Hande Yener - ‘Love Always Wins’
ŞARKI
Naim Dilmener
‘Love Always Wins’ hem memleket hem de yurtdışı düşünüldüğünde iş yapabilecek bir şarkı gibi görünüyor. Hande Yener’in alıştığımız ve genellikle de sevdiğimiz şarkılarının paralelinde. Tek fark; dili. Sözler fazla basit ama böyle de olması gerekiyor. Nihayetinde İngiltere ya da Amerika değil, çat pat İngilizce konuşulabilen yerler hedeflenmiş olmalı. (Puan: 7/10)
Tolga Akyıldız
Hande Yener’in bir süredir birlikte çalıştığı Mert Ekren’le arası İntizar olayındaki homofobik söylemleri nedeniyle mi açıldı, ‘Love Always Wins’in bestesinde Mert Ekren imzası bu yüzden mi saklanıyor bilinmez ama şarkının sözlerinin; bir LGBTİ sloganı olan adı (aşk her zaman kazanır) dışında pek bir özelliği yok. B planı Devrim Karaoğlu olmalı. (7/10)
SOUND
Naim Dilmener
MELİKE ŞAHİNŞarkılarının büyük potansiyeli var ancak henüz tam keşfedilemedin mi acaba?
Dertlendiğim bir konu değil. Dinleyicilerim nedense bunu benden daha çok düşünüyor. Kimi daha çok insana ulaşmamı, kimi gizli kalmamı kimi de popülaritenin beni bozacağını düşünüyor. Çoğunlukla keşfetmekte geç kaldıklarına üzülüyorlar. İyi işin er ya da geç alıcısına ulaşacağından eminim; içim çok rahat.
Cover yapsan işin daha kolay mı olurdu?
Cover'lara eğilsem elbette daha kolay olurdu. Ama ben kendi şarkılarımla dokunmak istiyorum onlara. Müzik üretmek de paylaşmak da eskiye kıyasla kolay. Mesai ayırmak lazım yeni seslere. Dijital müzik platformları kolaylık sağlıyor ama bir yandan müzik dinleme pratiğimizi değiştiriyorlar.
Cover demişken; Kamuran Kolçak ve Melik Şah diye iki sahne personası daha vardı sende değil mi?
O projelerde sevdiğim şarkıları söyleyerek şarkıcılığımı geliştirmeyi ve şarkı yazarlık matematiklerini ele almayı hedefledim. Şu sıralar dümdüzüm ve Melike Şahin olarak akıyorum.
Boğaziçi Üniversitesi yıllarında klasik müzik korosundaydın; derken Babazula ile kesişti yolun…
Aramızdan ayrılan sanatçıların ardından yapımcı şirketin denetiminde şarkı, aranjör ve sanatçı seçimi yapılarak saygı albümleri yayımlamak mümkün. İşe salt ticari bakan şirketler, popüler isimlerle ‘best of’ kıvamında seçkilerden yana kullanıyor hakkını. Ama ‘en iyi’ ya da ‘en özel’ şarkılar her zaman ‘çok satan’lar olmuyor.
İkinci yöntem, sanatçının yaşarken saygı albümünün başında bizzat durması. Ancak burada da sanatçı kendisine ne şekilde saygı gösterileceğine karar vermiş oluyor. Yine de bizim gibi işin sadece ticaretinin önemsendiği ülkelerde bu yöntem sanki daha doğru. Sonucu beğensek de beğenmesek de en azından biliyoruz ki saygıda kusur edil(e)memiş.
Kimler saygı albümünü hak eder? Bu, yanıtı zor bir soru... Kestirmeden şöyle tarif edelim: Bir külliyat sahibi olmak şart. Besteyle veya yorumla yol açmış, bir döneme damga vurmuş olmak da öyle...
Sevişmekten de cinsel tacizden de politikadan da söz etti
Nazan Öncel; şarkılarının yapısı, sözlerinin samimiyeti, değindiği konular, hayatı, müzik yapma hikâyesine eşlik eden algılayış biçimiyle fark yaratmış bir isim. Büyük mücadele vererek geldiği 30’larının ortasında hayatımıza bomba gibi düşen ve aykırılığıyla sevilen biri.
