KANYE WEST (BEŞ ÜZERİNDEN İKİ BUÇUK YILDIZ)
JESUS IS KING (Getting Out Our Dreams II/Def Jam)
Kanye West kuşkusuz ABD’nin en önemli ve zengin hiphop ikonlarından biri... İlk albümünü yayımladığı 2004’ten itibaren bu başarıyı sadece rap yaparak değil, prodüktörlüğü ve en önemlisi çizdiği toplumsal figürün ‘siyahi Amerika’da karşılık bulmasıyla elde ettiğini düşünenlerdenim.
Yine de ilk üç albümünü müzikal olarak değerlendirdiğimde kazandığı başarıyı haklı bulmakla birlikte, soyunduğu fikir önderliği rolünde o denli başarılı olmadığına inanıyorum. Çünkü entelektüel derinliği olmayan fikir önderliği hevesi; içinde bolca hamaset ve komplo teorisi barındıran bir magazin hikâyesine dönüştü doğal olarak.
Bunda beş yıl önce evlendiği Kim Kardashian’ın da payı var. Kanye de magazine dünden razı tavırlarını, işin içine politika ve dini temalar karıştırarak ciddileştirmeye çalıştıkça komik duruma düştü.
Hollanda doğumlu ancak adını aldığı Hatay’ın Karsu Köyü’nden New York’un efsane Carnegie Hall’unda konser vermeye uzanan hikâyesi belgesele bile konu oldu. 16 yaşındayken babasının Amsterdam’daki restoranında önce garsonluk yaptı, sonra şarkılar söyledi. Gelenleri o denli etkiledi ki hayranları mekâna sığmaz oldu. Çok katmanlı, güçlü sesi ve yorumu bir yana; iyi bir şarkı yazarı, şarkısını doğru konumlayan bir aranjör ve bence parmak ısırtan bir piyanist. Kendini bir caz müzisyeni olarak tanımlıyor ancak klasik, blues, funk ve etnik öğelerle zenginleştirdiği sound’u onu ‘biricik’ kılıyor.
Karsu Dönmez’e, Hollanda’da büyümüş olmasına ve o ülkenin en prestijli ödüllerinden Edison World/Jazz’ı bile almasına rağmen Türkiye’den kopuk bir müzisyen diyemeyiz. O, ‘Türk kökenli Hollandalı’ değil, bir dönem lanse edildiği üzere “Hollanda’nın Norah Jones’u” hiç değil. Bu toprakların ruhundan alıp müziğine taşıdığı belirgin izlerle “Türkiye’nin Karsu’su” benim için. Bunu bu yıl içinde çıkardığı ve bu albümde de yer alan iki tekli; ‘Sana Ne’ ve ‘İtiraf’a, bir yıl önceki teklisinde Mustafa Sandal’ın ‘Jest Oldu’ yorumuna, 2012 albümü ‘Confession’daki ‘Gesi Bağları’, ‘Her Şeyi Yak’ ve ‘Çok Uzaklarda’ya, 2015’te ‘Colors’daki başyapıtı ‘Bırak Beni Böyle’ ve ‘Bekledim’e hatta Barış Manço efsanesi ‘Domates Biber Patlıcan’a yaklaşımına bakarak rahatça görebilirsiniz. Türkçe telaffuz, tonlama ve vurgudaki kimi hatalarının da üstesinden gelmeye başladığını görüyorum. Bunda ‘Amca’ diye hitap ettiği müzisyen Fuat Saka’nın da payı büyük. Kendi adını taşıyan yeni albümünde yukarıda söz ettiğim iki teklisi dışında ‘Siyah’, ‘İnadına’, ‘Yalan Masallar’, ‘Reloading My Mind’, ‘Are You Ready’, ‘Jazz Cat’ gibi şarkıları başta olmak üzere hepsine ayrı ayrı ilgi göstermenizi tavsiye ederim.
