve vazgeçemeyeceğimiz şeyler var elbet. Mesela niye hálá rock müzikle uğraşıyoruz? Evet, rock yapmaya devam edeceğiz ama hiç kimse 5 yıl sonra müzikal olarak hangi noktada olacağımızı kestiremez.
Grubun bir diğer alamet-i farikası da sözleri. Sözlerde sufizme de göndermeler yapan, barışçı, özgürlükçü bir duruş var. Bu albümle birlikte bu duruşun altını çizmeyi düşünüyor musunuz, yani daha politik bir tavır sergilemeyi?
- Bu albümde değişen şeylerden biri bu belki. İlk albüm, farklı atmosferleri olan şarkıların bir araya gelmesinden oluşan bir albümdü. O şarkılara baktığımızda da gördük ki, aslında belirli bir mesele etrafında odaklanmaya çalışıyoruz, yaşadığımız hayat ile yaşamak istediğimiz hayat arasındaki farkın, üzerimizde yarattığı travmalar...
Peki dini öğeler?
- Din, insanlık tarihinin, kültürünün içerisinde çok önemli bir unsur ve dolayısıyla sanatta da öyle. Bizim gibi varoluşla ilgili felsefi mevzuları kendisine iş edinmiş bir grubun, dini bir motifi ya da dini, bu varoluş içerisinde görmezden gelmesi düşünülemez zaten. Asıl meselemiz, varoluş sürecimizde yaptığımız seçimler. Yaptığımız seçimlerin hem katili hem de maktulü olabiliyoruz çünkü. Hem hayalini kurduğumuz bir ben var, hem de yaşadığımız bir ben. İnsanın hayattaki amacı bunların tekliği. Bunları üst üste oturttuğunuz zaman mesele bitmiş demektir. Seçimlerimiz bizim bu tekliğe ulaşabilme amacımızı ya imkánsız kılıyor ya da gerçekleştiriyor. İmkánsız kılıyorlarsa biz kendi kendimizin katiliyiz ve yaptığımız seçimlerle de yine kendimizin maktulüyüz.
Türkiye’nin politik gündemini, örneğin türban meselesini ya da "biz ve onlar"a doğru giden gelişmeleri nasıl okuyorsunuz?
- Rock yapıyor olmak bir öze işaret eder. Bizce o öz de özgürlük vurgusudur. Mesela türban konusuna özgürlük yaklaşımından bakarsak eğer; 18 yaşını idrak etmiş bir gencin hizmet almaya girdiği bir kurumda nasıl giyineceğinin ona dikte edilmesi bizim hoşumuza gitmez. Fakat Türkiye’de hiçbir şey tek bir cümle ile anlatılacak kadar basit değil. Biz kuyuya atılan taşları çıkarmak için deliler gibi çabalamayı seven bir toplumuz. Bizim türbanlı kızların üniversiteye alınmamalarından hoşlanmadığımızı söylememizin hemen ardından şunu söylememiz gerekir: Bu mesele tamamen AKP’nin samimiyet meselesidir. Samimiyetlerini kanıtlamak gibi bir mecburiyetleri var bu noktada. Aynı kararlılığı ortaöğretimdeki din derslerinin seçmeli olması konusunda da göstermeleri gerekiyor mesela. Her türlü özgürlüğü, tutarlılıkla ve kararlılıkla savunmaları icap ediyor. Çünkü özgürlükler arasında bir hiyerarşi olmamalı. Eğer Türkiye’nin özgürlük meselesini türban konusu ile sınırlarsak bunun adı liberallik değil, "liboş"luk olur.
YENİ BİR ŞEY SÖYLENECEKSE BUNU TÜRKLER YAPACAK
İlk albümde Yüksek Sadakat’i anlatmak için "doğudan bakınca batılı, batıdan bakınca doğulu" tabirini kullanmıştınız. Şimdi ikinci albümü daha doğru anlamak için size nereden bakmalıyız?