İyi aile kızı yerine, posterinde Sid Vicious, tişörtünde Metallica olan sokak kızından, yeri geldiğinde sevişmekten ya da ‘gebermekten’ söz eden; giden adama beni hatırla derken hicranlı ama vicdanlı bir beddua savuran; politikaya ya da sosyal konulara yoğurdun kaymağı gibi değil kendi yaşamından yola çıkarak değinen; ‘Ceylan’da yaşamı bir havan topuyla son bulan Ceylan Önkol’u, ‘Güya’da Gezi olaylarını, ‘Demir Leblebi’de üvey babasının cinsel tacizine uğrayan Nazan Öncel’i anlatabilen bir kadın. Suya sabuna dokunmadığında bile içten, yani neresinden baksanız bir ozan.
Sezen ve Tarkan olmasaydı...
İrem Derici’nin başarılı olmasını sağlayan bazı sırlar var. Bunlardan en önemlisi, bulunduğu noktaya varabilmek için verdiği büyük mücadele. İlgili dönem, ‘şarkıcı’ olma konusunda ailesini ikna edişi ve öyle gerekiyor diyerek güzellik uğruna bıçak altına yatışlarını da kapsadığından, aslında yıpratıcı bir süreçti İrem için. Hayalini kurduğu noktaya ulaştı ama bedelini de ödedi, ödüyor. Yeme bozuklukları, duygusal iniş çıkışları, patlamaları bu nedenle.
İrem’in şöhreti tek şarkılık değil. Kanıtları ortada. Ve belli ki başarıları bu kadarla kalmayacak... Bu yazı, iki-üç tekliyle pekâlâ zirvede geçirebilecekken 13 parçalık bir albüm yapmış olmasından da anlayabilirsiniz ki, dışardan ziyadesiyle standart görünen popçu duruşunun nereye evrileceği pek de tahmin edilebilir değil.
Diğer bir deyişle, amacı hiçbir zaman salt şöhret ya da para olmadı İrem’in. Onun meselesi; severek söylediği şarkıların geniş kitlelerce onaylanması, ona olan sevginin katlanarak çoğalması... Bu da bir ‘popçu’ için en doğru çıkış noktası. Para ve şöhret sonra nasılsa geliyor; geldiği gibi de gitmiyor temel motivasyon onay ve sevgi olursa. Hayranlarının onay ve sevgisi, en az babasınınki kadar önemli İrem için.
Esas olayı dobralık
Gelelim İrem Derici’nin esas olayına: Dobralık. Kendine zarar vereceğini bilse bile, sonradan fikir değiştirme ihtimalini umursamadan kafasındakini söyleme rahatlığı. Bu nedenledir ki İrem Derici, sevenlerinden özür dilemesini gerektirecek bir şey yaptığında affediliyor. Çünkü samimiyetine inanılıyor.
batı’da; 60’ların ve 70’lerin ‘aranjman’ furyasına tepki nitelikli ve psikedelik rock etkileşimli Anadolu pop’un keşfedilmesi 2000’lerin ortasına rastlıyor. Dönemin şarkılarının yeniden basım CD’lerde yer alması, plağın küllerinden doğuşu ve koleksiyoner sayısının artışı derken; sound Avrupa’da merak uyandırdı. Selda Bağcan, Time dergisinin ‘Yaşayan Efsane Kadın Şarkıcılar’ listesinde yer aldı. ‘Yüzüklerin Efendisi’ filminin ‘Frodo’su Elijah Wood kendisinin büyük hayranı oldu. Selda; Primavera Sound gibi çok büyük bir Avrupa festivaline davet edildi. Önemli müzik mecraları “70’lerde Türklerin Joan Baez’e cevabı” şeklinde yorumladı kendisini.
70’lerin Anadolu pop sound’undan etkilenenlerden biri de Hollandalı basgitarist Jasper Verhulst’tu. Kendisi Jacco Gardner’ın konserinde çalmak üzere İstanbul’a geldiğinde Selda, Barış Manço, Zafer Dilek, Özdemir Erdoğan, Neşe Karaböcek, Üç Hürel, Mustafa Özkent, Erkin Koray, Edip Akbayram gibi isimlerden büyülendi. Hollanda’ya döndüğünde kararını vermişti; bu sound’un peşinden gidecekti. Gitarist Ben Rider ve davulcu Nic Mauskovic’le birlikte Facebook üzerinden Türk solist arayışına girdiler. Merve Daşdemir ve Erdinç Ecevit Yıldız’da karar kıldılar. Gruba en son perküsyoncu Gino Groeneveld katıldı ve isim arayışına giriştiler. Solist Merve, Türkler için altın gününün manasını açıkladığında işlem tamamlanmıştı.
Sözleri anlayarak dinlemek...