Acının terazisi
Kimin hangi acısı daha ağırdır bilemezsiniz. Ancak öyle acılar vardır ki ağırlığını kimse sorgulayamaz hatta deyimlere konu olmuştur; ‘evlat acısı’ gibi... Nick Cave, 2015’te oğlu Arthur’u kaybetti. İçine kapanmak yerine 2016’da ‘Skeleton Tree’ albümünü çıkardı. Şarkılarının büyük çoğunluğu kaybından önce yazılmıştı. Bu anlamda ‘Ghosteen’ albümü olay sonrası çıkmış ilk Nick Cave & The Bad Seeds albümü olma özelliğiyle farklı bir yerde konumlanıyor. Olağanüstü gerçek bir hüzün var bu albümde. Bildiğimiz ve Nick Cave’in demirbaşı olarak gördüğümüz şairaneliğin, destansılığın ötesinde bir yerde duruyor bu nedenle. Sound olarak ‘Push The Sky Away’ ve ‘Skeleton Tree’den bildiğimiz orkestra yapısıyla elektronik unsurların buluşmasına ek olarak Warren Ellis kemanı yine unutulmaz bir tat bırakıyor ilk dinleyişte. ‘Bright Horses’dan başlayarak hepsini dinleyin, tekrar tekrar... Sözleri, Nick Cave şiirini anlamak için çaba gösterin. Ağlayın, utanmayın.
Zeynep Doruk İtalya ve Türkiye’de müzik, sahne ve gösteri sanatları üzerine eğitim almış. Hikâyesi Attila Özdemiroğlu’nun yanında 4 yıl boyunca solistliğini yaptığı İstanbul Gelişim Orkestrası’nda başladı. Ajda Pekkan, Yalın, Sertab Erener gibi önemli isimlere vokalistlik yaptı. ‘Hayat Bilgisi’, ‘Sessiz Gemiler’, ‘Seksenler’ gibi dizilerde oyunculuk deneyimi de yaşadı. Aynı zamanda bir şarkı yazarı, çok iyi bir şarkıcı. Baktığınızda dört dörtlük bir tabloyla karşı karşıyayız. Sorum şu: Zeynep Doruk bu donanımıyla neden ilk albümünü çıkarmak için 30’larının ortasına kadar bekledi?
Baladların kadını
‘Unutmasınlar’ adlı ilk albümün en büyük artısı müzikal çıtasının yüksek oluşu. O müzikal tavır doksanlı yılları popüler müzik açısından Türkiye’de özel yapan unsurlara sımsıkı sarılıyor. Ajda’nın, Yalın’ın, Sertab’ın sahne tedrisatını düşünün... İlk öğretmenizin Attilla Özdemiroğlu olduğunu; o tavra sarılmayıp da piyasanın pop tekerlemelerinden medet ummak, geleneğinize ihanet anlamına gelmez miydi?. Ama tam bu sebeple; en büyük artınız en ağır yükünüze dönüşebiliyor.
Tekliler yerine direkt ‘albüm’ tavrı koyduysanız, 30’larında yetenekli, deneyimli, güzel bir müzisyenseniz albümü topluca rokete bindirecek 1 ya da 2 şarkıya ihtiyacınız var. Biri versiyon olmak üzere albümdeki 8 parçayı beğenmekle birlikte bu noktanın altını çizmek isterim. Hele Doruk’un ‘Baladların kadını’ olduğunu düşünecek olursak o lokomotif şarkı ve sözleri daha da önemli hale geliyor. Zeynep’in sözlerle bazı damarlar yakalaması gerekiyor. Sözler nedeniyle kimi nakaratların gücünün azaldığına birkaç kez şahit oldum.
Özetle piyasanın aradığı o şarkı, klip şarkısı ‘Unutmasınlar’ değil, çok beğendiğim ‘Altın Kafes’, ‘Her Şey Aşktan’, ‘Deli Düş’, ‘İki Kadın’ da değil. Ajda Pekkan’ın stüdyoda okuduğu ancak kaydetmediği şarkısı ‘Kim Derse ki’ yorumu da yetmez füzeyi fırlatmaya... Albüm dinleyici tarafımı hızlıca içine aldı ancak ticari çıktılarıyla kariyerinin bu noktasında ilk albümünü yapan Zeynep’e yeter mi?(BEŞ ÜZERİNDEN ÜÇ YILDIZ)
ZEYNEP DORUK UNUTMASINLAR (Meypom)
Böyle bir müzikal yapmak, her zaman aklınızda olan bir şey miydi?