- Biz dünyaya müzikal anlamda yeni bir şeyler söyleyebilecek milletin Türkler olduğunu düşünüyoruz. Bunu, o zaman Türk rock’ı noktasından bakarak bu şekilde ifade etmek bizim hayalini kurduğumuz bir misyondu. İlk albümde de "ne yaparsak batıya yakın dururuz, yoksa biz doğulu muyuz" falan diye düşünmemiştik. "Katil ve Maktul" kendini anlatabilen, bütünlüklü bir albüm oldu. Şarkılar ve etrafında geliştikleri tema kendini tarif ediyor dinleyince. Bu nedenle bir süre sonra çok doğru anlaşılıp sevileceğine inanıyoruz.
Albümün en iyi şarkılarından biri olduğunu düşündüğüm "Hiçbir Şey Yerini Tutamaz"da "Seni düşünmek namaz..." diyorsunuz. İşinizi de ibadet eder gibi yapabiliyor musunuz?
- Sanırız öyle. Çünkü işimize de aşkla bağlıyız. Aşk, insanların Tanrı’yla yakınlaşma aracıdır. Bir şarkıyı da, bir insanı da sevmek bunun mikro ölçekte deneyimlenmiş halidir. O yüzden insanın insana duyduğu aşkın bizi insanın Tanrı’ya duyduğu aşka götüren bir yol olduğunu düşünüyoruz. Aşk dünyayı döndüren en önemli güçtür hálá. Ne para, ne pul, ne ideolojiler, ne başka bir şey dünyayı döndürür. Dünyayı aşk döndürür. Aslında bir şeyleri, birilerini severek, olduğumuz şeyle olmak istediğimiz şey arasındaki mesafeyi azaltarak cenneti buralarda da yakalama ihtimalimiz hálá var galiba.
Gruba gelen yeniler Kenan ve Alpay
İlk albümle önemli bir çıkış yaptınız. Derken çok kısa bir süre içinde önce davulcunuz sonra da solistinizle yollarınızı ayırdınız. "Katil ve Maktul" albümünde yeni bir Yüksek Sadakat ve daha batılı bir sound var. Kenan ve Alpay’ın katılımıyla Yüksek Sadakat evrimini tamamladı mı?
Kenan Vural: Benim için adapte olmak çok kolay oldu. Zaten bu teklifin bana gelmesi de benim bu işi yapabileceğime olan inançlarını gösteriyordu. Grubun eski şarkıları ile aramda bağ kurabilmekle ilgili kaygılarım vardı. Teknik olarak doğru söyleyebilirsin ama önemli olan hissederek söylemek. Ben şuna inanıyorum ki, birlikte iyi bir şey yapıyorsanız bu karşı tarafa mutlaka geçiyor. Zaten birlikte ilk konserimizde yanlış düşünmediğimizi anlamış olduk. Seyirci grubu o kadar çok seviyor ki, orada sizin en önde duruyor olmanız bir şeyi değiştirmiyor. Ben önde olduğum için kendimi herkesten daha önemliymişim gibi hissetmiyorum. Hepimiz Yüksek Sadakat’in parçasıyız. Önemli olan grup.
Alpay Şalt: Yüksek Sadakat, kişiler değil şarkılar üzerine bir grup. Önceleri bir davulcu olarak "kendimden ne kadar katmalıyım" diye düşünüyordum. Bunun dengesini kurmaya çalıştım. Daha sonra kendimi özgür bırakmamı istediler ve bunun grubu daha da ateşlediğini gördük. Ben Yüksek Sadakat’te grup ruhunu hissediyorum. Sanki bu kadroyla uzun yıllardır çalıyormuşuz gibi bir his.
Eski solist Cemil Demirbakan’ın ilk albüm bu kadar başarılı olmuşken gruptan ayrılmasının temel nedeni neydi?
Kutlu Özmakinacı: Cemil kendi solo albümünü yapmak istiyordu. Ve bunu Yüksek Sadakat albümüyle birlikte yürütmek istiyordu. Hiçbir şeyin Yüksek Sadakat’in önüne geçmesine izin veremezdik.