Derhal bir repertuvar oluşturuldu. ‘Goca Dünya’ onların vitrini oldu; ‘Kırşehir’in Gülleri’, ‘Halkalı Şeker’, ‘Şeker Oğlan’, ‘Caney’, ‘Cemalim’, ‘Kaymakamın Kızları’, ‘Tatlı Dile Güler Yüze’, ‘Şad Olup Gülmedim’, ‘Çiçekler Ekiliyor’ derken ‘On’ albümünü oluşturan 10 şarkı ortaya çıkmıştı. Hollanda dışında; İtalya, Fransa, Danimarka, İsveç, Fransa, Portekiz ve Almanya’da birçok konser verip festivallerde yer aldılar. Bu yaza; North Sea Jazz, Open Air Basel, Clandestino, Fusion, Best Kept Secret, Montreal Jazz gibi birçok prestijli festivalde sahneye çıkarak damga vurmaktalar. Yurtdışında söyledikleri Türkçe şarkılardan tek kelime anlamayan ancak onlardan ve dans ettiren sound’larından etkilenen özel bir hayran kitleleri oluştu. Şimdi üçüncü kez İstanbul’a;
23 Kasım’da Salon İKSV’ye gelmeye hazırlanıyorlar. Altın Gün’ü; şarkıları bilerek ve sözleri anlayarak dinlemek bambaşka bir deneyim. Tıpkı Avrupa’da benzetildikleri King Gizzard And The Lizard Wizard gibi KüçükÇiftlik Park’ta konser verebilecek bir potansiyele sahip Altın Gün. Yeter ki burada da yeterince insan farkına varsın.
Sandal çifti; aşk bitti diyerek evliliği noktaladıktan sonra, Mustafa Sandal yanına Eypio’yu alıp her günün sıfırdan başladığına inanarak hayatına ‘Reset’ atmaya karar verdi. Mustafa Sandal yeniden tek başına. Ancak ne 90’lardayız ne de kendisi 20’lerinde. Hedefinin yeniden genç kuşakları yakalamak olduğu düşünülünce (Hem Volga Tamöz’ün düzenlemesi hem de Eypio’nun varlığı buna kanıt) işinin çok kolay olmadığı ortada. ‘Artık şarkı yazamıyorum, benden geçti’ şeklinde bir inancı varsa önce ondan kurtulması ve içindeki cevhere ulaşmasını temenni ediyorum. Yalçın Polat-Eypio imzalı ‘Reset’ gayet güçlü bir hit adayı ancak genç tüketici şarkıyı söyleyen kişiyle şarkısı arasındaki ilişkiyi ne kadar inandırıcı, şarkının video’sundan geçen enerjiyi ne kadar samimi bulacak? Bunun yanıtı; 2010’ların sonuna gelirken daha önemli artık.
Sandal’lardan artık sadece ‘Emina’ olarak anacağımız diğer müzisyen ise genç tüketiciye ulaşmak için çok daha kestirme bir yol seçti. Kendisine Darko Dimitrov’dan düzenlemesiyle gelen parçayı düet için belki de götürebileceği en doğru kişiye; yani yeni kuşağın Tarkan’ı Edis’e götürdü. Edis’in, yükselişteki albümü ‘An’ın videoları, konserleri ile uğraşırken, araya albümde olmayan bir tekli almasının nedeni şarkıyı beğenmesi ve tabii Emina ile düet yapma fikrine ısınması olsa gerek. Türkçe sözleri bizzat yazdı hatta Edis.
Emina ses rengini azımsamaktan vazgeç!
Parçaya gelecek olursak... Nihat Odabaşı’nın çektiği iddialı videosuyla ‘Güzelliğine’ form olarak Batı armonisine yakın. Sound ve beste itibariyle global pop/R&B listelerinde kendine yer bulacak özelliklere sahip bir şarkı inanın. Ama o işler öyle yürümüyor ne yazık ki.
Şunun da altını çizeyim: Söz konusu dünya listelerinde tutunan şarkıların çoğunun benzeşme nedeni ünlü birileri için aynı endüstriyel formülden üretilmiş bir sound ve şarkı yürüyüşüne sahip olmaları. Bu nedenle bu parçayı başka ünlü şarkılara benzetebilirsiniz; nedeni işte o formül.