- Aslında büyük bir müzikal yapma fikriyle yola çıkmadım. Bizim bir tane Harbiye Açıkhava Tiyatromuz var. Orada havamızı attığımız konserler yapıyoruz. Her yıl yeni ne yapabiliriz diye düşünüyoruz. Tohumlar orada atılmaya başladı. Önce bir yarısında Beyhan Murphy’nin benim için koreografi yaptığı, diğer yarısında oda müziği olan bir konser yaptık. Sonra dedik ki Beyhan’la oda müziği bölümünü kaldıralım, diğer bölümü dansçılarla geliştirelim. Sonra bunu bir tiyatro sahnesine taşıma fikri oluştu kafamızda. Uniq İstanbul’la anlaştık. Akış değişti, şarkılar değişti, danslar değişti. İlk yarıyı 90’lar, ikinci yarıyı 2000’ler olarak kurguladık. Ardından isim düşünmeye başladık. ‘Sertab’ın Müzikali’; hoşumuza gitti.
◊ Sürekli değişen ve gelişen bir proje mi ‘Sertab’ın Müzikali’?
- Evet, mesela Uniq istanbul’dan Zorlu PSM’ye taşınırken büyük evrim geçirdi proje. Şu an yaptığımız şeyi dört yıl önce yapmaya kalksaydık yüzümüze gözümüze bulaştırırdık. Birçok şeyi deneyip yanılarak öğrendik. Çok şükür her gösterimiz ‘kapalı gişe’; bugünlere geldik.
◊ İki yıl önce babanızı kaybettiniz. Şimdi Zorlu PSM’deki dev ekranda ‘İncelikler Yüzünden’ şarkınızın videosu varken, sahnede ne hissediyorsunuz?
İnsan sevdiklerini kaybettiğinde; hazırlıklı bile olsa zor. Çok değerli insanlar hayatımdan çıkıp gittiler. Uzay ’da (Heparı),
Bu yıl içinde, ‘Panic! At The Disco’dan Brendon Urie ile ‘ME!’, ‘You Need To Calm Down’, ‘The Archer’ ve ‘You Need To Calm Down’ın Clean Bandit remiksini tekli olarak yayımlayan Taylor Swift; bu şarkılarla birlikte toplamda 18 şarkılık ve bir saati aşan yedinci albümü ‘Lover’ı sonunda çıkardı.
Yeri gelmişken bir noktanın da altını çizeyim; teklilerin ve EP’lerin cirit attığı dijital gezegenimizde eğer albüm yapacaksak böyle çok şarkılı ve uzun süren ve yine de bir bütünlük arz eden albümler yapılmalı diye düşünüyorum.
Albümün bütününe baktığımızda müzikal anlamda gayet aklı başında ve olgun bir işle karşı karşıyayız diyebilirim. Bunlara ek olarak anlattığı hikâyeler itibariyle ve sound olarak da gayet samimi.
Hikâyeler demişken aşk yine başrolde; Taylor’ın annesi yine ana karakterlerden biri. Uzak mesafelere rağmen süren bir ilişkinin, ilişkide dürüst olmanın ve hatta af dilemenin önemine de dikkat çekiyor kendileri. Taylor’ın söylemiyle, dram dozajı yüksek olmasına karşın abartılı da değil üstelik.
(BEŞ ÜZERİNDEN ÜÇ YILDIZ)
The Lion King: The Gift
Beyoncé
Parkwood
Entertainment LLC
Beyoncé ve Jay-Z’nin Louvre Müzesi’nde ‘Apeshit (Everything Is Love)’ adlı parçalarına çektikleri videonun birkaç simgesel anlamı vardı. Bunlardan ilki, ‘beyaz’ olmaya dair kültürün en üst düzey simgelerinden biri olan müzede, iki siyahi ve dev yıldızın, kimseler alamazken video çekim izni alması ve siyah kültürün zirveden, göğsünü gererek meydan okuması olarak tanımlanabilir. Videonun çekildiği 2018’de Louvre’un ziyaretçi rekoru kırdığının açıklanması bu iddiamı doğruluyor sanki...
Bir güç gösterisi
Her şeyden önce ‘All Melody’ muhteşem... Bir yandan derinlikli ve detaycı; diğer yandan son derece basit ve çabasız. Bu dengeyi nasıl kuruyorsunuz?
- Böyle düşünmene çok sevindim. Ama bunu nasıl yaptığımı ben de bilmiyorum. Belki boş bir tuval için seçilen renklere ya da insanların içgüdüsel olarak boş bir odayı doğru eşyalarla dekore etmesine benzetilebilir. Müzik üretirken de odadaki eşyaların yerini uzun süre değiştirmeye devam edebiliyorsun ama her şey yerli yerine geldiğinde bunu hissediyorsun ve oldukları yerde bırakıp unutuyorsun.
Eski albümlerle kıyasladığında ve hem duygusal hem de yaratıcılık boyutuyla bu albümün farkı nedir?
- Özünde büyük bir fark göremiyorum. İçsel yolumda ilerlemeye devam ediyorum. Belki şu söylenebilir: 2017’den beri ayrıntılarla uğraşıp derinlere dalabileceğim ön çalışma zamanları yaratamıyordum kendime. Bu albümde bunu başardım. Ana stüdyom, kurulum ve enstrümanlar açısından bambaşkaydı. Hatta farklı ülkelerde, küçük ev stüdyolarında, ilginç atmosferlerde çalıştığım oldu süreç içinde. Bunu uzun süredir hayal ediyordum. Varsa, farkı yaratan budur.
‘All Melody’ yayımlandıktan sonra 2 EP’lik ‘Encores’ adlı bir seriyle devam ettiniz. Hatta ardından, ağustosta ‘All Armed’ adlı tekli geldi. Albümde söyleyemediğiniz şeyler mi vardı yoksa bu son işler ‘All Melody’ ile ten uyuşmazlığı mı yaşıyordu?
- İkisi de doğru. Özellikle bu EP konsepti, kendi içinde müzikal fikirler olan bağımsız ve bağlantısız mini albümler üretme hayalimden doğdu. Biri akustik, diğeri elektronik göndermeli olsun diye, düşünmeden yaptığım işler ve bence ‘All Melody’ ile aynı çatı altına girmemeleri gerekiyordu.
BEŞ ÜZERİNDEN DÖRT YILDIZNORMAN F**KING ROCKWELL(Lana Del Rey-Universal Music)Tek tek şarkılar açısından baktığımızda Lana Del Rey’in Amerika’nın en iyi şarkı yazarlarından biri olduğunu kanıtlar nitelikte bir albüm olduğunu söylemek mümkün. Albümün genel hissi; eski radyolardan süzülen hüzün ve umuda dair... En çok da özgürlüklerden ve ‘insan olup’ yaşamaya çalışırken enkaza dönüşme trajedimizden söz ediyor Lana. Yine caz, trip hop, psikedelik rock gezintilerini yapıp, o kendine has vokal ve şarkılarıyla samimi duygusallığına inandırıyor.
Vatanseverlik klişelerine bir son vermiş
Lana Del Rey bundan bir süre önce ‘Amerikan bayrağı önünde şarkılar söyleyeyen kız’ olmaktan, diğer bir deyişle Amerikan usulü vatanseverlik klişelerine sığınmaktan vazgeçti.
Bu albümde de ismiyle cismiyle Norman Rockwell’e, yani Amerikan gündelik hayatına dayalı sevimli, sıcak ve mizahi resimleri ile 40 yılı aşkın süre The Saturday Evening Post dergisinin kapaklarını hazırlaya, Amerikan popüler kültürüne damga vuran simge bir ismin yüzüne karşı ‘küfürlü konuşarak’ isyan bayrağını açıyor diyebiliriz.
Amerika’da yeni bir şarkı yazarlığı dönemi başlamaktaysa ve tarih bunu gelecekte yazacaksa Lana Del Rey’den uzun uzun ve derinlemesine söz edecektir diye düşünmekteyim. Belki de gelmiş geçmiş en komplike, en gerçek, en derin yıldızla karşı karşıyayız ve gelecekte yıldız olmak böyle bir şey olacak.
Daha önce yayımlanmış 6 tekli sonrası öncelikle albüme adını veren şarkı ve ‘Cinnamon Girl’le devam ederek dinleyin net bir bütünlük arz eden kıymetli ‘Norman F**king Rockwell’i...