‘Güzelliğine’
Drake’in, dijital platformlar için epeyce uzun olan (25 şarkı-2 CD), beşinci stüdyo albümü ‘Scorpion’dan derinlemesine söz etmeden önce ‘star persona’sından söz etmek gerek. En önemli özelliği, gelmiş geçmiş en otobiyografik karakterlerden oluşu. Ama şarkı sözlerine bakıp duygusal anlamda olgun biri diyemiyoruz kendisi için. Şişkin star egosu bir yanda, duygusal olarak incinmiş ama öfkeli halleri diğer yanda...
Yakın geçmişte herkesten gizlediği bir çocuğu olduğunun ortaya çıkması da tuz biber ekti duruma. Drake’e sorarsanız bunu yapmasının nedeni; çocuğunu dedikodu kazanından, sosyal medyadan, magazin basınından korumaktı. Kendi deyişiyle, çocuğunu dünyadan değil, dünyayı çocuğundan saklamıştı. İlk bakışta veciz gibi görünen gerekçesini sert biçimde ti’ye alansa rap’çi Pusha T oldu. Pusha T; ‘The Story of Adidon’ adlı parçasının sözlerinde (İlgili marka adıyla ses benzerliği kurarak; ‘Add It On -Bunu da çıkar hanesine yaz- demeye getirerek) Drake’in çocuğunu ünlü bir spor giyim firmasından reklam teklifi gelene kadar sakladığını, yani bu olayın da reklam maksatlı olduğunu ‘diss atma’ (rap jargonunda sataşma) yöntemiyle ifade etti. Ve tahmin edebileceğiniz gibi bu durum Drake’i delirtti.
İddiasının hakkını vermiş
Lily Allen’ın, 2006’da ‘Allright, Still’ adlı ilk ve üç yıl sonrasında yayımladığı ikinci albümü ‘It’s Not Me, It’s You’nun ihtişamlı günlerinin, ödül ve liste başarılarının üstünden epeyce zaman geçti. Bir dönem fırtınalar estiren Lily’nin 2009’dan üçüncü stüdyo albümü ‘Sheezus’ı yayımladığı 2014 yılına kadar olan dönem ve hatta sonrası bir miktar sıkıntılı oldu. Allen’ın bir yandan genç kız ikonluğu durumunu geride bırakıyor oluşu, diğer yandan İngiliz magazincilere bayram ettiren vurdumduymaz davranışları derken işlerin sarpa sarması pek sürpriz değildi aslında.
Lily; alkol problemi, kokain kullanımı, annelik zafiyetleri, eşini aldatması gibi konularla tabloid manşetlerinde yer alırken hayatının zor bir döneminden geçiyordu. Öte yandan bağlı bulunduğu müzik şirketi beş yıldır albüm yapmıyor oluşundan rahatsızdı. Lily, ‘Sheezus’ı içinden gelmeyerek, şarkılarına, sound’una inanmayarak çıkardı. Hatta o dönem verdiği röportajlarda bunu açıkça söyledi. Senin inanmadığın şeye hayranların nasıl inansın, değil mi? Sonuç bana göre Keane cover’ı olan ‘Somewhere Only We Know’ dışında pek iç açıcı olmadı.
Aklını başına toplamış gibi
Ancak ‘Sheezus’tan sonra belli ki dersler çıkardı kendine. Bir sonraki albümünün kariyeri açısından dönüm noktası olacağını; 2018’de, 33 yaşına gelmişken bu son şansı iyi kullanması gerektiğini idrak etti. Ayrıca fiilen bitmiş bir evliliği kâğıt üstünde de sona erdirerek Sam Cooper’la yollarını ayırdığını açıkladı.
Neyse ki ‘No Shame’, müzikal anlamda Lily Allen’ın kendini bulma albümü olmayı başarmış. Bir önceki albüm ‘Sheezus’la kıyaslandığında son derece samimi, şatafatsız, serin bir elektro-pop albümü yapmayı başaran Allen; çok iddialı hit’ler üretme ve sektör beklentileri açısından mükemmel olma kaygısı gütmeyip işin müzik tarafına yaklaşarak doğrusunu yapmış. Ortaya da zekice, özfarkındalığı yüksek; dans, reggae ve konuk rap bölümlü (Giggs ve Burna Boy) ama nihayetinde bütünlüklü, dengeli bir ‘No Shame’ çıkmış. Lokomotif parçası şimdilik ‘Lost My Mind’ olarak görünen albümde Lily aklını başına toplamış gibi.
Her ne kadar ‘Your Choise’, ‘Apples’ gibi parçalarında açıkça ayrıldığı eşine hitaben ve ilişkisinin geneline dair sözler içerse de tamamıyla bir ayrılık albümü demek mümkün değil bunun için.